14 Mart 2012 Çarşamba

Denizlerde Balık Kalmıyor Artık!

Orijinal yayın: 14.03.2012 T24 İnternet Gazetesi

Hatırlar mısınız? Eskiden balık yemeğe gittiğimizde “bu deniz balığı mı?” diye sormamıza gerek kalmazdı. Her geçen gün denizlerimizde tuttuğumuz balık miktarı azalıyor. Myers ve Worm'ün Nature'da yayınlanan çalışmasına göre şu anda denizlerde “bize kalan” endüstriyel balık miktarı endüstri öncesi dönemin sadece %10'u. Bugün dünyada 1 milyar kişinin ana besin maddesi denizden yakalanan balık ve kişi başına yakalanabilen balık miktarı hem balık sayısının azalması, hem de nüfus artışı ile birlikte her gün düşmekte.
 
Public Library of Science (PloS ONE) dergisinde geçtiğimiz hafta yayınlanan bir çalışmaya göre Akdeniz'in ticari avlanmaya karşı korumaya alınmamış bölgelerinde balık miktarı koruma altına alınanlara kıyasla on kat azalmış durumda. İtalya ve İspanya kıyılarındaki bu koruma bölgeleri balık kaynarken özellikle Türkiye ve Yunanistan kıyılarında balık neredeyse tükenmiş durumda.
 
Rize Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi'nde yapılan bir diğer araştırmanın ilk sonuçlarına göre, 161 balık türünün bulunduğu Karadeniz'in Türkiye kıyılarında 59 balık türünün neslinin tükendiği belirlendi. 10 yılı aşkın süredir yaptığı araştırmaları basınla paylaşan Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Semih Engin, balık türleri neslinin tükenmesine başta aşırı avcılık olmak üzere, kirlilik ve iklim değişikliğinin neden olduğunu söylemiş.
 
Özellikle içdenizlerdeki balık türleri aşırı avlanma ve kirlilikten en fazla etkilenen canlıların başında geliyor. İnsan nüfusu arttıkça avlanmanın artacağını biliyoruz. Bunun en son noktasının denizlerdeki tüm canlıları yok etmemiz olacağını bildiğimiz gibi. Ancak bizler doğayı ve atmosferi aynen kirletirken dünyanın kendi kendisini temizleyeceğini düşünürken sanıyorum denizdeki tüm balıkları da avlarken balıkların denizde kendiliklerinden oluşacağını sanıyoruz. 
 
Ama iklim değişikliğinin denizler üzerine iki temel kötü etkisi daha var ve bu iki etki biz avlayarak işe karışmasak da denizlerdeki çeşitliliği bir süre sonra sona erdirecek.
 
Bu etkilerin birincisi dünyanın ortalama yüzey sıcaklığı gibi denizlerin ortalama sıcaklığının da artması. Balıklar deniz suyu sıcaklığına bizden çok daha hassaslar ve sıcaklıktaki ufak değişiklikler bile balık türlerinin yok olması için yeterli olabiliyor. Ayrıca artan sıcaklıklar daha çok tropik denizlere has bazı türlerin bizim denizlerimize yayılıp ekosistemi hızla tahrip etmesi anlamına da geliyor. Bu bizim için şu demek: Bu seneye kadar denize girdiğiniz koya bu yaz girmeye çalıştığınızda bakacaksınız ki denizde daha önce görmediğiniz bir yosun türü var, o yosunu elinizle tutmaya çalıştığınızda elinizi yakacak veya o yosunun varlığından dolayı o koydaki tüm deniz canlıları ölmüş olacaklar. Bu olayların gerçekleşmesi yüzyıllar sürmeyecek ve emin olun, doğa kendisini çok da hızlı temizleme ve yenileme kapasitesine sahip değil.
 
Ama daha da önemlisi deniz suyunun atmosferde artan CO2 gazı ile birlikte daha da asitleşmesi. Bunun ne önemi var bizim için diyecekseniz size şu basit soruyu sorayım: Büyük balıklar ne yer? Cevabını biliyoruz, küçük balıkları. Peki küçük balıklar ne yer? Onlar da sudaki mikroskobik plankton dediğimiz canlıları. Bu küçük canlıların varlıkları ve kabuk oluşturmaları denizde çözülmüş olan CO2 miktarına sıkı sıkıya bağlı. CO2 miktarı arttığı zaman önce bu küçük planktonlar ölüyorlar, sonra onlarla beslenen küçük balıklar ve sonunda da bizi ve dünyadaki yaklaşık 1 milyar insanı besleyen büyük balıklar.
 
Bu sorunun boyutunu size şöyle anlatayım: 56 milyon yıl önce atmosferdeki CO2 miktarı hızla arttı ve buna paralel olarak denizlerin asiditesi de arttığı için yaklaşık 1000 yıl içerisinde denizlerdeki plankton türlerinin %50'si yok oldu. Bu dinozorları öldüren meteor çarpmasında yaşanandan bile daha yüksek bir oran. Bugün ise denizlerin asiditesi 56 milyon yıl önce yaşanandan 11 kat daha hızlı artıyor. Basit bir matematikle denizlerdeki planktonların %50'sinin ölmesi için 90 yıl yeterli gibi görünüyor. “90 yıl sonrası umurumda değil” diyorsanız ne ala, ama “benim de çocuklarım, torunlarım var” diyorsanız, durum çok iç açıcı görünmüyor. 

10 Mart 2012 Cumartesi

Kimler İklim Değişikliğine İnanıyor?

Orijinal yayın: 10.03.2012 T24 İnternet Gazetesi
Bu yılın başında Amerika'da yapılan bir araştırmaya göre, küresel ısınmaya inananların oranı bir yıl öncesine göre %4 artarak %62 olmuş. Ülkemizde bu araştırma yapılacak olsa ne gibi sonuçlar çıkar bilmiyorum ama Amerika'daki araştırmadan çıkan sonuçları biraz irdelemekte fayda görüyorum: 
“İklim değişikliğine inanıyor musunuz?” sorusuna verilen cevaplar zaman içerisinde şu şekilde değişiyor:
2009 yılının Aralık ayında, Kopenhag İklim Zirvesi öncesinde ortaya çıkan e-posta skandalı ve bunu kullanarak iklim bilimcilere yapılan saldırılar basın yoluyla halkı etkilemiş ve küresel ısınmaya olan  inanç kısa bir sürede %72'den %52'ye düşmüş. Ancak 2011 yılında Amerika'da görülen iklimle alakalı felaketler iklim değişikliğine olan inancı birden yükseltivermiş! Bu arada ABD'de 2011 yılında her biri en az 1 milyar dolar zarara sebep olmuş 14 iklim felaketinin görülmüş olduğunu da hatırlatalım. 
SONUÇ 1: İnsanlar kendi başlarına gelince veya en azından yakınlarında felaketler olunca iklim değişikliğine inanıyorlar. 
“İklim değişikliğine inanıyor musunuz?” sorusuna verilen cevaplar cevaplayanların politik görüşlerine göre şöyle değişiyor: 

Demokratlar
Cumhuriyetçiler
Bağımsızlar
İnanıyorum
%78
%47
%55
İnanmıyorum
%15
%42
%30
Emin değilim
%7
%11
%15
Ben burada karar vermekte zorlandım. İnsanlar daha muhafazakar bir parti taraftarı oldukları için mi bu muhafazakar partinin iklim değişikliği karşıtı söylemlerine inanıyorlar, yoksa genelde değişikliğin her türüne karşı oldukları için mi muhafazakar bir partinin tarafını tutuyorlar? Ama durum ne olursa olsun, kişiler oy verdikleri partilerin görüşlerine yakın bir duruş sergiliyorlar iklim değişikliği konusunda. 
SONUÇ 2: Bilimin ortaya koyduğu kanıtlardansa parti liderlerinin ve bu görüşlerin yansıtıldığı basının düşünceleri insanlar üzerinde daha etkili oluyor. 
“İklim değişikliğine inanıyor musunuz?” sorusuna verilen cevaplar cevaplayanların cinsiyetine göre şöyle değişiyor: 

Kadınlar
Erkekler
İnanıyorum
%66
%58
İnanmıyorum
%22
%30
Emin değilim
%12
%12
Burada görülen fark parti çizgilerindeki farktan daha az olsa da gene de kadınların çevrelerindeki değişikliklere karşı daha duyarlı olabildikleri görülebilir. 
Son olarak “İklim değişikliğine inanıyor musunuz?” sorusuna verilen cevaplar cevaplayanların eğitim seviyesine göre şöyle değişiyor: 

Üniversite mezunları
Üniversite mezunu olmayanlar
İnanıyorum
%60
%66
İnanmıyorum
%27
%24
Emin değilim
%13
%11
Bu cevabı da yorumlamakta zorlanabiliriz, ancak şöyle bir yorum getirmek fazla güç olmasa gerek: Genelde üniversite mezunları daha yüksek gelir seviyesine sahip olduklarından, iklim felaketlerinden daha az etkileniyorlar. Dolayısıyla da gazetelerde ilk olarak Alabama'daki bir hortum felaketindense ekonomi sayfasındaki büyüme rakamları onları daha fazla ilgilendirebiliyor. 
SONUÇ 3: İklim değişikliğinden daha fazla etkilenecek olanlar gelmekte olan felaketin daha fazla bilincindeler, ama ellerinden fazla bir şey gelmiyor. 
Sanırım epey soğuk bir kış geçirmekte olduğumuz bu günlerde biz de benzer bir araştırma yapacak olsak sonuçlar Amerikalılar'ın sonuçlarına paralel çıkabilir, ama unutmayın, bu kışın bir de yazı var.

3 Mart 2012 Cumartesi

Artan Petrol Fiyatları Hepimizi Korkutmalı

Orijinal yayın: 03.03.2012 T24 İnternet Gazetesi
3 Ekim 2011'de 76 dolar olan ham petrolün varil fiyatı 1 Mart 2012'de 109 dolara kadar yükseldi. Sene başından bugüne kadar bile ham petrolün varil fiyatında yaklaşık 10 dolarlık bir artış söz konusu. Bu artış ABD ve AB'nin İran ile sürtüşmesinden kaynaklandığı kadar dünya petrol rezervlerinin azalmasından da kaynaklanıyor. Artık hepimiz ham petrolün varil fiyatının tekrar 30 dolar seviyesine düşmeyeceğine emin olabiliriz. Yüksek petrol fiyatları da bizim için şu anlama geliyor:
  • Benzin fiyatına en son zam petrolün yaklaşık bu seviyelerde olduğu sıra yapılmıştı. Bu sebepten kısa vadede benzine zam yapılmasını beklememeliyiz. Ancak ham petrolün varil fiyatı 120 dolar seviyesini zorladığında biz de benzinin zamlandığını görebiliriz. Uzun süreler enflasyonla mücadele etmiş olan ülkemizde artan benzin fiyatlarının her türlü maddenin fiyatına yansıyarak hayatı daha pahalı hale getireceğini hepimiz biliyoruz artık. 
  • Kış aylarında artan petrol fiyatları yurtdışından aldığımız doğalgazın da fiyatında bir artışa neden olacaktır. Her ne kadar şu anda kıştan çıkmakta olsak da, doğalgaz fiyatlarına zam yapmanın tam sırasıdır, çünkü şu sıra yapılacak bir zam faturalara tam anlamıyla yansımayacak, ancak gelecek kış hepimiz için ciddi bir masraf kalemi artışı anlamına gelecektir. 
  • Tarım üretimi ve bu üretimin bizlere ulaşması ciddi anlamda petrolün fiyatına bağlıdır. Petrol fiyatlarındaki artış aynı şekilde gıda fiyatlarına da yansıyacak ve bu da zincirleme bir etkiyle enflasyonu hızlandıracaktır. 
  • Hane bütçesinde zaten ana payı alan ısınma ve gıda harcamalarının payı daha da artacağı için bu bütçeden gerekli ihtiyaçlar dışında miktar azalacaktır. Bu da gerekli ihtiyaçlar dışındaki malların üretiminde azalmaya neden olacaktır. 
  • Tüketim malları üretimindeki durgunluk ekonominin de temelde durgunluğa sürüklenmesinin önemli nedenlerinden biridir. 


Bu sebeplerle hepimiz ham petrol fiyatlarındaki değişimleri dikkatle takip etmeliyiz. Kısa vadede olabilecek önemli değişiklikler zaten kırılgan olan dünya ekonomisi üzerinde ciddi hasar yaratabilir. 
Ancak diğer yandan da unutmamamız gereken önemli bir gerçek, petrolün (ve doğalgazın) bugün olmasa da çoğumuzun göreceği yakın bir gelecekte bitecek olmasıdır. Yani biz bugün varili 120 dolar olacak ham petrol fiyatından ürkerken, bundan birkaç sene sonra ham petrol üretimi azalacağı için fiyat 300-400 dolar seviyesine çıkacaktır. Bizlere düşen esas görev ekonomimizi o gün için hazırlayabilmektir. Eğer bu hazırlığa hemen başlayacak olursak kriz günü geldiğinde tüm dünyadan bir adım ileride olabiliriz. Bunun için de yapılması gereken şey bir an önce ülkemizin petrol bağımlılığını azaltmak yolunda adımlar atmaktır. Fakat devletimiz gelirinin önemli bir kısmını petrol üzerinden aldığı gibi dolaylı vergilerden sağladığı için bu tatlı gelir kaynağından kopmak istememektedir. Bu da konuya esaslı çözümler üretilmesi yolunda devlet desteğini ciddi anlamda azaltmaktadır. Umarım petrol kaynaklı sorunlar ülkemizde geri dönülemez zararlara yol açmadan hepimiz toplumsal aklımızı toplayarak çözümler üretmeye başlayabiliriz.