2015 yılının Aralık ayında Paris'te Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UN Framework Convention on Climate Change – UNFCCC) Taraflar Konferansı'nın (Conference of the Parties – CoP) yirmi birincisi yapılacak. Bu konferansın sonunda dünya ülkeleri arasında bir iklim değişikliği anlaşması imzalanması bekleniyor. Her ne kadar iki cümleyle bunu anlatmaya çalışsak da aslında bu konu üzerinde sayfalarca yazabiliriz. Ancak bu yoğun gündemin içinde ve bu kadar kısa sürede yazılacakların tümünü okumak mümkün olamayacağı için en azından görüşmelere kısa bir başlangıç yapmak istedik.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi nedir? 1992 yılında tüm dünya ülkelerinin liderleri Brezilya'nın Rio de Janeiro şehrinde toplanarak iklim değişikliğinin kötü bir şey olduğu konusunda hemfikir oldular ve bu değişikliğin durdurulması için mümkün olan şeylerin yapılması gerektiğine karar verdiler. Burada imzaladıkları anlaşma bugüne değin 196 ülke tarafından kabul edildi ve meclislerinden geçirilerek yasalaştı. Ülkemiz de bu anlaşmayı kabul eden ülkelerden biridir. Burada önemli nokta, bu anlaşmanın bir yaptırımı olmamasıdır. Ancak bu anlaşmaya taraf ülkeler daha sonraki yıllarda toplanarak anlaşmaya yaptırım gücü getirmeyi de kabul etmişlerdir.
Bu anlaşmaya taraf ülkeler ilk defa 1995 yılında Birinci Taraflar Konferansı'nı toplamışlardır. Taraflar Konferansı 1995 yılından bu yana düzenli olarak her yılın Aralık ayında değişik bir ülkede toplanır. Bu yıl yirmi birincisi düzenlenecek olan Taraflar Konferansı Fransa'nın başkenti Paris'te toplanacaktır. Taraflar Konferanslarının en önemli amacı iklim değişikliğini önleyecek bir uluslararası anlaşmaya zemin hazırlamaktır. Ancak bu tür uluslararası anlaşmaları imzalanabilecek hale getirmek çok uzun süre aldığından her anlaşmanın hazırlanması en azından birkaç sene sürmektedir. Mesela hazırlıkları 1992 yılında Rio'da başlayan anlaşma ancak 1997 yılında Kyoto'da imzalanabilmiştir. 1997 yılında Kyoto'da imzalanan anlaşmanın yürürlüğe girmesi ise tüm ülkelerin meclislerinden geçme zorunluluğundan dolayı 2005 yılını bulmuştur.
Kyoto Anlaşması 2008 - 2012 tarihleri arasında gelişmiş ülkelerin sera gazı salımlarını azaltmalarını gerektiriyordu. Bu anlaşma 2012 yılında sona ermeden önce yeni bir anlaşmanın imzalanarak yürürlüğe girmesi gerekiyordu. Yalnız bu yoldaki çabalar 2009 yılında Kopenhag'da yapılan Taraflar Konferansı'nda başarısızlıkla sonuçlandı ve Kyoto Anlaşması'nı devam ettirecek bir anlaşmaya varılamadı. Ancak Kopenhag'da devletler önemli bir karar alarak küresel ısınmanın bilim insanlarının koyduğu limit olan iki derece ile sınırlanması konusunda fikir birliğine vardılar.
2009 yılından beri süren yoğun çabalar sonunda 2014 Aralık ayında Peru'nun başkenti Lima'da toplanan 20. Taraflar Konferansı yeni bir anlaşmanın temellerini attı. Geçtiğimiz bir yılda ise bu atılan temeller üzerine Paris'te Aralık ayında toplanacak olan konferansta imzalanması beklenen bir anlaşma taslağı ortaya konuldu. Dolayısıyla 1997 yılında Kyoto dan sonra ilk defa 2015 yılında Paris'te taraflar masaya ellerinde bir anlaşma taslağı ile oturacaklar. Bu da Aralık ayına ümitle bakmamıza imkan veren en önemli sebep. Eğer bu anlaşma taslağı kabul edilecek olursa Paris'te tüm devletlerin yetkilileri tarafından imzalanarak yürürlüğe girecek. İmzalanacak olan anlaşma devletlerin 2015-2030 yılları arasında iklim değişikliğini önlemek için atacakları adımları belirleyecek.
