4 Şubat 2023 Cumartesi

Yeşil Badana ve Ötesi

“Yeşil Badana” kavramını çoğumuz algılamaya başladık. “Yeşil badana”, halkı bir kuruluşun ürünlerinin, amaçlarının ve politikalarının çevre dostu olduğuna ikna etmek için yeşil halkla ilişkiler ve yeşil pazarlamanın aldatıcı bir şekilde kullanıldığı bir reklam veya pazarlama şeklidir. Yeşil aklama iletişim stratejilerini kasıtlı olarak benimseyen şirketler, bunu genellikle kendilerinin veya tedarikçilerinin çevresel kusurlarından uzaklaştırmak için yaparlar. Ama artık şirketlerin her yaptıklarına “yeşil badana” demenin yeterli olmadığı bir döneme giriyoruz. Bu yeni dönemde “yeşil badananın” çeşitleri de ortaya çıkmaya başlıyor. Ben bunları kendimce tercüme etmeye çabaladım, daha akıllıca önerilere her zaman açığım.

“Yeşil Kalabalıklaşma - Greencrowding”: Çevre ya da iklimle ilgili sorunlar ortaya döküldüğünde, çoğu şirket halkla ilişkiler çabasının bir parçası olarak ne denli uyumlu ve çevreci olduklarını göstermek isterler. Kurulan gruplara dahil olurlar, yakın gelecekte neler yapacaklarını duyururlar. Ama asıl amaç diğerlerinden ayrı düşmemektir. Detaylı bakıldığında bu şirketlerin niyeti hızla harekete geçmek değildir. Diğer tüm rakipleri bu yolda adım attıktan sonra mecburen adım atmak zorunda kalırlar ve kağıt üzerinde onlar da çevreci hedeflere uygun davranan bir kalabalığın parçasıdırlar.

“Yeşil Işıklandırma - Greenlighting”: Özellikle değişik alanlarda ve değişik biçimlerde üretim yapan şirketler, kötü oldukları alanları gözden saklamak için çevre açısından en iyi oldukları alanı öne çıkartır ve halkla ilişkiler bağlamında sürekli olarak en iyi oldukları noktayı önde tutarlar. Milyonlarca ton çevreye zararlı kimyasal üreten bir firmanın doğada kendiliğinden çözünen ama tüm cirosunun binde birini bile oluşturmayan bir kimyasal çözümü en önde tuttuğunu çoğumuz görürüz. Şirkete aşina olmayanlar ise şirketi sadece reklamlarında gördükleri bir iyi örnekle tanırlar. Özellikle yaşam döngüsü analizi sonunda 18 kalemin 17’sinde kötü çıkan bir ürünün iyi çıktığı sadece bir yanının halkla ilişkiler tarafından kullanıldığını sıkça görüyoruz. Yalan değil, o yönden iyiler ama ya geri kalan kısımlarda?

“Yeşil Kaydırma - Greenshifting”: Bunu petrol şirketlerinin yaptıklarından biliyoruz. Artık çoğunun web sitelerinde “kişisel karbon ayakizi” hesaplama araçları var. Doğru ya, asıl suçlu onlar değil, onların ürünlerini kullanan bizleriz. İşte bu, sorumluluğu üstlerinden atmak için suçu kendilerinden bize doğru çaktırmadan kaydırmaktır. Kötü şeyler satan her satıcı bu beceriyi inanılmaz biçimde geliştirmiştir. Siz hiç sattığı silahların insanları öldürmesinden sorumluluk hissettiğini söyleyen bir silah satıcısı tanıdınız mı?

“Yeşil Etiketleme - Greenlabeling”: Aslında bu oldukça kolay bir badana türü. Ürettikleri ürünün çevreye veya sağlığa saygılı bir tarafı yok ya da yukarıda da dediğim gibi, tüm ölçüm metriklerine baktığımızda hiç de çevreci değil ama birkaç metriğe bakarak ürünün “çevreye saygılı” olduğunu iddia edebiliyorlar. Ne yazık ki, özellikle de en altta yazılan küçük yazıları çoğumuz okumadığımızdan kolayca aldanabiliyoruz. En altta yazılan küçük yazıları şeytan çok severmiş.

“Yeşil Karıştırma - Greenrinsing”: Bu takibi en zor konulardan biri. Şirket çevresel konularda bir hedef koyuyor, diyelim 2025’e kadar tüm ambalaj malzemelerinde %25 azaltıma gideceğini söylüyor. Sonra 2024’te bu hedefini ilerleterek 2030’da tüm ambalaj malzemelerinde %30 azaltıma gideceğini açıklıyor. Yalnız 2025’teki hedefi tutturup tutturmadığı da arada kaynıyor. Siz eğer şirketin çevresel raporlarını sürekli takip etmiyorsanız 2025’te %25’ten 2030’da %30’a çıkmasını güzel bir şey olarak algılıyorsunuz ama 2029’da bir açıklama daha geliyor: “2035’te %35 daha az ambalaj malzemesi kullanacağız.”

“Yeşil Susma - Greenhushing”: Kalın sürdürülebilirlik raporlarının bir yerinde şirketin çevresel sorunlarını gidermek için neler yaptıklarını ve ne tür değişiklikler planladıklarını söylüyorlar ama bir kez daha bunu küçük puntolarla yazıyorlar. Bu raporun lansmanında da bu konudan neredeyse hiç söz etmiyorlar. Resmi olarak biri soracak olursa kurallara uygun davrandıklarını söylüyorlar, ama bu bağlamda fazla ortada olmadıklarından kimsenin aklına o küçük puntolarla yazılanların ne derece doğru olduğunu ölçmek gelmiyor. Hatta bunu bazen “Yeşil Işıklandırma” ile birlikte kullanıp gerçekten iyi oldukları bir tek konuda bas bas bağırırken çok iyi olmadıkları konuları sadece fısıldayarak geçiştiriyorlar.

Tüm bunlara karşı ne yapabiliriz? Doğruları araştırmaktan vazgeçmemek tek çıkar yolumuz. Gördüğümüz hataları söylemek çoğu zaman kendimiz için kötü sonuçlar doğuruyor olsa da susunca da gönül razı gelmiyor.

1 Şubat 2023 Çarşamba

Kayıp ve Zarar Konusu

Gelişmiş ülkelerin gelişebilmiş olmalarının ardında uzun uzadıya sayabileceğimiz sebepler var. Bu sebeplerden sadece bir tanesini öne çıkartıp diğerlerini göz ardı etmek pek de doğru bir yaklaşım olmaz. Benzer şekilde az gelişmiş ülkelerin durumunu da tek bir sebebe bağlamaya çalışmak çok sağlıklı değildir. Bu uzun sebepler listesinin en üstlerinde bir yerde coğrafi koşulların yer alması ise çoğumuza doğal gelecektir. Belirli bir iklim kuşağında yaşayan ülkelerin ekonomik gelişmişlik seviyesindeki üstünlük kolayca görülebilir. Coğrafya bir kader olabilir ama gelişmiş ülkeler bu kısmeti iyi değerlendirerek bu günlere ulaştılar.

Gelişmiş ülkelerin sadece bu coğrafi avantajı kullanarak bugünkü seviyeye ulaştıklarını düşünmek de çok doğru bir yaklaşım olmaz. Bir yandan yüzyıllar süren sömürü düzeni, diğer yandan da doğanın gözünün yaşına hiç bakmadan ekonomik büyümeye odaklanmak bizleri bugüne taşıdı. Dolayısıyla az gelişmiş ülkelerin tarafından baktığımızda gelişmiş ülkelerin onlara bu iki bağlamda borçları bulunuyor. Onlar geri kalmışlıklarını yüzyıllar boyu sömürülmüşlüklerine, bugün giderek artmakta olan iklim felaketlerini ise gelişmiş ülkelerin seneler boyu doğayı katletmiş olmalarına bağlıyorlar.

COP27 kapalı kapılar ardında yıllarca konuşulan bu konunun ortaya döküldüğü konferans oldu. Aslında oldukça politik bir tanımmış gibi görünen kayıp ve zararların karşılanması konusu sonunda yüzyılların hesaplaşmasına doğru evrildi ve bundan sonraki konferanslar için de Pandora’nın kutusunun kapağı açılmış oldu.

İklim krizi bazı coğrafyaları diğerlerine nazaran çok daha kötü etkiliyor ve bu etki artarak devam edecek. Bu değişimden oldukça kötü biçimde etkilenecek ülkelerin büyük çoğunluğu da az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler. Bu zararları azaltabilmek için iki farklı şekilde desteğe ihtiyaç bulunuyor.

İklim olaylarının büyük kısmı altyapı sorunları nedeniyle bu ülkelerde bir felaket haline dönüşüyor. Yani ulaştırma imkanları, sağlık hizmetleri ve haberleşmenin düzenli çalıştığı gelişmiş ülkelerde az can ve mal kaybıyla geçiştirilebilecek bir kasırga, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde önemli hasara yol açıyor. Bu ülkeleri alıp başka bir coğrafyaya taşımak mümkün olmadığından hasarın azaltılması için yapılması gereken ve en başta gelen şey altyapıyı düzenlemek. Yalnız bu ülkelerin ciddi kaynak sıkıntıları olduğundan, yani kısaca, karınlarını ancak doyurabildiklerinden, kendilerini büyük felaketlere karşı daha dirençli kılacak yapılara yatırım yapma imkanları bulunmuyor. Daha da ötesinde, bu yatırımı yapmak isteseler bile aldıkları krediyi geri ödemeleri oldukça güç olduğundan kaynak bulmaları da mümkün olmuyor. Böylece daha az kaynak daha kötü altyapı, daha kötü altyapı daha kötü ekonomi ve daha kötü ekonomi daha az kaynak sarmalından çıkmaları mümkün olmuyor. Elbette “bu ülkelerdeki politikacıların da problemde hiç mi sorumlulukları yok” türü argümanları da kısmen değerlendirmek mümkün ama en iyi politik şartlar altında bile bazı ülkelerde durumun düzelebilmesi kolay görünmüyor ve kötüleşen şartlar da politik düzenin kurulabilmesini daha da zorlaştırıyor.

İşte bu durum COP27 sırasında çok sayıda ülkenin “bizim size borcumuz yok, sizin bize borcunuz var, yüzyıllar boyu bizi sömürerek maddi imkanlara kavuştunuz, şimdi bu borcunuzu ödeme vaktidir” söylemi ardında birleşmesine neden oldu. Yani, az gelişmiş ülkeler, artık borç değil hibe istiyorlar. Bu hibeyi de yüzyıllarca birikmiş alacakları olarak görüyorlar.

Yalnız bunun ötesinde, bir kasırga ABD’yi vurduğunda bir tarafta sigorta ve reasürans şirketleri, diğer yanda da devlet araya girerek hızlıca yaraları sarıp zararları gideriyor. Az gelişmiş ülkelerin ise bu imkanları bulunmuyor. Dolayısıyla COP27 sırasında konuşulan resmi konu, zengin ülkelerin oluşturulacak kayıp ve zarar fonuna düzenli bir şekilde para yatırmaları ve az gelişmiş ülkelerdeki iklim zararlarını bu fondan karşılamaları şekline büründü. Ancak toplantının hemen başında ABD yetkilisi John Kerry “zararları karşılayacak bir para miktarı hiçbir hükümette bulunmuyor” diyerek asıl problemin büyüklüğünü ortaya koydu. Dolayısıyla COP27’de konuşulan konuların belki de en ilerici olanı Dünya Bankası ve IMF’nin yeni bir ekonomik sistem çevresinde yapılandırılması gereğiydi. Bugünkü ekonomik sistem içerisinde ve büyüme inadıyla ilerlediğimiz müddetçe bu hasarlar gittikçe artacak ve bir noktada gelişmiş ülkelerin ekonomilerini bile zorlamaya başlayacak. Bu nedenle de eğer iklim krizini hızla durduramıyorsak başımıza gelecek belalardan nasıl en az zararla kurtulabileceğimizi ve oluşan zararı da nasıl karşılayabileceğimizi düşünmeye başlamamız gerekiyor.

Tüm bu konuşmaların ardından önemli bir adım atılacak mı? Hayır. Parayı ellerinde tutanlar bu parayı vermek niyetinde değiller. Ancak fark etmedikleri iki önemli nokta var. Bunun ilki tamamen ekonomi ile ilgili, gelişmiş ülkeler gelişmişliklerini gelişmemiş ülkeleri sömürmelerine ve hatta başka bir biçimde sömürmeye devam etmelerine borçlular. Az gelişmiş ülkelerin sömürülme yetileri kalmayacak olursa gelişmiş ülkelerin de pozisyonlarını korumaları oldukça güç olacaktır. Ama bunun ötesinde yeryüzünün çeşitli bölgelerinde artık sayıları milyarları bulan umudunu kaybetmiş insan grupları oluşuyor. Umudunu kaybetmiş bu insan grupları çok önemli bir güvenlik zafiyeti oluşturur. Bunun etkilerini en kısa zamanda görmeye başlayacağız ve o etkiler ortaya döküldüğünde harekete geçmek için de çok geç olacak.


Küresel Riskler Raporu

Dünya Ekonomik Forumu'nun Küresel Riskler Raporu, iş dünyası için önemli bir kaynak olarak kabul edilen, geniş çapta tanınan ve saygı duyulan bir yayındır. Rapor yıllık olarak Davos’taki zirve öncesinde yayımlanır ve dünyanın dört bir yanından uzmanlar ve karar vericiler arasında yapılan bir ankete dayanır. Bu rapor her sene küresel istikrar ve büyüme üzerinde etkisi olması muhtemel başlıca ekonomik, çevresel ve jeopolitik risklere genel bir bakış sağlar. İş dünyası açısından, potansiyel risk ve fırsatları belirleme, yatırımlar ve operasyonlar hakkında stratejik kararlar alma konusunda işletmelere yardımcı olduğu için değerli bir araç olarak kabul edilmektedir.

Küresel Riskler Raporu, hem kısa vadeli (önümüzdeki iki sene) hem de uzun vadeli (önümüzdeki on sene) riskler dahil olmak üzere mevcut küresel risk ortamının kapsamlı bir analizini sunar. Finansal kriz, siber saldırılar gibi ekonomik riskler, jeopolitik gerilimler ve terörizm gibi siyasi riskler dahil olmak üzere çok çeşitli konuları kapsar. Ayrıca, doğal afetler ve iklim krizi gibi çevresel risklerin yanı sıra eşitsizlik ve toplumsal kutuplaşma gibi sosyal riskleri de ele alır. Rapor, işletmelerin bu risklerin olası sonuçlarını daha iyi anlamalarına ve bunları nasıl azaltacakları konusunda daha bilinçli kararlar almalarına yardımcı olabilecek, bu risklerin olasılığı ve potansiyel etkisi hakkında ayrıntılı bilgiler sağlar.

Raporun temel özelliklerinden biri, farklı riskler arasındaki bağlantıları ve bunların birbirlerini nasıl güçlendirebileceklerini belirleme yeteneğidir. Bu, işletmeler için özellikle önemlidir çünkü bir alandaki riskin diğer alanlardaki riskleri nasıl etkileyebileceğini anlamalarına yardımcı olur ve daha bilinçli kararlar almalarına olanak tanır. Örneğin, bir bölgedeki bir doğal afet, tedarik zincirlerini ve küresel ticareti bozabilir; bu da dünyanın bambaşka bir noktasında ekonomik istikrarsızlığa yol açabilir. Rapor, bu ara bağlantıların ayrıntılı bir analizini sunarak işletmelerin art arda gelen potansiyel riskleri belirlemesine ve bunları hafifletmek için adımlar atmasına yardımcı olabilir.

Rapor ayrıca, küresel risklerin yönetiminden doğabilecek potansiyel fırsatlara ilişkin içgörüler de sunmaktadır. Örneğin, rapor, işletmelerin yenilenebilir enerjiye ve enerji verimli teknolojilere yatırım yaparak düşük karbon ekonomisine geçişten yararlanma potansiyeline dikkat çeker.

Rapor ayrıca işletmeler, hükümetler ve sivil toplum kuruluşları dahil olmak üzere farklı paydaşlar arasındaki işbirliği ve işbirliğinin önemini vurgulamaktadır. Küresel riskleri ele almak için kolektif bir çabaya ihtiyaç duyulduğunu ve işletmelerin bu riskleri ele almada önemli bir rol oynayabileceğini öne sürüyor. Rapor, işbirliğinin önemini vurgulayarak, işletmeleri küresel riskleri ele almak ve daha sürdürülebilir bir gelecek yaratmak için birlikte ve diğer paydaşlarla birlikte çalışmaya teşvik ediyor. Bu, yenilenebilir enerjiye yatırım yapmak veya daha dayanıklı topluluklar oluşturmak gibi küresel risklere karşı dayanıklılık oluşturmaya yardımcı olabilecek altyapı ve hizmetlere yatırım yapmak için işletmeler ve hükümetler arasındaki ortaklıkları içerebilir.

Rapor ayrıca iş dünyasının küresel risklerine ilişkin değerli bir bakış açısı sağlıyor ve küresel ekonominin karşı karşıya olduğu temel sorunlar hakkında kamuoyunu ve politika yapıcıları bilgilendirmeye yardımcı oluyor. Küresel istikrar ve büyüme üzerinde etkisi olması muhtemel risklerin ve fırsatların ayrıntılı bir analizini sağlar ve bu, politika oluşturma konusunda bilgi sağlamaya ve riskleri azaltmaya ve fırsatlardan yararlanmaya yardımcı olabilecek düzenlemelerin ve yasaların geliştirilmesine rehberlik edebilir.

2023 Küresel Riskler Raporu’nda kısa vadeli risklerin en önemlisi olarak hayat pahalılığından doğan sorunlar görülüyor. Aşırı hava olayları ve Rusya-Ukrayna ile Çin-Tayvan krizi gibi sorunların artıracağı ekonomik çatışmalar en önemli diğer riskleri oluşturuyor.

Ancak orta-uzun vadeli risklere baktığımızda iklim krizinin önlenememesi, iklim krizine uyum sağlanamaması ve aşırı hava olaylarından kaynaklanan felaketler en üstte yer alıyor. Hatta önemli oranda iklim krizinin oluşturması beklenen kitlesel göçleri de hesaba katacak olursak biyoçeşitlilik kaybı ve doğal kaynakların azalması ilk altı riskin tümünün doğa ve sürdürülebilirlikle ilgili olduğunu bizlere gösteriyor.

Orta-uzun vadeli risklerin en önemlilerinin iklim, çevre ve doğal kaynak odaklı görülmesi iş dünyası açısından da ciddi biçimde ele alınması gereken bir konu. Bugün, özellikle ülkemizde öne çıkan sorunların küresel iş dünyası açısından fazla da önemli olmadığının algılanması da gelecek açısından oldukça önemlidir. Bugün finansman konusunda sorulan soruların ciddi bir bölümü iklim krizine neden olma ve bu krizden etkilenme ekseninde olmaktadır. Benzer şekilde küresel ihracat yapmak isteyen firmaların da bu konulara önem vermesinin yakın gelecekteki başarılarının anahtarı olabileceğini görmek zor değildir.

Ayrıca bu raporun ilk yayımlandığı 2007 yılında en baştaki risklerin içinde çevresel hiçbir unsurun bulunmamasına rağmen son senelerde başlıca riskleri iklim ve çevre sorunlarının oluşturmasının da dikkate değer olduğunu düşünüyorum. İklim krizi ve çevre sorunları devletlerin gündeminde çok yüksek sırada olmasalar da iş dünyası açısından bakıldığında bunların oluşturduğu tehditlerin ciddiyeti artık anlaşılmış durumdadır. Ancak elbette ciddiyetin anlaşılması bu konuda kararlı adımlar atılacağı anlamını taşımıyor. Bu raporun temelini oluşturan sorulara ülkemizde verilen cevaplara baktığımızda ilk üç sırayı enflasyon, işsizlik ve devletler arası çatışmaların oluşturduğunu görüyoruz. Bu da en azından ülkemizde küresel sorunlara ve gidişata bakışın güncel olaylar tarafından bastırıldığını gösteriyor. Bundan dolayı da AB Yeşil Mutabakatı gibi geçmişi otuz sene önceye dayanan konular bile ülkemizde ancak yumurta kapıya geldiğinde önem sırasında yükselebiliyor. 

Dünya Ekonomik Forumu'nun Küresel Riskler Raporu, küresel risk ortamının kapsamlı bir analizini sağladığı ve işletmelerin potansiyel riskleri ve fırsatları belirlemesine yardımcı olduğu için iş dünyası için önemli bir kaynaktır. Ancak bu raporun verdiği sinyalleri doğru okumak ve hızla harekete geçmek hepimiz için bir gerekliliktir çünkü artık bu raporlar çevreyi ön planda tutan aktivistlerle aynı dilden konuşuyorlar. Verdikleri mesaj basit; günlük olaylara bu kadar takılmayın, doğayı ve doğanın kaynaklarını korumazsanız düzgün bir geleceğe ulaşamazsınız.