Bugüne geldiğimizde atmosferdeki karbondioksit oranı 1750 öncesi döneme oranla neredeyse %50 artmış durumda. Bunun etkisinin ne olacağını hala anlamaya çalışıyoruz ama basitçe şöyle söylemek mümkün. Atmosferde hiç karbondioksit olmasaydı yeryüzünün ortalama sıcaklığı -18oC olurdu. 1750’deki 280 ppm seviyesi sıcaklığın +15oC civarına çıkmasına yardım etti. Bugünkü 418 ppm seviyesi ise mutlaka +15oC’den yüksek bir ortalama sıcaklığa neden olacaktır. Bilim insanları harıl harıl bu artışın ne olacağını ve bizi nasıl etkileyeceğini anlamaya çalışıyorlar.
İnsanlar son Buzul Çağı’nın sonunda tarım yapmaya başladığında atmosferdeki karbondioksit oranı yaklaşık milyonda 280 moleküldü (280 ppm). Bu oran patlayan yanardağlarla arada değişiyor olsa da 1750 yılına kadar yaklaşık 280 ppm seviyesinde kaldı. O tarihe kadar insanlar kömür ya da petrol yakmıyor değillerdi. Yalnız bu genelde hem ısınma amaçlı oluyordu hem de insan nüfusu fazla değildi. Dolayısıyla yaktığımız bu kömür ve petrol yeryüzünün atmosferini değiştirme açısından önemli bir rol oynamıyordu.
1750 civarında ise İngiltere’de madenlerden çıkan kömürü ısınmak için kullanmanın ötesinde iş yapmak için kullanmaya başladık. James Watt kömürden çıkan ısı enerjisini işe çeviren buhar makinesini tasarladı ve üretti. Bu andan sonra da insanlık uzun zamandır elle yaptığı pek çok işi makinelere yaptırmaya başladı. Bu öncelikle insan nüfusunun hızla artmasına yol açtı. Ayrıca ısınma dışında yakılan kömür ve petrol de hızla atmosferdeki karbondioksit oranının artmasına neden oldu.
Bilim insanlarının bu modellemeleri üç temel bilgiye dayanıyor: Güneş’ten bize ne kadar enerji geliyor, yeryüzünün yüzey şekilleri ve bitki örtüsü ve atmosferde ne kadar sera gazı olduğu. Dolayısıyla bu üç unsuru da her vakit dikkatlice ölçmeliyiz. Güneş’ten gelen enerji miktarı 1980 yılından bu yana çok hafif azalıyor. Yani biz bu gezegeni ısıtırken Güneş “Aman ne yapıyorsunuz! Bari ben biraz yardımcı olayım da başınıza büyük felaketler gelmesin.” der gibi gönderdiği enerjiyi kısıyor. Ancak biz o denli fazla sera gazı salıyoruz ki sıcaklık artışı pek de ara vermeden devam ediyor.
Atmosferdeki karbondioksit oranını her yerde ölçmek mümkün ama resmi olarak Dünya Meteoroloji Örgütü üç ayrı noktada ölçüm yapıyor. Alaska, Tasmanya ve Havaii. Havaii’deki Mauna Loa Gözlemevi bunlar içerisinde en uzun süredir ölçüm yapan merkez. Bu üç merkez yapılan ölçümlerde de Kovid19 sırasında insanların yaşamında ve ekonomik hayatta görülen değişikliklerin atmosferdeki karbondioksit oranına hiç yansımamış olduğu kolayca anlaşılabiliyor.
Bunun nedenini de anlamak aslında çok zor değil. 1750’den bu yana atmosfere giderek artan bir miktarda karbondioksit salıyoruz. Dile kolay, neredeyse 270 sene. Şimdi biz bu salımlara 3-5 ay ara verdik diye her şeyin düzelip yeryüzünün cennet olacağını mı sanıyoruz? Aslında bu bile doğru değil, çünkü 3-5 ayda salımlara ara da vermedik, ülkemizdeki salımlar %10 civarında azaldı, o süre bittikten sonra da herkesin eski yaşamına dönmesi ve hatta üstüne fazla fazla salım yapması nedeniyle bu seneyi sadece %3-5 arası bir azalma ile kapatacağımız bekleniyor. Yani kısaca, bu kadar evde oturmamız neredeyse hiçbir işe yaramadı ve yaramayacak çünkü enerjimizi aynı yöntemlerle üretiyoruz, toplu taşıma kullanımını azalttık ve beslenme yöntemlerimiz tamamen aynı. Bunlarda değişiklik olmadığı müddetçe de atmosferdeki karbondioksit seviyesinde ciddi bir düşüş beklememiz gerçekçi olamaz.
Bir de elbette 1.5 oC ısınmayı aşmamak için neler yapmamız gerektiğini söylemekte fayda var. 1.5 oC ısınmayı aşmamak için ülkemizin her sene karbondioksit salımlarını %50 azaltması gerekiyor. Kovid19 sırasındaki mecburi azalma bile sadece %3-5 seviyesinde. Düşünün daha ne kadar çaba göstermemiz gerektiğini.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder