14 Aralık 2015 Pazartesi

Yeni İklim Değişikliği Düzeni

Dünya tarihinde ilk defa 150 ülkenin liderleri bir anlaşmayı görüşmek üzere bir araya geldiler. Bu kadar çok lideri Paris’e getiren konu iklim değişikliği ve bu günümüzde insanlığın karşılaştığı en önemli problem. Bu problemin temelinde insanlar var ve çözümü de insanların yaratması gerekiyor.
1776 yılında James Watt ilk buhar makinasını icat ettiğinden bu yana insanlar yeraltından kömür, petrol ve doğal gaz çıkartarak bunu makinalarda yakıt olarak kullanıyorlar. Bu yakıt kaynağı çok ucuz gibi göründüğünden neredeyse limitsizce kullanılıyor. Bu kaynağın başlangıçta görülmeyen ancak son otuz senedir ortaya çıkmaya başlayan bir zararı var: Kömür, petrol ve doğal gaz (yani fosil yakıtları) yandığı zaman atmosfere karbondioksit salıyor. Karbondioksit ise dünyanın uzayla olan ısı alışverişini bozarak atmosferin ve dünyanın yüzeyinin ısınmasına yol açıyor. Bu nedenle karbondiokside sera gazı diyoruz.
Bilim insanları fosil yakıtların endüstride kullanılmasından bu yana geçen 250 senede dünyanın ortalama yüzey sıcaklığının 1 oC arttığını ölçerek ortaya koyuyorlar. Bu çoğumuza fazla görünmeyebilir ama unutmamamız gereken bugünkü ılıman iklimimizle yaşadığımız yerlerde mamutların gezindiği buzul çağı arasında ortalama sıcaklık farkının sadece 5 oC olduğudur. Eğer endüstrimiz şu anda olduğu gibi fosil yakıtları kullanıp sera gazı salmaya devam edecek olursa torunlarımızın yaşayacağı dönemde sıcaklığın 5 oC daha yüksek olması şaşırtıcı olmayacak. Bugünden 5 oC daha düşük ortalama sıcaklıkların buzul çağı gibi bir döneme işaret ettiğini düşünecek olursak 5 oC daha yüksek ortalama sıcaklıkların ne kadar kötü bir cehennemi getireceğini hepimiz kolaylıkla hayal edebiliriz.
İşte 150 ülkenin liderleri Paris’te böyle bir geleceği engellemesi umulan bir anlaşmayı görüşmek için toplandılar. Bu geleceği engellemenin kesin yolu atmosferdeki sera gazlarını yok edip 250 sene öncesine dönmek. Ancak bu gerçekte mümkün olamayacağı için kendimize daha gerçekçi limitler koymamız gerekiyor. 1992 yılında Rio de Janerio’da toplanan dünya liderleri ilk olarak sera gazlarının yol açtığı küresel ısınmanın insanlığın geleceğini tehlikeye atmaması konusunda anlaşmaya vardılar. Bu amaca yönelik olarak da her senenin sonunda küresel ısınma konusunda yapılacakları gözden geçirmek için uluslararası bir toplantı yapılmasına karar verdiler. Bu yıl Paris’te bu toplantıların 21.si yapılıyor. 2009’da Kopenhag’da yapılan toplantı sonunda küresel ısınmanın 2 oC ile sınırlanması prensip kararı alınmıştı. Bu yıl da bu yolda 2030 yılına kadar yapılması gerekenler ele alınıyor.
250 yıldır dünya ekonomisi fosil yakıtlara dayanarak büyüdüğünden hemen bugün bu yakıtlardan vazgeçilebilmesi mümkün görünmüyor. Bu nedenle de dünya ülkeleri küresel ısınma ile mücadele için ellerinden geleni yapmakta hevessiz görünüyorlar. Geçen yıl Lima’da yapılan toplantıda 2 oC hedefine ulaşabilmek için ülkelerin yapmayı kabul ettiklerini 2015 yılı içerisinde açıklamaları istenmişti. Açıklanacak belgelere niyet edilen ulusal olarak belirlenmiş katkılar (Intended Nationally Determined Contribution – INDC), kısaca niyet beyanları diyoruz.
Ükemiz de dahil olmak üzere neredeyse tüm dünya ülkeleri Paris toplantısı öncesinde Niyet Beyanları’nı açıkladılar. Paris toplantısında konuşulan ve üzerinde anlaşılması gereken iki ana başlık bulunmaktadır. Bunlar her ülkenin bu beyanlara nasıl uyacağı ve geliştireceği ile bu beyanları yerine getirmek için gerekli olan finansman kaynağının nasıl sağlanacağıdır.
Üzerinde karara varılan temel konu ülkelerin niyet beyanlarını topladığımız zaman bizi 2 oC’lik bir ısınmadan koruyamayacağıdır. Bu nedenle ülkelerin bugünle 2030 arasında periyodik olarak toplanarak 2 oC’lik hedefe ulaşmak için niyet beyanlarını gözden geçirmeleri ve düzeltmeleri gerekmektedir. Bu gözden geçirme süreleri beş yıl olacaktır. Yani devletlerin 2015 yılında vermiş oldukları niyet beyanlarını 2020 yılında gözden geçirerek daha da sıkılaştırmaları ve 2030 yılında dünyayı 2 oC’lik bir sıcaklık artışından koruyacak sera gazı azaltımı yoluna girilmiş olması gerekmektedir.
Bu azaltımların yerine getirilmesi içinse maddi kaynağın gelişmiş ülkeler tarafından sağlanması zorunludur. Ancak böylesi büyük bir kaynağın sağlanması meclislerin onayını gerektirdiğinden özellikle Amerikan Meclisi’nden bu anlaşmanın geçmesi zor görünmektedir. Bu nedenle de finansmanın maddi kaynak şeklinde değil teknoloji transferi olarak sağlanması daha olası görünmektedir.
Paris’te yapılacak olan anlaşma 2020-2030 yılları arası dönemi kapsayacağından bu noktadan sonra tek tek ülkeler tarafından onaylanması gerekecektir. Bu onay süreci yukarıda belirttiğim iki sorunun ne derece çözüme kavuşacağı konusunda yol gösterici olacaktır. Yani her ne kadar Paris’te bir anlaşma imzalanacak olsa da bu anlaşmanın şartlarının kesinleşmesi uzun sürecektir.
Ülkemiz açısından bakıldığında verilen niyet beyanının son derece zayıf kaldığı görülmektedir. Öncelikle ülkemiz 2030 yılına kadar kesinlikle gerçekçi olmayan bir biçimde %7 büyüyeceğini öngörerek bir enerji ihtiyacı belirlemiş ve sonra da bu enerji ihtiyacını özellikle en kirli fosil yakıt olan kömürle gidereceğini gidereceğini kabul etmiştir. Ülkemizin son senelerde %3.5-4.0 aralığında büyüdüğünü hatırlayacak olursak öncelikle büyüme beklentilerinin ne derece gerçeklikten uzak olduğu anlaşılabilir. Öte yandan tüm dünya yenilenebilir enerji kaynakları olan rüzgar ve güneşten faydalanma yolunda ilerlerken düşük verimli linyit kömüründen enerji üreterek büyümek de benzer şekilde gerçekçi değildir. Bu iki ana noktada ülkemizin en kötü ihtimalde olabilecekten de daha kötü bir senaryo yarattığını kabul edebiliriz. Niyet beyanında ise bu kötünün de kötüsü olan senaryodan %21 azaltım yapmayı hedeflediğimiz açıklanmaktadır. Bunun da anlamı şudur: Eğer son 15 yıldır ilerlediğimiz yolda 15 sene daha ilerleyecek olursak hiçbir şey yapmamıza gerek kalmadan sera gazı azaltım hedeflerimizi tutturmuş olacağız.
Yalnız devletimiz buna ek olarak niyet beyanında belirttiği hedefleri tutturmak için gelişmiş ülkelerden maddi yardım istemektedir. Gerek hedeflerin çok düşük olması gerekse de bu düşük hedeflere ulaşmak için bile maddi destek aranması bizi iklim değişikliği konusunda dünyada en kötü ülkelerden biri haline getirmiştir.
Yine de önümüzdeki yıllar bize yeni bir dünya düzeni getirecektir. Tüm dünya ülkeleri verdikleri sözlerin tümünü yerine getirseler bile bu yüzyılın sonuna kadar dünyamız 2.7 oC daha ısınacaktır. Bu nedenle yakın gelecekte hepimize önemli görevler düşmektedir. Devletlerin Paris’te masadan bir anlaşma ile kalkmaları son derece önemlidir. Bu anlaşma kabul edildiğinde ülkeler artık fosil yakıtların kötü olduğunu ve bunlara dayalı ekonomik büyümenin de sonuna gelindiğini kabul etmiş olacaklardır. Bunun ülkeler açısından anlamı artık yeni bölgelerde petrol bulmak için kuyular veya kömür bulmak için madenler açılmasının kurallara aykırı olmasıdır. Yani eskiden aktivistler ülke kanunlarına karşı savaşırken artık uluslararası anlaşmaları arkalarına alarak hareket edebileceklerdir.
Sadece aktivistlerin değil hepimizin üzerine düşen görev gelecek yıllarda öncelikle bu anlaşma şartlarının yerine getirilmesine önem vermek ve bizi devletlere her an dünyayı 2 oC’nin altında tutmanın onların ve bizlerin sorumluluğu olduğunu hatırlatmaktır.
Başta söz ettiğimiz noktaya geri dönecek olursak, aslında hedef 2 oC’lik bir artış değil hiç artış olmamasıdır. 2 oC’lik artış bile bizleri ciddi tehlikelerle karşı karşıya bırakacaktır. Ülkemiz küresel ısınmadan en fazla etkilenecek yerlerden biridir ve bunun bilinciyle belki de sera gazlarını azaltmaya verdiğimizden fazla önemi yakın gelecekte küresel ısınma
ile birlikte karşımıza çıkacak sorunları gidermek için önlemler almaya da vermeliyiz. Ortalama sıcaklık artışı ne kadar fazla olacak olursa başımıza gelecek problemlerin boyutu da o denli büyüyecektir. Dolayısıyla bir yandan problemin oluşmasını engelleyecek önlemler almak, diğer yandan da eğer problem oluşacak olursa etkilerinden korunmak için çabalamak gereklidir. Bu iki çabanın da birlikte yürümesi gerekmektedir. Ama iyi haber, problemin oluşmasını engelleyecek, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek gibi önlemler, bizleri aynı zamanda ileride oluşabilecek iklim felaketlerinden korumaya da yardımcı olacaktır. Yani bizler çabaladığımız müddetçe iklim değişikliği üstesinden gelemeyeceğimiz bir problem değildir.

Yazının orijinaline Sustineo web sitesinden ulaşabilirsiniz.

1 Aralık 2015 Salı

Yeni başlayanlar için iklim görüşmeleri

2015 yılının Aralık ayında Paris'te Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UN Framework Convention on Climate Change – UNFCCC) Taraflar Konferansı'nın (Conference of the Parties – CoP) yirmi birincisi yapılacak. Bu konferansın sonunda dünya ülkeleri arasında bir iklim değişikliği anlaşması imzalanması bekleniyor. Her ne kadar iki cümleyle bunu anlatmaya çalışsak da aslında bu konu üzerinde sayfalarca yazabiliriz. Ancak bu yoğun gündemin içinde ve bu kadar kısa sürede yazılacakların tümünü okumak mümkün olamayacağı için en azından görüşmelere kısa bir başlangıç yapmak istedik.

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi nedir? 1992 yılında tüm dünya ülkelerinin liderleri Brezilya'nın Rio de Janeiro şehrinde toplanarak iklim değişikliğinin kötü bir şey olduğu konusunda hemfikir oldular ve bu değişikliğin durdurulması için mümkün olan şeylerin yapılması gerektiğine karar verdiler. Burada imzaladıkları anlaşma bugüne değin 196 ülke tarafından kabul edildi ve meclislerinden geçirilerek yasalaştı. Ülkemiz de bu anlaşmayı kabul eden ülkelerden biridir. Burada önemli nokta, bu anlaşmanın bir yaptırımı olmamasıdır. Ancak bu anlaşmaya taraf ülkeler daha sonraki yıllarda toplanarak anlaşmaya yaptırım gücü getirmeyi de kabul etmişlerdir. 

Bu anlaşmaya taraf ülkeler ilk defa 1995 yılında Birinci Taraflar Konferansı'nı toplamışlardır. Taraflar Konferansı 1995 yılından bu yana düzenli olarak her yılın Aralık ayında değişik bir ülkede toplanır. Bu yıl yirmi birincisi düzenlenecek olan Taraflar Konferansı Fransa'nın başkenti Paris'te toplanacaktır. Taraflar Konferanslarının en önemli amacı iklim değişikliğini önleyecek bir uluslararası anlaşmaya zemin hazırlamaktır. Ancak bu tür uluslararası anlaşmaları imzalanabilecek hale getirmek çok uzun süre aldığından her anlaşmanın hazırlanması en azından birkaç sene sürmektedir. Mesela hazırlıkları 1992 yılında Rio'da başlayan anlaşma ancak 1997 yılında Kyoto'da imzalanabilmiştir. 1997 yılında Kyoto'da imzalanan anlaşmanın yürürlüğe girmesi ise tüm ülkelerin meclislerinden geçme zorunluluğundan dolayı 2005 yılını bulmuştur. 

Kyoto Anlaşması 2008 - 2012 tarihleri arasında gelişmiş ülkelerin sera gazı salımlarını azaltmalarını gerektiriyordu. Bu anlaşma 2012 yılında sona ermeden önce yeni bir anlaşmanın imzalanarak yürürlüğe girmesi gerekiyordu. Yalnız bu yoldaki çabalar 2009 yılında Kopenhag'da yapılan Taraflar Konferansı'nda başarısızlıkla sonuçlandı ve Kyoto Anlaşması'nı devam ettirecek bir anlaşmaya varılamadı. Ancak Kopenhag'da devletler önemli bir karar alarak küresel ısınmanın bilim insanlarının koyduğu limit olan iki derece ile sınırlanması konusunda fikir birliğine vardılar. 

2009 yılından beri süren yoğun çabalar sonunda 2014 Aralık ayında Peru'nun başkenti Lima'da toplanan 20. Taraflar Konferansı yeni bir anlaşmanın temellerini attı. Geçtiğimiz bir yılda ise bu atılan temeller üzerine Paris'te Aralık ayında toplanacak olan konferansta imzalanması beklenen bir anlaşma taslağı ortaya konuldu. Dolayısıyla 1997 yılında Kyoto dan sonra ilk defa 2015 yılında Paris'te taraflar masaya ellerinde bir anlaşma taslağı ile oturacaklar. Bu da Aralık ayına ümitle bakmamıza imkan veren en önemli sebep. Eğer bu anlaşma taslağı kabul edilecek olursa Paris'te tüm devletlerin yetkilileri tarafından imzalanarak yürürlüğe girecek. İmzalanacak olan anlaşma devletlerin 2015-2030 yılları arasında iklim değişikliğini önlemek için atacakları adımları belirleyecek.

