12 Şubat 2011 Cumartesi

Doğru bildiklerimizi gözden geçirme zamanı


Orijinal yayın: 12.02.2011 T24 İnternet gazetesi

Günümüzde insanlığı bekleyen en önemli sorun küresel iklim değişikliğidir. Özellikle Kopenhag sonrasında küresel sermayenin iklim değişikliğini durdurmaya yönelik çabaları baltalamasıyla dünya neredeyse hayatın varlığını tehdit eden bir yola girmiş oldu. Şu anda atmosferdeki CO2 miktarı 390ppm ve her geçen sene bu 2-3ppm daha artıyor. Nereye gittiğimizi anlatmak için bir sayı vermek yeterli, Antarktika’nın buzlarla kaplı olmadığı en son dönemde atmosferdeki CO2 miktarı 450ppm’di. Yani ciddi bir değişiklik olmazsa yaklaşık 2035 yılında ulaşacağımız CO2 miktarında artık kutuplarda buz kalması olası değil, bu da dünyadaki ortalama deniz seviyesinin 75 metre yükselmesi anlamına geliyor.  

İklim değişikliğine sebep olan temel unsur günlük hayatımızı kolaylaştırmak için yerin dibinden çıkartıp yaktığımız fosil yakıtlarıdır. Bu fosil yakıtlarından ne denli fazla tüketip atmosfere salacak olursak iklim değişikliğine de o denli katkıda bulunuyoruz. Ya da tam tersi, normalde yakılıp atmosfere CO2 yaymak yerine ne kadar çok fosil yakıtını yerin altında bırakacak olursak, iklim değişikliğinin azalması yönünde bir adım atmış oluyoruz. Bu bağlamda son elli senede öğrendiğimiz bir kaç ana bilgiyi tekrar irdelemek fayda sağlayabiliyor, şöyle ki:  

1. “Hepimiz ormanları seviyoruz ve hepimizin ağaçların kesilmesine karşı olmamız gerekiyor” varsayımını tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor. Ağaçlar atmosferden doğal olarak CO2 emiyorlar. Emdikleri CO2 ile odun oluşturuyorlar, bunu da büyümeleri sırasında daha fazla, yetiştikten sonra da da yavaş şekilde gerçekleştiriyorlar. Dolayısıyla, ağaç yetiştirip büyüdükten sonra kesmek ve odunu ya çürümeyeceği bir şekilde kullanmak, ya da aynı şekilde toprağın derinliğine gömmek aslında atmosferdeki CO2 miktarının azalmasına neden oluyor, ama buradaki en önemli nokta ağacı kestikten sonra yerine hemen yenisini dikerek CO2 emiliminin devamını sağlamak. Yanlış anlaşılmaması için açıklık getirmek gerekiyor, burada bahsedilen ormanın tamamını düzleştirmek değil, ormanın içerisinde gelişiminin ileri seviyelerindeki ağaçları genç ağaçlarla değiştirerek ormanın devamını sağlamak gerekiyor, ama önemli olan atmosferden CO2 emip bunu toprağın altında depo etmek.  

2. “Plastik torbalar kötüdür, kağıt veya bez torbalar iyidir” varsayımını da gözden geçirmemiz gerekiyor. Plastik temelde petrolden yapılıyor, eğer petrolden yapılan bir plastik torbayı kullandıktan sonra yerin epey derinine gömecek olursak o petrolü bir şekilde toprağın altında hapsetmiş oluyoruz. Hiç plastik kullanmadığımız zaman ise plastik üretmek yerine bu petrol arabalarda yakıt olarak kullanılıyor. Bu noktada düşüncemizi etkileyen birkaç faktör var: 
(a) Plastik üretimi diğer pek çok sektörde olduğu gibi enerjiye fazla dayanan bir üretim biçimi değildir. Yani plastiği geri dönüştürmek aslında doğaya fazla fayda sağlamaz, sadece üreticilerin maliyetlerini düşürür. Öte yandan özellikle cam ve alüminyum üretimi son derece enerji gerektirir ve bunları geri dönüştürmek hem hammadde hem de üretimde kullanılan enerji açısından çok gereklidir.  
(b) Ancak burada plastiği geri dönüştürmeyecek olursak ne yapacağımız çok önemlidir. Bugünkü hayat tarzımızda tek kullanımlık plastik ambalajlar çöpe atıldığından, bu çöpler de bir şekilde çözünerek atmosfere CO2 saldıkları için plastiği geri dönüştürmek doğaya daha az zarar verir. Bu konudaki doğru cevap ise üretiminde petrol-doğalgaz-kömür üçlüsüne fazlasıyla dayanan ve yapısında öncelikli olarak karbon bulunduran nesneleri üretmemek ya da geri dönüştürmek değil tüketiminden sonra çürümeyecek bir şekilde yerin altına gömmektir.  
(c) Tabi her zaman için en doğrusu bugün, hemen, yeraltındaki petrol-doğalgaz-kömür üçlüsüne dayanan yaşam tarzımızdan vazgeçip alternatifler aramaktır. Yukarıdaki varsayımlar, dünyanın bundan vazgeçmeyeceği üzerine kurulmuş çözüm önerileridir. 

3. Bir de “nükleer santraller kötüdür” varsayımı var, ama nükleer santral mi termik santral mi konusuna sadece bir cümle ile değinip bir başka yazıya bırakmak istiyorum: En iyisi güneş ve rüzgar, ama siyasal erk baz enerji ihtiyacı için tek elde toplayabildiği fosil yakıtları kullanan santraller kurmayı daha uygun görüyorsa o zaman tercih doğalgaz veya termik değil nükleer santrallerden yana olmalıdır. 

7 Şubat 2011 Pazartesi

Nasıl nazikçe hepiniz öleceksiniz denir?

Orijinal yayın: 07.02.2011 T24 İnternet gazetesi
Bugün Ankara'da iklim konusunu öğrenmek isteyen gönüllülere verdiğim iki eğitim konuşmasından geri dönüyorum. Bu iki konuşma ve karşılaştığım sorular beni önemli bir konuyu irdelemeye yöneltti. Bir yandan insanlara geleceğin çok kötü olacağını söylerken bir diğer yandan da nasıl ümitlerini kaybetmeden savaşmaları gerektiğini nasıl anlatmalı?

Dünyanın bugünü hakkında neler biliyoruz bir toparlayalım:


1.       Atmosferdeki karbondioksit miktarı milyonda 390 parçacık. Karbondioksit miktarı milyonlarca yıldır bu seviyeye çıkmamıştı. CO2 miktarı son sefer bu seviyelere geldiğinde her iki kutupta da buzlar yoktu.

2.       Her iki kutupta da buzların erimesi demek, dünyadaki deniz seviyesinin 75 metre yükselmesi demektir. Bu sadece Bangladeş'te, Hollanda'da ya da Maldivler'de değil Üsküdar'da da denizin yükseleceği anlamına gelir. Bu kompleks fiziksel bir problem değildir. Kutupların üzerindeki buzun kalınlığını biliyoruz, o kalınlıktaki buzu eritecek ısı miktarını da, dolayısıyla deniz seviyesinin bu buzlar eridiğinde ne kadar yükseleceğini bulmak zor bir problem değil.
3.       Hem Türkiye'nin hem de dünyanın pek çok ülkesinin en kıymetli tarım alanları deniz seviyesindeki topraklardan oluşmaktadır.
4.       Son yirmi yıl içerisinde dünyadaki ortalama gıda fiyatları %130 arttı. Bu daha kıymetli tarım alanları sular altında kalmadan gerçekleşen bir olgu. Bir de bu alanlar sular altında kaldığında dünyanın ekonomik ve siyasi dengesi ne hale gelir kolayca hayal edebilirsiniz.
5.       Tunus'ta başlayıp diğer ülkelere de sıçrayan olayların temelinde yatan unsurların en önemlilerinden biri kişilerin her geçen gün daha da yoğun bir biçimde temel gıda maddelerine ulaşmakta zorluk çekmeleri.
6.       Bu yaz Kuzey Buz Denizi'ndeki buz miktarı tarihte ölçülen en düşük üçüncü seviyeye indi. Ocak ayı ise buz miktarının tarihte ölçülen en düşük seviyesine düştüğü ocak ayı oldu. Bunun temel anlamı yazın eriyip kışın donmasını beklediğimiz Kuzey Buz Denizi'nin kışın da donmadığı.
7.       Bu gidişi durdurmak için yapılması gereken şey en azından kömür yakmayı bırakmaktır. Eğer kömür yakmaya hemen son verecek olursak, dünyaya kendini toparlaması için bir şans tanımış oluruz.
8.       Bizimki de dahil olmak üzere neredeyse tüm dünya devletleri kömürle çalışan termik santral yapımını durdurmak bir yana bu santrallerin sayısını arttırmayı planlıyorlar. Bunun da temel anlamı, bugünkü enerji gereklerini doyurmak için gelecekteki gıda savaşlarının oluşmasını neredeyse garantiye almaktır.

Bu yazdıklarım temelde iklim değişikliği sebebiyle başımıza gelecek olanlardan sadece bir tanesi. Bu listeye sıcaklık artışından oluşacak ölümleri, kuraklıkları, selleri, salgın hastalıkları ve diğer fırtına zararlarını eklediğimizde durumun ne derece kötüye gittiğini görebiliyoruz. Ancak gene de insanlara herşeyin bitmediğini ve savaşmaları gerektiğini nasıl anlatacağız? Veya anlatalım mı? Belki de Matrix'de Cypher'ın dediği gibi cehalet mutluluktur diyerek, kafamızı kuma gömerek yaşayamalı ve kimsenin de huzurunu bozmamalıyız iklim konusunda.


Ben gene de insanlara doğruları anlatmaya devam etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Belki bizim çocuklarımız Taksim'den balık tutulan bir dünyada yaşayacaklar, ama büyük felaketler peşpeşe gelmeye başladığında insanların bu felaketlerin sebebini ve bunların kimlerin yüzünden başımıza geldiğini bilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ileride bir gün en azından bugün yapılan hatalardan ders alınıp bu hatalar tekrarlanmayacak olursa insanlığın yaşaması için doğru adımların atılabileceği bir ortam oluşabilir. O gün geldiğinde doğru tarafta olmayı seçmek önemli olan, bence.