1 Nisan 2016 Cuma

Peki Ne Yapmalı?


Bilim insanlarının iklim değişikliği konusunda yaptıkları hesap basit: Eğer dünyanın ortalama sıcaklık artışını 2 derece ile sınırlandıramayacak olursak şimdiye kadar yaşamakta olduğumuzdan çok daha farklı bir dünyada yaşıyor olacağız ve bu bizimle birlikte tüm canlıların hayatını çok zorlaştıracak. Dünyanın ısınmasını da 2 derecede durdurabilmek için atmosfere en fazla 500 milyar ton karbondioksit daha salabiliriz. Şu anda senede ortalama 31 milyar ton salıyoruz, bu salımın senede %3 arttığını düşünürsek, önümüzde 2 derecenin altında kalabilmek için sadece 13 yıl var demektir. Yani, önümüzdeki 13 yıl içerisinde karbondioksit salımlarımızı azaltmanın bir yolunu bulursak ne ala, bulamazsak önemli sıkıntılarla karşılaşacağız.

Bu durumda karşımızda iki ayrı ama birbiriyle ilgili problem var. Bir yanda karbondioksit salımlarımızı azaltma zorunluluğu, öte yanda da bunu acilen yapma zorunluluğu. Biz bu hızla yakmaya devam edecek olursak dünyadaki tüm kömür, petrol ve doğal gaz nasılsa en geç 2200 yılına kadar tükenecek ve doğa ondan sonra kendisini temizlemeye başlayacak. Ama her şeyi oluruna bırakacak olursak da dünyanın atmosferi bildiğimiz hayatı devam ettiremeyecek kadar ısınmış olacak. Yapmamız gereken çok geç olmadan harekete geçerek bildiğimiz hayatı karbondioksit salmadan sürdürülebilir kılmak.

Bunun nasıl gerçekleşebileceğini planlarken ilk bakmamız gereken kömür, petrol ve doğal gazın nerede ve nasıl kullanıldıkları olmalı. Ülkemizde kömür ve doğal gaz başta elektrik üretiminde daha sonra da ısınmada kullanılıyor. Petrolün ana kullanım alanı ise taşıma sektörü.

Çözüm üretmeye başlamadan önce bu üç ana başlığın hangisinde alternatif çözümlerin olduğunu ele almak zorundayız.

Elektrik üretiminin yaklaşık %75'lik kısmı kömür ve doğal gaz kullanılarak yapılıyor. Elektrik üretimi için gereken doğal gazın tamamı için yurt dışına bağımlıyız. Kömürün ise yarısına yakınını yurt dışından sağlıyoruz. Bu elektrik üretimi için yurt dışına bağımlılığımızın tüm üretimin yarısından fazlasını kapsadığını gösteriyor. Elektrik üretimini güneş, rüzgar, jeotermal ve nükleer kaynaklarını kullanarak da yapabiliriz. Burada güneş, rüzgar ve jeotermal kendi öz kaynaklarımızdır, nükleerde ise tamamen yurt dışına bağlıyız.

Nükleer konusu nispeten kolay olduğundan oradan başlayalım. Dünyada bir nükleer santralin anlaşma aşamasından üretim aşamasına geçmesine kadar olan süre ortalama 15 senedir. Bizim ise önümüzde çözüm üretmek için sadece 13 senemiz var. Yani Ruslarla aramızda her şey iyi olsa, adamlar en emin oldukları ve en güvenilir gördükleri standart çözümü bize sunuyor olsalar bile üretime geçmeleri 15 yıl alacak. Çözüm üretmek için bizim o kadar vaktimiz yok. “İleride sisteme faydası olur” düşüncesini kabul edebilirim, ama nükleer Türkiye'nin önümüzdeki 15 sene içerisindeki enerji problemine çözüm değildir, çünkü şu anda masadaki projeler üretime o kadar sürede başlayamaz.

Geriye güneş, rüzgar ve jeotermal kaynaklar kalıyor. Bu kaynaklar nükleer ve termik santrallere oranla çok daha küçük boyutlu projelerle hayata geçirildiklerinden çok kısa sürede elektrik sistemine enerji sağlamaya başlayabilirler. Ancak buradaki temel sorun, bu kaynakların bulundukları nokta ile elektrik sistemi arasındaki uyumsuzluktur. Güneş, rüzgar ve jeotermal kaynaklardan üretim yapacak tesisler doğal gaz veya kömür santrallerine oranla çok daha dağınık bir yapıda olduğundan üretilecek enerjiyi taşımak için altyapı yatırımlarına ihtiyaç vardır. Bu altyapı yatırımlarının sağlanmasında da yük devletin sırtına binmektedir. Buna karşılık nükleer veya termik santraller çok daha yoğun bir alanda enerji ürettiklerinden devletin üretilen enerjiyi taşımak için yapması gereken yatırım çok daha düşüktür. Bu da devletin nükleer ve termal kaynaklardan üretilecek enerjiye daha sıcak bakmasının nedenlerinden biridir. Elektrik üretiminde güneş, rüzgar ve jeotermal kaynaklara yönelmek çok hızlıdır ve gerek bireysel üreticiler, gerekse de özel sektör tarafından üretim yapılabilir, ancak burada sağlanması gereken üretilen enerjinin taşınacağı altyapıdır.

