17 Kasım 2010 Çarşamba

Fazla ısındık diyorsanız haklısınız


Orijinal yayın: 17.11.2010 T24 İnternet Gazetesi

Bugün gene Kabataş vapur iskelesinde baktım epey kişi gömlekle oturuyor, o zaman dedim ki “sırf ben değilim havaların fazla sıcak gittiğini düşünen”. Basit bir analiz yapayım dediğimde, karşıma hepimizin algıladığı gerçeklik çıktı (Verileri sağlayan Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü'ne teşekkürlerimle): 1936-2010 yılları arasında her senenin 8-14 Kasım arasındaki bir haftalık süreye baktığımızda, yaşadığımız bir hafta son 75 senenin en sıcak bir haftası olarak ortaya çıkıyor. Bu haftanın en yüksek sıcaklık ortalaması 21,7 oC en düşük sıcaklık ortalaması ise 14,3 oC. Hem en düşük hem de en yüksek sıcaklıklar bakımından rekorları yaşıyoruz. Hani biliyorsunuz, bu bir de son 1000 senenin en soğuk kışı.
 
Sadece bu sene ile kalmayıp yüksek sıcaklık ortalaması açısından en tepedeki on seneye bakacak olursak bunlardan beş tanesi son on senede yaşanmış, benzer şekilde düşük sıcaklıkların da dört tanesi son on senede görülmüş. Yani her ne kadar pastırma yazı muhabbetleri yapıyor olsak da, bu pastırma yazı seviyesini geçeli çok oldu. Son 75 yılın yüksek sıcaklık ortalaması 15,8 oC, yani bu hafta ortalamadan 6 oC daha sıcak bir hafta yaşadık. Çarşamba günü ölçülen en düşük sıcaklık olan 18 oC, son 75 senede o hafta için ölçülen düşük sıcaklıkların en yükseği. Pazar günü ölçülen en yüksek sıcaklık olan 23,2 oC, son 75 senede o hafta için ölçülen yüksek sıcaklıkların 2009 ve 2004'den sonra üçüncü en yükseği. Yani kısacası, çok sıcak bir hafta yaşadık ve gelecek günlerde de dünyamızın soğuyacağını beklemek saflık olur. 

Ancak sık sık tekrarladığımız gibi, bizleri öldüren şey ortalamaların artması değil uç değerlerin çoğalmasıdır. Küresel İklim Değişikliği'nin bizi getirdiği temel nokta da budur. Bunu anlatmak için basit bir örnek vereyim. Son on senenin Ağustos ayı en yüksek sıcaklık ortalaması 29,6 oC, standart sapması da 2,2 oC. Bu şu demek bizim için, Ağustos ayı boyunca en yüksek sıcaklıklar %95 ihtimalle 25,2 oC ile 34,0 oC arasında olacak ve %2,5 ihtimalle de sıcaklık 34 derecenin üzerine çıkabilecek. İklim değişikliği sadece ortalama sıcaklık artışı değil, aynı zamanda standart sapmanın da artmasını getirir beraberinde. Yani 2040-2049 yılları arasında ortalama sıcaklık iki derece artışla 31,6 oC olacak desem fazla korkutmam sizleri. Ancak aynı zaman içerisinde standart sapma da 2 derece artacak dersem ürkmeye başlamanız gerekir, şu şekilde: Ortalama 31,6 oC olduğunda en yüksek sıcaklıkların %95'i 23,2 oC ile 40,0 oC arasında olacak demektir. 

Bunun anlamı da İstanbul'un her Ağustos ayında bir gün en az 40oC'yi görmesi demektir. Uzun yıllar boyunca Ağustos ayındaki en yüksek sıcaklık ölçümü 38,8 oC olan İstanbul her sene 40 derece üzeri sıcaklıklar görmeye başlayacak olursa bunun halk sağlığı açısından getireceği sonuçlara ben girmek istemem, ama sizler tahmin edebilirsiniz. Örnek olması açısından 2003 yazında bir hafta süreyle ortalamının 8oC üzerine çıkan sıcaklıklardan dolayı çoğu Fransa'nın başkenti Paris'de olmak üzere 18.000 kişi öldü. Bu bir üçüncü dünya ülkesi değil, klima kullanmayı akıl edemeyen veya buna maddi gücü yetmeyen insanların yaşadığı bir yer değil, buna rağmen bir haftalık yüksek sıcaklıklardan dolayı ölen 18.000 kişi bize gelecek için önemli bir uyarı olmalı. Bu yaz ise Rusya'daki sıcak dalgasında  ölenlerin sayısının 180.000 civarında olduğu söyleniyor. 

Bir de tabi eklememiz gereken temel bir nokta var, 2040-2049 yılları arası için sadece 2oC'lik bir sıcaklık artışı son derece iyimser bir bakış açısı içinde yaşadığımız bölge için. 3 veya 4 derecelik bir sıcaklık artışının İstanbul gibi büyük şehirlere neler yapabileceğini umarım hiçbirimiz görmeyiz.

11 Kasım 2010 Perşembe

İklim Değişikliğinin Sebepleri Neler Değildir 2

Orijinal yayın: 11.10.2010 T24 İnternet Gazetesi

Amerikan Başkanı Truman, günümüzü anlatan güzel bir söz söylemiş: “Eğer ikna edemiyorsan kafalarını karıştır!” İklim değişikliğinin olmadığını savunanların da temel araçları bu, birbiri ile alakasız bilgiler ortaya atarak kafaları karıştırmak. 
“İklim değişikliği yeni bir konu değil, tarihte hep vardı, sonuç olarak eskiden dünyanın bundan daha sıcak veya daha soğuk olduğu dönemler oldu, o zamanlar insanoğlu daha dünyada bile yoktu” argümanını çoğunuz duymuşsunuzdur. Uzun uzun bunun nedenleri anlatmadan önce aşağıdaki grafiğe bakmanızı öneririm: 


Bu grafik, denildiği gibi son 400.000 senede dünyada görülen sıcaklık değişimlerini ve bu sırada atmosferdeki karbondioksit miktarındaki değişiklikleri gösteriyor. Tabi ki buradaki değişikliklerin sebebi insanoğlu değil, ama bu değişikliklerin paralel olduğunu görmek için bilim insanı olmak gerekmiyor. Karbondioksit miktarı 180 ppm civarına düştüğünde ortalama sıcaklık bugünkünün 10 derece altına düşüyor, 280 ppm civarına çıkınca da bugünkü sıcaklık ortalamasına erişiliyor. Bu durumda şu andaki karbondioksit miktarı olan 393 ppm ne kadar bir sıcaklık artışını beraberinde getirir sizce?? Basitçe söylemek gerekirse, orman yangınları kıvılcımlardan çıkar ve insanlardan önce orman yangınları gene de vardı demek insanlar ormanı yakacak kıvılcımları çıkartamaz demek değildir. 
Tarih boyunca bilinen tüm iklim değişiklikleri insandan bağımsız olarak ortaya çıkmıştır, ancak tüm bu değişikliklerin temelinde aynı olgu yatar. Dünyaya güneşten gelen enerji miktarı dünyanın uzaya yaydığı enerji miktarına eşit olmalıdır. Eğer dünya daha fazla enerji alırsa ısınır, daha fazla enerji saçarsa soğur. Güneşin enerji çıktısındaki bir azalma veya yanardağ patlamalarının yaydığı tozlar dünyanın soğumasına, güneşin enerji çıktısının artması veya dünya atmosferindeki karbondioksit miktarındaki bir artış da dünyanın ısınmasına yol açar. Şimdiye kadar bunların tümü doğal kaynaklıydı, ama artık insanoğlu atmosferin yapısını değiştirecek teknik imkanlara sahip ve bunun sonuçlarını da her gün çevremizde gözlemliyoruz. 
Bunun dışında bir de iklim değişikliğine karşı olanların ortaya koyduğu “ama iklim zaten 1470 senelik bir periyotla ısınır ve soğur, bu gayet iyi bilinen bir olgudur” argümanı var. Bu olgu, Dansgaard-Oeschger olayı diye bilinir ve muhtemelen güneşten bize gelen enerji miktarındaki değişimlerin dünyanın ortalama sıcaklığına bir yansımasıdır. Ancak bu olayın günümüzde gözlemlenen iklim değişikliğini açıklama konusunda yetersiz kalacağı açıktır, çünkü küresel iklimde son gözlemlenen sıcak dönem Vikinglerin Grönland'da buğday yetiştirdikleri M.S. 900-1000 yıllarıdır, yani bundan 1470 değil 1000-1100 sene önce. Benzer şekilde de en serin zaman M.S. 1650-1700 yılları arasıdır ki bu Dansgaard-Oeschger olayları ile uyumludur, fakat aynı mantıkta devam edecek olursak bir sonraki ısınmanın M.S. 2400 yılları civarında olması beklenebilir, yani bugün değil. 
Sonuç olarak sizi iklim değişikliğinin olmadığına ikna edemeyenler değişik argümanlarla kafa karıştırmaya uğraşıyorlar. Yaşamakta olduğumuz değişikliklerin doğal herhangi bir tarafı yok, atmosferdeki karbondioksit miktarı son 600.000 senede hiç 280 ppm seviyesinin üzerine çıkmamışken bugün 393 ppm seviyesine ulaştı, bunun doğal bir tarafı yok. Benim size bilimsel bir güvenle tek söyleyemeyeceğim şey dünyanın sonunun geldiğini sizin görüp göremeyeceğiniz, belki görebilirsiniz, belki de bizden sonraki nesil bu şanssız sonuca ulaşacak, ya da bir sonraki. Ama emin olun, dünyanın bugünkü savurgan gidişiyle son artık çok uzakta değil.

3 Kasım 2010 Çarşamba

İklim Değişikliğinin Sebepleri Neler Değildir 1: Güneş


Orijinal yayın: 03.11.2010 T24 İnternet Gazetesi

Bu hafta yeni bir yazı dizisine başlıyoruz. Araya başka konular girse de iklim değişikliğini sulandırmaya çalışıp suçu bizlerden başka kaynaklara atmaya çalışanların argümanlarını ele almaya çalışacağız her hafta. Bu hafta en önemli argümanla başlayacağız: İklim değişikliğinin sebebi güneşteki değişikliklerdir. 

Bu konuya cevap verirken size öncelikle basit bir grafik göstereceğiz. Bu grafikte son 160 sene içerisinde dünyanın ortalama sıcaklığındaki değişimi (kırmızı), karbondioksit miktarındaki artışı (mavi) ve güneşten dünyaya ulaşan enerji miktarındaki değişimi (sarı) görebiliriz. Son kırk yıl için karbondioksit miktarındaki artışın sıcaklıktaki artışa ne derece paralel olduğunu şu an için görmemezlikten gelip sadece güneşten gelen enerji miktarındaki değişimle dünyanın sıcaklığındaki değişime bakacak olursak, 1900-1950 yılları arasında dünyada görülen ısınmanın sebebinin güneş mi yoksa karbondioksit artışı mı olduğu tartışılabilir. Bu zaman süresince gerek dünyaya ulaşan enerji gerekse de dünyanın sıcaklığı artmıştır. Ancak 1960 yılından sonra güneşin verdiği enerjideki artış durmuş hatta son 30 yıl içerisinde hafifçe azalmıştır. Buna karşılık dünyanın ortalama sıcaklığı artmaya devam etmektedir. Başka hiçbir kanıta bakmasak bile bu grafik dünyada son 30 senede görülen ısınmanın güneşle alakası olmadığını görmemiz için yeterlidir. 

Güneşten dünyaya ulaşan enerji miktarı 1978 yılından bu yana uydular aracılığıyla ölçülüyor. Aynı uydular dünyanın yaydığı enerjiyi de ölçme kapasitesine sahipler. Bu ölçümlerin bize gösterdiği, bu ölçümlerin yapılmaya başlandığı günden bu yana güneşten gelen enerjinin neredeyse sabit kaldığı ya da hafifçe azaldığı ama buna kıyasla dünyadan gelen enerjinin çok daha fazla azaldığı yönünde. Dünyanın sıcaklığının sabit kalabilmesi için dünyaya güneşten gelen enerji ile dünyanın uzaya yaydığı enerjinin aynı olması gerekiyor. Eğer dünyaya gelen enerji sabit kalır dünyanın yaydığı enerji azalacak olursa bu aradaki enerji farkının dünyayı ısıtacağı anlamına gelmektedir ki son yarım yüzyılda dünyanın ortalama sıcaklığında görülen 0,4 derecelik artış da bunun bir göstergesidir. 

Küresel iklim değişikliğinin olmadığını ya da sebebinin insanlık olmadığını iddia edenler bu noktada kaçak oynamaya başlıyorlar: “Ama güneşten sadece görünen ışık gelmiyor ki, aynı zamanda morötesi ve manyetik alan da geliyor, bunlardaki değişiklikler de dünyanın ısınmasına yol açar” diyorlar. Yukarıda dikkat ederseniz görünen ışık ya da morötesi diye bir ayırım yapmadan enerji demeye çalıştık, bunun temel sebebi ölçümü yapan aletlerin sadece görünen ışık değil morötesi de dahil olmak üzere tüm enerjiyi hesaba katıyor olmasıdır.  
Güneşin manyetik alanındaki değişiklikler de dünyaya gelen kozmik ışınların miktarında fark yaratabilir. Dünyada alt seviyelerdeki bulut oluşumunda etkisi olan kozmik ışınlar da dünyanın ısınmasına sebep olabilir. Alt seviyelerdeki bulutlar kalın ve beyaz olduğu için güneş ışınlarını yansıtır ve dünyayı serinletir, bu bulut miktarındaki azalma da paralel şekilde dünyayı ısıtacaktır. Bunun için dört şeyin aynı anda gözlemlenmesi gerekiyor: 

1. Güneşin manyetik alanında uzun vadeli artış
2. Dünyaya ulaşan kozmik ışınlarda uzun vadeli azalma
3. Kozmik ışınların alt seviyelerdeki bulutlara etkisi
4. Alt seviyedeki bulut miktarında uzun vadeli azalma 

Yapılan ölçümler bu dört noktanın tamamında dünyanın ısınmasına sebep olacak bir farklılık göstermemektedir. 

Sonuç olarak direkt olarak ölçtüğümüz ya da dolaylı olarak etkilerini gözlemlediğimiz olayların hiçbiri dünyanın sıcaklığında son elli senede gördüğümüz artışı açıklamakta yeterli olmamaktadır.  

Sona tek bir nokta kalıyor, onun da değerlendirmesini size bırakıyoruz: Üstteki grafiğe baktığınızda iklim değişikliğinin sebebinin karbondioksit miktarındaki artış mı yoksa daha bilmediğimiz ya da anlamadığımız ve hatta ölçemediğimiz bir şekilde güneşte olan değişiklikler mi olduğunu düşünürsünüz?