26 Ekim 2021 Salı

İklim Gündemi

Bugünlerde iklim gündemi çok hızlı değişiyor. Bu nedenle de tek bir konuya odaklanmaktansa bu konuların tümüne kısaca değinmek istiyorum.

31 Ekim’de Glasgow kentinde Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine taraf olan ülkelerin katılımıyla 26. Taraflar Konferansı (COP26) düzenlenecek. Şimdiye kadar ülkeler 25 defa bir araya geldiler ve neler başardıklarına baktığımızda atmosfere salınmaya devam edilen sera gazları göz önüne alınınca, “sadece konuştular ve ayrıldılar” demek mümkün. Sözleşmenin ilk imzalandığı günden bu yana iklim müzakerelerinde yuvamız dünyayı sera gazlarının ısıtıcı etkilerinden koruyacak bir adım atabildik mi? Hayır. Dolayısıyla bu konferanstan da bir beklentimiz var mı? Gene, hayır. Devlet temsilcileri Glasgow’a gidebilmek için oldukça fazla karbondioksit salacaklar ve sonunda oradan ayrıldıklarında gene fazla bir şey elde edilmemiş olacak. Ayrıca, gündemde gerçekten önemli bir konu da yok. 2015 yılında Paris’teki görüşmelerde zaten taraflar pes etmiş durumdaydılar. “Bir anlaşma olsun da nasıl olursa olsun” dendiği için sonuçta gezegenimizi ısınmayan bir geleceğe götürecek bir anlaşmadansa tüm devletlerin canlarını fazla yakmayan, bizlerin de kendimizi fazla yormamızı gerektirmeyen bir anlaşma üzerinde anlaşıldı. Şimdi de bu anlaşmanın uygulama sürecindeyiz ve “nasıl gidiyoruz?” sorusuna hep birlikte “çok iyi gidiyoruz, daha ne olsun” cevabı verilerek sırtlar sıvazlanacak ve başkentlere geri dönülecek. Bu nedenle nefeslerinizi tutup Glasgow’dan gelecek bir haberi beklemeyin.

Türkiye Glasgow’da 2053 yılına kadar net sıfır karbon salan bir ülke olma planını duyuracak. Yeryüzü için ufak sayılabilecek ama ülkemiz açısından çok büyük bir adım bu. Yalnız önemli olan kısım bu duyurudan sonra başlıyor. Heyetimiz Glasgow’dan döndükten sonra kolları sıvayıp bunu nasıl başaracağımızı planlamamız gerekiyor. Daha önce de üzerinde durduğumuz gibi konu “herkes, her sene, salımlarını yüzde 5.6 oranında azaltacak” kadar basit değil. Hangi sektörlerin, nasıl ilerleyecekleri ve azaltım oranlarının ne kadar olacağı, bunlara bağlı yeni bir ekonomik sistemin nasıl kurulması gerektiği üzerinde kafa yorulması gereken hususlar. İklim krizinin sonuçları hep kötü olmak zorunda değil. Dikkatli davranacak olursak bu bağlamda kazanacağımız çok şey de olabilir. Özellikle senelerdir ülkemizin enerji ağlarının bir kesişim noktasında olduğunu söyleyip duruyoruz, belki şimdi bu ağların “üstünden geçtiği bir ülke” konumundan “ağlara enerji sağlayan bir ülke” konumuna da geçebiliriz mesela.

İklim krizi her geçen gün biraz daha ciddi bir güvenlik sorunu haline geliyor. Bugün daha çoğu ülke bu güvenlik sorunlarından etkilenmediğinden gözümüzü iklim felaketlerine çeviriyoruz ancak yakın gelecekte oluşacak problemler iklim krizine güvenlik bağlamında da yaklaşmamızı gerektirecek. ABD Ulusal Haber Alma Ofisinin yayımladığı rapora göre fiziksel etkiler ve bu zorluklara nasıl yanıt verileceği konusunda ülkeler arasındaki gerilimler arttıkça, iklim değişikliğinin ABD ulusal güvenlik çıkarlarına yönelik risklerinin giderek artıracağı öngörülüyor. Yoğunlaşan fiziksel etkilerin, özellikle 2030 yılından sonra jeopolitik parlama noktalarını şiddetlendirerek ve kilit ülkeler ve bölgeler arasında istikrarsızlık risklerini ve insani yardım ihtiyacını artırması bekleniyor. Sınır aşan sular bağlamında önemli bir bölgede bulunan ülkemizin yaşayacağı yağış azalmasının da sözü edilen istikrarsızlık risklerinden birini oluşturacağını hepimiz kolayca görebiliriz. Ayrıca bu raporda yer alan diğer kilit ülkelerde meydana gelecek iklim felaketleri de ülkemize doğru yoğun bir iklim göçünü tetikleyebilir. Bundan dolayı da hepimiz insani yönünün ötesinde iklim krizinin ulusal güvenlik yönünü de artık düşünmeye başlamak zorundayız.

20 Ekim 2021 Çarşamba

Avrupa Birliğinin Sopası

Bundan sonraki aylarda temcit pilavı gibi sizlerle hep aynı konuyu paylaşacağım ve çoğunuz sıkılacaksınız. Bunu ne kadar çok ve sık paylaşırsam o kadar anlaşılır hale gelir.

Türkiye’nin 2053 yılında net sıfır karbon salan bir ülke olabilmesi için her sene salımlarımızı yüzde 5.6 azaltmamız gerekiyor.

Siz, sevgili okur, gelecek sene 251 gün özel aracınızla işinize gitmek yerine 235 gün özel aracınızla işe gidip geri kalan 16 günde toplu taşıma kullanacaksınız. Bunu nasıl başarabilirseniz başarın, ama bunu yapmak zorundasınız.

Siz, hamburgerini mideye indiren sevgili kardeşlerim, gelecek sene 100 hamburger yerine 92 hamburger ile idare etmek zorunda kalacaksınız. 8 hamburgerin yerine de makarna veya salata yiyeceksiniz, gönlümüz dayanmaz sizi aç bırakmaya. Aslında sağlığınız açısından da yararlı olabilir bu.

Biliyorsunuz bu liste hepimizin günlük hayatına uzanabilir sevgili okurlar, siz de serbestçe hayatınızda karbondioksit ve metan salınmasına yol açan şeyleri düşünün ve bunların en az yüzde 5.6’sını azaltın. Neden mi? Çünkü siz azaltmazsanız başkalarının ve özellikle de iş dünyasının fazla azaltım yapmaya niyeti yok.

Son aylarda herkesin dilinde iki sorun var: Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Paris İklim Anlaşması. 


- Paris İklim Anlaşmasını onaylamak bizi nasıl etkileyecek?

- Merak etmeyin, Paris İklim Anlaşmasını onaylamak sizi veya işinizi etkilemeyecek çünkü zaten bu anlaşmanın koşullarına fazlasıyla uyuyorduk, dolayısıyla bir değişiklik yapmamız gerekmeyecek. Ancak devlet 2053 yılında net sıfır karbon hedefi koymak üzere. Bu da tüm sektörler üzerinde ciddi bir değişim baskısı demek.

- Yani ne olacak?

- Devlet sizin sektöre dönüp, “bundan sonra her sene karbondioksit salımlarınızı yüzde 6 azaltacaksınız, ben de kontrol edeceğim” diyebilir.

- Devlet desin, devletten bir şey olmaz.

- Neden olmasın, salımlarınızı %6 azaltacaksınız her sene, az iş mi bu?

- Devlet şimdi bir kural koyar, baktı olmuyor üç aya gevşetir, biz gene bir yolunu buluruz. Hep böyle oldu, hep de böyle olacak. Göstermelik “kural koydunuz mu?” “Koyduk”. Sonra herkes gene bildiğini okur.

- Ama bu sefer iş ciddi. Avrupa Birliği de elinde sınırda karbon vergisi sopasıyla dikiliyor. Bizim devlet de o kadar kolay yumuşamayabilir.

- Bizim devlet dert değil de, AB’nin vergi koyması kötü olur çünkü adamlar dediler mi yaparlar.

- Avrupa Yeşil Mutabakatı daha yolun başlangıcı, arkasından çok daha büyük değişiklikler gelecek. Ülke olarak bunlara hazırlık yapmamız gerekiyor.

- Sınırda karbon vergisi dediniz ya, yetmez mi?

- Sınırda karbon vergisi bir şey değil. Onlar para almanın peşinde değil. Asıl dertleri bizim üreticimizin de Avrupa’daki kurallara tabi olması. Bu nedenle de “vergiyi ya siz alın ama almıyorsanız malı bize ihraç ettiğinizde sınırda biz alacağız” diyorlar.

- Peki bu vergi bize ne yük getirecek, esas sorun o.”

- Her sene karbondioksit salımlarınızı %6 azaltıyorsanız bir derdiniz olmaz.

- Yani karbon ayak izi diyorsun.

- Sadece karbon ayak izi değil tüm üretiminizin ayak izini bilmeniz gerekli. Kullandığınız kimyasallardan suya kadar her şeyi sormaya başlayacaklar 2030’a kadar. Onun için de ilk adım doğru veriye sahip olmak.


İşte günlük konuşmamız böyle gidiyor sevgili okur. Avrupa Birliği’nin gösterdiği sopa olmasa sera gazı salımlarında önemli bir değişiklik beklemememiz gerekli. Ama hala ümit devletimizin bu sopayı bir şekilde savuşturabileceği yönünde. Ekonomimizin güncel durumunda devlet 2053 net sıfır karbon hedefinin ne derece peşine düşebilir göreceğiz. İlginç zamanlara doğru ilerliyoruz. Bir yanda artan iklim felaketleri diğer yanda da bu felaketlere karşı direnmenin yanında bu felaketlerin artmaması için çabalama gereği. Çok çalışmamız gerekecek. 


17 Ekim 2021 Pazar

Paris'i Onayladık Peki Şimdi Ne Olacak?

Paris Anlaşmasını onaylamanın bize neler getireceğini ya da bizden neler götüreceğini sayılarla anlatmaya çalışayım: 2015 yılında anlaşma çerçevesinde verdiğimiz Niyet Beyanına göre 2020 yılında ülkemizin kabaca 700 milyon ton sera gazı salması bekleniyordu. “Eğer bize gelişmekte olan bir ülke olarak maddi yardımda bulunursanız, bu salımları 600 milyon tona düşürürüz” dedik. Gerçekte ise fazla bir çaba sarf edip önemli kesintiler yapmadan da sadece 500 milyon ton saldık. Bu miktarların elbette kesin değerleri var ama bu şekilde daha rahat akılda kalıyor. Kısacası, Paris Anlaşmasını uygulamak için parmağımızı kıpırdatmaya gerek yok, zaten normal hayatımız bu anlaşmanın şartlarını yerine getirmeye yeterli.

Paris Anlaşması, olabilecek en kuvvetli ve en zayıf iklim anlaşmasıydı. En kuvvetli, çünkü daha fazla zorlama içerecek olsa kabul edilmesi olasılığı yoktu. En zayıf, çünkü içerdiklerine bakacak olursak, tüm taraflar taahhütlerini yerine getirecek olsalar bile, yeryüzünün atmosferi 3.5°C ısınacak. Kısacası bu anlaşma üzerinden bir iklim geleceği tasarlamanın imkanı yok. Bu anlaşma imzalandığında da bugün olduğu gibi herkes bunun bilincindeydi. (Everybody knows that the captain lied)

“Ama” diyeceksiniz, “1.5°C hedefinin tutturulabilmesi için verilen niyet beyanlarının her beş yılda bir yenilenmesi gerekiyor”. Haklısınız, niyet beyanları her beş yılda bir yenilenmeli ve her yeni niyet beyanı bir öncekinden daha ileri taahhütler içermeli. Mesela ülkemizin bir sonraki niyet beyanı 2053 yılında net sıfır karbon salan bir ülke olacağımızı söyleyecek. Peki, bu yeterli mi? Ya da bu yeryüzünü 1.5°C ısınmadan uzak tutabilecek bir değer mi? Veya, herkes bu seviyede sözler verse ve bu sözleri tutacak olsa geleceğimiz kurtulur mu? Bunların tümü çok zor sorular. İnsanlardan kaynaklı olarak atmosfere her sene 8.9 milyar ton karbon salıyoruz, ormanlar ve tüm bitki örtüsü bunun 2.6 milyar tonunu emiyor. Dolayısıyla, yeryüzünün net sıfır olabilmesi için bizim acilen senede 8.9 milyar ton karbondan 2.6 milyar ton karbona düşmemiz gerekiyor ve bunu da sıcaklığı 1.5°C’ye çıkartmadan yapmamız gerekiyor. Bunun için de toplamda en fazla 120 milyar ton daha karbon salabiliriz (2020 itibarıyla). Bakkal hesabı yapacak olursak bu 2039 yılına kadar tüm dünyanın net sıfır karbon olması anlamına geliyor (120/(8.9-2.6)). Hemen ve hızlı harekete geçersek bu bize biraz daha zaman kazandırır, daha yavaş harekete geçersek, çok daha az zamanımız kalır.

“Ya bu kadar önemli iş bakkal hesabı ile olur mu?” diyeceksiniz, haklı değilsiniz. Basit bir bakkal hesabı bile bize fazla zamanımız kalmadığını gösteriyor. Daha ince hesaplar yapacak olursak 2039 belki 2035, belki de 2045 olabilir, ama ne kadar ince eleyip sık dokursak dokuyalım, cevap hep “hemen ve hızlı harekete geçmek zorundayız” oluyor. 1.5°C sınırını aşmamak için önümüzde fazla zaman yok.

Peki Avrupa Birliği nasıl bir hedef koyuyor kendisine? Herkesin korkuyla söz ettiği Avrupa Yeşil Mutabakatı, Avrupa kıtasının net sıfır hedefini 2050 yılına koyuyor. Bu ne anlama gelir? İklim krizini durdurma konusunda en ileri hedefler koymuş olan Avrupa Birliği bile aslında 1.5°C hedefine ulaşılamayacağını ve 2°C’nin daha makul bir hedef olduğunu kabullenerek o yolda çabalıyor demektir. Benzer bakkal hesabı 2°C’yi aşmamak için 2077 yılına kadar vaktimiz olabileceğini gösteriyor. Bu durumda da Avrupa Birliği önderlik rolünü yapmış oluyor.

Ülkemize geldiğimizde ise 2053 net sıfır karbon hedefinin bizim bakkal hesabına tercümesi sera gazı salımlarımızı her yıl %5.6 azaltmamız şeklindedir. Bundan dolayı da bir dahaki sefer niyet beyanımızı yenilediğimizde vermemiz gereken gerçekçi hedef 2030 yılına değin sera gazı salımlarımızı 2020 seviyesine oranla %40 azaltmak olacaktır. Bu hedef aynı zamanda 2053 net sıfır karbon hedefiyle de uyumludur.

Ancak geçtiğimiz sene içerisinde iklim krizinin ülkemizde açacağı zararları daha net görme fırsatı yakaladık. Bu nedenle de niyet bildirimimizde bu hasarların azaltılması yönünde yapılacak altyapı ve sosyal çalışmaların da yer alması kesinlikle gereklidir. Bizim 2015 yılında verdiğimiz ilk niyet beyanının önemli eksikliği varsayılan büyüme hızının yanlışlığındansa sera gazını artırımı dışında iklim krizi bağlamında başka konulara önem verilmemiş olmasıdır. Umarım bu sefer aynı hataya düşmeden daha kapsamlı bir niyet beyanı hazırlarız. 

13 Ekim 2021 Çarşamba

Net sıfır hedefimiz - 2053

Ülkemiz 2016 yılında Paris İklim Anlaşması'nı imzaladı. Bu anlaşmada yapmaya söz verdiğimiz şeyler öylesine basitti ki bugüne kadar fazla bir çaba sarf etmeden, sadece piyasa koşullarına güvenerek bu taahhütleri yerine getirdik. Bu ay Paris İklim Anlaşması'nı meclisten de geçirerek onaylamış olduk. Bizim için ne değişecek? Hiçbir şey. Bu anlaşmanın şartlarına zaten uyuyorduk, aynen böyle devam edersek Paris Anlaşması ile mutlu mesut yaşarız.

Peki beş yıldır bu anlaşmayı neden onaylamadık? Politik uğraşıyı bir kenara bırakacak olursak gerçek bir nedeni yok. Bir kez daha doğru bilginin öncelikli olarak doğru yerlere ulaşması biraz vakit aldı diyebiliriz. Önemli bir sonuç doğurmayacak da olsa onayladık ve artık biz de uluslararası rejimin bir parçası olduk. Yalnız bu adımımız bize yeni bir sorumluluk yükledi. Bu sorumluluğu nasıl kullanacağımız da şu anda en kritik konumuz.

2015 yılında Paris İklim Anlaşması kabul edildiği sırada herkes bu anlaşmanın söz verdiği gibi küresel ısınmayı 2 derecenin epeyce altında sınırlamaktan uzak olduğunu biliyordu. Bu nedenle de taraf olan ülkelerin tümüne her beş yılda bir bu anlaşma bağlamında vermiş oldukları taahhütleri iyileştirme görevi yükledi. Biz henüz bu iyileştirmeyi yerine getirmedik. Ancak artık anlaşmaya taraf olduğumuzdan en kısa zamanda bir iyileştirme ortaya koymamız gerekiyor.

Bana “sen olsan nasıl bir iyileştirme yapardın?” diye sorsalar, muhtemelen yanıtım “iyileştirme olarak tüm yeni kömürlü termik santrallere moratoryum uygulardım” ile başlardı. Yani şu andaki davranış biçimimiz üzerine “yeni kömürlü termik santral kurmayacağız” demek Paris Anlaşması bağlamında önemli bir iyileştirme olurdu. Ancak bunun ötesinde, mülteci kartımızı ortaya koyarak, “ülkemiz iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgelerden birinde yer alıyor ve bunun da üzerine şu anda çok sayıda mültecinin geçiş ve konaklama güzergahı üzerinde bulunuyor, bu nedenle bizim açımızdan öncelik sera gazı salımlarını azaltmak değil altyapımızı güçlendirerek iklim şoklarına hazırlıklı duruma gelmek olmalıdır” derdim.

Yalnız, devletimiz bu yolu tercih etmedi ve çok daha radikal bir yaklaşım ortaya koymaya başladı. Glasgow’daki Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin 26. Taraflar Konferansı’nda Türkiye’nin 2053 net sıfır karbon hedefi açıklanacak. Bu benim düşündüğümün çok ötesinde bir adımdır. Türkiye şu anda senede kabaca 500 milyon ton sera gazı salıyor. 2053 yılında net sıfır karbon salan bir ülke olacağız demek, sera gazı salımlarımız 32 yılda 500 milyon tondan 80 milyon tona inecek demektir. Bunu başarmak için de yeni kömürlü termik santrallere moratoryum uygulamanın çok daha ötesine giden önlemler almamız gerekiyor.

Elbette, ülkemizde “32 yıla kim öle kim kala, biz kuralı koyalım da nasılsa dünya o zamana çok değişir” düşüncesi genellikle hakim olduğundan bu kadar uzun vadeli planların doğru biçimde yönetilmesi oldukça zordur. Mesela biz sürekli Beş Yıllık Kalkınma Planı yapıyoruz ve bu planları o beş yıllık süre içerisinde bile değiştiriyoruz. Bugünden 32 yıllık bir plan yapmak hayal gibi görünse de en azından temel politikalarımızın içine bu ana düşünceyi katmak son derece önemli olacaktır. 

Eğer ülke politikamızın temeline “2053’te sadece 80 milyon ton sera gazı salan bir ülke olacağız” düşüncesini koyarsak, bundan sonra atılacak tüm adımların da o hedefe uygun olması gerekir. Sanayiden eğitime, tarımdan sağlığa kadar tüm sektörlerde artık bu düşünceye uygun yatırımlar yapılmak ve adımlar atılmak zorunda kalacak. Dolayısıyla, Paris İklim Anlaşması'nı onaylamak önemli bir adım değildi, ama Glasgow’da “2053’te net sıfır karbon” hedefini koyacak olursak, gelecekteki hayatımız oldukça değişecek.

6 Ekim 2021 Çarşamba

Paris Anlaşması bize ne değişiklikler getirecek?


Bir sabah kalktığımızda ülkemiz Paris Anlaşmasını meclisten geçirmiş olacak. Bu değişikliğin bizim günümüze nasıl bir etkisi olacak dersiniz? Bu soruya bugün cevap verecek olursak normal bir birey için herhangi bir değişikliğin olmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun temel nedeni de ülkemizin Paris Anlaşması bağlamındaki taahhütlerini zaten yerine getiriyor olmasıdır. Bundan dolayı da herhangi birimize ek bir yükümlülük gelmeyecek.

Yalnız, Paris Anlaşması bağlamında Eylül 2015’te verdiğimiz taahhüdü de iyileştirmemiz gerekiyor. Eylül 2015’te 2030 yılına kadar ekonomimizin her sene ortalama %6.5 civarında büyüyeceğini ve sera gazı salımımızın da buna paralel olarak 2030 yılında 1175 milyon tona çıkacağını söylemiştik. Eğer gelişmiş ülkeler bize maddi destek sağlarlarsa da bu seviyeden en fazla %21 azaltım yapabileceğimizi belirtmiştik. 

Öncelikle aradan geçen 6 sene içerisinde %6.5 ortalama büyümeye ulaşamadığımızı gördüğümüzden, verdiğimiz taahhüdü kolaylıkla yerine getirdik, hem de gelişmiş ülkelerin bize gerekli maddi desteği sağlamamalarına rağmen. Anlaşma şartlarına göre bu taahhüdü iyileştirmemiz gerektiğinden 2030 yılı için öngördüğümüz 1175 milyon ton sera gazı salımından bize maddi destek sağlamasanız da en az %21 azaltım sağlayacağız dememiz çok kolay olur. Bu da Paris Anlaşmasına gayet uygun bir adımdır. Ülkemiz önümüzdeki aylarda Paris Anlaşmasını onaylamanın ötesinde muhtemelen 2053 senesine kadar saldığı sera gazı miktarı ile doğanın emebildiği sera gazı miktarını eşitlemeye karar verdiğini de açıklayacak. Bu kendi başına Paris Anlaşmasını onaylamanın çok daha ötesinde ve çok daha ciddi bir adımdır.

Ülkemizin 2053 senesine kadar “karbon nötr” olmaya karar vermesi bizim açımızdan büyük değişikliklerin gelmekte olduğunun bir göstergesidir. Bugün ülkemiz yaklaşık 500 milyon ton sera gazı salıyor ve ormanlar gibi yutak alanlarımız da 80 milyon ton sera gazı emiyor. Saldığımız bu 500 milyon ton sera gazını önümüzdeki 32 sene içerisinde 80 milyon seviyesine düşürmek ülke ekonomisi açısından dev bir adımdır. Türkiye’nin bu büyüklükte bir adımı Glasgow’da yapılacak olan iklim zirvesinde ortaya koyması zirvenin en çok konuşulacak olaylarından biri olacaktır. Bunun temel nedeni de dünya açısından bu adımın önemli bir iyileşme sağlamasından ziyade zirveden söz edilmeye değecek bir sonuç çıkmayacak olmasıdır.

Konuya bu denli kötümser yaklaşıyor olmamın ardındaki temel neden de senelerdir bu zirvelerde gelişmiş ülkelerin uzlaşmaz tutumlarından dolayı iklim krizini önlemeye yönelik ciddi adımların atılmamasıdır. Geçen hafta içerisinde iklim aktivisti Greta Thunberg’in de Türkçe’ye çevirdiğimizde argoda “laga luga yapmak” olarak adlandırdığı bu görüşme tarzı dünyayı uzun süredir bir felakete doğru sürüklemektedir. Bu zirvede bir sihirli değnek değmişçesine tüm gelişmiş ülkelerin düşünce yapılarını değiştirmelerini beklemediğimizden Glasgow’da da bir ilerleme olmayacağı açıktır. Bundan dolayı artık gençlerin ümitleri ülkelerin kendi ortaya koydukları hedeflerde ve bu hedeflerin iyileştirilmesinde yatmaktadır. Bu bağlamda bakıldığında da ülkemizin 2053 senesi için açıklayacağı hedef diğer ülkelerin önemli kısmının ortaya koyduğu hedeflerden çok daha ileridir.

Yalnız, diğer pek çok ülkede olduğu gibi önemli olan güzel hedefler ortaya koymanın ardından hayal kırıklığı yaratan sonuçlara ulaşmak değil, bu hedeflere giden yolda azimle yürümektir. Bu nedenle inşallah ülkemiz de sadece güzel hedefler koymakla kalmaz ve o hedefleri gerçekleştireceğimiz adımları da bir an evvel atmaya başlar.