28 Şubat 2014 Cuma

Suyumuz bitmek üzere

Kuraklık, yağış tutarı normal düzeyinin oldukça altında olduğunda ortaya çıkan, arazi kaynakları ve üretim sistemlerini olumsuz biçimde etkileyerek ciddi hidrolojik dengesizliklere yol açan doğal oluşumlu bir olay olarak tanımlanır. Kuraklığı tanımlayabilmek için dört ana yaklaşım kullanılabilir: Meteorolojik, tarımsal, hidrolojik ve sosyoekonomik kuraklık. Sosyoekonomik kuraklık diğer üç yaklaşımdan farklı olarak ölçülebilir fiziksel bir olguyu değil kuraklığın sosyoekonomik sistemlere etkisini inceler.
Meteorolojik kuraklık iki ana olgu çerçevesinde gelişir. Bunların ilki yağış miktarının azalması, diğeri de artan sıcaklık ve azalan nemden dolayı zaten azalmış olan suyun da kaybıdır. Ülkemiz Ekim 2012'den bu yana meteorolojik kuraklık yaşamaktadır.
Ancak toprağın, içindeki nemi kaybetmesi ve tarımın etkilenmesi meteorolojik kuraklıktan daha uzun bir zamanı kapsayan, bölgenin yağış ve sıcaklık örüntüsündeki değişiklikle mümkündür. Yani, havadaki nem ve toprağın aldığı yağış azalsa bile toprağın içindeki su miktarı hemen azalmaz, ayrıca bunun tarıma etkisi ekim ve filizlenme zamanlarıyla da ilgilidir. Bu sebepten dolayıtarımsal kuraklık genelde uzun süren meteorolojik kuraklığın ardından ortaya çıkar ve tarımdan elde edilen ürün miktarında ciddi azalmalara yol açabilir.
İnsanların, tarım ve enerji üretimi gibi faaliyetleri nedeniyle suya olan ihtiyaçları dönemsel farklılıklar gösterdiğinden meteorolojik kuraklık ile nehirlerin akış miktarı, barajların, göllerin ve yer altı sularının seviyelerindeki düşüş olarak tanımladığımız hidrolojik kuraklık eş zamanlı olmayabilir.
Kuraklığın bir yandan tarıma ve canlılara, diğer yandan da su kaynaklarına ve dolayısıyla da bu kaynaklardan faydalanması gereken endüstrilere etkisi de sosyoekonomik kuraklığı oluşturur. Bu bağlamda kuraklığın ekonomik, sosyal ve çevresel etkilerini bir bütünlük içerisinde ele alarak incelemek gereklidir.
Ülkemiz Ekim 2012'den bu yana meteorolojik kuraklık içerisindedir. Yani ortalama yağış azalmış ve sıcaklıklar artmıştır. Ancak geçtiğimiz hafta iki ayrı kaynak; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ülkemizde tarımsal kuraklık tehlikesi olduğunu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı da hidroelektrik santrallerindeki üretimin kuraklıktan dolayı azaldığını açıkladı. Bu açıklamanın ardından bir yanda gıda diğer yanda da elektrik fiyatlarında artış yaşanacağının söylenmesi artık ülkemizin tam anlamıyla kuraklık ile mücadele etmekte olduğunu açık bir şekilde gösterdi.
Küresel iklim değişikliğinin bizim açımızdan en önemli sonucu ülkemizin yarı kurak iklim kuşağından kurak iklim kuşağına doğru geçecek olmasıdır. Bunun da anlamı açıkça şudur: Ülkemizin güney yarısının iklimi Irak ve Suriye gibi kurak, kuzey yarısı da güney bölgeleri gibi olacaktır. Bu sebepten içinde yaşadığımız kuraklığın geçici değil kalıcı olduğunun bilincine vararak acil önlemler almamız gerekmektedir. Ülkemiz gelecek sene bu seneye oranla daha fazla yağış alacak olabilir; ancak unutmamamız gereken bu kurak dönemlerin sıklığının gelecek yıllarda çok daha fazla artacağıdır.
Ülkemiz ne günümüzde su fakiridir, ne de gelecekte su fakiri olacaktır. Ancak suyu düşünmeden boşa harcayacak kadar bol suyumuz olmadığının da bilincinde olmamız gerekmektedir. Bu sebeple de hepimize düşen ana görev elimizdeki suyu tasarruflu kullanmaktır. Bu tasarruf önlemleri bir devlet politikası ve planlaması haline geldiği zaman da içinde yaşadığımız coğrafyada az suyla yaşamayı başaran bir ülke olabiliriz. Ama günümüzde olduğu gibi geniş sulama kanallarında tarlalara, eski su borularında evlere su taşımaya devam ettiğimiz sürece elimizdeki suyun da önemli bir kısmını daha gerekli olduğu yere varmadan kaybedeceğiz. Bunlardan daha da önemlisi, yoğun su kullanımı gerektiren hem tarım ürünlerinde hem de endüstri dallarında üretim yapmaya devam etmek bugün için kabul edilebilen bir yol olsa da yakın gelecekte kuraklıkların artmasıyla bizi yeniden düşünmeye ve değişik bir planlamaya yönlendirecektir. Suyun bol olduğu yerde bol su gerektiren, suyun az olduğu yerde de fazla su istemeyen ürünlerin üretimi mantık gereğidir. Umarım ciddi kuraklıklarda önemli kayıplar vermeden bu basit planlamayı yapmayı beceririz.

1 Şubat 2014 Cumartesi

Kuraklık

Küresel iklim değişikliğinin önemli sonuçlarından biri yağış rejimindeki değişimdir. Yeryüzü ısındıkça daha fazla su buharlaşır, daha sıcak atmosfer daha fazla su buharı tutabilir hale gelir, fazla suyu da yağış olarak yere bırakır. Dolayısıyla dünyanın genelinde bir kuraklık görülmez. Ancak bugün yağışlı olan bir bölge gelecekte kurak, bugün kurak olan bir bölge de gelecekte yağışlı bir yer halini alabilir. Bu yapı değişikliğinin örneklerine bölgemizde rastlamak mümkün. Mesela ülkemiz yağış alan bir bölge karakterinden kuraklığa doğru ilerlerken Arabistan Yarımadası da tam tersi yağış almaya başlayan bir bölge haline gelmeye başlıyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nün kuraklık analizlerinden son 9 ay içerisinde ülkemizde görülen kuraklığın boyutunu da anlayabiliyoruz. Burada unutmamamız gereken önemli nokta bu kuraklığın geçici değil kalıcı bir kuraklık olduğu. Bu kuraklığı durduramayacağımıza göre yapmamız gereken de bu kuraklıkla yaşayabilmek için gerekli önlemleri alabilmek.

Ocak ayında normalin çok ötesinde sıcak ve yağışsız bir dönem geçiren İstanbul'da barajların doluluk oranı üçte bir seviyesine indi. Bugün (20 Ocak) itibariyle İstanbul'u besleyen barajlardaki su miktarı 288,3 milyon metreküp. İstanbul'un günlük su ihtiyacı 2,5 milyon metreküp. Basit bölme işlemi bize barajlarda 115 günlük su kaldığını söylüyor. Yani ciddi miktarda yağmur yağmazsa İstanbul barajlarındaki tüm su 15 Mayıs'ta tükenecek.

Diyeceksiniz ki “Melen'den ve Istrancalar'dan su geliyor; devlet, İstanbul'un su sorununun önümüzdeki 40-70 yıl için çözüldüğünü söylemişti bize”. Buna da bir sayı ile cevap verelim. O kaynaklardan İstanbul'a gelen su miktarı günde 0,720 milyon metreküp. Bunu da hesaba katsak suyumuz 162 gün yetecek, yani o durumda da su 1 Temmuz'da tükenecek. “Ama o zaman da Melen'den daha fazla su çekeriz” diyecek olursanız unutmayın, Meteoroloji Genel Müdürlüğü kuraklık haritalarından da gördüğümüz gibi İstanbul ile Istrancalar ve Melen farklı bir coğrafyada yer almıyorlar. Yani İstanbul'a yağış düşmeyecek olursa Melen'de de fazla su bulabilmek mümkün olmayacak. Yapılacak tüm boru hatları ve barajlar İstanbul'un su ihtiyacını sürdürülebilir olarak karşılamaktan her zaman uzak olacaktır.

Bu durumda acilen iki şeye gerek var: Birincisi, doğal olarak yağmura, hem de bol yağmura. Biraz kar da yağsa hiç fena olmaz. Ama daha önemlisi, hepimiz suyu çok daha idareli kullanmalıyız. Suyu idareli kullanabilmenin başta gelen şartı da insanları ortada bir problem olduğuna dair uyarmaktan geçiyor. Ancak, üç ay sonraki seçimler önümüzde dururken siyasetçilerin çıkıp “karşımızda çok önemli bir sorun var, acilen önlem almamız gerekiyor” diyeceklerini hiçbirimiz düşünmemeliyiz. Ülke gündemi bu kadar yoğunken İstanbul'un su sorunu arada kaynayacak gibi görünüyor; ama emin olun, bu konudan dolayı sorumluların gözüne uyku girmiyordur.

Şunu unutmamamız gerekiyor, İstanbul ülke nüfusu ile kıyaslandığında sürdürülemez bir şehir halini aldı. Burada yetkilileri halkı yanlış yönlendirmekle suçlamamız zor. Bu sene gerçekten yağmur yağmadı, kar sadece Galatasaray-Juventus maçı sırasında yağdı. Bu durumda da barajlarda su birikmedi. Fakat, bu problemin geldiğini görmemiz gerekiyordu. İklim değişikliği karşısında ülkemizi her geçen sene daha da kurak günler bekliyor. Bu sebeple de iklim değişikliğini durdurmaya çalışmanın yanı sıra uyum sağlamak için ciddi çaba sarf etmemiz gerekiyor.

Istrancalar'dan ve Melen'den biraz daha fazla su çekerek bu problemi çözmemiz artık mümkün değil. Unutmayın, Istrancalar dediğimiz neredeyse Bulgaristan sınırı, Melen dediğimiz de Bolu. Yani İstanbul, Bulgaristan sınırından Bolu'ya kadar olan bölgedeki tüm su kaynaklarını olabildiğince kendisine yöneltmiş durumda. Biraz daha fazla su çekecek olursa bu su kaynaklarından beslenen yöre insanları ciddi sıkıntı yaşamaya başlayacaklar. Bu nedenle de hepimize düşen ana görev artık suyu idareli kullanmaya başlamak olmalı.

Uzun vadede bölgemizi tehdit eden iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlayabilmemiz için de sadece suyu tasarruflu kullanmakla kalmayıp yerleşim merkezlerimizi sürekli su kaynaklarına yakın bölgelere taşımayı da düşünmemiz gerekiyor. Bu bağlamda İstanbul artık besleyebileceği insan kapasitesinin üzerine çıkmış durumdadır. Şu anki kuraklık sadece bu seneye özel değildir ve eğer yaşam yerimizi ve tarzımızı değiştirmeyecek olursak bizleri gelecekte daha büyük problemler bekliyor olacak. Bunun için de çözüm her seferinde daha da uzaktan su taşımak değil yeni şehirlerimizi su kaynaklarının yakınına kurmak olacaktır.