tag:blogger.com,1999:blog-49976902323676229002024-03-15T18:10:29.587-07:00Son Buzul Erimedenİklim değişikliği ve çevre sorunlarının nedenleri ve çözümleri üzerinde fikir üretip bilgi sağlamaya çalışır.sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.comBlogger380125tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-86316307881792676352024-03-15T02:23:00.000-07:002024-03-15T02:23:09.988-07:00Arı popülasyonu neden azalıyor?<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Tozlayıcılar ya da polen taşıyıcılar ekosistemlerin hayati bileşenleridir ve bitki üremesinde, biyolojik çeşitliliğin korunmasında, gıda üretiminde, ekosistemin işleyişinde ve insan refahında önemli rol oynarlar. Arılar bu tozlayıcıların en bilinenidir. Tozlayıcı popülasyonlarının korunması sağlıklı ekosistemlerin sürdürülmesi ve tarım ile gıda sistemlerinin yeterliliğinin sağlanması açısından çok önemlidir. Arılar ve diğer polen taşıyıcılar olmasa hepimize yetecek miktarda sebze ve meyve üretebilmek oldukça zorlaşır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Son birkaç on yılda arı ve diğer polen taşıyıcı popülasyonlarındaki düşüş, birçok unsurun katkıda bulunduğu karmaşık bir sorundur. İnsanların yeryüzü üzerinde yarattıkları etki arttıkça bu unsurların toplam etkisi de doğanın kabullenebileceği seviyenin üzerine çıkmaktadır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Tozlayıcı popülasyonlarındaki azalmanın başlıca nedenlerinden biri habitat kaybı ve parçalanmasıdır. Kentleşme, tarımsal genişleme ve arazi kullanımındaki değişim, polen taşıyıcıların yuvalanması, yiyecek arama ve üremesi için gerekli olan çayırlar, otlaklar ve ormanlar gibi doğal yaşam alanlarının tahrip edilmesine ve parçalanmasına yol açmıştır. Eskiden tarlalar arasında bırakılan küçük aralıklar bile bu canlıların varlığına destek olurken bugün yaptığımız endüstriyel tarım insandan başka canlıların yaşamasına imkan tanımamaktadır.</span></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg442uXzsmP1j8qS-2MCbwkcwIBhtxVdcDSk2LRHgJPYRJa21MsFPmdS3J8ymqEqEGSl8-QfL6RDkpBec0SNMbgfnFcxHHzmtduBOcVuTG8VpKO7mm4hA0Iztk5AYYjGGEHwQ93v9W1zhj5TU9pIDDi8Oj3mjTmdpXoYiEDjINK8PITZ_yCua_3BNvotvY/s864/thumbs_b_c_18d67511590a97cbe9baf0bc73586f27.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="486" data-original-width="864" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg442uXzsmP1j8qS-2MCbwkcwIBhtxVdcDSk2LRHgJPYRJa21MsFPmdS3J8ymqEqEGSl8-QfL6RDkpBec0SNMbgfnFcxHHzmtduBOcVuTG8VpKO7mm4hA0Iztk5AYYjGGEHwQ93v9W1zhj5TU9pIDDi8Oj3mjTmdpXoYiEDjINK8PITZ_yCua_3BNvotvY/s320/thumbs_b_c_18d67511590a97cbe9baf0bc73586f27.jpg" width="320" /></a></div><span style="color: #000099; font-family: arial;">Endüstriyel tarımın önemli destekçilerinden olan pestisitlerin, özellikle de neonikotinoidlerin ve diğer sistemik böcek öldürücülerin yaygın kullanımı, arı popülasyonlarındaki düşüşün başta gelen nedenlerindendir. Bu kimyasallar tarımda istenmeyen zararlıları kontrol etmek için kullanılır ancak arılar ve diğer polen taşıyıcılar da dahil olmak üzere varlığı istenen canlılar üzerinde zararlı etkiler yaratır. Pestisitler arıların bağışıklık sistemlerini zayıflatır, yön bulma ve yiyecek arama yeteneklerini bozar ve hatta ölümlerine neden olabilir.<br /></span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Endüstriyel tarımın bir diğer uygulaması olan geniş alanlarda tek ürünün ekildiği monokültür tarımı, çiçek çeşitliliğinin kaybolmasının başlıca nedenidir. Arılar ve diğer tozlayıcılar, nektar ve polen için çok sayıda ve çok çeşitli çiçeklere ihtiyaç duyarlar. Bu çiçek kaynaklarının kaybı, tozlaştırıcılar arasında yetersiz beslenmeye ve üreme başarısının azalmasına neden olabilir. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">İklim değişikliği sıcaklık artışının yanı sıra bitki türlerinin dağılımını ve bolluğunu etkiler, bu da tozlaştırıcılar için gerekli olan gıda kaynaklarının kullanılabilirliğini azaltır. Sıcaklık ve yağış düzenindeki değişiklikler, çiçeklenme ve tozlaştırıcı faaliyetinin zamanlamasını bozduğundan dolayı bitkiler ve tozlayıcılar arasında uyumsuzluklara yol açabilir. Bitkiler çiçek açtığı zaman arıların da orada olması doğanın alışılan işleyişidir. Bu ikisinden birinin gecikmesi ya da erken gelmesi tüm sistemin duraklamasına neden olur.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Artık her yana yayılmış olan araç emisyonlarından ve tarımsal faaliyetlerden kaynaklanan hava kirliliği, çiçeklerin kimyasal bileşimini etkileyip polen taşıyıcılar için çekiciliğini azaltarak tozlayıcılar üzerinde dolaylı etkilere sahip olur. Kirletici maddeler aynı zamanda arıların koku alma duyuları ve yön bulma yeteneklerini de bozduğundan dolayı tozlama faaliyeti zorlaşır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu yazı Anadolu Ajansı'nda <a href="https://www.aa.com.tr/tr/analiz/gorus-ari-populasyonu-neden-azaliyor/3165083" target="_blank">Analiz</a> olarak yayımlanmıştır.