30 Ekim 2022 Pazar

Sürdürülebilir Şehirlerde Döngüsellik

Günümüzde insan nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor. Yakın gelecekte artan insan nüfusu ile birlikte şehirlerde yaşayanların sayısı da artacak. Bu artışın özellikle küçük şehirlerde yaşanacağı Birleşmiş Milletler tahminleri arasında bulunuyor. Bugün bile büyük şehirlerimiz yavaş yavaş dışarıya net göç vermeye başlamış durumdalar. İstanbul’un nüfusu artıyor olsa da dışarıdan gelenler ve içeriden göçenler farkına bakıldığında artık daha az kişinin İstanbul’a gelmeyi tercih ettiğini görmek zor değil. Bunun en önemli sebeplerinden biri de İstanbul’un pahalı olmasından öte yaşamanın da oldukça zor olması. Bir kırılma noktasına ulaşıldığında İstanbul’dan dışarıya net göçün artacak olması da kabul ediliyor. Bu kırılma noktası da beklenen Marmara depremine kıyasla çok daha küçük bir olay olacaktır.

Herhangi bir sistemin kırılganlığını belirleyen üç ana unsur vardır. Bunlar uyum kapasitesi, hassasiyet ve maruziyettir. Doğal olarak maruziyet bu bağlamda ilk ele alınan başlık oluyor. Eğer başımıza çevresel felaketlerin gelmediği bir yerde yaşıyorsak kırılganlığımız da az oluyor. Çevresel felaketlerin sık görülebildiği bir yerde yaşıyor olabiliriz ama bu felaketler bizi etkilemiyorsa, hassasiyetimiz düşük demektir. Mesela içinde yaşadığımız vadi bölgesi sıkça sele maruz kalıyor olabilir ama biz vadi tabanında değil yamaçta yaşıyorsak bu, sele karşı hassas değiliz anlamına gelir. Diyelim vadi tabanında yaşıyoruz ve burayı bolca sel basıyor ama bizim evimiz yerden epeyce yüksek kazıklar üzerine oturtulmuş ve sel bassa da bizi etkilemiyorsa o zaman da uyum kapasitemiz yüksektir.

Şimdi, basit bir yağmur yağdığında İstanbul trafiğini ele alalım. Bu yağmur İstanbul’un her tarafında yağabilir mi? Evet, dolayısıyla her noktada maruziyet söz konusu. Yağmur yağdığı zaman trafiğin tıkanabileceğini düşünerek yerimizden çıkmadığımız ve trafik yoğunluğunu düşürerek duruma uyum sağladığımız bir yaşam tarzı söz konusu mu? Hayır, yağmur yağsa da hepimiz günlük işlerimize devam ediyoruz. Peki yağmur yağdığında az da olsa trafik hızı düşüyor ve kazalar artıyor mu? Evet. O zaman İstanbul trafik açısından bakıldığında kırılgan bir sistem demektir. Bir de düşünün nüfusun daha artmasının yanında iklim olaylarının artmasıyla birlikte yağışların şiddetlenmesini. Bu, kısa aralıklarla da olsa saatlerce trafikte kalacağmız anlamına gelir. Bu konunun sadece trafik kısmı. O yağışların alt yapı sorunları nedeniyle sellere dönüşmesi gibi konuları da ekleyecek olursak İstanbul’un yaşadığı travmaların bizi bir kırılma noktasına taşıması kaçınılmaz olacaktır.

Bugün bu kırılma noktalarını hissetmiyor olabiliriz ama çevremizdeki insanların teker teker uzaklaşıp başka yerlere gittiklerini görüyoruz. Bir gün bakacağız ki çoğunluk gitmiş ufak bir azınlık kalmış olacak. Kritik sistemlerin yapısı böyledir. Bir anda bir durumdan bir başka duruma hızla geçebilirler, azıcık yağmur yağdığında trafiğin birden tıkanması gibi. Büyük şehirlerin sürdürülebilir olmadıklarını içten içe bildikleri için bir noktada çoğunluk büyük şehirleri terk etmeye başlayacak. Bunu durdurmanın da fazla yolu olmadığı görülüyor. Ancak bugünden gelecekte büyümesi beklenen küçük şehirlerin daha sürdürülebilir yapılanmalarını sağlayabiliriz.

“Sürdürülebilir şehirleri yapılandırmalıyız” denildiğine aklımıza nedense hep teknoloji ile ilgili çözümler geliyor. Bunun en önemli nedeni de günümüz konuşmalarında sürdürülebilir şehirler kavramının sıkça akıllı şehirler kavramı ile birlikte ve hatta iç içe kullanılması. Oysa akıllı bir şehir sürdürülebilir, sürdürülebilir bir şehir de akıllı olmayabilir. İdeal çözüm bu iki kavramın ortaklığında oluşabilir ama gene de bu iki kavramı birbirinden ayrı değerlendirmek gerekir. Akıllı bir şehirde yaptığınız akıllı binalarda çalışıyor olabilirsiniz ama bu işyerine 50 km uzaklıktaki evinizden geliyorsanız tüm akıllı tasarımları çöpe atabilirsiniz.

Birleşmiş Milletler sürdürülebilir şehirler için yapılması gerekenleri kalkınma amaçları altında şu başlıklarda tanımlıyor:

  • Güvenli ve makul fiyatlı barınma ve temel hizmetler
  • Güvenli ve sürdürülebilir ulaşım sistemleri
  • Kapsayıcı şehirleşme ve tüm tarafları kucaklayan şehir planlaması
  • Kültürel ve doğal mirasa saygı
  • Felaketlere karşı dirençlilik
  • Düşük çevresel ayak izi
  • Yeşil alanlar ve toplumsal alanlar
  • Kırsal ile kentin bağlanması
  • Bütünsel felaket riski yönetimi
  • Sürdürülebilir ve dirençli yapılar için maddi ve teknik destek

Bu başlıkları değerlendirdiğimiz zaman karşımıza çıkan en önemli sonuçlardan biri bu başlıkların bütüncül bir bakış açısına işaret ettiği oluyor. İçlerinden birini ya da diğerini çıkartacak olursak eksik kalabilecek bir yapı. Aslında burada sözü edilmeyen ama olmazsa olmaz başka kuralları da beraberinde getiriyor. Mesela güvenli ve makul fiyatlı barınma ve temel hizmetleri (tüm insanlara eşit biçimde) sağlamak dediğimiz zaman parantez içindeki kısım söylenmese de o şekilde algılanması gerekiyor. Bugün şehirlerimizin sürdürülebilirliği konusundaki önemli sorunlardan biri şehir ve kırsal arasında, hatta şehir merkezi ve kenar mahalleler arasında güvenli ve makul fiyatlı temel hizmetler bağlamında büyük farklılıklar olmasıdır. Bu farklılıklar da bir yandan kırsaldan kente göçü, diğer yandan da güvenlik zaaflarını desteklemektedir. Yani bundan 50 sene önce olduğu gibi, tüm 6 yaşındaki çocukların kaliteli ve bedava bir temel eğitim alacakları düzeni oturtmadığımız zaman orta ve uzun vadede güvenlik sorunlarının da ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Madem basit bir örnek olarak ilkokula başlayan çocukları verdik, oradan devam edelim. Gene bundan 50 sene önce ilkokuldan çıktığımızda yürüyerek eve dönerdik, kendi anahtarımız olurdu, evin kapısını açar girer ve kendi başımızın çaresine bakardık. Bugün ise çocuklar uzaktaki okullarından servisle eve dönmek durumunda kalıyorlar. Özellikle orta ve üst gelir kuşağındaki aileler çocuklarını en yakındaki temel eğitim kurumundansa biraz daha uzaktaki özel okula göndermeyi tercih ediyorlar. Ancak bunun sonucu olarak kendileri de biraz hızlıca eve dönmek zorunda kalıyorlar. Bu durumda alışverişi her gün yapmaktansa haftada bir yapmayı tercih etmeye başlıyorlar. Bu, marketten alınan nesnelerin daha fazlasının bozulmasına ve çöpe gitmesine neden oluyor. Elbette gıda atığının en başta gelen nedeni budur demiyoruz, ama bunun da atığa katkıda bulunan unsurlardan biri olduğu kesindir. Servis yerine çocuklarını kendileri okuldan alan veliler de şehir trafiğine ayrı bir katkıda bulunuyorlar. Eskiden “okulların açıldığı hafta trafik berbat olur” diye bir bilgiye sahip değildik. En basit örneği ile temel hizmetlere erişimdeki farklılıklar ya da aksaklıklar gıda atıklarının artmasına kadar etki edebiliyor.

Büyük şehirlerde ortalama bir günde en az bir saatimiz yolda geçiyor. Uyanık geçirdiğimiz süre içerisindeki bir saat aslında çok kıymetli bir zamandır. O bir saati evde geçirebilecek olsak yemeğimizi dışarıdan ısmarlamak yerine kendimiz günlük olarak da yapabiliriz ya da atıklarımızdan kompost yaparak balkonda, çatıda ya da bahçede basit yiyecekler yetiştirebiliriz. Hatta o boşalan saatlerde kurulacak semt pazarlarından daha taze alışveriş yapabiliriz. Çocuklarımızla parka gidip onlar oynarken semt sakinlerimizle sohbet edebiliriz. Bunların tümü her ne kadar öyle görünmüyor olsa da şehirlerin dirençliliği açısından önemli rol oynarlar.

Mesela, bugün semt pazarları dediğimiz zaman aklımıza hep merkezden biraz uzak yerlerde kurulan ve alt veya orta gelir grubunun alışveriş yeri olan mekanlar geliyor. Bu yerlerde de pazarlar haftanın belirli günleri kuruluyor ve mesleği “pazarcı” olan kişiler, çoğunlukla hallerden aldıkları meyve ve sebzeleri getirip satıyorlar. Bunun ötesinde bir davranış ancak organik pazarlarda görülebiliyor, oralarda bile bazen soru işaretleri oluşabiliyor. Semt pazarlarında çoğunlukla halden alınan mallar satıldığından kentin kendi kırsalı ile bir organik bağı bulunmuyor. Oysa kentin kendi kırsalını desteklemek üzere kurulan pazarlarda yakın bölgedeki çiftçiler kendi ürünlerini satacak olsalar aradaki bağı kuvvetlendirmenin yeni bir yolu bulunurdu. 

Büyük bir felaket anında ilk 72 saat boyunca büyük yerleşim yerlerine dışarıdan destek gelmesi ve bu desteğin düzgün biçimde dağıtılması çok zordur. Dışarıdan gelecek destek dediğimiz zaman dışarısı çoğunlukla yüzlerce kilometre uzakta olduğundan bu bağlantıların hızla kurulması zordur. Ama kent ile kırsalı arasındaki bağlantıları kuvvetlendirdiğimizde, hızlı destek kentin kendi kırsalı tarafından sağlanabilir. En azından kısa vadedeki acil ihtiyaçlar giderildiğinde arkadan gelen esas destek özellikle felaket zamanlarında dirençliliğin artmasını sağlar. Ancak burada da aynı bölge içinde yaşayan kişilerin birbirlerini destekleyebilmeleri son derece önemlidir. Bugün yaşadığımız apartmanlarda çoğu zaman karşı komşumuzu bile tanımazken bir felaket anında bu tanımadığımız insanlarla ekmeğimizi paylaşacağımızı ve yardımlaşacağımızı düşünmek saflıktır. Yalnız yukarıda da değindiğimiz gibi, geliştirilen toplumsal alanlarda geçireceğimiz vakit yakın komşularımızla ve aynı semti paylaştığımız insanlarla yaşadığımız yabancılaşmaya bir ilaç olacaktır. 

Felaketler açısından bakıldığında toplumsal yardımlaşma son derece kıymetlidir ve belki de felaket anlarında ve sonrasında toplumun toparlanmasına en fazla katkıda bulunan unsurdur. Ama bir felaket olmasa da toplumsal tanışma va yakınlaşma tüm yaşamımızın da daha sürdürülebilir olmasına destek sağlayacaktır.r

Sürdürülebilirliğin ve döngüselliğin önemli adımları tasarım ve üretim aşamasında olsa da düzgün tasarlanan ve üretilen nesnelerin yaşamlarına devam edebilmeleri bu toplumsal yapı içerisinde mümkündür. Yani, cep telefonumuz ya da ütümüz son derece doğru tasarlanmış olabilir ama biz düşürdüğümüzde gene de zarar görecektir. Bu nesneleri tamir edecek yakınımızda birileri olması döngüsel sistemin çalışabilmesi için gereklidir. “Ben bu aleti tamir ettirmek için en az iki defa şehrin öbür ucuna mı gideceğim?” sorusu bazı noktalarda o cihazın çöpe atılıp yenisinin alınması ile sonuçlanır. Yakın çevremizde bu tür iş yerleri olsa, o iş yerlerinin de gerekli yedek parçaya ulaşacakları biçimde cihazlar tasarlanmış olsa cihazları ilk bozulduklarında yenilemektense tamir ettirme yoluna gidebiliriz. Tamirci akşamları parkta çocuklarımızı birlikte oynattığımız ya da beraber yürüyüş yaptığımız gruptan biri olsa…

Toplumun yakınlaşması aynı zamanda döngüselliğin bir diğer basamağı olan kullanmadığımız nesneleri paylaşmayı da kolaylaştırır. Bugün internet üzerinde bu tür paylaşımları sağlayan türlü siteler olsa da yakınımızdaki insanların paylaşmak istediklerinden haberdar olmak hayatımızı kolaylaştıracaktır. Mesela benim evimde bir trambolin var ve boş boş duruyor, yakında oturan ve böbrek taşı düşüren birinin çok işine yarayabilir. Bugünkü hayatta ne benim aklıma gelir söylemek ne de tanımadığım o kişilerin aklına gelir sormak. Ancak kişiler sosyal alanlarda yakınlaştıkça bu tür adımlar kolaylaşır. Hatta bir adım ötesinde, benim çocukları oynatmak için aldığım trambolin gerçekten de bir hastanın başka bir ihtiyacının giderilmesinde hiç düşünmediğimiz bir rol oynayabilir. Yeter ki o trambolin çöpe gitmesin.

Döngüsellik açısından bakıldığında en önemli unsur ihtiyacımız olmayanı satın almamaktır. İyi tasarlanmış, daha küçük şehirlerde ihtiyaçlarımız ile satın alacağımız yer arasındaki uzaklık nispeten az olduğundan gereksiz alınan şeyler azalacağı gibi, özellikle gıda maddelerinin de kullanılmadan çöpe gitmeleri zorlaşır. Kentle kırsalı arasında sağlanan bağlar, bizim atıklardan üreteceğimiz kompostun ya da hatta bazen atığın kendisinin bir tarım girdisi olarak kullanılmasını kolaylaştırır. Kuvvetlenen toplumsal yapı içerisinde güvenilir tamirci ve terzi gibi temel uzmanlıklara sahip kişilerin de kendilerine yer edinmeleri nispeten kolaydır. Kullanmadıklarımızı da paylaşabilmemiz açısından yakında yaşayan tanıdıklarımızın varlığı kıymetlidir. Son olarak da bizim aklımıza gelmese bile bizim evde duran bozuk televizyonu akvaryum olarak değerlendirmek isteyecek biri de çıkabilir. Tüm bunlar kuvvetlenen toplum bağları sayesinde elde edebileceklerimizdir.

Ancak iyi planlanmış küçük şehirlerde yerel yönetimlerin sağladıkları hizmetlerin üretilmesi de nispeten kolaydır. İstanbul gibi dev bir metropolden çıkan çöpü toplamak için her gün binlerce işçi çalışmakta ve çöp kamyonları binlerce kilometre yol kat etmektedir. Bu çaba sonucu toplanan çöp sağlıklı bir biçimde ayrıştırılamayacak miktarda olduğundan yerel yönetimlerin imkanları bunları kısmen ayrıştırıp gerekiyorsa geri dönüşüme veya komposta göndermeye ancak yetmektedir. Daha iyi tasarlanmış ve bilinçli bir toplumda hem atık azalacağından hem de atık toplanması gereken bölge nispeten küçük olacağından bu atıkların ayrıştırılarak ekonomiye geri kazandırılmaları da daha kolay olacaktır.

Sonuç olarak şehirlerin sürdürülebilir olması için atacağımız adımların faydaları çoklu biçimde döngüselliğe destek olarak geri dönecektir. Modern şehir hayatını daha sürdürülebilir yapmak demek sadece teknik iyileştirmeleri hayata geçirmek olarak kalmayıp yaşamın tüm ayrıntılarını da düşünmek şeklinde düşünüldüğünde şehirlerin doğa üzerinde yarattıkları baskının da hafifleyeceği açıktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder