Aralık ayında Paris'te yapılacak olan iklim zirvesinden (UNFCCC 21. Taraflar Konferansı) iklim değişikliğini önleme yolunda kalıcı ve bağlayıcı bir anlaşma çıkması hepimizin en büyük umudu. Geçtiğimiz sene Lima'da yapılan 20. Taraflar Konferansı sonunda varılan anlaşma gereği dünya ülkelerinin tümünün 30 Eylül 2015 tarihine kadar Ülkenin İklim İçin Niyet Beyanı dediğimiz belgeleri Birleşmiş Milletler'e sunmaları gerekiyordu. 30 Eylül tarihinde Niyet Beyanlarını vermiş olan ülkelerin sera gazı salımları tüm dünya ülkelerinin sera gazı salımlarının %90'ını oluşturuyordu. Bu bağlamda Lima kararlarının uygulanmasında önemli bir başarı sağlandığı söylenebilir.
Ülkemizin ve diğer ülkelerin Niyet Beyanlarını incelemeden önce genel anlamıyla bu belgelerin ne anlama geldiğini incelemek faydalı olacaktır.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne (UNFCCC) taraf olan ülkeler her yılın Aralık ayında değişik bir yerde toplanarak ülkelerin bu konudaki durumlarını gözden geçirirler. Bu toplantıların üçüncüsü 1997 yılında Kyoto'da yapıldı ve 2008-2012 yılları arasında sera gazı salımlarının azaltılmasını öngören bağlayıcı bir anlaşma imzalandı. Kyoto Protokolü'nün geçerlilik süresi 2012'de biteceği için 2009'da Kopenhag'da toplanan 16. Taraflar Konferansı'nda 2012 yılı sonrasında alınacak önlemler kararlaştırılmaya çalışıldı ama bir başarı sağlanamadı. O tarihten bu zamana kadar da dünya ülkeleri bu konuda bir anlaşmaya varmaya çalışıyorlar.
Ne yazık ki, o zamandan bugüne aldığımız yol pek de iç açıcı değil. Son toplantıda alınan karar tüm dünya ülkelerinin 2015-2030 arasında neler yapmak istediklerini beyan etmeleri yönündeydi. Buna verilen resmi isim Intended Nationally Determined Contributions (INDC), yani Ülkeler Tarafından Belirlenerek Niyet Edilen Katkılar. Biz kısaca Niyet Beyanları veya INDC diyerek devam edeceğiz. İsminden de anlaşıldığı üzere öncelikle bu beyanları ülkeler kendileri hazırlıyorlar ve üzerlerinde başka bir kontrol mekanizması bulunmuyor. Bu da ülkelerin istediklerini söyleyebilecekleri anlamına geliyor. Ayrıca ülkeler bir de buna “niyet ediyorlar”, yani söz vermiyorlar ya da kendilerini bununla bağlamıyorlar. Dolayısıyla Paris'e giden yolda üzerinde tartışmanın geçeceği temel belgeler herkesin sadece neler yapmak istediğini yazdığı ve bunu taahhüt etmediği, sadece buna niyeti olduğunu söylediği belgeler. Haklısınız, herhangi birimiz bu tür bir belgeyle kanuni herhangi bir anlaşmaya girmezdik. Bir düşünün, ben sizin evinizi almak istiyorum ve bu eve az bir miktar ödemeye niyetliyim dese biri ve sizin de pazarlık şansınız olmasa satar mıydınız evinizi??
Dünya ülkelerinin verdikleri beyanlar genelde üç kategoriye ayrılabilir. Kesin bir hedef verenler, mesela 2030'da sera gazı salımlarımızı 1990 seviyesine göre %50 azaltacağız gibi; artıştan azaltım verenler, mesela 2030'da önlem almayacak olsak (buna Business As Usual – BAU deniyor) salacağımız sera gazı miktarından %30 azaltım yapacağız diyenler ve bir hedef belirlemeden sadece azaltma niyetleri olduğunu söyleyenler.
Ülkemiz aslında nasıl bir beyanda bulunacağını senelerden beri yayınladığı çeşitli raporlarda belirlemişti. Bizim resmi söylemimiz gelişmekte olan bir ülke olmamızdan ötürü enerji ihtiyacımız olduğu ve enerjimizi yerli kaynak olan kömüre dayanarak kazanacağımız yönündeydi. 30 Eylül günü açıkladığımız Niyet Beyanı'nda da bunu görmek mümkün:
2015 yılında 477 milyon ton olan CO2 eş değeri toplam sera gazı salımlarımızın önlem almayacak olursak 2030 yılına kadar 1175 milyon tona çıkması beklenmektedir. Ancak alınması planlanan önlemlerle bu miktarın 1175 milyon tondan en fazla %21 az olmasına niyet edilmektedir.