Enerji üretiminde su kaynaklarına değinmememin temel sebebi, iklim değişikliğinden kaynaklanacak kuraklıklarda bu kaynakların özellikle sulama ve içme suyu olarak kullanılmaları gerektiğinden düzenli enerji üretimine yardımcı olamamaları ihtimalidir. Ayrıca ülkemizdeki akarsular barajdan ziyade nehir tipi santral yapımına daha uygundur. Ancak burada karşımıza çıkan engel gene üretilen enerjinin şebekeye ulaştırılması için gerekli altyapının sağlanmasıdır.

Bir yandan elektrik enerjisini saklama sistemlerinin gelişmesi, diğer yandan da güneş ve rüzgardan elektrik enerjisi üretmenin önemli oranda ucuzlaması ülkemizin enerji ihtiyacının önemli bir kısmını bu kaynaklardan sağlamasının yolunu açmaktadır. Burada görev üretilen enerjiyi şebekeye ulaştıracak altyapıyı sağlamak göreviyle devlete düşmektedir. Rüzgar ve güneş enerjisi potansiyeli bizden çok daha düşük olan Almanya, onca sanayi üretimine rağmen enerjisinin önemli bir kısmını bu kaynaklardan sağlayabiliyorsa, doğru bir planlamayla bizim de aynı başarıyı göstermememiz için bir sebep yoktur.

Isıtma için kömür veya doğal gaz yerine elektrik kullanmamak için teknik bir neden görünmemektedir. Çoğu kalorifer sisteminin temelindeki sıcak su dolaşımı için suyu elektrik enerjisi kullanarak ısıtmak kömür veya doğal gaza oranla fiziksel olarak çok daha verimli bir süreçtir. Dar gelirli ailelere kömür dağıtılarak yapılan sübvansiyon elektriğin birim fiyatı üzerinden de sağlanabilir. Bu nedenle elektrik enerjisini karbondioksit salmayan yöntemlerle ürettikten sonra ısıtma için ayrıca kömür veya doğal gaz kullanmaya gerek kalmayacaktır.

Taşıma diğer iki alana kıyasla çözümü daha zor bir problem sunmaktadır. Bu problemin zorluğu kullanılan araçların neredeyse tamamının karbondioksit salmasından ve bu araçların bireysel anlamda büyük bir yatırım kalemi olmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle de sera gazı salımlarımızı azaltmada çabamızın büyük kısmını enerji üretimin karbondioksit salmayan yöntemlere kaydırmamız daha doğru olacaktır. Bireysel kullanıcıların şu anda kullandıkları araçları bırakıp yeni ve karbondioksit salmayan araçlara geçmelerini beklemek çok makul değildir. Ancak toplu taşımanın gelişmesi bireysel araç kullanımının azaltılması için en önemli şartlardan biridir. Diğer yandan da elektrikli veya hibrit araçlara konulan vergilerin azaltılması veya kaldırılması, araçlarını yenileme zamanı gelen kullanıcıların karbondioksit salmayan araçlara yönelmesini kolaylaştıracaktır.

Ülkemizdeki sera gazı salımlarının azaltılması imkansız değildir, yalnız bu yönde önemli bir altyapı çalışması ve vergilendirme değişikliği yapılması kaçınılmazdır.

Tüm bu çabalara ek olarak bir de üretimde ve kullanımda enerji verimliliği konusunda gelişme sağlayacak olursak ülke olarak küresel iklim değişikliğine etkimizi en aza indirme yolunda önemli adımlar atmış oluruz. Ancak bu değişimlerin tamamının siyasi otorite tarafından hayata geçirilmesinin uygun bulunduğunu kabul etsek bile yapılması gereken değişiklikler birden çok kurumun sorumluluk alanına girdiğinden en başta devlet kurumları arasındaki koordinasyonun arttırılması gerekmektedir. Biz birlikte çalıştıktan sonra iklim değişikliği üstesinden gelemeyeceğimiz bir sorun değildir.

Yazının yayınlanmış halini EKOIQ Nisan 2016 sayısında bulabilirsiniz.