20 Ağustos 2020 Perşembe

İklim Krizini Durdurma Yolundaki Öneriler

Sürdürülebilirlik, iklim krizi ve çevre gibi konulara sıkça çözümler üretiyoruz. Ancak bu çözümler, daha en baştan, problemin bir açısına yanıt getirirken bir diğer açısını da eskiden olduğundan çok daha kötü hale getirebiliyor. Bu olgu özellikle Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları planlanırken açık olarak ortadaydı. Bu amaçların tümünü birden aynı anda yerine getirebilmek mümkün değil. Bu nedenle de her ülke ve toplum kendi önceliklerine odaklanarak sürdürülebilirlik ve çevre konularına odaklanmalı ancak bu konulardan birinde çok ufak bir iyileşme sağlamak uğruna bir başka konudaki problemin çok daha çözülmez bir hale gelmesine de sebep olmamalıdır.

İklim krizi bugüne değin insanlığın karşısına çıkan en önemli problemdir. Bu problem, eğer önlem alınmayacak olursa, sadece insanlığın değil doğadaki tüm canlıların yok olmasına kadar gidebilecek sonuçlar yaratacaktır. Bundan dolayı bilim insanları sürekli iklim krizine çare olabilecek çözümler öneriyorlar. Yalnız doğal olarak herkes çözümü kendi bulunduğu noktadan ürettiği için bu çözümün resmin bütünlüğü açısından nasıl sonuçlara yol açabileceğini görmek oldukça güç.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli IPCC’nin 2019 yılında yayımladığı “İklim Değişikliği ve Arazi Kullanımı” raporu da özellikle tarım ve gıda alanında iklim krizini durdurabilmek için alabileceğimiz önlemleri içeriyor. Bu önlemlerin tümünü sıralamak epeyce yer kaplayacağı için merak edenlere raporun 6. bölümünü okumalarını öneriyorum.

Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SDG) bildiğiniz gibi Birleşmiş Milletler’in 2014 yılında kabul ettiği 17 tane ilkeden oluşuyor. Bu amaçlar sürdürülebilirlik alanında tüm devletlere 2015-2030 yılları arasında izlenmesini önerdiği bir yol haritasını sunmanın ötesinde bu yol haritasında nelere dikkat edilmesi gerektiğini ve bunların nasıl ölçümlenebileceğini de açıkça gösteriyor.

1992 yılında Rio’da toplanan Yeryüzü Zirvesi sonunda üç uluslararası antlaşma imzalandı. Bunların içinde çoğumuzun en iyi bildiği Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi UNFCCC’dir. IPCC, UNFCCC’nin işleyişi hakkında bilimsel verileri derleyip raporlar sunan bir yapıdır. Benzer bir yapı imzalanan diğer bir anlaşma olan Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (CBD) için de oluşturulmuştur. Hükümetlerarası Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Üzerine Bilim-Politika Platformu (IPBES) Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin uygulanması açısından gerekli olan bilimsel verileri hazırlayarak karar alıcılara sunar.

IPBES 2019 yılında Doğanın İnsanlara Katkıları (Nature’s Contribution to People - NCP) adında bir rapor hazırlamıştır. Bu rapor SDG’lere benzer 18 noktada doğanın insanlara sağladığı faydaları tanımlamaktadır. Bu faydaların listesi de uzun olduğundan detaylı bilgiyi raporun kendisinde bulabilirsiniz, ancak size bir fikir vermesi açısından bu faydalardan bazılarını temiz hava sağlamak, iklimi düzenlemeye yardımcı olmak, gıda ve yem sağlamak ve tıbbi/biyokimyasal/genetik kaynak yaratmak olarak sıralayabiliriz.


İklim krizini kontrol altına almak için önerilen 40 maddenin bir yanda Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, diğer yanda da Doğanın İnsanlara Katkıları üzerinde nasıl bir etki yaratacağını anlayabilmek, alınacak önlemleri belirlemek açısından da son derece önemli olacaktır. Global Change Biology dergisinde bu sene yayımlanan bir makale (McElwee vd. 2020) bu konuda yapılmış tüm araştırmaları değerlendirerek bir sentez ortaya koyuyor. Oldukça detaylı bir çalışmanın sonunda oluşturulan bu sentez bizlere, gayet mantıklı kabul ettiğimiz bazı çözümlere sistemsel bakış açısı ile yaklaştığımızda çıktının farklı olabileceğini gösteriyor.

Bu 40 maddelik öneri setinin analizine en kötü önerilerden başlayabiliriz:

Bizi şaşırtmayacak bir şekilde, önerilerden Biyoenerji ve BECCS yani biyoenerji üretip, buradan çıkan karbondioksidi yakalayarak yer altında depolamak en olumsuz sonuçlara yol açacak öneri olarak öne çıkıyor. Biyoenerji, tarım da dahil olmak üzere başka amaçlarla kullanılabilecek alanları gıda yerine enerji elde edeceğimiz bitkilerin üretiminde kullanmaya verilen isim. Dolayısıyla SDG’ler açısından bakıldığında bu uygulama SDG 7 (Ulaşılabilir Enerji) açısından olumlu bir yaklaşım gibi görünse de SDG 2 (Açlığa Son) ve SDG 15 (Karada Yaşam) başlıkları açısından son derece olumsuz sonuçlar doğuruyor. Geri kalan SDG’ler ya etkilenmiyor ya da hem olumlu hem de olumsuz etkiye sahipler. NCP’ler açısından bakıldığında da Biyoenerji ve BECCS’in NCP 4 (İklimin Düzenlenmesi), NCP 5 (Denizlerin Asitlenmesinin Düzenlenmesi) ve NCP 11 (Enerji) başlıklarında büyük fayda sağlayacağı, NCP 3 (Hava Kalitesinin Düzenlenmesi) alanına da katkı bulunacağı düşünülüyor. Ancak, Biyoenerji ve BECCS NCP 1 (Canlılar İçin Yaşam Alanı Düzenlemek ve Korumak), NCP 9 (Tatlı Su Kaynaklarını Düzenlemek ve Korumak) ve NCP 12 (Gıda ve Besi Sağlamak) alanlarında büyük olumsuzluklar yaratmanın ötesinde diğer sekiz NCP açısından da kötü sonuçlar doğuruyor. Buradan edinmemiz gereken bilgi, enerji üretimi için aklımıza gelen dahiyane bir fikir olabilir, ancak bu yöntem enerji üretimi dışında topluma ve doğaya fazlasıyla zarar veriyorsa, o yöntemi kullanmadan önce çok iyi düşünmemiz gerekiyor şeklindedir.

Biraz şaşırdığımız ama analizi incelediğimizde sorunlarını anladığımız bir öneri de Orman Alanlarını Artırma. Burada bahsedilen, orman vasfını kaybetmiş yerlerin tekrar ağaçlandırılması değil, daha önce hiç orman olmamış bir bölgeyi ormana çevirmektir. Bu öneri SDG 11 (Sürdürülebilir Şehirler) ve SDG 7 açısından olumlu olsa da SDG 2, SDG 5 (Cinsiyet Eşitliği) ve SDG 6 (Temiz Su ve Hijyen) açısından olumsuz sonuçlar doğuruyor. İklime katkısı olumlu olsa da (NCP 4) NCP 9 ve NCP 12 yanında NCP 2 (Bitkilerin Üremesini Sağlayan Tohumların Yayılması) başlıklarında epey olumsuz etkileri bulunuyor.

Benzer şekilde toprağa biyochar katılması ve turbalıkların korunması da olumlu görünseler de olumsuz etkileri ağır basan öneriler. Bunların yanında çok sayıda önerinin de olumlu ve olumsuz yanları eşit sayılabilir, yalnız bazı öneriler var ki bunların olumsuz bir yanı neredeyse yok, bunları kısaca sıralamakta büyük yarar var:

  • İyileştirilmiş tarla yönetimi
  • İyileştirilmiş otlak yönetimi
  • İyileştirilmiş hayvancılık yönetimi
  • Agro-ormancılık, yani ağaçlarla tarlaları birlikte kullanarak yapılan üretim
  • Toprağın organik karbon miktarının artırılması
  • Erozyonun önlenmesi
  • Toprağın tuzlanmasının önlenmesi
  • Toprağın topaklaşmasının önlenmesi
  • Heyelan ve doğal afetlerin önlenmesi
  • İleri su yönetimi
  • Yangınların önlenmesi
  • Asitlenme de dahil kirliliğin önlenmesi
  • Hasat sonrası kaybın azaltılması
  • Tarımda daha az enerji kullanılması

Tavsiye edilen ve hem SDG hem de NCP’lerle uyumlu olduğu görülen bu önerilere baktığımızda bunların önemli kısmının tarım ve hayvancılıkta permakültür dediğimiz yöntemi tanımladığını görüyoruz. Bu nedenle de artık hepimizin endüstriyel yöntemlerden uzaklaşarak permakültürü daha yakından tanımaya başlamamız gerektiğini düşünüyorum.


Referans: McElwee vd. 2020, doi: 10.1111/gcb.15219


16 Ağustos 2020 Pazar

COVID19 İklim Krizini durdurmada hiç mi işe yaramadı?

Bugüne geldiğimizde atmosferdeki karbondioksit oranı 1750 öncesi döneme oranla neredeyse %50 artmış durumda. Bunun etkisinin ne olacağını hala anlamaya çalışıyoruz ama basitçe şöyle söylemek mümkün. Atmosferde hiç karbondioksit olmasaydı yeryüzünün ortalama sıcaklığı -18oC olurdu. 1750’deki 280 ppm seviyesi sıcaklığın +15oC civarına çıkmasına yardım etti. Bugünkü 418 ppm seviyesi ise mutlaka +15oC’den yüksek bir ortalama sıcaklığa neden olacaktır. Bilim insanları harıl harıl bu artışın ne olacağını ve bizi nasıl etkileyeceğini anlamaya çalışıyorlar.

İnsanlar son Buzul Çağı’nın sonunda tarım yapmaya başladığında atmosferdeki karbondioksit oranı yaklaşık milyonda 280 moleküldü (280 ppm). Bu oran patlayan yanardağlarla arada değişiyor olsa da 1750 yılına kadar yaklaşık 280 ppm seviyesinde kaldı. O tarihe kadar insanlar kömür ya da petrol yakmıyor değillerdi. Yalnız bu genelde hem ısınma amaçlı oluyordu hem de insan nüfusu fazla değildi. Dolayısıyla yaktığımız bu kömür ve petrol yeryüzünün atmosferini değiştirme açısından önemli bir rol oynamıyordu.

1750 civarında ise İngiltere’de madenlerden çıkan kömürü ısınmak için kullanmanın ötesinde iş yapmak için kullanmaya başladık. James Watt kömürden çıkan ısı enerjisini işe çeviren buhar makinesini tasarladı ve üretti. Bu andan sonra da insanlık uzun zamandır elle yaptığı pek çok işi makinelere yaptırmaya başladı. Bu öncelikle insan nüfusunun hızla artmasına yol açtı. Ayrıca ısınma dışında yakılan kömür ve petrol de hızla atmosferdeki karbondioksit oranının artmasına neden oldu.

Bilim insanlarının bu modellemeleri üç temel bilgiye dayanıyor: Güneş’ten bize ne kadar enerji geliyor, yeryüzünün yüzey şekilleri ve bitki örtüsü ve atmosferde ne kadar sera gazı olduğu. Dolayısıyla bu üç unsuru da her vakit dikkatlice ölçmeliyiz. Güneş’ten gelen enerji miktarı 1980 yılından bu yana çok hafif azalıyor. Yani biz bu gezegeni ısıtırken Güneş “Aman ne yapıyorsunuz! Bari ben biraz yardımcı olayım da başınıza büyük felaketler gelmesin.” der gibi gönderdiği enerjiyi kısıyor. Ancak biz o denli fazla sera gazı salıyoruz ki sıcaklık artışı pek de ara vermeden devam ediyor.

Atmosferdeki karbondioksit oranını her yerde ölçmek mümkün ama resmi olarak Dünya Meteoroloji Örgütü üç ayrı noktada ölçüm yapıyor. Alaska, Tasmanya ve Havaii. Havaii’deki Mauna Loa Gözlemevi bunlar içerisinde en uzun süredir ölçüm yapan merkez. Bu üç merkez yapılan ölçümlerde de Kovid19 sırasında insanların yaşamında ve ekonomik hayatta görülen değişikliklerin atmosferdeki karbondioksit oranına hiç yansımamış olduğu kolayca anlaşılabiliyor.

Bunun nedenini de anlamak aslında çok zor değil. 1750’den bu yana atmosfere giderek artan bir miktarda karbondioksit salıyoruz. Dile kolay, neredeyse 270 sene. Şimdi biz bu salımlara 3-5 ay ara verdik diye her şeyin düzelip yeryüzünün cennet olacağını mı sanıyoruz? Aslında bu bile doğru değil, çünkü 3-5 ayda salımlara ara da vermedik, ülkemizdeki salımlar %10 civarında azaldı, o süre bittikten sonra da herkesin eski yaşamına dönmesi ve hatta üstüne fazla fazla salım yapması nedeniyle bu seneyi sadece %3-5 arası bir azalma ile kapatacağımız bekleniyor. Yani kısaca, bu kadar evde oturmamız neredeyse hiçbir işe yaramadı ve yaramayacak çünkü enerjimizi aynı yöntemlerle üretiyoruz, toplu taşıma kullanımını azalttık ve beslenme yöntemlerimiz tamamen aynı. Bunlarda değişiklik olmadığı müddetçe de atmosferdeki karbondioksit seviyesinde ciddi bir düşüş beklememiz gerçekçi olamaz. 

Bir de elbette 1.5 oC ısınmayı aşmamak için neler yapmamız gerektiğini söylemekte fayda var. 1.5 oC ısınmayı aşmamak için ülkemizin her sene karbondioksit salımlarını %50 azaltması gerekiyor. Kovid19 sırasındaki mecburi azalma bile sadece %3-5 seviyesinde. Düşünün daha ne kadar çaba göstermemiz gerektiğini.