31 Mart 2023 Cuma

IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu

IPCC, küresel iklim değişikliği hakkında en güncel ve kapsamlı bilgiyi derlemek ve analiz etmek amacıyla uluslararası bilim insanlarından oluşan bir ekibin çalışmalarını kullanır. IPCC’nin en son yayımlanan Altıncı Değerlendirme Raporu, iklim değişikliğinin küresel ölçekte ve insan faaliyetleriyle ilişkili olduğunu doğrulamakta ve bu değişikliğin etkilerinin arttığını belirtmektedir. Raporda, küresel ısınmanın sınırlandırılmasının önemine vurgu yapılmaktadır.

Rapor, insan faaliyetlerinin sera gazı salımları yoluyla atmosferde biriken karbondioksit ve diğer gazların küresel ısınmaya yol açtığını tartışmasız biçimde göstermektedir. Sera gazı salımlarının COVID19 pandemisinin en üst noktasından sonra arttığı ve küresel ısınmanın kısa sürede 1,5°C sınırını aşabileceği uyarısı yapılmaktadır.

IPCC, raporda, küresel sıcaklık artışının neden olduğu iklim değişikliğinin bir dizi etkiye neden olduğunu vurgulamaktadır. Bu etkiler arasında deniz seviyesinin yükselmesi, orman yangınları ve su kıtlığı gibi doğal afetlerin artması yer almaktadır. Raporda, bu değişikliklerin insanların sağlığı, gıda güvenliği, su kaynakları ve doğal ekosistemler üzerinde ciddi bir etkisi olacağı belirtilmektedir.

Sera gazı emisyonlarının azaltılarak küresel ısınmanın sınırlandırılması ve olumsuz etkilerinin hafifletilmesi son derece önemlidir. Bu amaçla yapılması gereken değişiklikler, özellikle enerji üretimi ve tüketimi, ulaşım, gıda üretimi ve tüketimi, sanayi ve inşaat gibi sektörlerde yapısal dönüşümleri içermektedir.

Bu değişim hızla yapılmadığı takdirde iklim krizi küresel ekonomiye önemli bir tehdit oluşturarak finansal sistemi etkileyecektir. İklim krizi doğal afetlerin sıklığını ve şiddetini artırarak ekonomik faaliyetleri engelleyebilir veya olumsuz yönde etkileyebilir. Bu nedenle, finansal sistemin bu riskleri yönetme konusunda büyük bir rolü bulunmaktadır. Finans kuruluşlarının iklim risklerine karşı giderek daha fazla farkındalık kazandığı ve bu risklerin yönetilmesi için çeşitli araçlar geliştirdiği görülmektedir. Ancak IPCC raporu, finans kuruluşlarının iklim risklerine yönelik daha da acil bir müdahalede bulunmaları gerektiğini belirtmektedir. Raporda, finans kuruluşlarının, iklim risklerine yönelik risk yönetimi stratejileri geliştirmeleri, iklim riskleri hakkında şeffaf raporlama yapmaları ve iklim dostu yatırımlara yönelmeleri önerilmektedir.

Raporda ayrıca iklim krizinin en çok düşük gelirli ülkeleri ve toplumları etkilediğini ve bu etkilerin, gelir, cinsiyet, yaş, etnik köken ve diğer sosyal faktörler açısından farklılık gösterdiğini belirtmektedir. Örneğin, düşük gelirli ülkelerde yaşayan insanlar, doğal afetlerin etkilerine daha fazla maruz kalmakta ve bu afetlerin yol açtığı kayıplarla daha zor başa çıkmaktadır. Bu tür eşitsizliklerin, iklim krizinin önlenmesi ve etkilerinin azaltılması açısından önemli bir engel teşkil ettiğini de vurgulamaktadır. Düşük gelirli ülkelerin, gerekli iklim değişikliği önleme ve uyum stratejilerini uygulama konusunda yeterli kaynağa sahip olmamaları, eşitsizliklerin bir sonucudur.

Bu eşitsizlikler ayrıca iklim krizinin etkilerinin azaltılması için alınacak önlemlerin tasarlanmasında da bir engel teşkil etmektedir. Özellikle az gelişmiş ülkeler iklim krizi ile mücadelede daha fazla söz sahibi olma ve karar alım süreçlerinde daha fazla temsil edilme hakkına sahip değillerdir. Bu da ilerlemeyi güçleştiren unsurlardan biridir.

Sonuç olarak, IPCC'nin en son değerlendirme raporu, küresel iklim değişikliği hakkında en kapsamlı bilgiyi sunmakta ve almamız gereken önlemleri göstermektedir. Bilim insanlarının 7 yıllık emeklerinin ürünü olan bu raporun en azından yönetici özeti kısmının karar vericiler tarafından okunarak özümsenmesi yeryüzünün geleceği açısından son derece önemli olacaktır.

24 Mart 2023 Cuma

IPCC İklim Raporu

Birleşmiş Milletler 1988 yılında Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve BM Çevre Programı’na (UNEP) iklim değişikliği konusunda toplumu ve daha da önemlisi karar vericileri bilgilendirmek amacıyla bir oluşum kurma görevini verdi. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) bu görevi düzenli olarak yayımladığı raporlarla yerine getirmektedir. Bu raporlar bir yandan politika yapıcıların bilgi edinmek istedikleri özel konular haricinde bir de yaklaşık 6 - 7 senelik aralıklarla hazırlanan iklim değişikliğinin durumunu ayrıntısıyla anlatan çalışmalardan oluşur. Bu ayrıntılı raporlardan şimdiye kadar beş tane yayımlanmıştır. Her rapor dört bölümden oluşur ve her bölüm ayrı zamanlarda sunulur. Şu anda altıncı rapor (AR6) dönemini kapatıyoruz, yani raporun ilk üç bölümü 2021 ve 2022’de çıktı, son bölümü ise bu hafta açıklandı.

Raporun ilk bölümü iklim değişikliğinin bilimsel temellerini ve gelecekte bizi nasıl değişikliklerin beklediğini anlatıyor. İkinci bölümde iklim krizinin etkileri ve uyum, üçüncü bölümde de iklim değişikliğini durdurmak için yapılması gerekenler anlatılıyor. Bu bölümlerin tümünün yazarlarını değişik ülkelerden farklı bilim insanları oluşturuyor. İlk üç bölümün yayımlanmasından sonra bu bilim insanları bir araya gelerek bu üç bölümün bir sentezini hazırlıyorlar. Bu hafta yayımlanan da AR6 raporunun sentezi ve bu rapor bugün için iklim değişikliği hakkındaki bilimin en kapsamlı değerlendirmesi olarak kabul ediliyor. İklim krizi hakkında edindiğiniz herhangi bir bilginin güncel bilime uygun olup olmadığını öğrenebileceğiniz yer bu rapordur. Bu rapor elinizdeki bilgiyi destekliyorsa güvenilir olduğu anlaşılabilir.

AR 6 Sentez Raporuna göre, insan etkisiyle iklim sistemi "kesin" olarak değişiyor ve iklim değişikliğinin etkileri dünya genelinde hissediliyor. Basit bir cümlede anlattığımız bu bilgi üç değişik unsuru içeriyor: İklim kesinlikle değişiyor. Bu değişiklik sadece yeryüzünün bir bölgesini değil her tarafını etkiliyor. Bu değişikliğin sebebi kesinlikle insanlıktır. Artık “peki şu da olamaz mı?” şeklindeki şüphelere son vererek çözümlere ve uyuma yönelmemiz gerekiyor. Rapor, küresel sıcaklıkların sanayileşme öncesi döneme göre 1,5°C artmak üzere olduğunu ve bu artışın yüzyıl ortasında 2°C'ye ulaşabileceğini söylüyor. Bu arada raporun verilerinin herhangi bir tartışmaya yol açmamak için olabildiğince olumlu olduğunu söylemek gerekiyor. Bilim insanlarının önemli bir kısmı bu gidişle ısınmanın 2℃’de durmayacağını da söylüyorlar ama en azından “2°C'ye ulaşabileceği” dendiği zaman buna itiraz eden kalmıyor. Buna günümüz açısından bakacak olursak, şimdilik sadece 1,2℃ ısınmış durumdayız ve bu sene yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz kuraklığı hepimiz gördük. Üstüne bir de Şanlıurfa ve Adıyaman’da olan sel felaketlerini ağlayarak seyrettik. Sıcaklık artışının 2℃’ye çıkması bu sorunların ve felaketlerin de en az iki kat artması anlamına geliyor ne yazık ki.

Rapor ayrıca yükselen deniz seviyeleri, daha sık ve yoğun sıcak dalgaları, kuraklıkları, selleri ve orman yangınlarını ve biyolojik çeşitliliğin kaybını da içeren birçok iklim değişikliği etkisine dikkat çekiyor. Bu bağlamda yorum yapan çoğu önemli bilim insanı raporda beklendiği söylenen çoğu etki konusunda çok tutucu davranıldığını, gerçekte beklenmesi gereken sorunların çok daha büyük olacağını söylüyorlar. Son yıllarda gördüklerimiz bizlere bu konuda biraz bilgi verdiyse, bu kadar ısınmayla gelecekte yaşanacak olayların, özellikle bizim coğrafyamızda çok daha ciddi sonuçlar doğuracağını söyleyebiliriz.

Böylesi kötü sonuçlarla karşılaşmamak için başta karbondioksit olmak üzere sera gazı salımlarını azaltmak gerekiyor. Küresel ısınmayı sınırlamak için acil ve iddialı önlemlere ihtiyaç olduğu vurgulanıyor. Burada her iki kelimenin de altını defalarca çizmek gerekiyor. Geciktiğimiz her sene sorunu biraz daha çözülmez hale getiriyor. Bunun ötesinde alacağımız önlemlerin de bugünkü yaşamı “azıcık” değil kökünden değiştirmesi gerekli çünkü göstermelik çözümler durumu değiştirmeye yeterli olmuyor. Raporda ayrıca düşük karbonlu bir ekonomiye hızlı ve kapsamlı bir geçiş gerektiği vurgulanıyor ve hükümetler ile iş dünyasından bu geçişi hızlandıracak politikalar ve uygulamaları hayata geçirmeleri talep ediliyor.

Yalnız bu rapor konusunda oldukça ciddi eleştiriler de bulunuyor. Ama bu eleştirilerin iklim değişikliği karşıtlarından geldiğini düşünmeyin. Öncelikle bu raporun hazırlanması 6 - 7 senelik hummalı bir çalışmayı gerektiriyor. Bilim insanları bu çalışmanın onların hayatlarından neyi eksilteceğini bilerek bu işe gönüllü olarak ve para almadan katılıyorlar. Artık bilim çevresindeki seslerin birazı da bu işin gönüllülükten çıkarak verilen emeğin karşılığının sağlandığı bir yöne doğru gitmesi üzerinde yoğunlaşıyor. Bunun ötesinde raporların gönüllülük bağlamında uzun aralıklarla çıkması önemini artırsa da arada oluşan bilimsel gelişmeleri geç aktarması bakımından da eleştirilerek daha sık raporlar üretilmesine çalışılması isteniyor. Son olarak IPCC raporları, adında da olduğu gibi, hükümetlerin onayından geçen raporlar. Dolayısıyla da en az kötü çıktılar öne çıkartılarak tüm hükümetlerin kabul etmesi amaçlanıyor ama gerçekler bu raporlarda yazılanlardan çok daha kötü ve buna bir çare bulunması gerekiyor.

Genel olarak, AR6 raporu iklim krizinin ciddiyeti ile aciliyetini vurguluyor ve etkilerini hafifletmek için hızlı ve kararlı önlemlerin alınması gerektiğini gösteriyor. Dinleyip önlem almak bizlere düşen görev, eğer akıllıysak.

2 Mart 2023 Perşembe

Kuraklık Yanımızda

Hani gazete başlıkları var ya “Kuraklık Kapımızda” diye, ülkemizin önemli kısmı o noktayı geçeli epey oldu. Şimdi “Kuraklık Yanımızda” dememiz gerekiyor. Ancak yaşadığımız büyük deprem felaketinin ardından herkesin dikkati yerin altına çevrilmişken yerin üstünde olanlara dikkat edebilmemiz oldukça zor görünüyor.

Şubat ayının son günleri oldukça sıcak geçti. Aslında Şubat ayının başındaki birkaç günlük dönem hariç fazla soğuk bir kış geçirmedik. Yağış ise beklentilerin oldukça gerisinde kaldı. Meteoroloji Genel Müdürlüğünün hazırladığı kuraklık haritalarına bakacak olursak Ege Bölgesi hariç neredeyse tüm ülke normalin yarısından az yağış almış durumda.

İstanbul’da artık İSKİ’nin sayfasından barajların doluluk oranlarına bakmaya alıştık. Ama İstanbul barajlarındaki su oranı sizi dertlendirmesin. İstanbul’un ne bugün ne de yakın gelecekte bir su sorunu olmayacak. Çünkü İstanbul’un barajlarını besleyen ana unsur gökten düşen yağış değil Yeşilçay ve Melen’den boru hatlarıyla İstanbul’a aktarılan su. O da yetmeyecek olursa, hazırda duran Sakarya hattı kullanılarak Sakarya Nehrinin daha az arzu edilir kalitedeki suyu da İstanbul barajlarına eklenir ve İstanbul susuz kalmaz.

Bu demek değildir ki siz araba veya halınızı serbestçe yıkayıp havuzunuzu doldurabilirsiniz. İstanbul, suyun dikkatli kullanılması gereken bir şehirdir ve öyle de kalacak. Artık hepimizin ayağımızı yorganımıza göre uzatmamız gerekiyor ve o yorgan da aslında bizim değil, komşudan aldığımız bir yorgan. 

Gelecekte diğer havzalardan bize transfer edilen suyun başına iki şey gelebilir. İlki çok ihtimal dahili değil ama ikincisi çok ciddi bir tehdit oluşturur. Yeşilçay ve Melen Havzalarında yaşayanlar nehirlerinin suyu kendilerine yetmemeye başladığı zaman bu suyun İstanbul’a aktarılmasına karşı çıkabilirler. Ama daha da olası ihtimal, yaşadığımız kuraklığın orta ve uzun vadede İstanbul’a su aktaran bölgelerde de ciddi değişimlere yol açması ve İstanbul’a aktarılacak su kalmamasıdır.

Bugün bir gazeteci arkadaşla sohbet ederken yarı şaka yarı ciddi “Peki Karadeniz’den su taşınamaz mı?” diye sordu. Bu sorunun yanıtı oldukça kolay aslında: “Biz Karadeniz’e taşınsak?” Doğru çözüm, suyu bize getirmektense suyun olduğu yere göçmektir ama gazeteci arkadaşın dediği gibi, “oralarda da ekmek yok”. O zaman günü kurtarmak yerine uzun vadeli plan yaparak “ekmeği” İstanbul’dan başka yerlere de yaymamız gerekiyor. İstanbul’un karşı karşıya olduğu deprem tehlikesini ve bunun yaratacağı korkunç yıkımı haftalardır konuşuyoruz ama deprem bir seferlik bir felaket. Kuraklık ise artık sıkça kapımızı çalacak, hatta bangır bangır çalıyor bile. Bu nedenle de bulduğumuz bir damla suyu bile çok iyi korumak zorundayız çünkü gelecek bugün kadar iyi olmayacak.

İklim krizi içinde yaşadığımız Akdeniz Havzası’nda yağışların yüzyılın sonuna kadar %30 azalacağını bize gösteriyor. “Aman canım bana ne, o zamana kadar kim öle kim kala” diyorsanız diyecek sözümüz yok ama “benim çocuklarımın dünyası çok daha sıkıntılı bir yer olacak” diye düşünüyorsanız, harekete geçmenin vakti geldi ve meteoroloji verileri belki de geçmekte olduğunu söylüyor.

1 Mart 2023 Çarşamba

Sorumlu gübre üretimi ve tüketimi

İklim değişikliği, başta karbondioksit olmak üzere sera gazlarının atmosfere salınmasından kaynaklanmaktadır. Bu gazlar Güneş’ten gelen ısıyı hapsederek küresel sıcaklıklarda bir artışa yol açar. Sıcaklıklardaki bu artış atmosferin ısı dengesini bozarak atmosfer sistemi içindeki tüm olayların daha şiddetlenmesine, daha uzun sürmesine ve geçmişte olduklarından daha geniş alanlara yayılmasına neden olur. Kömür, petrol ve doğal gaz yakarak atmosfere saldığımız karbondioksit (CO2) iklim değişikliğinin en önemli sebebidir. Bunun yanında çoğunluğu pirinç üretimi, doğal gaz hatlarındaki kaçaklar ve büyükbaş hayvancılıktan kaynaklanan metan gazı (CH4) bir diğer sebeptir. Nitröz oksit  de (N20) motorlu taşıtlardan ve tarımdaki gübre kullanımından kaynaklanan önemli bir sera gazıdır. Bu üç gazın toplam etkisi iklim değişikliğinin de nedenidir.

Çevre kirliliği, zararlı veya zehirli etkileri olan bir maddenin çevreye yayılmasıdır. İklim değişikliği çevre kirliliğinin bir türüdür. Ürettiğimiz her türlü atık sisteme geri kazandırılmadığı sürece çevre kirliliğine neden olur. Bugün denizlerimizde ve genelde doğada bulunan çoğu plastik madde buna güzel örneklerdendir. Bu tür kirlilikleri kolayca görebiliyor olsak da doğal olduğunu düşündüğümüz ama aslında doğayı çok kötü etkileyen başka kirlilik türleri de vardır.

Suni gübre bitkilerin büyümesini artırmak için üretilir. Geçen yüzyılın başlarında bulunan bir yöntemle havadaki azot gazını bitkileri besleyecek bir şekle döndürmeyi başardık. Bu yöntem ürettiğimiz tarım ürününün fiyatı ve faydasıyla kıyaslandığında oldukça ucuza mal olduğu için uzun süredir tarımda aşırı gübre kullanımına yol açtı. Şu anda dünyanın çoğu yerinde çiftçiler gerektiği kadar değil güçleri yettiği kadar gübre kullanmayı seçtiklerinden kullanılan aşırı gübre de önemli bir çevre kirliliğine yol açar.

İklim değişikliği, tarım ve gıda üretimi de dahil olmak üzere çevre üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Artan sıcaklıklar, mahsul verimini etkileyebilecek yağış sistemlerinde değişikliklere yol açabilir. Daha yüksek sıcaklıklar ayrıca mahsul verimini daha da azaltabilen yabani otların, zararlıların ve hastalıkların büyümesini artırır. Ek olarak, kuraklık ve sel gibi aşırı hava olayları da ekinlere zarar verebilir ve gıda kıtlığına yol açabilir. Bundan dolayı çiftçiler ürünlerini korumak için her gün biraz daha artan şekilde suni gübre ve ilaç kullanımına yönelmişlerdir. Bu da ürün fiyatlarını artırmanın ötesinde ciddi bir çevre kirliliğine de yol açar.

Suni gübre üretimi ve kullanımı iki farklı nedenle iklim değişikliğine ve çevre kirliliğine yol açar. Öncelikle havadaki azotu alıp toprağa faydalı hale getirmek oldukça enerji yoğun bir işlemdir. Bu işlem sırasında da bolca kömür ve doğal gaz kullanılır. Bu kullanım sonunda da atmosfere salınan karbondioksit gazı iklim değişikliğine neden olur. Kısaca, ne kadar çok gübre üretirsek, o kadar fazla iklim değişikliğine neden oluruz. Bu gübre üretimini kısalım anlamına gelmek zorunda değildir. Sadece şu anda ihtiyacımız olanın hayli üzerinde gübre üretip bu gübreyi oldukça yanlış kullanıyoruz. Yanlış zamanda, yanlış toprakta ve aşırı kullanılan gübre ise yağan yağmurla akıp göllere ve denizlere ulaşıyor. Karada fotosentez yapan bitkiler için gübre ne kadar güzel bir besinse deniz ve göllerde bulunan planktonlar için de aynı şekilde güzel bir besin oluyor. Bunun sonuçlarını geçtiğimiz yazın başında Marmara Denizi’ni kaplayan müsilaj ile gayet açıklıkla öğrendik.

Dolayısıyla, aşırı gübre üretimi de aşırı gübre kullanımı da iklim ve çevre kirliliği açısından önemli sorunlardır. Bu iki sorunu ayrı biçimde değerlendirerek onlara ortak bir çözüm bulmamız gereklidir. Öncelikle gübrenin yanlış kullanımı bir bilinçlendirme sorunudur. Çiftçiyi gübre ile kendi başına bıraktığınızda mucizevi biçimde doğru çözümleri bulmasını beklemeniz doğru değildir. Doğru gübre kullanımının ne derece kıymetli olduğunu algılayarak çiftçiye bu bağlamda maddi ve manevi desteği vermemiz gerekir. Çiftçiyi tarım marketlerle başbaşa bıraktığımızda toprak yapısından ve kullanım özelliklerinden bağımsız bir suni gübre kullanımı ile karşılaşmamız şaşırtıcı değildir. Özellikle ülkemiz gibi iklim krizinden tarımsal bağlamda son derece kötü etkilenmesi beklenen bir bölgede tarım birinci önceliğimiz olmak zorundadır. Bu nedenle de ziraatçılık yapılacak sıradan işlerden bir olmaktan çıkarılıp aranan bir meslek haline getirilmelidir.

Ne yazık ki son senelerde suni gübre üretimi de enerji kaynaklarının ve özellikle de doğal gazın bolca bulunduğu ülkelere kaymaktadır. Rusya ve Ukrayna arasındaki kriz önemli tahıl üretiminin sekteye uğramasının ötesinde suni gübre üretiminin de etkilenmesine sebep olmuştur. Bu tür krizlerin geleceğin dünyasında sıkça görüleceğinin bilincinde olarak her ülke kendi tarım üretimini garanti altına almaya çalışmalıdır. Bu çaba gıda güvenliği için gerekli besinlerin üretilmesinin ötesinde gübre gibi gerekli tarım girdilerinin sağlanmasını da kapsamalıdır.

Gübre üretim sistemleri bugün için neredeyse tamamen doğal gaz ve kömür kullanımına dayanmaktadır. Kendi kömür kaynaklarımız ülke ihtiyacının ancak yarısını karşıladığından ithalata yönelmek zorundayız. Ayrıca doğal gazın neredeyse tamamını da ithal etmek mecburiyetindeyiz. Dolayısıyla küresel bir enerji krizinde diğer unsurların ötesinde gübre üretimimiz de sekteye uğrayacaktır. Buraya Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı çerçevesinde gübre üretiminin de mercek altındaki sektörlerden biri olduğunu eklemekte fayda var. Bu konuların tümünü birleştirdiğimizde suni gübre üretimi için yeni bir yöntem geliştirmemiz gerektiği açıktır.

Gübrenin ana maddesi olan azot serbestçe havadan elde edilebilir, ancak bu işlem için bolca enerji gereklidir. Kendi öz kaynağımız olan rüzgar ve güneşe dayalı olarak yapılacak gübre üretimi bizim için zor günlerde bir kurtarıcı olabilir. Ayrıca bütünsel tarım uygulamaları içinde hayvan gübresi kullanımı ve hatta bu hayvan gübresinden daha faydalı bir gübre üretilerek bunun da hayvan yemi üretiminde kullanılması döngüsel bir üretim sistemi kurulmasına da yardımcı olabilir. Bu hususların tümünü acilen araştırıp, deneyip, öğrenip kullanmaya başlamamız gerekiyor. İklim krizinin ülkemizi bir çöl haline çevireceği noktayı bekleme lüksümüz kalmadı artık.