21 Aralık 2018 Cuma

Nerede anlaşıp nerede farklı düşünebiliyoruz?

Değişik yerlerde konuştuğumda kişilerin kafasında iklim değişikliği bağlamında genel bir bulanıklık olduğunu hissediyorum. Çoğumuz bir yerden bir bilgiyi edindiğimizde üzerinde fazla kafa yormadan uzun süreli hafızamıza atıyoruz. Daha sonra da bu bilgileri çıkartıp mantık süzgecinden geçirmeye vakit bulamadığımızdan birbiriyle çelişen sürüyle bilgi parçası zihnimizin derinliklerinde depolanıyor. Bu bilgileri düzenlemenize yardımcı olması umuduyla benim aklıma gelenleri sizinle de paylaşmak istedim. Sizlere bilimin nerede anlaşıp nerede farklı düşünebildiğini ve bunların sınırlarını anlatmaya çalışacağım. Burada “bilimden” kastımın iklim biliminin kabul gören kaynakları olduğunu da belirtmem gerek, yoksa bir Amerikan Başkanı bir gün  ortaya atılıp “ben zekiyim onun için bilimin kabul ettiği doğrularla kısıtlanmam” diyebilir.

Dünya’nın iklimi değişiyor. Bu değişiklik son 20-30 sene içerisinde gittikçe hızlanmaya başladı. Bu değişikliğin ana sebebi de Dünya’nın atmosferinin gittikçe ısınması. Dünya’nın atmosferi insanoğlu mağaralardan çıkıp tarım yapmaya başladığından bu yana hiç bu kadar sıcak olmamıştı. Dünya’nın ısınmasının nedeni de atmosferdeki oranı her geçen gün artmakta olan sera gazları. Atmosferdeki sera gazlarının oranı son 3 milyon yıldır olmadığı kadar yüksek bir seviyeye ulaşmış durumda ve bu seviye her geçen sene daha da artıyor. Atmosferdeki sera gazlarının artış hızında da bir yavaşlama görmüyoruz. Aletlerle ölçtüğümüz sera gazı oranlarını bir yana fabrika ve termik santral bacalarından, otomobillerden, hayvan çiftliklerinden ve pirinç tarlalarından çıkan sera gazı miktarlarını da öbür yana koyup hesabımızı yaptığımızda, atmosferdeki sera gazlarının artışını bizim yaptığımız salımlarla açıklandığını görüyoruz. Yani atmosferi ısıtan biziz. Bunların tamamında anlaşıyoruz.

Ayrıca atmosferde dinozorların yaşadığı dönemde bundan çok daha fazla sera gazı olduğunu ve buna paralel olarak da Dünya’nın çok daha sıcak olduğunu da biliyoruz. Dünya’nın çok daha sıcak olmasının yaşamın sonu anlamına gelmeyeceğini de biliyoruz. Ama mesela dinozorlar zamanında havanın ortalamada bundan kaç derece daha sıcak olduğunu ve atmosferde ne kadar karbondioksit olduğunu kesin olarak söylememize imkan yok. Bu konuda çalışan bilim insanlarının bilimsel tartışmalarına şahit olmanızı isterim çünkü 90 milyon yıl önce atmosferdeki sera gazı oranı bugünkünden 10 kat mı fazlaydı 12 kat mı fazlaydı diye saatlerce tartışabiliyorlar. Bizim açımızdan bakıldığında kısaca bundan yaklaşık 90 milyon yıl önce atmosferdeki karbondioksit oranın bugünkünden 10-12 kat fazlaydı diyebilmek yeterli ve bilim bu konuda kolayca anlaşabiliyor. Dolayısıyla, size “ama bilimde de bu konuda anlaşmazlık var” denildiğinde buradaki anlaşmazlığın boyutunu algılamak çok önemli. Bizim açımızdan bakıldığında “sera gazı miktarı kat kat daha fazlaydı ve sıcaklık yaklaşık 10 derece daha yüksekti” yeterli bir bilgi. Bilimdeki anlaşmazlık ise “kat kat” 10 kat mı 12 kat mı mertebesinde oluyor. 

Dünya’nın ısındığını kabul ediyoruz ama ne kadar ısındığı konusunu hala tartışıyoruz. Tüm dünyaya yayılmış bir meteorolojik gözlem ağı daha bugün bile tam anlamıyla kurulamamış olduğundan öncelikle hangi tarihle bugün arasındaki sıcaklık artışını hesaba katacağımızı tartışıyoruz. Sonra yeni zamanlarda daha fazla ve modern istasyonlar kurulmaya başlandığı için yeni zamanları daha ağırlıklı mı hesaba katalım, yoksa tüm geçmiş eşit ağırlıklı mı olsun gibi sorularımız da var. Ama tüm bu soruları hesaba kattığımızda ısınmanın 0.8 ila 1.1 derece aralığında olduğuna karar veriyoruz. Kendi aramızda da 0.8 ila 1.1 derece aralığını daha da küçültmek için uğraşıyoruz. Son 250 seneye kadar geçmişteki sıcaklıklar seneden seneye değişse de  bu değişikliklerin ortalama boyutunun 0.5 derece civarında olduğunu düşünecek olursak, şu anda yaşamakta olduğumuz ısınma geçmişte görülen olayların en azından iki katı boyutunda bir olay, yani ısınmanın varlığı konusunda bir şüphemiz yok.

Sera gazlarının kaynaklarını biliyoruz. Kömür yakan termik santrallerden ne kadar karbondioksit çıktığını, çeltik tarlalarından ne kadar metan gazı salındığını, tarımdaki aşırı gübre kullanımının neden olduğu diazot monoksit miktarını, yanardağlardan çıkan gazları hep biliyoruz. Bu gazların ne kadarının denizler ve bitkiler gibi doğal kaynaklar tarafından emildiğini de biliyoruz. Eğer detaylı sayılara ulaşmak isterseniz IPCC’nin raporları size yol gösterici olacaktır. Bu raporlara göre atmosferde 240 milyar tonu insanlardan kaynaklanan 829 milyar ton karbondioksit içeriğindeki karbon var. Ancak 829 sayısında tam emin değiliz, 819 da olabilir 839 da. Bilimin çabası bu sayısı 819 ile 839 arasına sıkıştırmayı becermiş durumda, yalnız hala o aradaki fark nedeniyle aramızda tartışıyoruz ve o farkı azaltmaya çalışıyoruz. İnsan kaynaklı 240 milyar ton karbonun da nereden geldiğini detaylı olarak biliyoruz.

Eğer sera gazı salımlarının nereden kaynaklandığı konusunda bir şüpheniz olursa bu raporlar tüm detayıyla size yol gösterici olacaktır.

2018 Aralık ayında Polonya’da yapılan iklim zirvesinde üzerinde anlaşılan konulardan biri dünyadaki tüm ülkelerin atmosfere saldıkları karbonu nasıl raporlayacakları üzerineydi. Size basit bir örnek vermek gerekirse, evinden kızıyla çıkan bir çiftçi kızını okula bıraktıktan sonra traktöre tarım aletlerini yükleyip tarlada çalışan işçileri komşu köyden alıp tarlaya gittiğinde kendisi tarlada çalışmazsa tarlaya gidene kadar yaktığı mazotu bir sürü ayrı kategoride değerlendirmek zorunda. Kızını okula bıraktığı için mazotun bir parçası tarımsal üretimle hiç alakası olmayan taşımaya giriyor. Kendisi tarımsal üretimde yer almadığı için kendi payı da taşıma kalemine giriyor, ancak tarım işçilerinin komşu köyden taşınması tarımsal üretimden kaynaklanan sera gazına sayılıyor. Ülkeler artık raporlamalarını bu detayda yapmak zorundalar. Ülkemizde bunun ne derece zor olduğunun ben de bilincindeyim ama uluslararası platformlardaki bildirim mekanizmaları bu denli detaylı çalışıyor ve daha da detaylı olmaya doğru ilerliyor. 

Bunu anlatmamın esas nedeni son zamanlarda iklim değişikliğinin çözümüne dair karşılaştığım garip öneriler. Genelde bunlar şöyle başlıyor: “Siz bilmiyorsunuz ama atmosferdeki sera gazlarının yarısından fazlası şu sebepten ortaya çıkıyormuş, dolayısıyla biz de bunu yaparsak bu problemin önemli bir kısmını halledebilirmişiz.” İklim bilimi ile uğraşan bilim insanları hangi kaynaklardan ne kadar sera gazı çıktığını biliyorlar. Mesela evde kullandığınız sprey deodorantlar iklime ciddi zarar veriyor. Ama kışın bir hafta boyunca evinizi sadece bir derece daha az ısıtırsanız, neredeyse hayat boyu kullandığınız tüm deodorantlardan çıkan sera gazının yarattığı kadar etkiyi tasarruf etmiş oluyorsunuz. İklim değişikliğine neden olan en önemli faktör bizim, özellikle enerji üretmek için yaktığımız kömür, petrol ve doğal gazdır. Bunları neredeyse sıfıra indirmek yerine önereceğiniz her türlü çözüm kozmetik olmaktan pek de fazla ileri gidemez ve gerçekçi değildir. İklim değişikliğini durdurmak istiyorsak elektrik üretimi, taşıma ve ısınmada kullandığımız yakıtları yenilenebilir kaynaklara çevirmek zorundayız. Bunu gerçekleştirdiğimizde sorunun yarısından fazlasını çözmüş oluruz.