Yalnız bu anlaşma hususunda hepimizin bilmesi gereken birkaç önemli nokta var. Bu önemli noktaların başında şu geliyor: Bu tür bir anlaşmanın anlam ve önem kazanabilmesi için dünyada atmosfere sera gazı salan ülkelerin neredeyse tamamının bu anlaşmayı kabul etmeleri gerekiyor. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri'nin veya Çin'in taraf olmadığı bir anlaşmanın fazla bir anlamı da olmayacak. Bu sebeple uzun zamandır en önemli çaba bu “büyük kirleticileri” bir masa etrafında oturtup aynı anlaşmaya “evet” dedirtmek için harcandı. Doğal olarak herkesin “evet” diyeceği anlaşma da ülkelere çok fazla yükümlülük getirmeyecek bir anlaşma olmak zorundaydı. Yani bir yandan anlaşmanın iklim değişikliğini engelleyecek kadar kuvvetli olması öte yandan da ana kirleticilerin “hayır” diyemeyeceği kadar da yumuşak olması gerekiyordu. Bundan dolayı da karşımıza çıkacak olan anlaşma esasında fazlaca yumuşak maddeler içeren bir anlaşma olacaktır. Yumuşak maddelerden oluşacak olmasının temel sebebi bu anlaşmaya en başta Amerika Birleşik Devletleri'nin “evet” demesi gerekliliğidir. Ancak Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Amerikan Meclisi daha aylar önce bir yaptırım getiren iklim anlaşmasını kabul etmeyeceklerini baştan söylemişti. Dolayısıyla Paris'te karşımıza çıkacak olan anlaşma Amerikan Meclisi'nden geçmesini gerektirecek yaptırımları bulunmayan bir anlaşma olacaktır Bu mantıktan dolayı temelde dünya 1992 yılına geri dönmüş bulunmaktadır, yani dünya ülkeleri iklim değişikliğini durdurmak için ellerinden geleni yapacaklarına tekrar söz verecekler. Bugünkü anlaşmanın Rio'da yapılan anlaşmadan ana farkı her ülkenin 2030 yılına kadar neler yapacağını resmi olarak belirliyor olmasıdır.
2015 yılı boyunca dünya ülkelerinin çoğu kısaca Niyet Beyanı dediğimiz Ülkeler Tarafından Belirlenen ve Niyet Edilen Katkıları (Intended Nationally Determined Contribution – INDC) açıklamışlardır. Bu katkıları belirlemekte tüm ülkeler özgürdürler. Katkı belirleme sürecinde bir ülkenin diğer bir ülkeyi zorlaması söz konusu değildir.
Paris'te varılacak anlaşmada iki tane önemli nokta var. Bu noktalardan birincisi, bu niyet beyanlarının ne derece ciddiye alınıp üzerinde tartışma olmadan kabul edileceğidir. Yani ülkelerin niyet ettikleri katkıların üzerinde tartışma olmadan kabul edilip edilmeyeceğini Paris'teki tartışmalar gösterecektir. İkinci önemli husus da bu katkıların ne derece yaptırma tabi olacağıdır. Yani 2030 yılına kadar devletler verdikleri sözü tutmayacak olurlarsa bunun bir yaptırımı olacak mıdır? Bu görüşme sürecinden anladığımız niyet edilen katkıların daha sıkılaştırılmasının az da olsa mümkün olduğu, ancak bu katkılar yerine getirilmeyecek olursa bir yaptırımın söz konusu olamayacağı yönündedir.
Bu anlaşmalarda insanlığı ilgilendiren önemli nokta ise tüm devletlerin verdikleri tüm sözleri yerine getirmeleri durumunda bile çıkan sonucun bizi iklim değişikliğinin kötü etkilerinden koruyup korumayacağıdır. Bilim insanları bunu iklim değişikliğini iki derece ile sınırlamak şeklinde belirlemişlerdir. Bilim insanlarının devletlerin niyet beyanları değerlendirmeler verilen bu sözlerin bizi güvenilir hudutlar içerisinde tutmaya yetmeyeceği şeklindedir. Bu nedenle tüm dünya vatandaşlarının üzerine düşen görev kendi devletlerine baskı uygulayarak bu katkıların çok daha sıkı hale getirilmesini sağlamaktır Çünkü iklim değişikliğinin gölgesi altındaki geleceğimiz devletlerin kararına bırakılamayacak kadar önemli bir konudur.
Yazının yayınlanmış halini EKOIQ Aralık 2015 sayısında bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder