14 Ocak 2014 Salı

Polar vorteks veya gelecek kar yağışının sebebi

Eskiden soğuk hava dalgaları hep Balkanlar üzerinden gelirdi. İklim değişikliği ile birlikte soğuk hava artık Balkanlar'dan değil Sibirya üzerinden gelmeye başladı. Yavaş yavaş olan bu değişiklik günümüzde artık yaşadığımız bölgenin iklimini etkileyen en önemli unsurlardan biri haline geldi.
ABD ve Kanada ciddi bir soğuk hava dalgası ve bununla birlikte önemli sayılacak bir kar yağışı ile boğuşurken ülkemizde son bir aydır hem havaların sıcak gitmesinin hem de yağışın azalmasının önemli bir sebebi var: Küresel iklim değişikliği.
Şimdi, “biz küresel iklim değişikliğini ısınma diye bilirdik, kar yağışı da mı iklim değişikliğinden kaynaklanıyor?” diyeceksiniz ve haklısınız. Ama tam da bu sebepten bilim insanları, yaşamakta olduğumuz değişikliklere küresel ısınma değil de; küresel iklim değişikliği diyorlar. Yani dünyanın bir kesimindeki ısınma başka bir bölgedeki aşırı soğumanın ve yağışın sebebi olabiliyor.
Küresel ısınma ile birlikte dünyanın en fazla ısınan yeri Kuzey Kutbu. Bu bölgenin tamamı aslında deniz olduğu için deniz üzerindeki buz yazın kısmen erir, kışın da tekrar donar. Ama ısınmanın artmasıyla her sene kuzeydeki buzlar yazın daha fazla eriyor, kışın da daha az donuyor. Bildiğiniz gibi, kar beyaz olduğu için ışığı yansıtır ve yüzeyi serin tutar. Buz eriyip altındaki okyanus suları güneş ışığını emmeye başladığında okyanusun ve dolayısıyla bölgedeki havanın sıcaklığı da hızla artar.
Kuzey Kutbu soğuk oldukça, kutbu merkez alarak yakın çevresinde dolaşan bir hava akımı vardır. Kutupta hava ne kadar soğuk olursa bu çember o denli sıkıdır, kutuptaki hava ısınmaya başlayınca da bu çember yer yer sarkarak güneye doğru inebilir. Biz bu çembere jet stream (jet akımı) diyoruz. Bu akımın görevi, kutuptaki soğuk havayı kuzeyde tutmaktır. Yani, kutup ne denli soğuk olursa, kutuptaki soğuk havayı kutup çevresindeki hava akımının içinde tutmak o denli kolaydır. Ama şu an olduğu gibi, iklim değişikliği ile birlikte kutup bölgesi ısındığında bu hava akımı güneye doğru sarkabilir, sarktığı zaman da ardından kutuptaki soğuk havayı getirir. “Ama hani kutuptaki hava ısınmıştı” diyecek olursanız, şunu söylememiz gerekir: Kutuptaki hava -70 dereceden -50 dereceye ısındığında ciddi bir ısınma yaşamış olsa da -50 derece bizim için gene de dondurucu soğuktur, bunu unutmamalıyız.




ABD ve Kanada'da görülen kutuptaki ısınmaya bağlı olarak soğuk havanın güneye doğru sarkmasıdır. Bu sarkma, genelde ya Amerika ya da Sibirya tarafında olur. Amerika tarafı yavaş yavaş ısınmaya başladığına göre, bir sonraki soğuk hava dalgası bizim üzerimize doğru geliyor olabilir. Sibirya üzerinden ülkemize doğru dondurucu bir soğuk hava dalgası geldiğinde, bugün Amerika'ya göre ne kadar sıcak ve yağışsız günler geçirmekte olduğumuzu unutmayalım, bunların tümü iklim değişikliğinin sonuçlarıdır. Yakın gelecekte sıra bize de gelebilir (ve inşallah gelir, yoksa bu boş barajlarla gelecek yazı geçirebilmemiz çok zorlaşır).

7 Ocak 2014 Salı

İstanbul barajları alarm veriyor!

Önce basit bir hesap yapalım: Bugün itibariyle İstanbul'u besleyen barajlardaki su miktarı 308 milyon metreküp. İstanbul'un günlük su ihtiyacı 2,5 milyon metreküp. Basit bölme işlemi bize barajlarda 122 günlük su kaldığını söylüyor. Yani ciddi miktarda yağmur yağmazsa İstanbul barajlarındaki tüm su 8 Mayıs'ta tükenecek.
Diyeceksiniz ki “Melen'den ve Istrancalar'dan su geliyor; devlet, İstanbul'un su sorununun önümüzdeki 40 yıl için çözüldüğünü söylemişti bize”, ona da basit bir sayı ile cevap vereyim. O kaynaklardan İstanbul'a gelen su miktarı günde 0,693 milyon metreküp. Bunu da hesaba katsak suyumuz 169 gün yetecek, yani o durumda da su 24 Haziran'da tükenecek.

 Buna göre acilen iki şeye gerek var: Birincisi, doğal olarak yağmura, hem de bol yağmura. Biraz kar da yağsa hiç fena olmaz. Ama daha önemlisi, hepimiz suyu çok daha idareli kullanmalıyız. Suyu idareli kullanabilmenin başta gelen şartı da insanları ortada bir problem olduğuna dair uyarmaktan geçiyor. Ancak, üç ay sonraki seçimler önümüzde dururken siyasetçilerin çıkıp “karşımızda çok önemli bir sorun var, acilen önlem almamız gerekiyor” diyeceklerini hiçbirimiz düşünmemeliyiz. Ülke gündemi bu kadar yoğunken İstanbul'un su sorunu arada kaynayacak gibi görünüyor; ama emin olun, bu konudan dolayı sorumluların gözüne uyku girmiyordur.
Şunu unutmamamız gerekiyor, İstanbul ülke nüfusu ile kıyaslandığında sürdürülemez bir şehir halini aldı. Burada yetkilileri halkı yanlış yönlendirmekle suçlamamız zor. Bu sene gerçekten yağmur yağmadı, kar sadece Galatasaray-Juventus maçı sırasında yağdı. Bu durumda da barajlarda su birikmedi. Fakat, bu problemin geldiğini görmemiz gerekiyordu. İklim değişikliği karşısında ülkemizi her geçen sene daha da kurak günler bekliyor. Bu sebeple de iklim değişikliğini durdurmaya çalışmanın yanı sıra uyum sağlamak için ciddi çaba sarf etmemiz gerekiyor.
Istrancalar'dan ve Melen'den biraz daha fazla su çekerek bu problemi çözmemiz artık mümkün değil. Unutmayın, Istrancalar dediğimiz neredeyse Bulgaristan sınırı, Melen dediğimiz de Bolu. Yani İstanbul, Bulgaristan sınırından Bolu'ya kadar olan bölgedeki tüm su kaynaklarını olabildiğince kendisine yöneltmiş durumda. Biraz daha fazla su çekecek olursa bu su kaynaklarından beslenen yöre insanları ciddi sıkıntı yaşamaya başlayacaklar. Bu nedenle de hepimize düşen ana görev artık suyu idareli kullanmaya başlamak olmalı.
Uzun vadede bölgemizi tehdit eden iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlayabilmemiz için de sadece suyu tasarruflu kullanmakla kalmayıp yerleşim merkezlerimizi sürekli su kaynaklarına yakın bölgelere taşımayı da düşünmemiz gerekiyor. Bu bağlamda İstanbul artık besleyebileceği insan kapasitesinin üzerine çıkmış durumdadır. Şu anki kuraklık sadece bu seneye özel değildir ve eğer yaşam yerimizi ve tarzımızı değiştirmeyecek olursak bizleri gelecekte daha büyük problemler bekliyor olacak.

1 Ocak 2014 Çarşamba

Yaşadığımız Hayatı Daha Ne Kadar Sürdürebiliriz?

1968 yılında kalkınmanın sürdürülebilirliği çerçevesinde görüşler üretmek üzere bir araya gelen bilim insanları, devlet ve iş adamları Roma Kulübü'nü oluşturdular. Roma Kulübü dünyada daha çok, 1972 yılında yayınlanan “Büyümenin Sınırları – The Limits to Growth” raporu ile tanındı. Donella Meadows, Dennis Meadows, William Behrens ve Jorgen Randers tarafından yazılan bu rapor kalkınmanın beş ana unsurunu; dünya nüfusu, endüstrileşme, çevre kirliliği, besin üretimi ve kaynakların tükenmesini inceleyerek sürdürülebilir kalkınma için çözüm yolları öneriyordu.

Bu rapor sürdürülebilir kalkınma alanında yayınlandığı günden bu yana temel başvuru kitabı olma özelliğini sürdürmüş, hatta yazarları tarafından raporun 20. ve 30. yıl dönümlerinde dünyanın geldiği durumu da değerlendiren ek raporlar çıkartılmıştı.

Bu raporun yazarlarından, halen de bilimsel araştırmalarına devam eden Jorgen Randers, günümüzde ilk raporun sonuçlarını birkaç ana başlık altında toparlıyor:

  1. İnsanlığın ekolojik ayak izi 1900-1972 yılları arasında çok hızlı arttı.
  2. İnsanlığın ekolojik ayak izi 1972'den sonraki 100 yıl 1900-1972 arasındaki hızıyla artmaya devam edemez.
  3. Bu sebepten insanlığın ekolojik ayak izinin dünyanın sürdürülebilirlik kapasitesini aşması beklenmelidir.
  4. Dünyanın sürdürülebilirlik limitleri aşıldığında insanlığın küçülmeye başlaması kaçınılmazdır.
  5. Bu küçülmeye engel olmak acilen küresel politika önlemleri ile mümkündür.
  6. Bu sebeple en önemli konu hemen önlem alınmaya başlanmasıdır (yani 1975 yılında).



Jorgen Randers 150. Yıl Kutlamaları kapsamında Boğaziçi Üniversitesi'ne konuk oldu. Konuşmasının büyük kısmında, çoğu ekonomistin kalkınma için çizdiği pembe gelecek görüntüsünden uzak da olsa, yine de küresel kalkınmanın içinde bulunduğumuz yüzyılın ortasına kadar ciddi sorunlarla karşılaşmadan süreceğini anlatan Randers, sürdürülebilir bir yaşamın başarılabilmesi için önemli koşullar olduğunu da söyledi. Bu koşulları şöyle sıralayabiliriz:

  1. Nüfus artışının azaltılması gerekiyor: Bu bağlamda öncelikle gelişmiş ülkelerden başlayarak ailelerde tek çocuk uygulamasına geçmek gerekiyor. Sürdürülebilir kalkınma istiyorsak dünya nüfusu bu hızla artmaya devam edemez. Ancak; gerek gelişmiş gerekse de gelişmekte olan ülkelerde kadınlar problemin farkına vardıkları için fazla çocuk yapmaktan kaçınıyorlar. Norveç'te devlet, yirmi yıldır kadınlara daha fazla çocuk yapmaları için teşvik vermesine rağmen doğurganlık oranını arttırmayı başaramadı.
  2. CO2 salımlarını yasaklamak gerekiyor: Özellikle gelişmiş ülkelerden başlayarak en geç 2024 yılına kadar kömür, petrol ve doğal gaz kullanımının yasaklanması iklim değişikliğinin yaşanabilir bir seviyede tutulabilmesi için tek şanstır.
  3. Dünyanın fakir kesimindeki fakirliği azaltmak gerekiyor: Bu bölgelerdeki insanların temel ihtiyacı enerjidir. Bu bölgelere iklim dostu enerji sistemlerini satmamız değil, serbestçe vermemiz gerekiyor ki o bölgeler de kendisini geliştirebilsin. Enerji kaynaklarına sahip olmadan fakir ülkelerin fakirlikten kurtulmaları mümkün değildir.
  4. Dünyanın zengin kesimindeki ülkelerin ekolojik ayak izlerini azaltmak gerekiyor: Bu sebepten zengin ülkeler daha da zengin olma çabalarına ara verip üretkenliği azaltacak olsa da çalışanlara daha fazla tatil imkanı vermeliler. Bu, zengin ülkelerin ekolojik ayak izlerini azaltmalarının en temel ve kolay yoludur.
  5. Devletlerin kısa görüşlü politikalarından vazgeçmeleri gerekiyor: Dünyanın karşı karşıya olduğu problemlerin giderilebilmesi için uluslararası çözümlere ihtiyaç vardır. Bu çözümlerin pek çoğu bir seçim döneminden diğer seçim dönemine politikalar geliştiren devletler tarafından hayata geçirilemez. Bu sebeple, dünyada devlet-üstü politika üretecek karar organlarına ihtiyaç vardır.
  6. Sürdürülebilir kalkınmanın birincil amacının, “gelir artırma” olarak görülmesinin bırakılması gerekir. İnsan hayatının amacı daha zengin olmak değil, daha mutlu olmaktır. Bu sebeple odak noktamızı zenginlikten mutluluğa kaydırmak zorundayız. Sürdürülebilir kalkınmanın hedefi de daha zengin değil kendini daha iyi hisseden insanların yaşayacağı bir gelecek yaratmaktır.



2013 yılı sonunda Randers'ın önermelerine baktığımızda onun ümitsizliğini paylaşmak zorunda kalıyoruz. Sınırları belirli bir gezegende yaşıyoruz. Bu gezegenin olanaklarını her geçen sene biraz daha fazla tüketiyoruz. Her sene dünyanın bize sağladığı imkanları sürdürülebilir bir şekilde o yıl boyunca kullanmak temel hedefimiz olmalı. Halbuki biz, 1993 yılında sürdürülebilir bir dünyanın bize sağladığı imkanları 21 Ekim'de tüketmiş oluyorduk. 2003 yılında ise Sürdürülebilirlik Limitini Aşma Günü 22 Eylül oldu. Bu yıl ise, tüm senenin imkanlarını 20 Ağustos'ta tüketmiş olduk. Her geçen sene dünyayı biraz daha sürdürülemez bir şekilde tüketiyoruz.
Dünyanın devamının sürdürülebilir olabilmesi olabilmesi için kaynakların dikkatli kullanılmasına ek olarak çevrenin de atıklarla kirlenmemesine özen göstermek gerekiyor. Bu atıkların başında da sera gazları geliyor. Diğer atıklardan farklı olarak sera gazları sadece atıldıkları yeri değil, tüm dünyanın atmosferini kirletiyorlar. Bu kirlenmenin yol açtığı  küresel ortalama sıcaklıklardaki artış ise hepimizin hayat kaynağı olan temiz su kaynaklarının azalmasına ve gıda üretiminin sürdürülebilir bir şekilde bizi beslemeye yetmemesine neden oluyor. Çoğumuz farkında olmasak da dünya gıda fiyatları son on yılda %85 oranında arttı. Aynı dönemde dünyanın nüfusu %14 artığına göre gıda fiyatlarındaki artışı sadece daha fazla kişi olmamızla açıklamak artık mümkün görünmemektedir.
2013 sonunda kabaca bir hesap yapacak olursak, 20 Ağustos'ta sürdürülebilir dünyanın kaynaklarını tükettiğimize göre, eğer bu tüketim miktarında kalacaksak, dünyada 4.5 milyar kişi olmamız gerekiyor. Yani önümüzde basit bir seçim var; ya acilen nüfusumuzu 2.7 milyar kişi azaltacak bir yöntem bulmalıyız ya da sürdürülebilir bir yaşam için tüketim miktarımızı hemen %38 azaltmalıyız. Her zaman olduğu gibi, gene bir seçim şansımız var, yeter ki biz doğruyu seçelim.