Yalnız bu anlaşma hususunda hepimizin bilmesi gereken birkaç önemli nokta var. Bu önemli noktaların başında şu geliyor: Bu tür bir anlaşmanın anlam ve önem kazanabilmesi için dünyada atmosfere sera gazı salan ülkelerin neredeyse tamamının bu anlaşmayı kabul etmeleri gerekiyor. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri'nin veya Çin'in taraf olmadığı bir anlaşmanın fazla bir anlamı da olmayacak. Bu sebeple uzun zamandır en önemli çaba bu “büyük kirleticileri” bir masa etrafında oturtup aynı anlaşmaya “evet” dedirtmek için harcandı. Doğal olarak herkesin “evet” diyeceği anlaşma da ülkelere çok fazla yükümlülük getirmeyecek bir anlaşma olmak zorundaydı. Yani bir yandan anlaşmanın iklim değişikliğini engelleyecek kadar kuvvetli olması öte yandan da ana kirleticilerin “hayır” diyemeyeceği kadar da yumuşak olması gerekiyordu. Bundan dolayı da karşımıza çıkacak olan anlaşma esasında fazlaca yumuşak maddeler içeren bir anlaşma olacaktır. Yumuşak maddelerden oluşacak olmasının temel sebebi bu anlaşmaya en başta Amerika Birleşik Devletleri'nin “evet” demesi gerekliliğidir. Ancak Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Amerikan Meclisi daha aylar önce bir yaptırım getiren iklim anlaşmasını kabul etmeyeceklerini baştan söylemişti. Dolayısıyla Paris'te karşımıza çıkacak olan anlaşma Amerikan Meclisi'nden geçmesini gerektirecek yaptırımları bulunmayan bir anlaşma olacaktır Bu mantıktan dolayı temelde dünya 1992 yılına geri dönmüş bulunmaktadır, yani dünya ülkeleri iklim değişikliğini durdurmak için ellerinden geleni yapacaklarına tekrar söz verecekler. Bugünkü anlaşmanın Rio'da yapılan anlaşmadan ana farkı her ülkenin 2030 yılına kadar neler yapacağını resmi olarak belirliyor olmasıdır.

2015 yılı boyunca dünya ülkelerinin çoğu kısaca Niyet Beyanı dediğimiz Ülkeler Tarafından Belirlenen ve Niyet Edilen Katkıları (Intended Nationally Determined Contribution – INDC) açıklamışlardır. Bu katkıları belirlemekte tüm ülkeler özgürdürler. Katkı belirleme sürecinde bir ülkenin diğer bir ülkeyi zorlaması söz konusu değildir. 

Paris'te varılacak anlaşmada iki tane önemli nokta var. Bu noktalardan birincisi, bu niyet beyanlarının ne derece ciddiye alınıp üzerinde tartışma olmadan kabul edileceğidir. Yani ülkelerin niyet ettikleri katkıların üzerinde tartışma olmadan kabul edilip edilmeyeceğini Paris'teki tartışmalar gösterecektir. İkinci önemli husus da bu katkıların ne derece yaptırma tabi olacağıdır. Yani 2030 yılına kadar devletler verdikleri sözü tutmayacak olurlarsa bunun bir yaptırımı olacak mıdır? Bu görüşme sürecinden anladığımız niyet edilen katkıların daha sıkılaştırılmasının az da olsa mümkün olduğu, ancak bu katkılar yerine getirilmeyecek olursa bir yaptırımın söz konusu olamayacağı yönündedir.

Bu anlaşmalarda insanlığı ilgilendiren önemli nokta ise tüm devletlerin verdikleri tüm sözleri yerine getirmeleri durumunda bile çıkan sonucun bizi iklim değişikliğinin kötü etkilerinden koruyup korumayacağıdır. Bilim insanları bunu iklim değişikliğini iki derece ile sınırlamak şeklinde belirlemişlerdir.  Bilim insanlarının devletlerin niyet beyanları değerlendirmeler verilen bu sözlerin bizi güvenilir hudutlar içerisinde tutmaya yetmeyeceği şeklindedir. Bu nedenle tüm dünya vatandaşlarının üzerine düşen görev kendi devletlerine baskı uygulayarak bu katkıların çok daha sıkı hale getirilmesini sağlamaktır Çünkü iklim değişikliğinin gölgesi altındaki geleceğimiz devletlerin kararına bırakılamayacak kadar önemli bir konudur.

Yazının yayınlanmış halini EKOIQ Aralık 2015 sayısında bulabilirsiniz.