22 Mayıs 2013 Çarşamba

İklim felaketlerinin sebebi iklim değişikliğidir

Orijinal yayın: 22.05.2013 T24 İnternet Gazetesi
Dün öğleden sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin Oklahoma Eyaleti’nin başkenti olan Oklahoma City büyük bir hortumun hedefi oldu. 3 km çapında ve rüzgâr hızı saatte 340 km olan bu hortum, 40 dakika boyunca takip ettiği 40 km uzunluğundaki çizgi üzerinde ne varsa yok etti. Bu yazı hazırlandığı sırada ölü sayısı 91 olarak verilmekteydi. Bu sayıya hortumun yok ettiği iki ilkokulda ölen 20 tane çocuk da dahildi. Bu çocukların bir kısmının hortumdan kaçmak için indikleri bodruma sel suyunun dolması neticesinde boğuldukları söyleniyor. Daha sonra resmi açıklamalar ölü sayısının çok daha düşük olduğunu duyurdu, ancak bu gene de yaşanan durumun ağırlığını fazla azaltmadı.
Ülkemizde ise geçtiğimiz hafta çeşitli ufak hortumlarda ölü sayısı dördü buldu. Her ne kadar Amerika’nın yaşadığı büyük felaketle kıyaslanmayacak olsa da ülkemizde de bu felaketlerin sayısı her geçen gün artmakta. Unutmayalım, biz hortumların insanları öldürmesinin her sene görüldüğü bir ülkede yaşamıyorduk, en azından şimdiye kadar.
Biz bu felaket haberlerini duyduğumuzda, doğa olaylarını düşünerek şaşırsak da; bilim insanları açısından sayıları artmakta olan bu felaketlerle iklim değişikliği arasındaki ilişki kuşku duyulmaz bir seviyeye çıkmış durumda. Kısacası; bilim, biz iklimi değiştirdikçe iklim değişikliğinin sebep olduğu bu felaketlerin hem şiddetinin hem de sayısının artacağını açıkça söylüyor.
Peki biz ne yapıyoruz?
1958 yılından bu yana Hawaii'deki bir dağın tepesinde bulunan Mauna Loa gözlemevinde düzenli olarak atmosferdeki karbondioksit miktarı ölçülüyor. İlk ölçüldüğünde milyonda 315 olan karbondioksit miktarı bu ay ilk defa bir psikolojik sınır olan milyonda 400 seviyesini aştı. Yani, biz her geçen gün gerek üretim araçlarıyla, gerek kullandığımız arabalarla, gerekse de yaktığımız doğal gaz ve kömürle daha fazla karbondioksidi atmosfere saçıyoruz ve bu artan karbondioksit miktarı iklim felaketlerinin artmasına yol açıyor. Konu bu kadar basit. Son dört milyon yılda dünyanın yaşamış olduğu en sıcak dönemlerde bile atmosferdeki karbondioksit miktarı milyonda 300'ü geçmemişti, bugün milyonda 400'ü geçtik. Artık insanın doğayı kolayca değiştirebildiği bir çağda yaşıyoruz. Ne doğa düzeni bozulamayacak kadar kuvvetli, ne de bizler bu düzen bozulduğunda tamir edebilecek kadar akıllıyız. Bu gerçeği içimize sindirerek yaşamamızın vakti geldi artık.
Dün BM Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli başkanı Dr. Pachauri Boğaziçi Üniversitesi'nin kuruluşunun 150. yılını kutlama etkinlikleri kapsamında Boğaziçi Üniversitesi’nde bir seminer verdi. İklim konusunda dünyanın en yetkili kişilerinin başında gelen Dr. Pachauri'nin seminerin kapanışında Hintli lider Mahatma Gandi'den yaptığı alıntı durumumuzu gayet güzel anlatıyor:
“Yanlış yönde gidiyorsanız ne hızla gittiğinizin bir önemi yoktur.”
Bizler dünyamızı çocuklarımız için daha güzel bir yer yapmaya uğraşmak yerine gelişme ve kalkınma adı altında doğayı felakete sürüklüyoruz. Bu yol yanlıştır. Fakat; her gün bu yanlış yolda ne hızla ilerlediğimizle övünüyoruz. Artık yeter!

1 Mayıs 2013 Çarşamba

İklim Değişikliği, Hava Kirliliği ve Ozon Tabakası

İklim değişikliği atmosferde normalde de bulunan karbondioksit gibi sera gazlarının miktarının insan etkisi ile artmasının, iklimin dengesini bozmasına verdiğimiz isimdir. Milyonlarca yıldır dünyanın iklimi, insanlığın geliştiği ılıman dönem ve filmlerden bildiğimiz buzul çağları arasında gidip gelmiştir. Bunun sebebi dünyanın güneş etrafındaki hareketidir. Ilıman dönemlerde karbondioksit miktarı milyonda 280 moleküle (280 ppm) çıkmış, buzul çağlarında ise milyonda 180 moleküle (180 ppm) inmiştir. 180 ppm ile 280 ppm arasındaki bu salınım doğaldır. Ancak; bugün, insanlık yeraltında bulduğu tüm kömür, petrol ve doğal gazı yaktığı için bu sayı 394 ppm'e çıkmış ve her sene de 2-3 ppm artmaktadır. Bu, dünyanın milyonlarca yıldır yaşamadığı anormal bir sıcaklık artışına sebep olmaktadır ve olmaya da uzun süre devam edecektir. 

Hava kirliliği de insanların ve fabrikaların atmosfere saldığı gazlar ve parçacıklardan oluşmaktadır. Burada ana suçlulardan biri gene karbondioksittir(;) ancak iklim değişikliğinin baş suçlusu karbondioksit olsa da hava kirliliğinin suçluları arasında karbondioksit küçük bir yer kaplar. Asit yağmuru diye bildiğimiz temel hava kirliliği olayını yaratan parçacıklar kükürt bileşikleridir ve bu bileşiklerin iklim değişikliği ile alakaları yoktur. Kükürt bileşikleri de karbondioksit gibi özellikle termik santrallerin bacalarından salınırlar ama karbondioksidin aksine bunların bacalardan salınmasını engellemek daha kolaydır. 1970'lerin ortasından itibaren yapılan çalışmalarla atmosferdeki kükürt bileşiklerinin miktarı çok azalmıştır.

İklim değişikliği söz konusu olduğunda ise bu kükürt bileşikleri birim dostumuzdur; çünkü onlar gelen güneş ışığını geri yansıtarak dünyanın fazla ısınmasını engellerler. Bu da 1970'lerden beri hava kirliliğini azaltmaya yönelik yaptığımız çalışmaların aslında iklim değişikliğini arttırıcı yönde bir etki gösterdiği anlamına gelir. Gene de şunu unutmamak lazım, iklim değişikliğinin de hava kirliliğinin de temeli bizim yaktığımız kömür, petrol ve doğalgazdır. Bunları yakmayacak olsak ne hava kirliliği kalır ne de iklim değişikliği.

Ozon tabakasının delinmesinin ne iklim değişikliğiyle ne de hava kirliliği ile alakası vardır. Ozon tabakası yerden 50 km yukarıda bulunur ve bizi güneşin zararlı mor ötesi ışınlarından korur. Bu tabakanın zarar görmesi özellikle cilt kanseri vakalarının artmasına neden olur. Doğal şartlar altında bu tabakanın zarar görmesine imkan yoktur; ancak, tamamen insan yapısı olan bir molekül (CFC) ozona büyük zarar verir. Bu zarar da 1970'lerin ortalarında fark edildiğinden, 1987 yılından itibaren ozona zarar veren bu moleküllerin üretilmesi ve kullanımı tüm dünyada yasaklanmıştır. Ozon tabakası da kendi haline bırakıldığında kendisini tamir etmeye başlamıştır. CFC molekülleri aynı zamanda kuvvetli bir sera gazı olduklarından bunların üretiminin yasaklanması iklim değişikliğinin engellenmesi yolundaki çabalara katkıda bulunmuştur.

Görüldüğü gibi hava kirliliği ve ozon tabakasının delinmesinin iklim değişikliği ile ilgileri vardır, ancak bu ilgi genelde düşünüldüğünden çok daha zayıf bir ilişki olduğundan bu üç konuyu birbirinden ayrı olarak ele almakta fayda vardır.