14 Mayıs 2014 Çarşamba

Batı Antarktika Buzullarının Çöküşü Artık Durdurulamaz

1978 yılında Amerikalı buzul uzmanı John Mercer Antarktika'nın batısındaki buzulların iklim değişikliğinden en hızlı etkilenecek buzullar olduğunu ve iklim değişikliğinin etkisi ile bu buzulların geri dönülemez bir biçimde eriyeceğini söylemişti. Mercer 1987'de öldüğü için araştırmalarının sonucunun doğru çıktığını göremedi ama bu ay biri Science dergisinde diğeri de Geophysical Research Letters dergisinde yayınlanan iki makale Mercer'ın tahminlerinin doğruluğunu kanıtladı. Yapılan bu araştırmalara göre artık Batı Antarktika buzullarının erimesini durdurmak mümkün değil.

Kuzey Kutbu'nda kara parçası yoktur. O bölgedeki tüm buz denizin üzerinde olduğu için buzun alanı mevsimlere bağlı olarak azalıp çoğalabilir. Ancak Güney Kutbu'nda Antarktika Kıtası vardır ve bu kıtanın üzeri buzlarla kaplıdır. İklim değişikliği ile bu kıtanın üzerindeki buzların tamamı eridiğinde deniz seviyesinde 70-80 metrelik bir yükselme olacak. Her ne kadar bu olay bize bilim kurgu hikayesi gibi gelse de bilim insanları Antarktika'nın batı bölgesindeki buzulların erimesinin artık durdurulamayacağını açıkladılar. Antarktika'nın batı bölgesinin doğu bölgesinden farkı buradaki buzulların çanak türü bir yapıya sahip olmaları ve çanağın en dibinin kara değil deniz olması. İklim değişikliği ile ısınan okyanus suları alttan bu buzulları eritmeye başladığında çanağın yanlarından aşağıya kaymasını engelleyecek dağların ve tepelerin olması gerekiyor. Araştırmayı yapan bilim insanları buzulların tabanında bu kaymayı engelleyecek bir yapının olmadığını ve hızlanan erimeyle buzulların iki yüzyıl içerisinde eriyerek okyanusa karışacağını söylediler.

Batı Antarktika'daki Pine Island, Thwaites, Smith ve Kohler buzullarını inceleyen grubun üyesi olan Eric Rignot bu buzulların artık geri döndürülemez biçimde erimekte olduğunu söyledi. Bu buzulların erimesinin önümüzdeki iki yüzyılda tüm dünyada deniz seviyesini 120 cm yükseltmesi bekleniyor. Bu buzullar, destek olduklar diğer buzlulların erimesini engellemektedir. Yapılan araştırmaya göre söz konusu buzulların erimesi diğer buz kütlelerinin de erimeye başlaması anlamına geliyor. Bu durumda deniz seviyesindeki artış ise en az üç metre olacak. 

Tüm bu çalışmaların temelde iyimser varsayımlara dayandığını da unutmamamız gerekiyor. Buzulları eriten deniz suyunun çok daha hızlı ısınması sonucunda felaket olarak niteleyebileceğimiz sonuçlar açıklanandan çok daha kısa sürede karşımıza çıkabilir. Bu sebeple de özellikle kıyı şeridinde yaşayan kişilerin rahat uyumaya devam etmeleri gün geçtikçe zorlaşacak gibi görünüyor.

3 Mayıs 2014 Cumartesi

Sıcak bir yaza hazırlanın!

Güney Amerika'nın batı kıyısındaki okyanus sularının periyodik olarak ısınıp soğuması konuyla ilgilenen insanların dikkat çekmiştir. Bu ısınıp soğuma o bölgede yaşayan balıkçılar için çok önemlidir. Peru açıklarındaki okyanus suyu soğursa dipteki besleyici ve soğuk su yüzeye daha fazla çıkar, bu da balıkçıların avlayabildiği balık miktarını arttırdığında yüzleri güldürür. Tam tersi eğer soğuk su yüzeye az çıkarsa bu sefer de tutulan balık miktarı azalır. Güney Amerika'nın batı kıyısındaki insanlar çoğunlukla balıkçılık ile geçindiklerinden yüzyıllar boyu bolluklar ve kıtlıklar, bunlarla birlikte devletlerin yükseliş ve çöküşleri hep okyanusun yüzey sıcaklığındaki bu değişime bağlanmıştır. Suyun sıcaklığındaki artış genelde kendisini sene sonuna doğru gösterdiği için Hz. İsa'nın doğumuyla bağdaştırılarak bu olaya El Nino (küçük erkek çocuk) denmiştir. Tam tersi olarak suların soğuması da La Nina (küçük kız çocuk) diye adlandırılır.

Yirminci yüzyılın başından beri El Nino'nun sadece Peru kıyılarını etkilemediği dünyanın neredeyse her bölgesindeki iklim olaylarını ciddi biçimde etkilediği ortaya konmuştur. Mesela El Nino görülen yıllarda  ABD'nin orta bölgeleri, yani tarım üretiminin kalbi, normalden daha sıcaktır ve daha az yağış alır. Pasifik'te çok daha fazla tropik siklon görülür. Afrika'nın doğusundaki yağış miktarı artarken batısı daha az yağış alır ve kuraklık Doğu Afrika'dan Batı Afrika'ya taşınır. Güney Asya ve Avustralya'nın aldığı yağış miktarı ise ciddi anlamda azalır. Avrupa'da Alplerin kuzeyi daha yağışlı ve bulutlu olmasına karşın Akdeniz Havzası'nda özellikle kışlar ılıman ve az yağışlı geçer. Genel olarak bakıldığında ise dünyanın ortalama sıcaklığının El Nino'nun hakim olduğu senelerde arttığı, La Nina görülen senelerde ise azaldığı görülür.
Burada üç önemli noktaya dikkat çekmek gerekiyor. Bunlardan ilki, yukarıda görebileceğiniz gibi son yirmi senede görülen en sıcak üç senenin de El Nino evresine denk geldiği. İkinci önemli nokta, son 15 senede La Nina görülen dönemlerin fazlalığı, bu da aslında son 15 senede havaların fazla ısınmadığı anlamına geliyor bizler için. Ama en sonuncusu bu yaz açısından çok daha önemli bir konu. 1998 yılı dünyada “Süper – El Nino” olarak bilinen bir yıldı. O seneki El Nino diğer El Nino'lara göre bile çok daha şiddetliydi, bunun dünya sıcaklıklarına etkisini de çok açık görebiliyoruz. 1998 yılı önceki ve sonraki birkaç yıl ile kıyaslandığında sadece biraz değil, ciddi anlamda daha sıcaktı.
En son El Nino evresi 2009/2010 yıllarında görülmüştü. O zamandan beri Pasifik Okyanusu'nda ya nötr durum ya da La Nina yaşanıyor. Bize epey uzak bir doğa olayı olduğundan El Nino'nun ne zaman başlayabileceği konusunda Meteoroloji Genel Müdürlüğü bir açıklama yapmasa da bu olaydan çok daha fazla etkilenmesi beklenen ülkeler birbiri ardına tahminlerini ortaya koymaya başladılar.
Avustralya Meteoroloji Bürosu bu konuda kullandıkları yedi modelden altısının bu yaz ortasında El Nino'nun görülmeye başlayacağını gösterdiğini söylüyor. Bu ayın başında Amerikan İklim Tahmin Merkezi bu yaz El Nino görülme olasılığını %52'den %65'e yükseltti. Columbia Üniversitesi İklim ve Toplum için Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü (IRI) El Nino riskini %60'dan %75-%80 seviyesine çıkardı.
IRI meteorologları El Nino'nun ne derece şiddetli olacağını şimdiden söyleyemiyorlar. Ancak Skeptical Science'dan Rob Painting ölçümlerden hazırlanan grafiklerle şu andaki okyanus sıcaklıklarını 1998'daki Süper – El Nino ile kıyaslıyor. Bu grafiklere göre şu andaki koşullar aynı 1998 öncesi okyanus koşullarını oluşturmaya başlıyor, bu da gelecek olan El Nino'nun çok şiddetli olacağı düşüncesini kuvvetlendiriyor.
Bir bilgi daha verelim, son 7000 yıl ile kıyaslandığında son kırk senedeki El Nino evreleri %42 daha şiddetli. El Nino evrelerinin bu derece şiddetlenmesini insan kaynaklı küresel iklim değişikliğine bağlamak da bu durumda gayet doğal sayılmalı.
Ülkemizde ise özellikle sonbahar ve kış yağışlarındaki azalma yaz için gıda ürünleri fiyatlarında ciddi artışa sebep olacaktır. Özellikle Mayıs-Temmuz aralığında ülkemizin özellikle batısında zaten normalin birkaç derece üzerinde seyreden sıcaklıkların bir 2-3 derece daha artması beklenebilir. Pasifik'te başlayacak El Nino evresinin etkilerinin ülkemize ulaşması biraz zaman alabilir. Ancak bu sene zaten ortalamanın altında seyreden yağışlar ve ortalamanın üzerindeki sıcaklıklar El Nino etkisiyle daha da uç değerlere ulaşacağından 2015 yılı özellikle tarım ve su kaynakları açısından ciddi problemler yaratabilir. Bu etkilerin bilincinde olarak şimdiden hazırlıklarımızı arttırmaya başlamak zorundayız.

1 Mayıs 2014 Perşembe

Etkiler, Kırılganlık ve Uyum

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) iklim konusunda çalışan bilim insanları ile devlet yetkililerinden oluşur. İklim değişikliği konusundaki en son bilimsel gelişmeleri incelemek ve raporlar hazırlamak bu panelin sorumluluğudur. Uzun hazırlık dönemlerinden sonra panel bu raporları 6-7 senede bir dünya kamuoyu ile paylaşır. Panelin üç alt çalışma grubu vardır. Bu çalışma gruplarından ilki iklim değişikliğinin bilimsel temelleri üzerine olan raporunu 2013 Eylül ayında açıkladı. İkinci grubun görev alanı iklim değişikliğinin görülen etkileri ve uyum üzerinedir. İkinci grubun raporu da geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Burada sizlere bu raporun başlıklar halinde bir özetini vermeye çalışacağım.

Gözlenen Etkiler, Kırılganlık, Etkiye Açıklık ve Uyum

  • Son yıllarda, iklimdeki değişiklikler, tüm karalarda ve okyanuslarda doğal hayat ve insan sistemleri üzerinde değişik etkilere neden olmuştur.
  • Birçok bölgede, değişen yağış rejimi veya kar ve buzun erimesi hidrolojik sistemleri değiştirmektedir. Bu değişiklik su kaynaklarının miktar ve kalitesini etkilemektedir. 
  • Birçok karasal, tatlı su ve deniz canlıları devam eden iklim değişikliğine cevaben kendi coğrafi yaşam alanlarını, mevsimsel aktivitelerini, göç yollarını, sayılarını ve türlerle olan etkileşimlerini değiştirdiler.
  • Bölgeleri ve ürünleri geniş bir yelpazede tarayan birçok çalışmaya göre mahsul verimi üzerinde iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin olumlu etkilerinden daha yaygın olduğu görülmektedir.
  • İklim etkilerine açıklık ve kırılganlık iklim-dışı faktörlerden ve genellikle farklı kalkınma süreçleri tarafından yaratılan çok-boyutlu eşitsizliklerden kaynaklanmaktadır. Bu farklılıklar iklim değişikliği risklerinin de farklı olmasının nedenidir.
  • İklimle ilgili tehlikeler, özellikle yoksulluk içerisinde yaşayan insanlar için, yaşam kaynaklarını negatif etkileyen diğer stres sebeplerini şiddetlendirebilir.
  • Şiddetli çatışmalar iklim değişikliğinin sebep olduğu kırılganlığı artırmaktadır.
  • Uyum bazı planlama süreçlerinin parçası haline gelmekle birlikte uyum uygulamaları halen sınırlıdır.


Gelecek Riskleri ve Uyum İçin Fırsatlar

Beş kaygı verici neden (Reasons for Concern - RFC) sektörler ve bölgeler arasında önemli riskleri özetleyen bir çerçeve sunmaktadır. Bu nedenler şunlardır:

(1) Bazı insan toplulukları ve ekosistemler gibi benzersiz ve tehdit altındaki sistemler şu anda bile iklim değişikliğinden dolayı ciddi risk altındadırlar.
(2) Aşırı yağışlar ve kıyı bölgelerinin sular altında kalması gibi aşırı hava olayları şimdiye kadarki ısınmayla bile iklim değişikliğinden kaynaklanan riskleri arttırmıştır.
(3) Riskler düzgün dağılmamıştır ve her gelişmişlik seviyesindeki geri kalmış bölgeler genelde daha fazla risk altındadır.
(4) İklim değişikliğinin biyo-çeşitlilik ve ekonomi üzerinde meydana getirdiği küresel toplam etkiler artan sıcaklıkla birlikte artmaktadır.
(5) Artan ısınmayla birlikte bazı fiziksel sistemler ve ekosistemler ani ve geri dönülemez değişiklik riski altındadır.

  • 21. yüzyıl boyunca iklim değişikliğinin en kurak subtropikal bölgelerde sektörler arasında su için rekabeti yoğunlaştırarak yenilenebilir yüzey suyu ve yeraltı su kaynaklarını azaltacağı tahmin edilmektedir.
  • Bu yüzyıl içinde, orta ve yüksek salım senaryolarının öngördüğü iklim değişikliği sulak alanlar dahil olmak üzere karasal ve tatlısu ekosistemlerinin yapısı, fonksiyonu ve bileşimi üzerinde bölgesel ölçekli, ani ve geri dönülmez yüksek risk oluşturabilme potansiyeli taşımaktadır.
  • İklim değişikliği nedeniyle 21. yüzyıl boyunca ve ötesinde öngörülen deniz seviyesi yükselmesi nedeniyle kıyı sistemleri ve alçak alanlar giderek sular altında kalabilecek, kıyı sellleri ve kıyı erozyonu gibi olumsuz etkileri yaşayacaktır.
  • Orta ve yüksek salım senaryolarına göre okyanus sularının asitlenmesi özellikle kutup ekosistemleri ve mercan resifleri gibi denizsel ekosistemler üzerine önemli riskler oluşturmaktadır.
  • Bazı noktalar için geçerli olmasa da tropik ve ılıman bölgelerde yüzyıl sonunda 2 dereceyi aşan sıcaklık artışlarına neden olan iklim değişikliği uyum çabaları olmadan önemli bitkilerin üretimini (buğday, pirinç ve mısır) olumsuz etkileyecektir.
  • Gıdaya erişim, kullanım ve fiyat istikrarı gibi gıda güvenliğinin tüm yönlerinin iklim değişikliğinden etkilenmesi beklenmektedir.
  • Yakın gelecekte su mevcudiyeti ve temini, gıda güvenliği ve tarımsal gelirler üzerinde gıdasal ve gıda dışı tarım ürünlerinin üretim bölgelerindeki değişimden doğan önemli etkiler beklenmektedir.
  • İklim değişikliği dolaylı yoldan yoksulluk ve ekonomik şoklar gibi çatışma nedenlerini arttırarak,  iç savaş ve grup içi şiddet şeklinde şiddetli çatışmaların risklerini artırabilir.
  • 21. yüzyıl boyunca, iklim değişikliğinin etkilerinin özellikle kentsel alanlarda ve açlık ortaya çıkan noktaları çatışma noktalarında ekonomik büyümeyi yavaşlatma, yoksulluğu azaltmayı zorlaştırma, gıda güvenliğini daha da eritme, yeni yoksulluk tuzaklar oluşturma ve varolanları kötüleştirmek gibi etkileri olması beklenmektedir.


Gelecekteki Riskleri Yönetebilmek

  • Uyum yer ve bağlama özgüdür, tüm ortamlarda riskleri azaltmak için uygun, tek bir yaklaşım bulunamaz.
  • Uyumun planlanması ve uygulaması bireylerden hükümetlere tüm seviyeler arasında tamamlayıcı eylemler yoluyla geliştirilebilir.
  • Gelecekteki iklim değişikliğine uyumun ilk adımı bugünkü iklim değişkenliğine karşı kırılganlığı ve etkilenebilirliği azaltmaktan geçer. Bu stratejiler diğer hedefler için de ortak faydalar yaratacak eylemleri içerir.
  • Kötü planlama, kısa vadeli sonuçları aşırı vurgulama, ya da sonuçları yeterince iyi tahmin edememe uyumun ters tepmesine neden olabilir.
  • Sürdürülebilir kalkınma için iklim esnekliği olan çözüm yollarından beklentiler dünyanın iklim değişikliğini azaltmak için neler yapacağına bağlıdır.
  • İklim değişikliğinin hızının ve büyüklüğünün artması uyum sınırlarının aşılması ihtimalini de arttırmaktadır. 
  • Ekonomik, sosyal, teknolojik ve siyasi kararlar ve eylemlerdeki dönüşümler iklim esnekliği olan çözüm yollarını etkinleştirebilir.


Görüldüğü gibi IPCC'nin ikinci çalışma grubu raporu bizlere bir yandan iklim değişikliğinin etkileri konusunda gayet karanlık bir tablo çiziyor ancak öte yandan da uyum konusunda almamız gereken önlemleri de açıkça gösteriyor, yeter ki biz bu uyarıya kulaklarımızı tıkamayalım.

Yazının yayınlanmış halini EKOIQ Mayıs 2014 sayısında bulabilirsiniz.