25 Aralık 2013 Çarşamba

İklim açısından 2013 değerlendirmesi

Eminim bunu ilk olarak benden duymuyorsunuz: Bu yıl da dünyanın iklim dengesi bozulmaya devam etti ve yakın gelecekte de bir düzelme olacak gibi durmuyor. Bu yılın sonunda ana başlıklarla bir değerlendirme yapacak olursak:
·      Ölçüm yapılan tarihte, ilk defa atmosferdeki karbondioksit seviyesi milyonda 400 parçacığı (400 ppm) aştı. Dünyada günlük insan etkilerinden en uzak noktalardan birinde, Hawaii'deki bir volkanın tepesinde yer alan Mauna Loa gözlemevinde 1958 yılından bu yana her gün atmosferdeki karbondioksit seviyesi ölçülüyor. 1958 yılında 315ppm olan karbondioksit seviyesi bu yıl Mayıs ayında milyonda 400 parçacığı ilk defa aştı. Atmosferde bu kadar karbondioksit en son bundan 15 milyon yıl önce vardı ve o zamanlar dünyanın ortalama sıcaklığı şimdikinden 4 derece daha fazlaydı, deniz seviyesi ise şimdikinden 30 metre daha yüksekti. Bir de bu karbondioksit miktarının yıldan yıla artıp azaldığı düşünülmesin, atmosferdeki karbondioksit her yıl 2-3 ppm artıyor, hiç durmadan.
·      İklim değişikliğinin bilimsel bulgularının yorumlanması konusunda dünyadaki en yetkin kuruluş Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’dir. IPCC her 6-7 yılda bir iklim değişikliği konusunda eldeki bilimsel verilerle ilgili ayrıntılı raporlar yayınlar. Bu yılın Eylül ayında yayınlanan rapor, iklim değişikliğine insanların neden olduğunu neredeyse kesin bir biçimde ortaya koydu. Ayrıca, bu rapora göre yaşadığımız son otuz yıl ortalama sıcaklıkları bilebildiğimiz son 1400 yıl içerisindeki en sıcak dönem oldu. Yaşadığımız her on yıl, bir önceki on yıldan daha sıcak olacak. Ülkemiz 2100 yılında bugünkünden 4 derece daha sıcak olacak.
·      Bu sıcaklık artışı bizim kadar doğadaki canlılar açısından da ciddi tehlikeler içeriyor. IPCC raporu dünyanın 3.50C ısınması halinde dünyadaki canlı türlerinin %40 ila %70'inin yok olma tehdidi ile karşı karşıya olduğunu söylüyor. Normalde kışın soğukta larvaları ölen çam zararlıları sıcaklıkların artması ile birlikte yayılmalarını sürdürüyorlar. Her geçen sene kuzey ormanları bu zararlıların istilasına uğruyor, 2013 de bir istisna olmadı. Atmosferdeki karbondioksidin denizde çözünmesiyle denizler daha asidik olduğu için okyanuslardaki canlı dengesi de daha da bozuldu. Akdeniz'de yosun ve denizanası miktarı diğer canlıların varlığını tehdit edecek boyuta ulaştı. Amazon'da orman alanlarının kaybı bir yıl önceye oranla %28 arttı. Aşırı avlanmadan dolayı bir yandan balık miktarı ciddi biçimde azalırken diğer yandan buna bağlı olarak balık fiyatlarında artış görüldü.
·      Kasım 2013, tarihte (ölçülen) en sıcak Kasım ayı oldu. Şubat ayında Avustralya yazı yaşarken sıcaklıklar 54 dereceyi buldu, 2013 yazında Şanghay'da sıcaklıklar dört gün üst üste bir önceki sıcaklık rekorundan daha yüksekti. Dünyanın her köşesinden sıcaklık rekorları bildirildi. Bu rekor sıcaklıklarla birlikte Kuzey Yarım Kürede ABD'de, Güney Yarım Kürede ise Avustralya'da geniş alanlarda orman yangınları görüldü. Normalde çalı yangınlarının çok yadırganmadığı Avustralya'da yangın sezonu tam bir ay erken başladı.
·      Etkileri bize ulaşmasa da ABD'nin batı bölgelerindeki kuraklık on üçüncü senesini de doldurdu. San Fransisco ve Los Angeles gibi şehirler artık ciddi su sıkıntısı çeken bölgeler halini aldı. Ülkemizde ise İstanbul son beş yılın en kurak senesini geçirdi. Aralık ayı sonu itibariyle İstanbul'u besleyen barajlardaki doluluk oranı %37 civarına indi. 2009 yılında bu oran %92 idi. Bu bize gelecek yaz nasıl kesintiler olacağını anlatmaya yeter sanırım.
·      Doğal gazın ülkemize girmesiyle azalan hava kirliliği, bol bol dağıtılan kömürle birlikte özellikle kış aylarında önemli oranda arttı. Ancak Çin bu alanda birinciliği kimseye kaptırmadı. Enerji üretimi büyük miktarda kömür tüketimine dayanan Çin'deki büyük şehirlerde hava kirliliği, Dünya Sağlık Örgütü'nün “zehirli” olarak kabul ettiği oranın bile üç kat üstüne çıktı.
Ancak tüm bunların ötesinde bizi endişelendirmesi gereken ana konu genelde insanların özelde ise politikacıların tutumları oldu. Ülkemiz gündemi bir hayli yoğun olduğu ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın çevreden başka ilgilenmesi gereken epey konu olduğundan ülkemiz, üzerinde fazla kafa yormadan iklimi ve çevreyi kirletmeye devam etti. Dünyada ise farklı bir oyun oynanıyor. Kyoto Protokolü'ne taraf olan Kanada, bu protokol yükümlülüklerini yerine getirmeyeceğini açıklamakla kalmadı, aynı zamanda Alberta'da bulunan katran kumullarından petrol üreterek zaten kirli olan petrolün de en kirli üretim metodunu uygulamış oldu. Haziran ayında iklim değişikliği ile savaşacağını açıklayan Amerikan Başkanı Obama bu konuda yeterli adımları atmayı bir kenara bırakın “fracking” denen kayaları parçalayarak içindeki doğal gazı çıkartma yöntemlerine kapıyı ardına kadar açtı. Senenin son ayında da bununla da kalmayarak Kanadalıların katran kumullarından elde ettiği petrolü Amerika'ya taşıyacak olan petrol boru hattının yapımına, tüm çevre örgütlerinin karşı çıkmasına rağmen onay verdi.
Her yaz gittikçe artan çalı yangınları ile boğuşan Avustralya yeni bir başbakan seçti, ancak bu başbakanın ilk eylemi İklim Komisyonu'nu kapatıp karbon vergisini kaldırma çalışmalarına başlamak oldu. Depremden dolayı nükleer santrallerini kapatmak zorunda kalan Japonya ise artık karbon salımlarını azaltma konusuna önem vermeyeceğini açıkladı.
Politikacıların tüm bu duyarsızlıkları içerisinde dünya, iklim felaketleri ile savaştı bir yıl boyunca. Filipinleri vuran Haiyan Tayfunu'nun hemen ertesinde yapılan BM İklim Zirvesi ise iki haftalık görüşmelerin ardından bir kez daha, ciddi bir sonuca varılamadan kapandı. 2014 yılında iklim ve çevreye daha duyarlı bir dünyada yaşamayı ummaktan başka çözüm kalmadı artık.

1 Aralık 2013 Pazar

Son İklim Felaketi – Süper Tayfun Haiyan

Geçen ay Brüksel'deki Bölgesel İklim Değişikliği Konferansı'na katılan Munich Re İklim Riskleri Sorumlusu Ernst Rauch “İklim riskleri artık geçmiş meteorolojik verilerle belirlenemeyecek duruma geldi” demişti. Bu cümleyi Twitter'dan paylaştığımda Amerikalı bir iklim değişikliği inkarcısı “Ama bu sene son 40 yılın en sakin kasırga sezonunu geçiriyoruz, siz ne dediğinizi bilmiyorsunuz” diyerek üzerime saldırmıştı. Daha bu cümlelerin üzerinden bir hafta geçmeden Pasifik Okyanusu'nda karaya ulaşan şimdiye kadarki en kötü tayfun Filipinler’i vurdu. Dolayısıyla ısrarla “küresel ısınma” yerine “küresel iklim değişikliği” demeye çalışmamızın arkasındaki ana neden de bu: Atlantik Okyanusu son yıllardaki en sakin kasırga sezonunu geçirirken Pasifik Okyanusu tarihindeki en kötü tayfunla boğuşuyor olabilir. Ama genele baktığımız gördüğümüz manzara bize iklimle ilgili felaketlerin tüm dünyada artmakta olduğunu söylüyor.

Yanlış anlamaya sebep olmamak için konumuzu anlatmaya en temelden başlamakta fayda var. Bizim konuşma dilimizde serbestçe kullandığımız kelimelerin meteoroloji açısından çok farklı anlamları olabiliyor. Bunları baştan tanımlamamız gerekirse, hortum, kasırga, tayfun ve siklon birer fırtınadır; ancak büyüklük açısından hortum kasırga, tayfun ve siklondan ayrılır. Genelde ülkemizde güney sahillerinde gördüğümüz, büyüklüğü 20-100 m arasında olan yerden buluta doğru uzanan, huni şeklinde ve hızla dönen fırtınaya hortum deriz. Kasırga, tayfun ve siklon da aynı hortum gibi dönen fırtınalardır, ancak bunların büyüklüğü yüzler hatta binlerce kilometre ile ifade edilir. Mesela geçen sene ABD'nin doğu sahilini etkileyen Sandy Kasırgası'nın büyüklüğü 1800 km idi. Ayrıca, bir fırtınaya kasırga diyebilmemiz için rüzgar hızının saatte en az 119 km olması lazım gelir. Rüzgar hızını da daha iyi tarif etmemiz gerekir. Burada söz edilen, arada bir esen ve ortalığı dağıtıp sonra sakinleşen bir rüzgar değildir; bir fırtınanın kasırga olarak nitelendirilebilmesi için rüzgarın 10 dakika boyunca saatte en az 119 km hızla esmesi gerekir. Kasırga, tayfun ve siklon bu tanıma uyan fırtınalardır. Ancak bu fırtınalar Atlantik veya Pasifik Okyanusu'nda Amerika Kıtası çevresinde görülürse kasırga, Pasifik Okyanusu'nun batısında, yani Asya kıyısında görülürse tayfun, Avustralya'nın batısında ve Hint Okyanusu'nda görülürse siklon adını alır, ama sonuçta fiziksel olarak üçü de aynı tür fırtınadır.

Bu fırtınalar sadece okyanuslar üzerinde oluşurlar ve oluşmaları için okyanusun yüzey sıcaklığının en az 28oC olması gerekir. Oluştuktan sonra da okyanus yüzeyindeki nemli ve sıcak hava ile beslenirler. Okyanus yüzeyi ne derece sıcak olursa oluşan fırtına da o denli güçlü olur. Fırtına ne denli güçlü ise yolunun üzerine çıkacak kara parçalarına vereceği zarar da o denli büyük olur. Dünya'da okyanus yüzeyinin en sıcak olduğu bölge Endonezya ve Filipinler çevresidir. Dolayısıyla da dünyanın şiddetli fırtınalardan en fazla etkilenen bölgelerinin başında da Filipinler gelir.

Birleşik Tayfun Uyarı Merkezi (JTWC) 2 Kasım'da Mikronezya Adaları'nın doğusunda bir alçak basınç sisteminin oluşmakta olduğunu bildirdi (Tüm büyük fırtınalar bu tür alçak basınç sistemlerinin dönerek güçlenmesi ile oluşur). 5 Kasımda Japon Meteoroloji Ajansı (JMA) tarafından batıya doğru ilerlemekte olan bu alçak basınç sistemi tayfun kategorisine yükseltildi (Yani sürekli rüzgar hızının saatte 119 km'yi aştığı belirlendi) ve Haiyan adı verildi (Çince'de bir tür deniz kuşu). 6 Kasım'da bizim fazla haberimiz olmasa da Haiyan Mikronezya'nın Kayangel Adası üzerinden geçti. Tayfunun deniz seviyesinde meydana getirdiği yükselmeden dolayı Kayangel Adası'nın tamamı denizin altında kaldı, adadaki tüm binalar yok oldu ve tüm yaşayanlar tahliye edilmek zorunda kaldı.

Haiyan 7 Kasım'da Filipinler'in Samar Adası'nda kıyıya ulaştığında 10 dakikalık sürekli rüzgarın hızı saatte 245 km, bir dakikalık sürekli rüzgarın hızı da saatte 315 km olarak ölçülmekteydi. Bunu şöyle anlamamız gerekiyor: Arada aşırı sert estiğinde saatte 315 km hıza ulaşıyor, sakinleştiği zamansa hızı saatte 245 km’dir. Saatte 245 km hızla esen bir rüzgar hiçbir çatıda kiremit bırakmaz. Siz isterseniz o çatıdan kopan kiremidin saatte 245 km hızla size doğru geldiğini bir hayal edin. Samar Adası'nın doğu kıyısındaki insanlar da bunu hayal etmek istemedikleri için sığınaklara doluştular. Kıyıdaki Tacloban kenti 220.000 nüfuslu ve tamamı deniz kıyısında bir şehir. Haiyan şehri güneyinden geçerken deniz seviyesinde neden olduğu yükselme neredeyse 5 metreyi bulduğu için şehrin tamamı 2004 depremi ardından yaşanan tsunamide olduğu gibi dev dalgaların altında kaldı. Hem de bu sefer gelen sadece bir deprem dalgası değil saatlerce süren bir fırtınaydı. Haiyan bölgeyi terk ettiğinde sadece Tacloban şehrindeki ölü sayısı 10.000'i aşıyordu, bunun önemli bir kısmı da sığınaklarda boğularak ölen insanlardan oluşuyor. Bölgenin bu önemli şehrinin ana havaalanı da enkaz haline geldiği için bölgeye yardım ulaştırmakta güçlük çekiliyor. Bölgede ölüler toplanamadığı için can kaybının ne kadar olduğu tam olarak bilinmese de ölü sayısının 20.000'e yakın olabileceği söyleniyor.

Peki böylesi önemli bir hasar nasıl oluştu? İklimi sona bırakacak olursak, Endonezya ve Filipinler dünyanın en fakir ülkelerinden. Dolayısıyla da Haiyan gibi bir süper tayfunu ya da 2004 Sumatra depremini haber alsalar bile buna karşı önlem alabilecek kapasiteden yoksunlar. Tacloban'daki ölülerin çoğunun tayfuna karşı kurulan derme çatma sığınaklarda olduğunu söylemekte fayda var.

Filipinler volkanik adalar ve atoller topluluğu olduğu için nüfusun büyük çoğunluğu deniz kıyısında yaşıyor, bu da tayfun sırasında yükselen denizin büyük hasar vermesine yol açıyor. Fakirlikle birlikte tepelerdeki ormanlar da kesildiği için dağlara yağan yağmur çamur olup kıyılara akıyor, bu da fırtınanın etkisini arttıran etkenlerden biri oluyor.

Ama bunların yanında unutmamamız gereken en önemli nokta, geçtiğimiz 13 ay içerisinde dünyamızın, hem çapı en büyük kasırgayı hem de rüzgar hızı en yüksek tayfunu gördüğü ve bunların hiçbirinin tesadüf olmadığıdır. Kesin olarak söyleyebileceğimiz bir bilimsel gerçeklik var: Fırtınalar, hortumlar, şiddetli yağışlar gibi hava olaylarının oluşması için enerji gereklidir. Atmosfer için bu enerji ısı enerjisidir. Yani atmosfer ne derece ısınırsa o derece fazla enerjiye sahip olur, bu da oluşacak hava olaylarının daha şiddetlenmesi anlamına gelir. Atmosfer ısındıkça kasırgalar daha büyüyecek, tayfunlar daha şiddetlenecek, hortumlar daha önce görülmedikleri yerlerde de görülmeye başlanacak, kuraklıkların ardından gelen sel felaketlerini daha sık duymaya başlayacağız. Bunların hepsinin ardında aynı gerçek yatıyor. Biz atmosfere başta karbondioksit olmak üzere sera gazlarını salıyoruz, bu sera gazları atmosferin ısınmasına sebep oluyor, ısınan atmosfer de şiddetli hava olaylarını arttırıyor. Bu felaketlerin ilerde yaşamımıza daha fazla girmemesi için yapmamız gereken şey insanlık olarak acilen sera gazı salımlarımızı azaltmaktır.