Yani 2030 yılındaki sera gazı salımlarımız 1175 milyon ton CO2 eş değeri ile 929 milyon ton CO2 eş değeri arasında olacaktır. Buna göre ülkemiz iklim değişikliğini önlemek için sera gazı salımlarını 2015 değerlerine göre en iyi ihtimalle %95, en kötü ihtimalle de %146 arttırmaya niyet ettiğini açıklamıştır.
Bu açıklama ile ilgili olarak bir temel problemden ile bir önemli ve olumlu noktadan söz edebiliriz.
Öncelikle, iklim değişikliğini önlemek için esasında salımlarımızı azaltmamız gerektiği gerçeğine değinmeyeceğim bile. Ancak, bu yıl 477 milyon ton olan salımlarımızı nasıl olup da 2030 yılında 1175 milyon tona çıkartacağımızı anlayabilmemiz gerekmektedir.
Ülkemizin gelecekteki sera gazı salımlarını hesaplayabilmek için öncelikle ülkemizin yakın gelecekte ne hızda büyüyeceğini tahmin etmemiz gerekiyor. WWF ve İstanbul Politikalar Merkezi'nin geçen ay yayınladığı çalışmada detaylı biçimde açıklandığı üzere IMF ve OECD gibi uluslararası kuruluşların öngörülerine göre ülkemizin 2030 yılına kadar %3.45 büyümesi bekleniyor. Bu büyüme oranı kullanılarak sera gazı salımları hesaplandığında 2030 yılında 787 milyon ton CO2 eş değeri sera gazı salacağımız görülüyor. Yani ülkemiz için gerçekçi beklenti 787 milyon ton iken Birleşmiş Milletler'e 1175 milyon ton bildirimde bulunmamızın mantığını anlayabilmek için biraz daha çaba sarf etmek gerekiyor. Diyelim senede ortalama %3.45 değil de devletimizin istediği gibi %5 büyüdük. O zaman da 2030 yılında salacağımız toplam sera gazı miktarı 851 milyon ton CO2 eş değeri oluyor, buna göre de 1175 milyon tondan gene de çok uzağız. Ancak eğer Sayın Cumhurbaşkanımızın planladığı gibi 2023 ve ötesinden dünyanın ilk on büyük ekonomisi içerisinde yer almak istiyorsak, o zaman bugünden 2030 yılına kadar her sene %7.5 büyümemiz gerekiyor. 15 sene boyunca istikrarlı bir şekilde yılda %7.5 büyüyecek olursak gerekli olan enerji ihtiyacından dolayı sera gazı salımlarımız 1175 milyon tonu bulacaktır. Dolayısıyla, ülkemiz önüne gelecek yıllarda dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olma hedefini koymuş ve bu hedefe sera gazı salarak varmayı hedeflemektedir.
Dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olabilmek için bizden üstteki Endonezya, Hindistan, Meksika, Avustralya, Kanada, Rusya ve Güney Kore'yi geride bırakmamız gerekmektedir. Bunun ne derece gerçekçi göründüğünü sizlere bıraktıktan sonra bu noktayla ilgili şunu da göz önüne almalıyız. Önümüzdeki 15 yıl boyunca Birleşmiş Milletler'e verdiğimiz niyet beyanını gerçeğe çevirmek için tek yapmamız gereken özel bir şey yapmamak. Yani son 10 senedeki büyüme performansımıza devam edecek olursak herhangi bir önlem almadan verdiğimiz taahhütleri yerine getirmiş oluyoruz. Bu da niyet beyanımızın ne derece ciddiyetten uzak olduğunun önemli bir göstergesidir.
Ufak bir parantez açarsak, ülkemiz iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ülkelerden biridir. Bu nedenle ben asıl ağırlığımızı iklim değişikliğini önlemekten çok etkilerinden korunmaya vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu şekilde hazırlanmış bir niyet beyanını vermiş olsak ve genel anlamıyla “biz azaltmak için elimizden geleni yapacağız ama asıl hedefimiz ve yatırımımız kendimizi iklim değişikliğinin etkilerinden korumak üzerinedir” diyecek olsak çok daha ciddiye alınacak bir belge oluşturmuş olabilirdik.
Son olarak bu niyet beyanının çok önemli bir faydası artık masada üzerinde tartışılabilecek bir belge olmasıdır. Politika üretirken artık bu belgeye dayanarak iyileştirmeler talep etmek veya önermek mümkün olacaktır. Bugüne kadar “iklim değişikliğini azaltma konusunda biz bir beyanda bulunmuyoruz” diyen devletimiz bilime aykırı bir sayı vermiş olsa da artık elimizde bir hedef vardır ve bu hedef her zaman için geliştirilebilir.
Yazının yayınlanmış halini EKOIQ Kasım 2015 sayısında bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder