25 Ağustos 2021 Çarşamba

Yeni nesil umut tüccarları

Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin geçtiğimiz hafta açıklanan raporu önemli bir noktayı tartışılmaz biçimde ortaya koydu: İklim değişikliğinin sebebi insanlıktır. Sanayi Devrimi’nin başlangıcından bu yana artan oranda yaktığımız kömür, petrol ve doğal gaz atmosferdeki karbondioksit oranının artmasına yol açtı. Bu karbondioksit ise bir battaniye gibi gezegenimizi sararak ısının dışarıya kaçmasını engelledi ve bu nedenle atmosferimiz gittikçe ısınmaya başladı. 

Aynı rapor bu ısınmanın yaşamakta olduğumuz etkilerinin kaçınılmaz olduğunu ve doğanın kendisini tamir etmesinin binlerce yıl alabileceğini de ortaya koyuyor. Ayrıca, bizler bu şekilde karbondioksit salmaya devam edecek olursak yaşayacağımız etkilerin gelecek yıllarda daha çok kötüleşeceğini de belirtiyor.

Gelecekte iklim krizinin çok daha derinleşmemesi için acilen sera gazı salımlarını azaltmamız gerekiyor. Raporun daha sonra açıklanacak olan bölümlerinde bu azaltımın ne hızda yapılması gerektiğine dair bölümler de yer alacak. Ama Paris Anlaşması’yla birlikte görülen o ki atmosferin ortalama sıcaklığındaki artışın 1.5 oC’yi geçmesi istenen bir durum değil. Çünkü bu limiti aşacak olursak yeryüzünün çeşitli bölgelerinde çok sayıda insanı etkileyecek felaketler sıkça görülmeye başlanacak. 

Küresel ısınmanın 1.5 oC’yi aşmaması için de karbondioksit salımlarımızı 2030 yılına kadar net sıfıra indirmemiz gerekiyor. Net sıfır, ağaçların ve okyanusların emebileceğinden fazla karbondioksit salmamak anlamına geliyor. Yalnız bunu başarabilmek hayatımızda çok büyük değişiklikler yapabilmemizi gerektiriyor. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde bu değişiklikleri yapabilmek mümkün. Ne var ki insanlık kendisini bu denli zorlamak istemiyor. Özellikle de devletler bu büyük değişiklikleri devreye sokacak olurlarsa halklarından ciddi tepki alabileceklerinin bilincinde olduklarından kısa vadede ellerini taşın altına sokmak istemiyorlar. Oysa bu problemin ciddi biçimde uluslararası arenada konuşulmaya başlandığı 1990 senesinde gerekli önlemler alınmaya başlanmış olsaydı bugün hayat tarzlarımızı ciddi biçimde değiştirmeden problemi çözmek mümkün olabilirdi. Yine de geçmiş hataların üzerinde fazla durmadan, bugün yapmakta olduğumuz hatalara dönelim.

Devletler hala hayat tarzlarını ciddi biçimde değiştirmenin kendilerine getireceği siyasi maliyetin bilincinde olarak bu büyük değişime gerek kalmadan mucizevi bir çözüm bulma arayışındalar. Aslında bu, kişilerin davranışını da büyük ölçüde yansıtıyor. Tam korkunç bir hastalık insanları öldürmeye başladığında bir aşı bulunuyor ve insanlık büyük bir felaketten kurtuluyor. Hollywood filmleri de bizi senelerdir buna alıştırdı. Sonunda mutlaka bir kahraman ya gücüyle ya da teknolojiyi kullanarak büyük kötülüğü yok edip insanlığı huzura kavuşturuyor. Ancak gerçek dünyada ne yazık ki öyle kahramanlar yok. Bu dünyada hepimiz çocuklarımız için kahraman olmak zorundayız. Fakat, kimileri insanlara böyle bir umut satarak para kazanmayı da amaç ediniyor.

Bu umut tüccarları bizlere diyor ki: “Siz bildiğiniz gibi yaşamaya devam edin, biz sizin saldığınız tüm bu karbondioksidi atmosferden toplayıp bertaraf etmeyi biliyoruz. Sadece, bu işin teknolojisini gerçekleştirmek için biraz kaynağa ihtiyacımız var.” Bu tüccarların en önünde de fosil yakıt şirketleri geliyor. Bu şirketler iklim krizi nedeniyle aslında 10 yıl içerisinde tüm işlerini bırakmak zorunda olduklarının bilincindeler. Ancak bunu yapmaktansa diyorlar ki: “Siz bizden petrol almaya devam edin, bunun için sizin paranızı güzelce alalım. Ama bu da yetmez, devlet de bize milyarlarca dolar versin ki sizin para verip aldığınız petrolü yaktığınızda saldığınız karbondioksidi de atmosferden geri toplayalım.” Beş yaşındaki çocuğa anlatsanız bunu, herhalde “aynı işi yapmanın başka bir yöntemi yok mu?” diye soracaktır. Evet, bir yöntemi var: Bu şirketlerin dediğini yapmaktansa yenilenebilir enerjiye yatırım yapmak. Çözüm çok kolay, ancak ne yazık ki gözümüzün önünde gerçekleşmeyen pek çok pazarlıkla milyarlarca dolar havaya daha fazla karbondioksit salmamız için bu şirketlere veriliyor. Onlar da sözüm ona bu salınan karbondioksidi yakalayıp toprağın altına gömecekleri ya da başka bir amaçla kullanacakları bir yöntem geliştirecekler. Size bir sır vereyim mi? Biz atmosfere yılda 50 milyar ton karbondioksit salıyoruz. O kadar karbondioksidi ne bir yere gömebilirsiniz ne de o kadar karbondioksitten gerekli bir ürün üretebilirsiniz. 50 milyar ton karbondioksidi tekrar işe yarar hale dönüştürmek korkunç miktarda enerji gerektiriyor. Atmosfere karbondioksit salmadan o kadar enerjiyi üretmeyi beceriyor olsaydık zaten bugün atmosfere karbondioksit salmıyor olurduk. Ama ne yazık ki umut tüccarları devletlere bu umudu pazarlıyorlar, devletler de o umuda güvenerek gerekli adımları atmakta yavaş davranıyorlar. Zaman daralıyor. Umut tüccarlarını bırakıp gerçek çözümlere yönelmenin vakti geldi de geçiyor bile.

18 Ağustos 2021 Çarşamba

Sıra bize geldiğinde ne yapacağız?

Son haftalarda, tüm dünyada iklim felaketleri peş peşe gelmeye başladı. Bizler de televizyon veya sosyal medya karşısında neredeyse bir macera filmi izler gibi bu felaketlerin görüntülerini izliyoruz. Çoğumuz bu görüntüler karşısında “ah, vah” ederken bir gün sıranın bize de gelebileceğini ve başkalarının da bizi o sahnelerden birinde görebileceğini fazla aklımıza getirmiyoruz. Sanki iklim krizi bizden uzak yerlerde, değişik zamanlarda, başka kişilerin başına gelen bir sorunmuş gibi geliyor çoğumuza. Oysa iklim krizi artık şimdi ve burada. Acilen bir şeyler yapmamız gereken noktayı geçeli çok oldu. Elbette hepimiz bu krizin daha ileriye taşınmaması için elimizden geleni yapmalıyız ve hepimizin yapacağımıza da inanıyorum. Yalnız artık bu problem değişik bir boyut almaya başladı ülkemizde yaşayan bireyler açısından.

Önce ceviz büyüklüğünde yağan dolu ile haberdar olduk bizim de tehlikede olduğumuzdan ya da en azından arabalarımızın diyelim. Ondan sonra her uyarıda arabaların üzerine kilim veya battaniye sermeye başladık. Problemin çözümü mü? Elbette değil, ama bizi korur mu? Kısmen, her seferinde arabaların üzerine kilim sermeye daha ne kadar devam ederiz? Bilinmez. Bir gün, “eh artık bugün de yağmaz artık” dediğimizde o dolu tekrar gelecek ve gene aynı hasar ve hatta çok daha kötüsü ortaya çıkacak. Dolayısıyla, o kilimler ve battaniyeler sadece geçici bir çözüm ve bizi ne kadar koruyacağı da meçhul. Gene de insanımızın zihinsel becerisini çok güzel ortaya koyuyor. Bize böyle icatlar gerekiyor, hızla ve bolca. Çünkü felaketler durmayacak, biz de bir yere gitmeyeceğiz. O halde hepimizin bu felaketlere rağmen yaşamayı becerebilmemiz gerekiyor.


Başlangıçta suçlu aramayı bıraksak daha hayırlı olacak. Suçlu var mı? Hem de fazlasıyla. Çoğumuz bu iklim krizini meydana getiren unsurların bir parçasıyız. Aldığımız her ürünle, yaptığımız her seyahatle, seçimlerde verdiğimiz her oyla bu sorunu çoğumuz yarattık. O nedenle artık sorumlu arayarak kendi etkimizi göz ardı etmemizin vakti geçti. Yangınları önceden öngörüp yangın uçaklarının bakımını yaptırmış olmak iyi olmaz mıydı? Evet, olurdu. Ama geçmişteki olayları bu şekilde değerlendirecek olursak her daim yapılacak daha iyi bir şey bulabiliriz. A partisi yerine B partisi iktidar olsaydı ya da konu yangın söndürme uçağı değil de dere kenarına verilen bir yapı izni olsaydı, gerçekten farklı sonuçlar olacağını düşünüyor musunuz? Bu bağlamda bakıldığında politika üstü bir problemden bahsediyoruz. Ancak elbette bu problemin politika ile alakası var. Değişik insanların, değişik girdilerle, hatta aynı insanların değişik girdilerle verebileceği kararların farklı olabileceğini görmek zor değil. Bu girdiyi sağlayanlar da biz, oy verenleriz. Biz ne zaman oy verme gününde çevre ve iklim problemlerini en tepeye taşırız, o zaman da hangi politikacı olursa olsun bu sorunu dinlemek zorunda kalır. Mutlaka aramızdan birileri bu konuyu en önemli gündem maddesi olarak tuttu senelerdir ama bu çoğunluğa yayıldığında bir politik çözüm beklemek mümkün olabilir.

Politik çözümü geçince, biz kendi çözümlerimizle baş başa kalıyoruz. O zaman da en önemli faktör ekonomi olmaya başlıyor. İnsanlara ev lazım, işe yakın arazi az. O zaman da daha güvensiz alanlarda, daha dayanıksız yapılar yapmaya başlıyoruz. Binayı yapan suçlu mu? Kesinlikle. O binanın yapılmasına izin veren suçlu mu? Elbette. O binadan daire alan hatalı mı? Şüphesiz. O binanın bodrum katında oturan vatandaşta hata yok mu? Var mutlaka. Ama bu insanlar uzaydan gelen kişiler değil. Çeşitli şekillerde senelerdir, hatta asırlardır bizimle yaşayan kişiler bunlar. Hepsinin hata seviyesi değişik noktalarda. Hatta şunu söyleyelim: Kötü bir selde sel basacağını bildiğiniz bir yerde oturan kişiye kaçımız el uzatarak daha iyi bir yere taşınmasını sağladık? Hepimiz, ürettiğimiz sistem ve içinde yaşadığımız toplumdan dolayı sorumluyuz. Bundan dolayı da parmakla hep başkalarını göstermeyi bırakmak işin başlangıç noktası olmalı.

Peki, o zaman ne yapacağız? Öncelikle sırt sırta vermeyi öğrenmemiz gerekiyor. İklim krizi karşısında hepimiz kendi başımıza kalacak olursak kolayca eziliriz çünkü karşımızdaki çok büyük bir güç. Artık kızdırdığımız doğa ile karşı karşıyayız. Hayatta kalmak için de birlik olmak ve birlikte hareket etmek zorundayız. “Ben arabamı kurtardım.” yetmez! “Acaba komşumun arabasının üstünü de örtsem mi?”, “Çocuklarımı apartmandan çıkartıp yüksek yere çıkarttım ama alt komşumun çocukları da evdeydi, onlar çıktı mı acaba?”, “Elektrik kesildi ve benim klima çalışmaz oldu, bunaldım ama yan binada yaşlı bir çift vardı, onlara yardım edildi mi?” gibi insani soruları sormalıyız. 

Artık yeni bir doğa düzeninde yaşamaya başlıyoruz. Bu yaşamda başarılı olmamızın tek yolu birlikte savaşmak, yoksa bu sene gördüğümüz felaketler artarak geldiğinde ayakta kalmak zor olacak. Ama birlikte güçlüyüz, bu felaketlere karşı koyabiliriz.

12 Ağustos 2021 Perşembe

IPCC 6. Değerlendirme Raporu

“Uzun zamandır beklenen IPCC 6. Değerlendirme Raporunun ilk bölümü yayımlandı.” Basit gibi görülse de buradan başlayarak anlatmaya başlamamız gerekiyor. Esasında küresel sistem pek de vatandaşların kolayca anlamasını istemediği bir belge hazırlıyor ve bu belgeye dayanarak gelecekte atacağı adımları da belirliyor. Dünyanın önemli bir kısmı da kenarda durup bu anlaşılması garip oyunu seyrediyor. Umarım bu yazı sizlerin olan biteni daha iyi kavramanıza destek olur.

1980'lerin sonunda iklim değişikliğinin önemli bir sorun olmaya başlayacağı anlaşıldığında Birleşmiş Milletler iklim bilimi ile uğraşan bilim insanlarına hükümetleri bu konuda aydınlatma görevi verdi. Bu aydınlatma görevini organize etmesi için de küçük bir grup görevliyi belirledi. Bu yapının adına da Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) adı verildi. IPCC’nin organizasyonu altında değişik devletlerden gelen bilim insanları belirli aralıklarda bir araya gelerek geçmiş dönemde iklim bilimi ve değişikliği alanında olan gelişmeleri raporlar halinde hükümetlere sunmaya başladılar. Bu açıklanan bilim insanlarının ürettiği ve aşağıda detaylandıracağım kısmını hükümetlerin onayladığı altıncı raporun iklim değişikliğinin bilimsel temelleri üzerine olan ilk kısmı.

Bu rapor neden önemli? IPCC değerlendirme raporları genelde 6-7 senelik aralıkla yayımlanır ve iklim bilimi alanında üretilen tüm bilginin değerlendirmesinden oluşur. Bu alandaki temel kaynaktır, geri kalan tüm kaynaklar IPCC değerlendirme raporları ile kıyaslandıklarında daha alt düzeydedir. 

Şimdiye kadar yayımlanan 5 raporda en önemli cümle iklim değişikliğinin nedeni üzerinedir. Politik alanda birçok çatışma zaman içinde iklim değişikliğinin varlığından ziyade sebebi tarafına kaymıştır. Modern aletler zaman içerisinde ısınmanın olduğunu tartışılmaz biçimde kanıtlamış olduklarından, artık konuşulan konu bu ısınmanın sebebinin insanlık olup olmadığıdır. Sebebin insan olmadığına dair en ufak şüphe bile Donald Trump gibi liderlerin bu minik belirsizliği olabildiğince büyütmesine neden olmuştur. Ancak 6. Rapor bu konuyu kapatan bir cümleyle başlıyor:

- İnsan etkisinin; atmosferi, okyanusu ve toprağı ısıttığı kesindir. Atmosferde, okyanusta, kriyosferde ve biyosferde yaygın ve hızlı değişimler meydana gelmiştir.

Yani kısaca, iklim değişikliği vardır, tüm sistemlerde bunun etkisi gözlemlenmektedir ve bunun nedeni insanlıktır. “Peki, iklim değişikliği gerçekten ciddi bir etki yaratıyor mu?” sorusunun cevabı da hemen ardından veriliyor.

- Bir bütün olarak iklim sistemindeki son değişikliklerin ölçeği ve iklim sisteminin birçok yönünün mevcut durumu, daha önceki yüzyıllarda ve hatta binlerce yılda eşi görülmemiş bir durumdur.

İklim sisteminde yaşamakta olduğumuz değişiklikler doğanın kendi kendine binlerce yıldır ürettiği durumdan farklıdır. Kısacası, son yıllarda yaşamakta olduğumuz bu değişikliklerin eşi veya benzeri insanlık Taş Devri'nden çıktığından beri görülmemiştir. “Peki, iklim değişikliği sadece ortalama sıcaklıkların artması anlamına mı geliyor?” derseniz, rapor aslında tehlikeli olanın sadece ortalamaların artması değil aşırı hava olaylarında artış olduğunu söylüyor. 

- İnsan kaynaklı iklim değişikliği şimdiden dünyanın her bölgesinde birçok aşırı hava ve iklim olayını etkiliyor. Sıcak hava dalgaları, yoğun yağışlar, kuraklıklar ve tropik siklonlar gibi aşırı olaylarda gözlemlenen değişikliklerin ve özellikle bunların insan etkisine atfedilmesinin kanıtları, Beşinci Değerlendirme Raporundan (AR5) bu yana güçlenmiştir.

Bunun kolayca anlaşılacak kısmı sıcak hava dalgaları veya yoğun yağışlar gibi olayların son senelerde iyice artmış olmasıdır. Ancak bunun da ötesinde, gerçekleşen bu aşırı olayları tek tek inceleyip, iklim değişikliği olmayacak olsa aynı olayların, aynı şiddette gerçekleşme ihtimalini hesaplarsak, bu olayların iklim değişikliği nedeniyle arttığını ve şiddetlendiğini görebiliriz.

Raporun bir sonraki kısmında geçmişte neler olduğundan gelecekte neler olacağına dönüyoruz. 

- İklim süreçleri, geçmiş dönemlerin iklim kanıtları ve iklim sisteminin artan ışınımsal zorlamaya tepkisi hakkındaki artan bilgi birikimi, AR5'e kıyasla daha dar bir aralıkla, 3°C'lik bir denge iklim duyarlılığının en iyi tahmin olduğunu gösterir.

Bilim insanlarının iklim bilimi alanında kendi aralarında geliştirdikleri jargon politikacılardan da destek aldığında oldukça zor anlaşılır bir hale gelebiliyor. Bu cümle aslında şunu diyor bizlere: Atmosferdeki CO2 miktarı Sanayi Devrimi öncesinde bulunduğu milyonda 280 (ppm) seviyesinden milyonda 560 seviyesine çıkacak olursa gezegenimizin ortalama sıcaklığı da 3°C artar. Elbette burada bilmemiz gereken, bu sene CO2 seviyesinin 420 ppm olduğu ve eğer aynen devam edilirse her sene 2-3 ppm artmakta olduğudur. Eğer böyle devam edecek olursak en geç 50 sene içerisinde Dünya bir yüzyıl önceye göre 3°C ısınmış olacak. “Ama Paris Anlaşması ısınmanın 1,5°C ile sınırlandırılacağını öngörüyordu, ne oldu ona?” derseniz, durum oldukça karışık. Burada bilim insanları gelecekte iklimin nasıl değişeceğini öngörebilmek için iklim modelleri oluşturuyorlar. Bu modellerin en önemli girdisi de gelecekte atmosferde ne kadar sera gazı olacağıdır. Yani biz gelecekte atmosferde ne kadar sera gazı olacağını doğru bilebilirsek, modeller de gelecekteki sıcaklıkları, yağışları veya fırtınaları doğru öngörebilir. Gelecekteki sera gazı miktarının ne kadar olacağı da insanlığın bundan sonra atacağı adımlara bağlıdır. Bu adımlar kesin olarak bilinemediğinde, bu adımların ne olabileceğine dair tahminler yapılır. Bu tahminlere de salım senaryoları adı verilir.

- Küresel yüzey sıcaklığı, dikkate alınan tüm salım senaryoları altında en azından yüzyılın ortalarına kadar artmaya devam edecek. Önümüzdeki yıllarda karbondioksit (CO2) ve diğer sera gazı emisyonlarında derin azalmalar olmazsa, 21. yüzyılda 1,5°C ve 2°C'lik küresel ısınma eşiği aşılacaktır.

Burada bize çok kötü bir haber veriliyor. Biz elimizdeki en iyi senaryoya göre davransak bile önümüzdeki birkaç yılda bu alanda çok önemli adımlar atmayacak olursak küresel ısınma 2°C üzerinde olacaktır. Bu artış ne kadar büyük olursa, yaşayacağımız sorunlar da o denli fazla olacaktır.

- İklim sistemindeki birçok değişiklik, artan küresel ısınmayla doğrudan ilişkili olarak daha büyük hale gelir. Bunlar, aşırı sıcakların, denizlerin içindeki sıcaklık artışlarının ve yoğun yağışların, bazı bölgelerdeki tarımsal ve ekolojik kuraklıkların ve yoğun tropik siklonların oranındaki artışların yanı sıra Arktik deniz buzu, kar örtüsü ve permafrosttaki azalmaları içerir.

Atmosferin her 1°C ısınması, atmosferdeki su buharının %7 artmasına neden olur. Atmosferdeki fazla su buharı da yağış rejimlerinin değişmesine neden olur.

- Devam eden küresel ısınmanın, değişkenliği, küresel muson yağışları ile yağış ve kuraklık olaylarının ciddiyeti dahil olmak üzere küresel su döngüsünü daha da yoğunlaştırması bekleniyor.

Dolayısıyla, bir yandan kuraklıklar şiddetlenirken diğer yandan da şiddetli yağışlar artacak. Bu iki nokta birbirine ters gibi görünebilir ama şöyle düşünebilirsiniz. Atmosferden yere düşecek yağmur miktarı çok değişmiyor, ama kuraklıklar uzadığı için sonunda gelen yağışta da çok fazla su yeryüzüne iniyor.

- Artan CO2 emisyonlarına sahip senaryolarda, okyanus ve karadaki karbon yutaklarının atmosferdeki CO2 birikimini yavaşlatmada daha az etkili olacağı tahmin ediliyor.

Ağaçların fazla sıcakta strese girerek atmosfere oksijen salmayı bırakıp sadece CO2 salmalarına ek olarak sıcaklıkların artması okyanusların da CO2 emebilme kapasiteleri azalır. Yani dünyanın belirli bir CO2 emebilme kapasitesi vardır. Bu kapasite artan sıcaklıkla azalır.

- Geçmişteki ve gelecekteki sera gazı salımlarından kaynaklanan birçok değişiklik, özellikle okyanus, buz tabakaları ve küresel deniz seviyesindeki değişiklikler, yüzyıllardan bin yıllara kadar bir süre içerisinde geri döndürülemez.

Bu; raporun en dikkat çekici cümlelerinden biri, sıkça sorulan bir soruya net bir cevap vermiş: Bu gidişi durdurabilmek mümkün ama eski güzel günlere hemen dönebilmemiz mümkün değil. Yeryüzünün kendisini toplaması binlerce yıl sürebilir.

Şimdi gelelim bizim neler yapabileceğimize. Bu konu aslında raporun gelecek yıl yayımlanacak bölümlerinde detaylı olarak ele alınacak ama gene de bilim insanları üç çok önemli uyarı vermekten geri kalmamışlar.

- Doğal etkenler ve iç değişkenliğin küresel ısınma üzerinde çok az etkisi vardır. Ancak bu etkenler, özellikle bölgesel ölçeklerde ve yakın vadede insan kaynaklı değişikliklerin etkilerini farklılaştırabilir. Bu farklılıkların, tüm olası değişikliklerin planlanmasında dikkate alınması önemlidir.

Tüm dünya ısınıyor ve ısınmaya da devam edecek. Yalnız bu ısınma her sene düzgün bir biçimde artmayabilir. Bazı seneler fazla sıcak, başka seneler o kadar da çok sıcak olmayabilir. Bu, iklimin iç değişkenliğidir. Bundan dolayı planlamanızı ısınmanın ortalama değerine göre yapmanın yanında aşırı sıcak ve daha serin senelerin ya da dönemlerin de olabileceğini planlamanıza dahil edin.

- Artan küresel ısınmayla birlikte, her bölgenin iklimsel etki faktörlerinin giderek artan bir şekilde eşzamanlı ve çoklu değişiklikler yaşayacağı öngörülmektedir. Çeşitli iklimsel etki faktörlerindeki değişiklikler, 2°C'de 1.5°C'lik küresel ısınmaya kıyasla daha yaygın olacaktır. Daha yüksek ısınma seviyeleri için bu değişiklikler daha yaygın ve belirgin olacaktır.

Şu anda ısınma 1.2°C seviyesindedir. Bu sıcaklığın artması beklenmektedir ve artan sıcaklıkla birlikte iklim felaketleri de artacaktır. Ortalama sıcaklığın artmasıyla birlikte bu felaketlerin de hem şiddeti artacak hem de görüldükleri alan genişleyecektir.

- Buz tabakasının çökmesi, ani okyanus sirkülasyonu değişiklikleri, bazı birleşik aşırı olaylar ve gelecekte tahmin edilenden çok yüksek ısınma gibi düşük olasılıklı sonuçlar göz ardı edilemez ve risk değerlendirmesinin bir parçasıdır.

Ender görülmesi beklenen kötü sonuçları risk hesaplarınıza katmak zorundasınız. Bu olayların olma ihtimali düşük olsa bile gerçekleştiklerinde oluşturacakları hasar çok yüksek olacaktır.

Peki tüm bu felaketleri önlemek için ne yapabiliriz?

- Bilim perspektifinden bakıldığında, insan kaynaklı küresel ısınmayı belirli bir seviyede sınırlamak, toplam CO2 salımlarının sınırlandırılmasını, en az net sıfır CO2 salımına ulaşılmasını ve diğer sera gazı salımlarında güçlü azalmalar olmasını gerektirir. CH4 salımlarındaki güçlü, hızlı ve sürekli azalma, azalan aerosol kirliliğinden kaynaklanan ısınma etkisini de sınırlayacak ve hava kalitesini iyileştirecektir.

Hemen, acilen, en kısa sürede CO2 salımlarını azaltmak zorundayız. Burada hiç CO2 salmamanın ötesinde CH4 salımlarını da azaltmamız gerekiyor çünkü o alanda da son senelerde önemli bir artış görüyoruz. CO2 tek sera gazı değil CH4 da var.

- Düşük sera gazı salımı senaryoları, yüksek sera gazı salım senaryolarına göre sera gazı ve aerosol konsantrasyonları ve hava kalitesi üzerinde yıllar içinde fark edilebilir etkilere yol açar. Bu zıt senaryolar altında, küresel yüzey sıcaklığı eğilimlerindeki fark edilebilir farklılıklar, yaklaşık 20 yıl içinde ve diğer birçok iklimsel etki faktörü için daha uzun zaman dilimlerinde doğal değişkenlikten ayrılarak ortaya çıkmaya başlayacaktır.

Yaptığınız şeylerin hemen sonuç vermesini beklemeyin. İklim sistemi hızlı tepki veren bir sistem değildir. Ancak böyle fazla sera gazı salmaya devam ederseniz 20 yıl sonra yaptığınızın ne kadar yanlış olduğunu kendi gözlerinizle görmeye başlayacaksınız.

IPCC 6. Değerlendirme Raporunun ilk bölümünde neler anlatılmaya çalışıldığını bilim insanı + politikacı/bürokrat dilinden kurtarıp günlük dile tercüme etmeye çalıştım. Bu açıklamaya çalıştığım kısım daha raporun Yönetici Özeti idi. İlgilenenler raporun tamamına ipcc.ch adresinden ulaşabilirler.

Son Söz: İklim krizinin yarattığı risk her geçen gün büyüyor. Hepimize düşen sera gazı salımlarımızı azaltmaya çalışmanın yanında kendimizi oluşacak risklerden de korumaktır. 

11 Ağustos 2021 Çarşamba

Peki biz ne yapacağız bu felaketler karşısında?

İklim krizinin kötü günlerini yaşıyoruz dostlar. Gelecektekinden iyi geçmiştekinden sıkıntılı günler yaşıyoruz. Ne yazık ki bu kriz kısa sürede sona ermeyecek. Gelecekte bizi daha da çetin günler bekliyor. Şimdi size bunları serin ve yağmurun çiselediği bir sonbahar günü yazsam “abartı” der geçersiniz. O nedenle de hazır sizler bu krizin büyüklüğünü daha rahat görebilir durumdayken başımızdaki belanın neler getireceğini biraz daha anlatayım. Sonunda içiniz kararabilir, şimdiden özür dilerim.

Orman yangınlarındaki artışla beraber yerli ve yabancı basından pek çok gazeteciyle konuşma fırsatım oldu. Genelde tümünün sordukları soru birkaç noktada toplanıyor:

Devlet buna hazırlıksız mı yakalandı? Evet, devlet buna hazırlıksız yakalandı. Ama bu tür olaylara Çin de, Avustralya da, İsveç de, Yunanistan da, ABD de, Kanada da hazırlıksız yakalandı. Dünyada, belki birkaç küçük istisna dışında devletler bu boyuttaki iklim felaketlerine hazırlıksız yakalanıyorlar. Bunun en önemli nedeni de iklim krizinin getirdiği bu felaketlerin bugün değil uzak gelecekte gerçekleşeceğini düşünmeleri. Ne yazık ki son senelerde boyutları ve şiddeti artan felaketler devletlere iklim krizinin gelecekte ve başka yerde değil, şimdi ve burada yaşandığını gösterdi. Önemli olan devletlerin, yerel yönetimlerin ve bireylerin bundan gereken dersleri çıkartarak gelecek sefere daha hazırlıklı olmalarıdır. Umarım biz de orman yangınlarından ders çıkartmışızdır.

Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylamamış olmasını bu bağlamda nasıl değerlendirebiliriz? Değerlendiremeyiz. Paris Anlaşması’nın onaylanmasından önemlisi Paris Anlaşması’nın şartlarına uyulmasıdır. Ülkemiz de Paris Anlaşması’nın şartlarına uyan az sayıda ülkeden biridir. Burada önemli olan; iklim krizini durdurma hedefinden çok uzakta olan böyle bir anlaşmayı onaylamak ya da onaylamamak değil, tüm ülkelerin bu anlaşmanın çok daha ötesine giderek gerçekten iklim krizini durduracak önlemleri almasıdır. Şu anda neredeyse tüm ülkeler bundan son derece uzaktır. Mesela Türkiye hiçbir özel çaba sarf etmeden şartları yerine getirmektedir. Bu durum, anlaşmanın konunun ciddiyetinden son derece uzak olduğunu gösterir.

Peki gelecekte Türkiye’de ne gibi sorunlar yaşayacağız?  Ülkemiz iklim krizinin en kötü etkileyeceği bölgelerden biri olan Akdeniz Havzasında bulunmaktadır. Akdeniz Havzasında yaşanacak olan en önemli sorun Akdeniz’in güney kıyısındaki çöllerin yüzyılın sonuna dek yavaş yavaş Akdeniz’in kuzey kıyısına doğru ilerleyecek olmasıdır. Bunun da en önemli nedeni, bir yanda sıcaklıklar artarken öte yanda yağışların azalacak olmasıdır. Sıcaklıkların artması ile gittikçe şiddetlenen, uzayan ve daha sık görülen sıcak hava dalgaları hem tarım hem de insan sağlığı açısından ciddi sorunlar yaşamamıza neden olacaktır. Öyle ki, yüzyılın sonuna geldiğimizde Antalya veya Adana gibi şehirlerde bazı günler serinleme imkanı olmadan yaşayabilmek mümkün olmayacaktır. Serinleyebilmek için de elektrik enerjisine ihtiyacımız olacak. Ancak ülkemiz elektrik enerjisinin de önemli bir bölümünü hidroelektrik santrallerden kazanmaktadır. Azalan yağışlarla bu hidroelektrik santrallerin ürettiği elektrik de azalacaktır. Benzer bir sorun doğal gaz kullanan ve kömürlü termik santrallerin soğutma suları için de geçerlidir. Bir nükleer santrali nasıl soğutulabileceğini düşünmek bile istemem bu durumda. Azalan yağışlar ve nem beraberinde kuraklığı getirecektir. Kuraklık ise bir yandan tarımsal üretimi etkilerken diğer yandan da orman yangınlarının sıklaşmasını kolaylaştıracaktır. Özellikle yaz aylarında ısınan denizlerden gelen su buharı ani yağışlara neden olarak bölgesel olarak selleri beraberinde getirecektir. Tüm bu olayları aslında yaşamaya başladık ve yakın gelecekte de bu olaylar şiddetlenerek devam edecektir.

Peki, ne yapacağız? Öncelikle ülkemizin bir iklim eylem planına değil bir iklim eylemine ihtiyacı var. Buradan da hepimizin sokaklara dökülmesi gerektiğini anlatmak istemiyorum. Devlet kademesinin en tepesinden sokaktaki sade vatandaşa kadar hepimiz kriz durumlarında sorumluluklarımızı bilmek ve hızlı hareket etmek zorundayız. Fransa’da 2003 yılındaki sıcak hava dalgasında çok fazla kayıp olmasının arkasındaki nedenlerden biri gençlerin Ağustos ayında tatile giderek yaşlıları Paris gibi şehirlerde yalnız bırakmış olmalarıdır. Yalnız kalan bu yaşlılar sıcaktan kötü biçimde etkilendiklerinde kendilerine yardım ulaşması bazen çok geç olmuş, bu da ölümleri artırmıştır.

Bir felaket anında komşularımızı tanıyor muyuz? (Olası bir felakette yardımcı olabilmek için komşularımızı önceden tanıyor olmamız gerekmez mi?) Kimin, neye ihtiyacı olabileceği konusunda bilgimiz var mı? Bu gerekli ihtiyaçların nasıl sağlanabileceği konusunda yeterince dersimizi çalıştık mı? Elbette devletin görevi yangın söndürme uçakları satın almak ve bunları çalışır durumda tutmaktır ama biz yan komşumuz sıcaktan bunaldığında onu nasıl serin tutacağımız konusunda bilgi sahibi miyiz? Mesela belediyeler, yaşlıları barındıran bir tesiste elektriklerin kesilmesi riskine karşı yaşlıları nereye nakledip onların ihtiyaçlarının nasıl giderileceği konusunda planlama yaptı mı? Bu soru listesini uzatabiliriz ama konunun anlaşıldığını düşünüyorum. Bu felaketler artık bir yere gitmeyecekler. Aksine gittikçe şiddetlenerek daha geniş bir alana yayılacaklar. Şimdi sıra bize geldi. Peki biz ne yapacağız?

8 Ağustos 2021 Pazar

İklim Riskleri

Son haftalardaki yangınlar nedeniyle sorulan soruların başında çoğunlukla “Devlet neden bu kadar hazırlıksız yakalandı?” geliyor. Yerli ve yabancı basına da genelde aynı cevabı veriyorum: “Sadece bizim devletimiz değil; ABD’den Avustralya'ya, İsveç’ten Çin’e kadar tüm devletler ve bu devletlerin yerel yönetimleriyle burada iş yapmaya çalışan tüm kuruluşlar hazırlıksız yakalanıyorlar. Bu sadece bugün ve bize özgü bir şey değil. Dikkatli olmazsak, gelecekte tüm insanlığın bu nedenle yaşayacağı sorunlar da artacak.”

İklim krizi, tartışmasız insanlığın bugüne değin karşılaştığı en büyük sorun. Diğer çevre problemleri ve kaynakların giderek azalmasını da kattığımız zaman geleceğin bugünden farklı olacağını öngörebilmemiz hiç de zor değil. Kabus gibi bir geleceğin olmaması için çabalamanın yanı sıra, felaketlerin gerçekleşmesi durumuna karşı hazırlıklı olmamız her geçen gün daha önemli hale geliyor.

Krizler karşısındaki dirençliliğimizi artırmak bugünden yapmamız gereken hazırlıkların başında geliyor. Bunu sağlamak için başlangıçta yapılması gereken ise bu felaketlerin yaratabileceği riskleri belirlemektir.

İklim krizinden doğan felaketlerin oluşturduğu riski üç faktörün bileşimi belirler. Bu faktörlerin ilki, doğanın yarattığı sorunlardır. İklim değişikliğinin durdurulmadığı her gün, aşırı hava ve iklim olayları bizler için daha fazla sorun yaratma potansiyeline sahip olacaktır. Yağış veya aşırı sıcaklık gibi doğrudan zarar verebilen ya da kuraklık gibi su kaynaklarına etki ederek dolaylı yoldan tarım veya hidroelektrik üretiminde değişimlere neden olabilen sorunlarla karşılaşabiliriz.

Riski belirleyen ikinci önemli faktör de bizim ya da varlıklarımızın bu olaylarla ne derece karşı karşıya kaldığımızdır. Sizin eviniz yamaçta ise vadideki derenin aşırı yağıştan taşması sizi fazla etkilemeyecektir. Benzer şekilde buğday üretiminde yaşanacak bir don olayı, kayısı üretimini etkilediği kadar sizi etkilemeyecektir. Dolayısıyla iklim felaketleri genel anlamda zarar verici olsa da sizin bu zarardan ne derece etkileneceğiniz bulunduğunuz yere ve yaptığınız işe bağlı olarak değişebilir.

Riski belirleyen son faktör ise sizin hazırlığınızdır. Eviniz bir vadinin tabanında olabilir. Ancak eviniz, sel olasılığı düşünülerek sağlam bir temelle yerden birkaç metre yukarıya yükseltilmiş bir tabana inşa edildiyse zarar görme riskiniz azalacaktır. Bundan dolayı felaketler aşırı boyutlarda değilse zarar görebileceğiniz bir konumda olsanız bile gerekli hazırlıkların yapılmış olması sizin bu konudaki kırılganlığınızı azaltacaktır.

Ülkemiz, dünyada iklim değişikliğinden en fazla etkilenmesi beklenen bölgelerden biri olan Akdeniz Havzasında bulunmaktadır. İklim göçleri gibi sosyal hareketlerin ötesinde artan aşırı hava olayları ülkemizin iklim değişikliğine acilen uyum sağlamasını gerektirmektedir. Devlet kurumları bu konudaki çabalarını sürdürseler de uyum konusundaki sorumluluk aynı zamanda özel sektör, yerel yönetimler ve sivil toplumun da üzerine düşmektedir. Şimdiye kadar kamu ve özel sektördeki karar vericiler, bulunduğumuz bölgedeki mevcut ve gelecekteki iklimin son yüz yılda karşılaştığımız koşullara benzeyeceğini kabul ederek planlama yapmışlardır. Sigorta şirketlerinin ve bankaların da son senelerde sıklıkla deneyimledikleri gibi, bu varsayım artık güvenilir olmaktan çok uzaktır. Gelecekte yaşanacak iklimle ilgili artmakta olan bilgileri, karar alma politikalarına ve uygulamalarına bugün dahil etmek, doğabilecek riskleri ve olumsuz etkileri azaltmakta önemli rol oynayacaktır.

Sadece geçmişe yönelik verilerle hareket etmek, iklim değişikliğinin yaratacağı gelecekte karşımıza çıkacak olan uyum sorunlarını artıran tek engel değildir. Son senelerde sıkça gördüğümüz gibi iklim değişikliğinin etkileri genel olduğu kadar yerel de olabilir. Bu nedenle de ülkemizin bütünü için ya da bölgeler genelinde öngörülerde bulunmak yerine mümkün olduğunca fazla kaynağa dayalı ve yerel etkileri gösterebilen öngörüler uyum kararlarını almak açısından kesinlikle gereklidir.

Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Araştırma Merkezi olarak ACE Danışmanlık ile birlikte ülkemizde ve dünyanın çeşitli bölgelerinde kişi ve varlıkların üzerindeki iklim krizi risklerini belirleyen bir çalışma başlattık. Bu çalışma kapsamında; iklim değişikliğinin getireceği risklere karşı değişik senaryo verisine dayalı, geleceğe yönelik ve yerel bilgileri değerlendirme yapabilmeleri ya da uyum çalışmalarını hayata geçirebilmeleri için karar vericilere sunuyoruz.

Ne yazık ki iklim riskleri bizleri sadece bir yönden tehdit etmiyor. Nerede olduğumuza ve nelerle ilgilendiğimize bağlı olarak iklim krizinin getirebileceği değişik riskleri dikkate almak zorundayız. Bu riskleri kısaca şöyle listeleyebiliriz:

Sel Riski: Dünyada genelde iki tür sel riski vardır. Biri geçen ay Almanya’da gördüğümüz gibi aşırı yağışlardan dolayı nehirlerin uzun vadeli taşmasından oluşan sel ve ülkemizde daha sıklıkla rastladığımız kısa süreli ama yoğun yağışlardan kaynaklanan yerel toprak kayması ve sel. Bu tür sel risklerinin belirlenebilmesi için varlık düzeyinde, metre seviyesinde çözünürlüğe kadar dikkatli bir analiz yapmak gereklidir. Bu risk belirleme yöntemi; elektrik üretimi ve dağıtımı, rafineriler, limanlar, havalimanları ve yoğun endüstriyel, ticari ve konut gelişim projeleri gibi kritik faaliyet ve varlıklar için uzun vadeli altyapı planlama, mühendislik, yatırım, kredi ve sigorta kararlarını desteklemekte kullanılabilir. 

Rüzgar Riski: Ülkemizdeki enerji üretimi gün geçtikçe daha fazla güneş ve rüzgar enerjisine yönelmektedir. Özellikle rüzgar enerjisi üretimi; rüzgardaki kısa, orta ve uzun vadeli değişikliklere karşı oldukça hassastır. Buradaki riskin belirlenmesi, kurumların rüzgarla ilgili gelecekteki olası tehlikeli değişikliklere daha iyi hazırlanmalarını sağlar. Özellikle yaşamış olduğumuz yangın felaketinde, yönü ve şiddetinin yanında rüzgarın ne hızla yön değiştirebildiğinin de önceden bilinmesinin önemli olduğu görülmüştür.

Sıcaklık Riski: Sıcaklık iki değişik açıdan bireyler ve varlıklar açısından risk oluşturur. Sıcak ve nemli bir ortamda yaşamak ve çalışmak zorunda olan kişiler açısından sıcaklık ve nemin birlikte etkisini ele alan ve ideal çalışma koşullarını belirlemekte kullanılan ıslak termometre sıcaklığının belirlenmesine gerek vardır. Islak termometre sıcaklığının gün boyu 35 oC’nin üzerine çıktığı bölgelerde insanların serinletilmemiş mekanlarda yaşamasına bile imkan yoktur. Ülkemizde bu durumun yüzyılın sonunda doğru gözlemlenebilmesi mümkündür. Bunun ötesinde görülecek çok yüksek sıcaklıklar ise nem eşlik etmese bile bireyler ve varlıklar üzerinde risk oluşturur ve serinletme ihtiyacını artırır. Özellikle taze meyve, sebze ve ilaç gibi dar bir sıcaklık aralığında saklanması gereken ürünler açısından dış ortam sıcaklığındaki artış her zaman riski de beraberinde getirecektir.

Yangın Riski: Özellikle bu sene, tüm kişi ve varlıklar açısından orman ve çalı yangını riskinin ne denli büyük olduğunu gördük. Yakın gelecekte de gerek kişi gerekse de varlıklara dair bu riskin yüksek çözünürlüklü biçimde tahmin edilmesi ve karar destek sistemlerine eklenmesi faydalı olacaktır.

Kuraklık Riski: Gerek sanayi gerek hidroelektrik enerjisi gerekse de tarım üretimi için kullanılan suyun eksikliğini öngörebilmek özellikle planlama alanındaki risklerin bertaraf edilebilmesinde kritik öneme sahiptir. Kuraklık riski planlamasına sanayi için gerekli olan yer üstü ve yer altı su kaynaklarındaki gelecek değişiklikleri, hidroelektrik enerji santrallerinin su toplama havzalarındaki toplam su miktarını ve tarımın ürün desenine bağlı olarak ihtiyaç duyacağı doğal ve sulama suyu miktarını ve bunlardaki öngörüleri belirleyebilmek için ihtiyacımız vardır.

Deniz Yükselmesi ve Taşkınları Riski: İklim değişikliğine bağlı olarak deniz seviyesindeki artışla beraber fırtınalardaki rüzgar şiddetini de hesaba katarak kıyı bölgelerdeki taşkın riskini belirlememiz gereklidir. Bu konudaki çaba, gerek insan hayatına gelebilecek zararın öngörülmesi gerek yatırım gerekse de altyapı hizmetlerinin düzenlenmesi bağlamında karar desteği sağlar.

Geçtiğimiz kısa sürede iklim krizi bizlere sadece ani seller ve orman yangınlarından oluşan yüzünü göstermiş olsa da karşımızdaki problem ne yazık ki bundan ibaret değildir. Eskiden iklim değişikliğinden bahsederken uzak gelecekteki bir fenomenden bahsettiğimiz zannına kapılmamız doğaldı. Ancak son senelerde gördüklerimiz bu sorunun orta veya uzun vadenin değil, bugünün bir sorunu olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koydu. Bugünden sonra artık “Ama biz bilmiyorduk!” deme şansımız pek kalmadı. İklim krizinin getirdiği riskleri öngörmek, buna göre çalışmalarımızı düzenlemek ve yatırım kararlarımızı buna göre almak zorundayız.

4 Ağustos 2021 Çarşamba

Dikkatli Olalım

Orman Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan verilere göre 2013-2020 yılları arasında çıkan yangınların yarısının sebebi bilinmiyor. Sebebi bilinen yangınlar arasında ilk sırayı %29 ile insan hatası sonucunda çıkan yangınlar alıyor. Bu hataların en önemlisi yakılan anızlardan çevreye sıçrayan kıvılcımlar. Bunu piknik ve sigara izmaritleri takip ediyor. Doğal nedenle çıkan orman yangınlarının oranı %11.5’ken kasıtlı olarak yakılan ormanların oranı ise genel içerisinde sadece %5.1’dir. Gene de sebebi bilinmeyen bir yarıyı da unutmamak gerekiyor.

Birileri kafasına ormanı yakmayı koymuş ise burada elimizden polisiye tedbirlerin ötesinde bir şey gelmez. Ancak bizler yaptığımız hataları tekrarlamayacak olursak, alacağımız önlemlerle orman yangınlarının önemli bir kısmına engel olabiliriz. Bu nedenle de hangi hataların orman yangınlarına neden olduğunu iyice anlamamız ve anlatmamız gerekiyor.

Serin ve yağışlı bölgelerde ormanlar yanar mı? Yanar, ama doğal nedenlerle bunun gerçekleşmesi oldukça güçtür. Ancak elektrik hatlarında ya da endüstri tesislerinden gelebilecek kıvılcımlar bu bölgelerde orman yangınlarına neden olabilir. Amazon, Kongo veya Endonezya gibi bölgelerdeki yağmur ormanlarında çıkan yangınların ise önemli bir bölümünün arkasında tarla yeri açmak isteyen insanlar vardır. Nemli bölgelerdeki ağaçlar kolay tutuşamazlar, ormanın  altındaki bitki örtüsü de yangına oldukça dayanıklıdır. Oysa ülkemizin de içinde yer aldığı iklim kuşağında, özellikle yaz mevsimlerinde, az yağış görüldüğünden gerek ağaçlar gerekse de ormanlık alandaki diğer zemin bitkileri kurudur. Kuru bitkiler daha kolay tutuşabilirler, bundan dolayı da ülkemizde orman yangınları daha sık görülür.

Bu noktayı doğru anlamamızda büyük fayda var. Herhangi bir ormanın kendi kendine yanabilmesi son derece zordur. Doğal nedenlerle çıkan yangınlardan bahsettiğimiz zaman bunların önemli bir kısmını düşen yıldırımlar nedeniyle çıkan yangınlar oluşturur. Ancak havanın sıcak ve kurak olması, bizlerin yapabileceği küçük hataların büyük yangınlara dönüşebilmesine imkan tanır. Örneğin ormandaki bir evde, banyo yapmak için ocakta odun yakıp, su ısıtırsınız. Bacadan çıkan küçük bir kıvılcım bile rüzgarlı havada sönmeden uçup, bir noktada orman yangınını başlatabilir. Bu nedenle de özellikle sıcak ve kuru havalarda attığımız her adıma sonsuz dikkat etmemiz gerekiyor. 

Özellikle araç kullanırken dışarı attığımız sigara izmaritleri yangına çıkarılan en önemli davetiyelerden biridir. Normal zamanda sadece ağır çevre kirliliğine yol açan bu yanlış hareket, sıcak ve kuru hava ile birleştiğinde istenmeyen yangınların çıkmasına neden olabilir.

Anız yakmak; yani ürünü aldıktan sonra tarlayı ateşe vererek üzerindeki zararlıları temizlemek zaten tarımsal açıdan da yanlış bir uygulamadır ama yangın riski ile birleştiğinde verebileceği zarar kat kat artar.

Pikniklerden sonra atıklarımızı temizlememek orman yangınlarının önemli nedenlerinden bir diğeridir. Özellikle mangal ve semaverlerden arta kalan ve tamamen sönmemiş kömürler, hızlı esen rüzgarın da etkisiyle yangına yol açarlar. Bu bağlamda yaptığımız bir diğer hata da sağlam ya da kırık cam şişelerin çevreye bırakılmasıdır. Bu cam kırıkları biz onları orada bıraktığımızda zararsız gibi görünseler de ertesi gün güneş ışığı değişik bir açıdan vurduğunda bir mercek gibi ışığı bir noktada toplayarak yangına sebep olabilirler.

Bir ormanı yetiştirmek yıllar sürüyor ancak bir dikkatsizlik o ormanın kısa sürede yok olmasına yol açabiliyor. Bu nedenle, özellikle sıcak ve kurak günlerde hareketlerimize özen gösterelim, dikkati elden bırakmayalım. “Aman, bana ne, gidip başkası uyarsın” demeyelim, yanlış yapanları uyaralım. En ufak bir yangın gördüğümüzde müdahale edelim ve büyümesine imkan tanımayalım. Bizim kontrol edebileceğimizden daha büyük bir alanda yangın oluşmuşsa hızla güvenlik güçlerine ve itfaiye ekiplerine haber verelim. Kısacası, bugünlerde çok dikkatli olalım.