</span></p>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-37283577099723247632024-03-05T04:41:00.000-08:002024-03-05T04:41:00.136-08:00Avrupa'nın Yenilenebilir Enerji Üretimindeki Yavaşlığı<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Avrupa'nın önde gelen enerji şirketlerinden biri olan Siemens Enerji’nin genel müdürü Christian Bruch’a göre, AB yetkilileri Çin'in "ucuz" rüzgar enerjisi ekipmanına erişimini kesmediği takdirde, Avrupa'nın rüzgar enerjisi sektörü de harap olmuş güneş enerjisi endüstrisiyle aynı kaderi paylaşacak. Bruch’a göre Avrupalı bir rüzgar enerjisi endüstrisinin olması isteniyorsa Çinli firmaların Avrupa’da rahatça ucuz ürünler satması kalite kuralları konularak engellenmelidir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bir adım geri çekilerek bunu dikkatlice incelememiz gerekiyor. Bu incelemedeki en önemli sorumuz da “en çok istediğimiz şey ne?” olmalı. Yeryüzünün ve insanlığın başındaki en büyük belanın iklim krizi olduğunu ve bu belanın çok kısa sürede çözülmesi gerektiğini gören biri olarak öncelikle bu belanın sebeplerine bakıyorum. İklim krizinin baş sorumlusu da enerji üretimi için yakılan kömür, petrol ve doğal gazdır. Dolayısıyla da önceliğimiz enerji sistemimizi fosil yakıtlardan arındırmak olmalıdır. Bunu yapmanın en kısa yolu ise enerji üretiminde rüzgar ve güneş gibi iki yenilenebilir kaynağa yüzümüzü dönmektir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Enerji ihtiyacını yenilenebilir kaynaklardan gidermenin ötesinde, bunu hemen yapmak zorundayız. Yeryüzü ve insanlık için tehlikeli olacak sınırları aşmamak için önümüzde çok kısa bir süre kaldı, bu nedenle de başka endişeleri iklim krizinden daha öne çıkaracak lüksümüz artık kalmadı.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bunları topladığımızda Çin’in son on sene içerisinde geleceği daha net biçimde öngörüp gerekli hazırlıkları daha önceden yapmaya başladığını görüyoruz. Avrupa her ne kadar iklim alanında öncü olarak görülse de iklim krizinin gereklerini hızlı biçimde algılayarak gerekli önlemleri almayı beceremedi. Bu yavaşlığı Rusya-Ukrayna savaşının başlarında bütün açıklığı ile ortaya döküldü. Rusya’dan aldıkları doğal gaza o denli bağlıydılar ki alternatifleri hızla devreye sokamadılar.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Avrupa ve Almanya sera gazı salımlarını azaltmak için iki basamaklı bir plan yapmıştı. Önce doğal gaz kullanarak kömür bağımlılığını azaltmak, sonra da yenilenebilir enerji kullanarak doğal gaz bağımlılığından kurtulmak. Bu tür planlar gayet mantıklıdır ancak bir de bu planların zaman kısıtı olmalıdır. Yani kömür bağımlılığından kurtulmak için hedef 2025, tüm fosil yakıtlardan kurtulmak için de hedef 2030 diyerek tüm kaynakları buna seferber ederseniz bu tür planların başarı şansı vardır. Otokratik Çin sistemi buna benzer bir yapıda çalışıyor. Avrupa’da bu sistemin çalışmaması için ana neden günün sonunda değişik sektörlerin parlamento üzerinde kurdukları baskı. Yenilenebilir enerji sektörüne yeterince kaynak ayrılmadığı için daha hızlı davranan Çin bu alanda liderliği ele geçirdi. Bu, Avrupa hantal yapısının otokratik ve hızlı Çin’e yenilmesidir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ancak sorun aslında bu değil. Bugün karşımızdaki soru şu: Çin’e karşı yenilenebilir enerji sektöründeki yenilgiyi kabullenip iklim krizi karşısındaki savaşı kazanmayı mı amaçlamak gerekiyor? Yoksa aslında iklim krizini durdurmak için savaşıyor olsak da yenilenebilir enerji sektörünü korumak mı önceliktir?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxxg68tlUX6wOs4sKGMvlTuRyrD45XTnZJbAEeE7OABl_h7g-uP4YsVbav73dcPWZUp2vuK_EAGbxN-bVcNR1TPzE5Cxot0YSQiH7uMZGsNjnwDBu10VLeE2TlITci1rR7yaR09hfKLDWalC5FUbMXA7u-UiLuwzyNPNJeEdSLA0560U5glQNTAy1QWYY/s1024/Untitled-683-%C3%97-1024px-1024-%C3%97-683px-2023-07-12T154605.688.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="683" data-original-width="1024" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxxg68tlUX6wOs4sKGMvlTuRyrD45XTnZJbAEeE7OABl_h7g-uP4YsVbav73dcPWZUp2vuK_EAGbxN-bVcNR1TPzE5Cxot0YSQiH7uMZGsNjnwDBu10VLeE2TlITci1rR7yaR09hfKLDWalC5FUbMXA7u-UiLuwzyNPNJeEdSLA0560U5glQNTAy1QWYY/w400-h266/Untitled-683-%C3%97-1024px-1024-%C3%97-683px-2023-07-12T154605.688.jpg" width="400" /></a></span></div><span style="color: #000099; font-family: arial;">Benim tercihim bu yenilgiden dersler çıkararak iklim krizi savaşını kazanmaya odaklanmak olurdu. Kısacası, Çin akıllı hareket ederek rüzgar ve güneş enerjisi sistemlerinde bir egemenlik kurdu. Bizim gibi ülkeler de enerji üretimleri için hızla yüzlerini Çin’e dönerek bu ucuz üretimden faydalanmak zorundalar çünkü biz kömür, petrol ve doğal gaza döviz harcıyoruz. Bu harcamayı ne kadar sürede azaltabilecek olursak ülke ekonomisi açısından da o derece akıllı bir hareket yapmış oluruz. Bu konuya sadece ekonomi açısından bakanlar için mantıklı bir yaklaşım. Ama bunun ötesinde iklim krizi ile savaşta kaybedecek vaktimiz yok. Yani “Avrupa bu teknolojileri geliştirsin” ya da “biz bu teknolojileri geliştirelim” diye bakabilme lüksümüz bundan 20 sene önceydi. Biz de Avrupa da bu adımları 20 sene önce atmalıydı, atmadık. “Bugün bu teknolojileri geliştirmeye çabalamayalım” dememiz mantıklı değil fakat artık enerjimizi sadece bu teknolojileri geliştirmeye ayıracak lüksümüz kalmadı. Çinliler ucuza yenilenebilir enerji santralleri yapıyorlarsa, ne güzel, bizim acilen yenilenebilir enerjiye ihtiyacımız var. Avrupa gibi yapıp, yerli sanayiyi korumaya çalışmak yerine pragmatik davranıp enerji güvenliğimizi öne çıkartmak zorundayız.<br /></span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Avrupa bu konuda ne yapacağına kendi karar verebilir. Ancak Avrupa’nın bu konuda alacağı kararlar bizim açımızdan da bağlayıcı olmamalı, bunu kabul etmemize imkan yok. Yani, “ben Çin’den rüzgar santrali almıyorum, benimle çalışan devletlerin de almasını istemiyorum” bugün için ne ülkemizin ne de iklimin yararına olan bir yaklaşımdır ve bu yaklaşıma her şart altında direnmemiz gerekir. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Avrupa, iklim krizinden bizim kadar kötü etkilenmeyecek, dolayısıyla bizim en hızlı biçimde önlem alarak kendimizi korumamız gerekiyor. Hem enerji bağımsızlığı alanında hem de iklim krizine sağlamamız gereken uyum alanında. Bundan dolayı da şu soruyu sormakta fayda var: Avrupa bizden ithal ettiği ürünler bağlamında bize önce “bu ürün yenilenebilir enerji ile mi üretildi?” diye mi sorar yoksa önce “bu ürün Çin’den aldığınız rüzgar ve güneş santralinden üretilen yenilenebilir enerji ile mi hazırlandı?” şeklinde mi? Bence bu sorunun cevabı açık, o nedenle de Avrupa ne yaparsa yapsın bizim hızla yenilenebilir enerji yatırımlarını artırmamız gerekiyor.</span></p><div style="text-align: justify;"><br /></div>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-53260451318218820652024-03-01T05:50:00.000-08:002024-03-01T05:50:00.245-08:00Biyoçeşitlilik Kaç Para Eder?<p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Biyoçeşitlilik, bir ekosistemdeki canlı türlerinin çeşitliliği ve bu türler arasındaki genetik çeşitlilik olarak tanımlanır. Biyoçeşitlilik, gezegenimizdeki yaşamın zenginliğini ve çeşitliliğini ifade eder. Bu çeşitlilik; bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar ve diğer organizmaları içerir. Biyoçeşitlilik, ekosistemlerin sağlığını ve işlevselliğini sürdürmek için çok önemlidir. Bir ekosistemdeki farklı türler, birbirleriyle karmaşık ilişkiler içinde bulunur ve birçok ekosistem hizmetini sağlar. Örneğin, bitkiler oksijen üretir, toprak erozyonunu önler, su döngüsünü düzenler ve habitat sağlarlar. Aynı şekilde, hayvanlar, tozlaşma, toprak havalandırması ve zararlıları kontrol etme gibi önemli işlevleri yerine getirir. Biyoçeşitliliğin korunması, insanların doğal kaynaklara erişimini ve yaşam kalitesini etkiler. Tarım, ilaç endüstrisi, turizm, ve diğer sektörlerde biyolojik kaynaklara dayalı olarak ekonomik fırsatlar sağlar. Ancak, insan etkinlikleri, habitat kaybı, iklim değişikliği, kirlilik ve türlerin yok olması gibi tehditler biyoçeşitliliği tehlikeye atar.</span></span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Biyoekonomi, biyolojik kaynaklardan elde edilen ürünler ve hizmetlerin ekonomik olarak değerlendirilmesi ve kullanılmasıyla ilgilenen bir kavramdır. Bu kavram, biyoteknoloji, tarım, orman yönetimi, gıda üretimi, ilaç endüstrisi ve çevre koruma gibi alanları içerir. Biyoekonomi, doğal kaynakların sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi ve kullanılması yoluyla ekonomik büyümeyi teşvik eder. Bununla birlikte, biyoekonomi aynı zamanda çevresel sürdürülebilirlik ve toplumsal refahın artırılmasını da amaçlar. Bu nedenle, biyoekonomi, doğal kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanılması ve biyolojik çeşitliliğin korunmasıyla ilgili ekonomik değerlendirmeleri de içerir. Biyoekonominin temel amacı, ekonomik büyümeyi desteklerken çevresel ve sosyal sorumluluğu da gözetmektir.</span></span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Biyoekonomi dediğimizde aklımıza sürekli biyolojik kaynakları kullanarak elde edilebilecek kazanç geliyor. Oysa üstlerine bir fiyat etiketi koymak kolay olmasa da esas biyolojik kaynaklar üzerine fiyat etiketi koyamadıklarımızdır. </span></span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Biyoçeşitlilik, bitkilerin çiçeklerinin polenlerinin bir türden diğerine taşınmasını sağlayan farklı türlerin arasındaki etkileşimleri içerir. Bu, meyve ve tohumların oluşumunu sağlar ve çoğu bitki ürününün üretiminde kritik öneme sahiptir. Arılar, kelebekler, kuşlar ve diğer hayvanlar, bitkilerin polinasyonunda önemli rol oynar. Biyoçeşitliliğin azalması, polinatör türlerinin kaybına ve dolayısıyla tarım verimliliğinde düşüşe neden olabilir.</span></span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Biyoçeşitlilik, sulak alanlar, nehirler ve göller gibi su sistemlerinin temizlenmesine yardımcı olur. Farklı türler, suyun temizlenmesinde farklı roller üstlenir. Örneğin, sucul bitkiler, zararlı maddeleri emer ve suyu filtreler. Aynı zamanda, mikroorganizmalar sucul ekosistemlerde organik atıkları parçalar ve suyun temizlenmesine katkıda bulunur. Biyoçeşitliliğin azalması, su kalitesinin düşmesine ve su kaynaklarının kirlenmesine neden olabilir.</span></span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Biyoçeşitlilik, bitki örtüsünün büyümesi ve gelişmesi yoluyla atmosferden karbon emilimini artırır. Bitkiler, fotosentez süreci sırasında </span><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">karbondioksidi</span><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> emer ve oksijen üretirler. Ayrıca bitki örtüsü, karbonu toprakta depolayarak karbon döngüsünü dengelemeye yardımcı olur. Ormanlar, mangrov ormanları, çayırlar ve diğer ekosistemler, karbon emiliminde önemli bir rol oynar. Biyoçeşitliliğin azalması, karbon emilimini azaltabilir ve iklim değişikliğinin etkilerini artırabilir.</span></span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Biyoçeşitlilik, ilaç endüstrisi için önemli bir kaynaktır çünkü doğal çevredeki bitkiler, mantarlar ve mikroorganizmalar, çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılan etkin bileşenler içerir. Ormanlar, yağmur ormanları ve denizler gibi çeşitli ekosistemler, biyoçeşitliliğin ilaç endüstrisine sağladığı potansiyel kaynaklardır. Biyoçeşitliliğin azalması, yeni ilaç keşfi ve geliştirilmesinde engeller oluşturabilir ve insan sağlığı için önemli tedavi seçeneklerinin kaybına neden olabilir.</span></span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Bu nedenlerle biyoçeşitlilik</span><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">;</span><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> polinasyon, su temizliği ve karbon emilimi gibi ekosistem hizmetlerinin sağlanmasında kritik bir rol oynar ve insanların sağlığı, refahı ve ekonomisi için önemlidir. Bu ekosistem hizmetlerinin korunması ve sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi, biyoçeşitliliğin öneminin vurgulanmasını gerektirir. </span></span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Biyoçeşitliliğin korunması, biyoekonomi üzerinde bir dizi olumlu etkiye sahiptir. Mesela biyoçeşitliliğin korunması, biyolojik kaynakların sürdürülebilir kullanımını teşvik eder ve bu da yenilik ve inovasyonu destekler. Farklı bitki ve mikroorganizmalar, yeni ilaçlar, tarım ürünleri, biyoyakıtlar, biyoplastikler ve diğer biyolojik tabanlı ürünlerin keşfi ve geliştirilmesi için potansiyel kaynaklar sağlar. Ayrıca biyoçeşitliliğin korunması, ekosistem hizmetlerinin devamını sağlar. Polinasyon, su temizliği, toprak verimliliği, karbon emilimi ve diğer ekosistem hizmetleri, biyoçeşitliliğin sağlıklı ekosistemlerde varlığına dayanır. Bu hizmetler, tarım, su kaynakları yönetimi, iklim değişikliği ve diğer alanlarda ekonomik faydalar sağlar. Son yıllarda bu açıdan yaşanılan kayıplar özellikle tarımda ciddi kayıplara neden olmuştur.</span></span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Turizm ve rekreasyon sektörleri de biyoçeşitlilik kaybından etkilenir. Korunan doğal alanlar</span><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">;</span><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> doğa turizmi, kuş gözlemciliği, doğa yürüyüşleri ve diğer açık hava etkinlikleri için cazip yerlerdir. Ülkemizde </span><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">fazla</span><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> değerlendirilmese de bu tür turizm faaliyetleri, yerel ekonomilere önemli gelir sağlar ve iş imkanları yaratır. </span></span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguaHZYR_-GPGqCbt8vCic1WnW3-XVyKBHM5k4fIe56G2ySDE2QYDeeXDgOWRLShrC7c4cCy918wDFbJ391fESuDv3Alej8t-bJee8q9SXOgkZzL9rfk_7Fc7RHsLi43h5ecX3YZywHhzVXuGF59onNKkrSy72t2droszX5V4gd9PIod7P6ZirQZxgOnD4/s235/images%20(2).jpeg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><span style="font-family: arial;"><img border="0" data-original-height="215" data-original-width="235" height="293" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguaHZYR_-GPGqCbt8vCic1WnW3-XVyKBHM5k4fIe56G2ySDE2QYDeeXDgOWRLShrC7c4cCy918wDFbJ391fESuDv3Alej8t-bJee8q9SXOgkZzL9rfk_7Fc7RHsLi43h5ecX3YZywHhzVXuGF59onNKkrSy72t2droszX5V4gd9PIod7P6ZirQZxgOnD4/w320-h293/images%20(2).jpeg" width="320" /></span></a></div><span style="color: #000099; font-family: arial;"><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Biyoçeşitliliği korumak, sürdürülebilir tarım ve orman yönetimini teşvik eder. Çeşitli bitki ve hayvan türlerinin varlığı, zararlılarla mücadelede doğal düşmanlar ve hastalıklara karşı dirençli çeşitlerin kullanımı gibi entegre zararlı yönetimi tekniklerini destekler. Aynı şekilde, ormanların sürdürülebilir yönetimi, biyoçeşitliliğin korunmasına ve orman ürünlerinin uzun vadeli kullanımına odaklanır. Bugün çoğu üretimde doğal malzemelerin kullanılması ve </span><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">sürdürülebilirlik</span><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> tercih ediliyorsa, </span><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">bunun sağlanması</span><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> için orman kaynaklarının çeşitliliğinin de korunması gerekmektedir. Bundan dolayı biyoçeşitlilik odaklı işletmeler, biyolojik kaynaklardan elde edilen ürünler ve hizmetlerin sürdürülebilir üretimini ve tüketimini teşvik eder. Bu, doğal kaynakların verimli ve etkin bir şekilde kullanılmasını sağlayarak ekonomik büyümeyi ve istihdamı destekler.<br /></span></span><p></p><p><span style="color: #000099;"><span id="docs-internal-guid-4ffe7a3c-7fff-6a16-32da-8ef690a61ea6" style="font-family: arial;"></span></span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Sürdürülebilirlikten bahsettiğimiz zaman çoğunlukla çevre ve doğa konularından bahsediyormuşuz gibi bir his doğuyor. Evet, çevrenin sürdürülebilirliği genel anlamda sürdürülebilirliğin başlıca temellerinden birini oluşturuyor. Ama doğanın bize sağladığı hizmetleri binlerce yıldır hep elimizin altında kabul ettiğimizden bunlara bir ekonomik değer biçmemişiz. Oysa </span><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Toroslardaki</span><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"> yörükler artık daha düşük sıcaklıkta da yaşamlarını sürdürebilen arıları satın alarak kiraz yetiştirmeye devam ediyorlar. Eskiden doğada serbestçe var olan bu canlılar artık parayla alınıp satıldığı için biyoekonominin bir parçası haline geldiler. Dolayısıyla doğada serbestçe var olan biyoçeşitliliği korumanın da maddi bir değeri oluşmaya başladı. İnşallah bu değer ödeyemeyeceğimiz bir seviyeye ulaşmadan gözlerimizi açıp biyoçeşitliliğin de değerli olduğunu kavrarız.</span></span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="color: #000099;"><span face="Arial, sans-serif" style="background-color: transparent; font-family: arial; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Bu yazı EkoIQ dergisinde yayımlanmıştır.</span></span></p>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-50112859127920591402024-03-01T01:26:00.000-08:002024-03-02T01:28:57.745-08:00Son Buzul Erimeden<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Gezegenimizdeki buzulları kabaca ikiye ayırabiliriz. İlki çoğumuzun aklına gelen kuzey ve güneyde kutupları kaplayan buzullar, diğeri de yüksek dağların tepelerindeki buzullar. Lisedeki coğrafya derslerinde 5000 metre yüksekliğin üzerindeki buzulların 12 ay erimeden kalacaklarını öğrenmiştik. Ancak bu, günümüzde pek doğru değil çünkü küresel ısınma nedeniyle vadiler ısındıkça onların tepesindeki buzullar da yavaş yavaş erimeye başlıyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Dağlık bölgelerdeki buzullar aşağılarda yaşayan çoğu insanın temiz su kaynağını oluşturuyor. Himalayalardaki buzullar Çin, Hindistan ve Orta Asya’daki altı nehrin ana su kaynağını oluşturuyor. Bu buzulların önümüzdeki yıllarda tamamen erimesinin yeryüzünün en büyük nüfusunu barındıran bu bölge için ne anlam taşıyacağını anlayabilmek çok da zor değil.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Benzer bir sorun ülkemiz için de geçerli. Fırat ve Dicle Doğu Anadolu’daki yükseklere yağan karın yavaş yavaş erimesiyle beslenen iki nehrimiz. Ancak yağış artık kar olarak değil de yağmur olarak düşmeye başladığında hem suyun akış rejimi değişiyor hem de bölgedeki toprak erozyonu önlenemez biçimde artıyor. Bu tür sorunlar her taraftaki yüksek dağlar ve çevresindeki bölgeler için geçerli. Bu buzullardaki su bittiği zaman oluşacak kuraklık büyük insan hareketliliğine de yol açacak.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ama kutuplardaki buzullar çok daha büyük bir tehlike barındırıyor. Büyük dağların tepesine tekrar kar yağacak olursa susuzluk sorununu hafifletmek mümkün ama kutuplardaki buzulların oluşması binlerce, hatta milyonlarca yıl sürdüğünden o buzullar bir kez eridiler mi tekrar yerine koymak mümkün olmuyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ayrıca gezegenimizin kuzey ile güneyi arasında önemli bir fark var. Güneyimizde epey büyük bir kara parçası ve onun üzerinde birkaç kilometre kalınlıkta buz tabakası var. Kuzeyimizde ise sadece deniz ve o denizin üzerinde birkaç metre kalınlıkta bir buz tabakası bulunuyor. Dolayısıyla kuzeydeki buzu eritmek son derece kolay, zaten son elli yılda kuzeydeki buzun yarısı da bu şekilde eriyip gitti. Kuzey Kutbu’nda buz kalmadığı ve oranın açık deniz olduğu günleri görmek için çok uzun süre beklemek gerekmeyecek.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Kötü haber Kuzey Kutbu’ndaki buzulların erimesi kuzey bölgelerin ısınmasını da artıracak. İyi haber ise, bu buz çok ince olduğundan erimesi deniz seviyesine ciddi bir etki etmez. Ama Antarktika ve Grönland üzerindeki buzullar böyle değil. Bu buzullar kara üzerinde olduklarından eridiklerinde doğrudan deniz seviyesini artırıcı etki yapıyorlar.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Antarktika ve Grönland’daki toplam buz miktarına baktığımızda bu buzulların erimesinin yeryüzündeki deniz seviyesini 80 metre civarında yükselteceğini görüyoruz. Bunun ne derece büyük bir felaket olacağını anlatmaya gerek yok sanırım. Ama, Taksim’in bir ada olup Çamlıca Adası’ndan Taksim Adası’na motorla gideceğimiz günleri bizler görmeyeceğiz çünkü özellikle Antarktika’nın bir kısmının erimesi öyle kolay değil.</span></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjRuclZW3fhxCwM9KmMa_q-l9a4mO1cJzLJriveaE57Qu4McTeofZb9TqkGOff_hqmbL2dKtRrAypSBtGIoZcf6VbPRkjBXmbyYYuUGnuK4QjE4ivGUaq3b6fHf-OmyG6prMWoG_Mmh9TtInPyNydHggqq0ZTwGfbgdWynO2Q1uahAJT8UFioRylP431cc/s717/Screenshot%20from%202024-03-02%2012-27-56.png" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="717" height="224" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjRuclZW3fhxCwM9KmMa_q-l9a4mO1cJzLJriveaE57Qu4McTeofZb9TqkGOff_hqmbL2dKtRrAypSBtGIoZcf6VbPRkjBXmbyYYuUGnuK4QjE4ivGUaq3b6fHf-OmyG6prMWoG_Mmh9TtInPyNydHggqq0ZTwGfbgdWynO2Q1uahAJT8UFioRylP431cc/w400-h224/Screenshot%20from%202024-03-02%2012-27-56.png" width="400" /></a></div><span style="color: #000099; font-family: arial;">Yalnız Grönland ve Antarktika’nın ortak bir özelliği var. Bu iki kara parçası da ortası kenarlara göre oldukça yüksek bölgeler. Dolayısıyla da sadece buzlar eriyerek suları denize akmıyor. Dev buz kütleleri de denize doğru kayabiliyorlar. Bunu engelleyen ise karanın bittiği yerde milyonlarca yıldır birikmiş olan buz kütleleri. Yükseklikleri birkaç yüz metre olan bu kütlelerin erimesini belgesellerde görüyoruz. Esas kötü olan bu kütleler eridikten sonra kara üzerindeki buzun aşağıya doğru kaymaya başlaması. Bu bağlamda Grönland ve Antarktika’nın batı kesimleri daha kritik durumda. Bu yüzyıl içerisinde bu iki bölgedeki buzulların tamamen eriyip denize karışmaları büyük bir sürpriz olmayacak. Doğu Antarktika’nın ise bu hızda erimesi beklenmiyor. Ancak Grönland ve Batı Antarktika’nın erimesi tüm dünyadaki deniz seviyesini yaklaşık on metre yükseltebilir. Ne yazık ki deniz seviyesindeki olası hızlı artışı gören nesil de bizler olabiliriz.<br /></span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Kutuplar genelde bizden çok uzakta olduğundan onları tamamen hafızamızdan çıkartıyoruz. Arada penguenleri gösteren belgeseller gördüğümüzde “ay ne şirin” demekle yetiniyoruz sadece. Ama gerçekte gezegenimizin kutuplarında çok önemli değişiklikler oluyor ve bu değişiklikler küresel ısınmanın şiddetlenmesiyle birlikte artıyor. Bu erimeyi azaltmak için iklim krizini durdurmaktan başka çare yok. Etkilerinden kendimizi korumak içinse aklımızı kullanmamız gerekiyor, son buzul erimeden.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu yazı Dünyahali'nde yayımlanmıştır.</span></p><div style="text-align: justify;"><br /></div>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-66702517092293092542024-02-29T21:36:00.000-08:002024-02-29T21:36:00.241-08:00Küresel Riskler Raporu<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Dünya Ekonomik Forumu her sene ocak ayında iş dünyasının gelecek iki veya on yılda öngördüğü en önemli riskleri içeren Küresel Riskler Raporu’nu yayımlar. Bu raporun hazırlanmasında tüm dünyadan çok sayıda iş insanının görüşü alınır ve sonuçta ortaya iş dünyasının genel görüşünü yansıtan bir rapor çıkar. Bu raporun sonunda, tüm ülkelerdeki iş insanlarının görüşleri ülke bazında da yer alır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Uzunca bir süredir ülkemizdeki iş insanlarının küresel bağlamda belirlenen risklerden oldukça farklı olguları tehlike olarak belirlediklerini gözlemliyoruz. Bu, ülkemizdeki iş insanlarının dünyada olan bitenden bihaber olmalarından değil ülkemizin hızla değişen ve diğer ülkelerde benzeri pek de görülmeyen bir dinamiğe sahip olmasındandır. Bundan dolayı da iş dünyamız genel olarak uzun vadeli risklerde bile günlük olayların fazlasıyla ötesinde bir bakış açısına sahip olmakta zorlanmaktadır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">2024 çoğu ülkede kritik seçimlerin yapılacağı bir senedir. Bu nedenle de özellikle kısa vadeli risklerde bu seçimlerde oluşacak sonuçlar büyük önem taşımaktadır. Bu seçimlerde de artık gerçeklerden öte başta sosyal medya üzerinden yayılan olmak üzere çoğu yanlış ve çarpıtılmış içerik başrolü oynamaktadır. Dolayısıyla da iş dünyası yakın vadedeki en önemli risk olarak bu yanlış ve çarpıtılmış bilgileri görmektedir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Yanlış ve çarpıtılmış bilgiler ABD gibi ülkelerde önemli bir politik rol oynasa da etki bununla kısıtlı değildir. Günümüzde gerçek ve doğru bilgi zor bulunmuyor olsa da yanlış ve çarpıtılmış bilginin miktarı arttıkça kişilerin doğruyu ayırt edebilmesi de gittikçe zorlaşıyor. Elbette burada psikoloji de ciddi bir rol oynuyor. Yani kişiler, kabullenmelerinin zor olduğu ya da işlerine gelmeyen doğru bilgilerdense daha rahat kabullenebilecekleri ve vicdanlarını rahatlatacak yalanlara inanmayı da tercih ediyorlar. Bu durum da sadece politika ile kısıtlı değil ne yazık ki. Alışık oldukları ve ucuz bir ürünün doğaya büyük zarar verdiğine kişileri ikna etmek oldukça zor. Siz yüzlerce kanıt ortaya koysanız da başka biri işlerine gelen tek bir şey söylediğinde bile o bir söz sizin yüzlerce kanıtınızın önüne geçebiliyor. Böyle bir yaklaşım da en azından kısa vadede doğru ürünlerin ve davranışların ilerlemesini zorlaştırıyor. Bu da özellikle yeni ve çevreci ürünlerin piyasada tutunmasını neredeyse imkansız hale getirebiliyor.<br /></span></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDUtjAdMxhZdZQGCKhxY2sowTL2yPMbdu4Hr8CVWQJC3Bq__WyQYsS2NMGC9JNjlkvJXPfyGMrXpHItqHjmozBqR5KrsOA-T4IvfrjJ3lzHCeq8bOIhWJDGgSV0WysHFph3PhEThIrtZT0Fna5JvaxSV36Uvj0O8bFkeAZCnpqfSwc1AGqRZWtjqh71_0/s1920/nsGy8bgl-1920.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1080" data-original-width="1920" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDUtjAdMxhZdZQGCKhxY2sowTL2yPMbdu4Hr8CVWQJC3Bq__WyQYsS2NMGC9JNjlkvJXPfyGMrXpHItqHjmozBqR5KrsOA-T4IvfrjJ3lzHCeq8bOIhWJDGgSV0WysHFph3PhEThIrtZT0Fna5JvaxSV36Uvj0O8bFkeAZCnpqfSwc1AGqRZWtjqh71_0/w400-h225/nsGy8bgl-1920.jpg" width="400" /></a></div><span style="color: #000099; font-family: arial;">Aşırı hava olayları bu sene kısa dönemdeki riskler listesinin ikinci sırasında yer alıyor. İş dünyası artık giderek artan bir şekilde kendisini hissettiren bu aşırı hava olaylarının ciddiye alınması gerektiğini düşünüyor. Hem de bilinmez bir gelecekte değil, hemen, şimdi. Birkaç sene önce iklim krizi uzak zamanda karşımıza çıkabilecek bir sorundu, ancak bugün iklim krizinin insan kaynaklı olduğuna inanın ya da inanmayın, sonuçlarını kendi çevrenizde görmeye başladınız. Ayrıca bu krizi durdurmak için bir şey yapmak elinizden gelsin, gelmesin ya da elinizden gelse bile yapmak istemeyin, etkilerine karşı kendinizi korumanız gerektiği kaçınılmaz bir gerçek artık. Ondan dolayı da politik duruşunuz ya da imkanlarınızdan bağımsız olarak iklim krizi sizin için önemli bir risk oluşturuyor. Bu riskin de en yakın vadede size dokunacak olan kısmı aşırı hava olayları.</span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Aşırı hava olaylarının önemi aynı zamanda daha yolun başında olmamızdan da kaynaklanıyor. Yani hepimiz bu olayların her geçen gün şiddetlenmekte olduğunu görüyoruz. Bundan dolayı da gelecekte bu olayların bizi daha da kötü etkileyeceği açık. Bu nedenle de aşırı hava olayları uzun vadeli risklerin sıralamasında da ilk sırada yer alıyor. Çoğumuz yanlış veya çarpıtılmış bilgi ile savaşarak bir yere kadar başarı sağlamamızın mümkün olduğuna inanıyoruz ama iklim krizi ile savaşımızda başarı şansımızın olduğuna inancımız fazla olmadığından başımızın daha da fazla belaya gireceğini biliyoruz. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Aşırı hava olaylarının çok kötü bir yanı var. Bu olaylar çoğunlukla alışık olmadığımız şeyler değil. “Daha önce de yağmur yağdı, daha önce de rüzgar esti, daha önce de kuraklık oldu” diyerek değişiklikleri hafife almayı seçiyoruz. Aslında çok da haksız değiliz. Ama unuttuğumuz iki unsur var. Bunların ilki doğal olarak iklim krizi. İklim krizi bu aşırı hava olaylarının şiddetini ve sıklığını artırmanın ötesinde bir de görüldükleri alanlarını da genişletiyor. Hani haberlerde sık sık duyuyoruz ya “bu kadar yağmur yüz yılda bir yağar” diye, işte iklim krizi yüz yılda bir yağan bu yağmurları her beş yılda bir yağan yağmurlar haline getirdi. Her beş yılda bir görülen yağmurlar da artık belki de üç kat daha şiddetli. Daha önce sizin orayı bu yağmurlardan dolayı hiç sel basmadı mı? Artık basacak. Bu unutmayı tercih ettiğimiz unsurların ilkiydi. İkincisi ise nüfusumuzun ne kadar artmış olduğudur. Bu karşımıza daha değişik bir sorun getiriyor. Riskin bir diğer parçası da maruziyettir. Yani eskiden belki de bizim yaşadığımız yeri on yılda bir sel basardı ama orada kimse yaşamadığından şimdiki kadar büyük bir hasar yaşanmazdı. Ancak artan nüfusla birlikte insanlar yeryüzünün neredeyse tamamına yayıldıklarından felaketler nerede görülürse görülsün bir insana dokunmayı beceriyor. Biz artık dünyanın her tarafında varız.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Dünya sistemi dediğimiz de artık yeryüzünün tamamını kaplayan ve birbirleri ile ilişkili çoğu olgu. Yani El Nino dendiği zaman aklımıza Pasifik Okyanusu’ndaki suların normalden daha sıcak olmasının ötesinde yeryüzünün ortalama sıcaklığının artması ve bundan neredeyse her bölgenin bir şekilde etkilenmesi geliyor. Özellikle de küreselleşme ile birlikte artık yeryüzünün uzak bir noktasında oluşan bir sorun için “bize ne” demek mümkün değil. Orta Amerika’daki yağış rejimindeki değişiklik Panama Kanalı’ndan geçen gemi sayısının düşmesine neden oluyor. Bu da ABD’nin ithalat ve ihracatının Avrupa’ya yoğunlaşmasına ve buradaki fiyatlarda değişime yol açıyor. Avrupa’daki üreticiler Uzakdoğu’dan hammadde tedariğinde zorluk çekiyorlar. Dolayısıyla yeryüzü sistemlerindeki ufak oynamalar bile iş dünyası açısından uzun vadeli risklerin ikinci sırasında yer alacak kadar önemli bir konuma yerleşiyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ülkemizde fazla sözü edilmese de biyoçeşitliliğin kaybı ve ekosistemlerin çöküşü küresel tehditler arasında üçüncü sırada yer alıyor. Gıdayı günlük yaşantımız içerisinde hep var kabul ederek belki de en büyük hatalardan birini yapıyoruz. Özellikle gittikçe daha da küreselleşen dünyada gıda tedariği oldukça karmaşık bir yapı ve bu karmaşık yapıya rağmen her gece 821 milyon kişi yatağa aç giriyor. Çoğumuz o 821 milyondan biri olmadığımız için bu problemi yok kabul ederek yaşamımıza devam ediyoruz. Oysa her geçen gün yeryüzündeki canlı türlerinin bir çoğunu kaybediyoruz. Bu kaybettiğimiz türler bizi hızla bir eşik noktasına doğru getiriyor. Her zaman elma olacağını, hep karpuz yiyeceğimizi, her daim buğday bulunacağını düşünüyoruz ama bu türlerin hiçbiri kapalı bir kutuda yetişmiyor, arılar olmazsa elma veya karpuz yetiştiremeyiz. Su olmazsa buğday da yetişmez. Denizlerimizde alışık olduğumuz balıkların kökünü kazıdığımızdan artık balon balığı gibi garip türler görmeye başladık, şimdi balon balığı tarifleri ortalıkta gezinmeye başladı. Balon balığını da tükettiğimizde ne yiyeceğiz? Yosun mu? İşte iş dünyası bunların yarattığı riskleri artık görmeye ve öncelikli olarak değerlendirmeye başladı.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Küresel Riskler Raporu ülkemizde en ön sırada görülmese de küresel bağlamda iş dünyasının öngördüğü risklerden bizi de haberdar ediyor. Kendi başımıza bir balonun içinde yaşamadığımıza göre ülkemizdeki iş insanlarının da bu riskleri yokmuş gibi davranmaması ve akıllarının bir kenarında tutması uzun vadeli sürdürülebilirliğimiz açısından hayırlı olacaktır. </span></p><div style="text-align: justify;"><br /></div>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-1495899412108765222024-02-20T05:32:00.000-08:002024-02-20T05:32:17.122-08:00Karbon Vergisine Karşı Ne yapmalı?<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ortalıkta sıkça Avrupa Yeşil Mutabakatı diye bir şeyler duydunuz ya da herkesin artık sürdürülebilirlik raporu çıkarttığını ya da karbon ayakizi ölçtürdüğünü görüyorsunuz. Artık “ben de bir şeyler yapmalıyım” diyorsunuz ama nereden başlayacağınız konusunda bir fikriniz yok. Bu yazının amacı size bir fikir vermektir. Bu fikirle hangi yöne gitmek isteyeceğiniz size kalmış ama benim ne tavsiye edeceğimi zaten yazı boyunca anlayacaksınız.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Öncelikle yapmak istediğinizin ne olduğuna karar vermeniz gerekiyor. Eğer arzunuz herkes gibi bir sürdürülebilirlik raporu yazdırmak ya da karbon ayakizinizi ölçtürmek ise, bunu size sağlayabilecek yazılımlar da var, bu bağlamda danışmanlık hizmeti veren pek çok firma da. Makul fiyatlara sizin de bir sürdürülebilirlik raporunuz veya karbon ayakizi hesabınız olabilir. Bu konuda canınızı fazla sıkmanız da gerekmez çünkü kısa süre sonra bir düğmeye bastığınızda size bu raporları otomatik olarak hazırlayacak yazılımlar da elinizin altında olacak.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bunun ötesine geçerek gerçekten işinize yarayacak bir sürdürülebilirlik planlaması yapmak isterseniz işinizi sizinle birlikte didik didik ederek hangi değişiklikleri yapmanız gerektiğini size söyleyecek bir uzmana ihtiyacınız var. Bu raporlama ve planlama uzaktan yapılamaz ve kısa sürede de masa başında hazırlanmaz. Bu rapor hazırlandıktan sonra da tüm çalışanların bu raporu okuyarak ne yöne gidilmesi gerektiğini anlamaları gerekir. Sürdürülebilirlik raporu bir yol haritasıdır. Gelecekte atılacak tüm adımlar düzgün hazırlanmış bu rapora dayanmak zorundadır. Eğer gelecekteki adımlarınızı bu rapora göre atmaya hazır değilseniz, zaten bu kadar uğraşmanıza gerek yok, size masa başında yardımcı olacak çok uzman var çevremizde.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Konu Avrupa Yeşil Mutabakatı’na geldiğinde durum oldukça karmaşıklaşıyor. Bu karmaşanın en önemli sebebi de Avrupa Birliği’ndeki kafa karışıklığı. Çoğumuz Avrupa’daki çiftçi eylemlerini izliyoruz. Bu eylemlerin temelinde Yeşil Mutabakat kapsamındaki Tarladan Çatala prensibi yatıyor. Bu prensibe göre çiftçilerin daha az ilaç ve gübreyle ürün yetiştirmeleri gerekiyor ama bu da çoğu yerde verimi düşürdüğü için çiftçiler Brüksel’e karşı eylem yapıyorlar. Yapılan son açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla da Tarladan Çatala uygulamalarında Brüksel geri adım atmaya hazırlanıyor. Dolayısıyla da Brüksel’den epey de uzakta olan bizler için bu sorunlar daha da anlaşılmaz bir hal alıyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat planı anlaşıldığı gibi sadece karbon salımını değil diğer pek çok alanı kapsıyor ve bu alanların önemli bir kısmı henüz yerine oturmuş değil. Karbon salımını azaltmak bu alanlar içerisinde nispeten daha anlaşılır ve kabullenilmiş bir konu. Son olarak Polonya’nın da itirazlarından vazgeçmesiyle bu alandaki uygulamalar biraz daha hızlı ve kararlı biçimde çalışmaya başlayacak. Peki karbon salımı konusunda AB ne diyor?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Öncelikle küresel olarak karbon salımlarımızı, yani kömür, petrol ve doğalgaz yakarak enerji üretmeyi bırakmalıyız. Ancak bunu sadece AB yapacak olursa AB ekonomisi ciddi bir yük altına girecek. O nedenle AB, “ben karbon salımlarını azaltmak için ne gibi önlemler alıyorsam, bana ihracat yapan tüm ülkeler de aynı önlemleri alacaklar ya da almıyorlarsa, benim azaltım yapmak için ödediğim bedeli bana sınırda vergi olarak ödeyecekler” diyor. Konu bu kadar basit. Yani, Avrupa’da bir vida üreticisi bir kilo vida üretmek için diyelim 100 kilo karbondioksit salımına yol açıyorsa, bu salımın Avrupa’daki bedeli yaklaşık 9 euro. Bu da vida üreticisinin artık 9 euro daha fazla maliyeti olduğu anlamına geliyor. Eğer siz Türkiye’den Avrupa’ya vida ihraç ediyorsanız ya da içinde bu vidanın olduğu herhangi bir mal ihraç ediyorsanız sizden gümrükte her kilo vida için 9 euro vergi almaya başlayacaklar.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ayrıca burada unutmamamız gereken bir nokta daha var: Avrupa’da şu sıra 1 ton karbondioksidin karşılığı yaklaşık 90 euro ama AB bu bedeli 2030 yılına kadar 150 euroya çıkarmayı planlıyor. Yani 2030’da bir kilo vida için 15 euro vergi isteyecekler gümrükte. Ardından her sene de bu vergi miktarı artacak. Bunun arkasındaki niyet de üreticinin olabildiğince az karbon salarak üretim yapması ve bunu beceremiyorsa da belki çelik vidadan plastik veya kompozit vidaya geçmek gibi teknolojik değişimler yapmasıdır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bilinmesi faydalı bir diğer nokta da Avrupa Birliği’nin bu konudaki amacıdır. Bu konuda liderlik yapan ABD/AB/Çin, hepimizin yavaş yavaş karbon salımını azaltmamız gerektiğinde hemfikir ve bu konuda altyapılarını hazırlıyorlar. AB sadece bu hazırlığın en önde gideni. ABD ve Çin AB’ye bu konuda karşı çıkmıyorlar, sadece biraz daha yavaş gitmesini istiyorlar. Bugün AB için konuştuğumuz sınırda karbon düzenlemesi bir sonraki adımda diğer çoğu devlet için de geçerli olacak. Hatta ülkemiz de benzer bir uygulamayı kendi ithalatı için kullanmak zorunda kalacak. Yani aklımızda “bu sadece AB’ye ihracat yapanların bir problemi” diye bir düşünce kalmasın, 2030’a geldiğimizde bu hepimizin problemi haline gelecek.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu durumda üç seçenek çıkıyor karşımıza. İlki, bir kilo vida üretmek için 100 kilo karbondioksit saldığımızı kabul edip, bunun vergisine de bir şekilde katlanmak. Bunu kabul ediyorsak, o zaman gerekli formları doldurup, AB’nin bu konuda kabul ettiği 100 kilo salımı o formlara yazıp teslim etmek yeterli ve kolay bir çözüm. Bunu sizin için yapan danışmanlık firmaları da, hatta bunu hazırlayan yazılımlar da çıkmaya başladı. Ancak bu yenilgiyi baştan kabul etmektir ve üzerimize gelecek olan verginin her yıl artarak sonunda bizi iş yapamaz hale getireceğini de bilmemiz gerekir.</span></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4_ZR1V1zucFlCSFvuHAKuENIq7g5_TyMzD4H9EHkzQ-GQIvuBNNiqlKCiBr1xu_T60EUu43bhuuVKJ1W00N-Ptfewsce7pqXs5rgrPWlqXCKc0iNpRxK2RG1rYXEKR_WJsBzHByMyL5ralclKmBbGCZlLz4tfu1eqkSD65YXuIzNM85AhHNaCJnPbnmo/s490/Taxe_carbone.jpg.490x385_q85.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="245" data-original-width="490" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4_ZR1V1zucFlCSFvuHAKuENIq7g5_TyMzD4H9EHkzQ-GQIvuBNNiqlKCiBr1xu_T60EUu43bhuuVKJ1W00N-Ptfewsce7pqXs5rgrPWlqXCKc0iNpRxK2RG1rYXEKR_WJsBzHByMyL5ralclKmBbGCZlLz4tfu1eqkSD65YXuIzNM85AhHNaCJnPbnmo/w400-h200/Taxe_carbone.jpg.490x385_q85.jpg" width="400" /></a></div><span style="color: #000099; font-family: arial;">İkinci seçenek, bir kilo vida üretmek için ne kadar karbondioksit saldığımızı bilmiyoruz, standartlar bize 100 kilo yazmamız gerektiğini söylüyor ama biz forma 90 kilo yazıyoruz. Birgün bir şey olmuyor, ertesi gün bir şey olmuyor ama üçüncü gün karşınıza AB’den bir denetçi çıkıyor ve üretiminizde nasıl olup da 10 kilo daha az karbondioksit saldığınızı göstermenizi istiyor. Bu elbette ne kadar üretim yaptığınıza ve ne kadar göze battığınıza bağlı bir konu ama bu durum gerçekleştiğinde gerçekten doğru hesap yaptığınızı kanıtlayamazsanız hem AB tarafından hem de muhtemelen onların gelecekteki baskısıyla WTO tarafından bir kara listeye alınmanız mümkün. Burada çok dikkatli olup kanıtlayamayacağınız hiçbir şeyi bildirmemek gerekli.<br /></span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Üçüncü seçenek de oturup gerçekten ne kadar salım yaptığınızı ölçmektir. Bu ölçüm sonuçları bir gün bizim sistemimiz dışındaki biri tarafından denetlenebileceği için de burada hata yapamazsınız. Eğer ölçümlerinizde 100 kilo değil de 93,8 kilo saldığınız ortaya çıkıyorsa ve bunu da her şart altında kanıtlayabiliyorsanız çok güzel bir sonuç elde etmişsiniz demektir. Ancak esas iş bunun sonrasında başlıyor çünkü siz 93,8 kilo salıyor olsanız bile bunun vergisini gene de ödeyeceksiniz. O nedenle de bu 93,8 kilo salımı elden geldiğince azaltmaya çalışacaksınız. İşte sürdürülebilirlik burada devreye giriyor. Yaptığınız işi sürdürmek istiyorsanız bu karbon salımını her sene azaltmak zorundasınız. Sadece siz değil sizin tedarik zincirinizdeki herkes bu azaltımı yapmak zorunda. Artık tedarikte sorulacak soruların yanına bir de oldukça önemli olan karbon ayakizi de eklenecek çünkü karbon ayakizi sizin için reel bir maliyet kalemi haline gelecek. Elbette bu bugünden yarına olacak bir şey değil ama hepimiz üzerimize doğru gelen trenin ışıklarını görüyoruz. Daha ışıkların ne anlama geldiğini tam olarak anlamasak da başımızın belaya girmek üzere olduğunu da anlıyoruz. İşte o nedenle artık doğru adımları atmaya başlamanın zamanıdır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Dünya ticareti iklim krizinin etkisiyle yeni bir döneme doğru giriyor. Dünya Ekonomik Forumu 2024 Küresel Riskler Raporu’nda orta ve uzun vadeli risklerin başında gene iklim krizi ve etkileri geliyor. Bu konu ciddiye alındıkça iş dünyası üzerindeki etkileri de sertleşmeye başlayacak. O nedenle de üretim yapan herkesin yakın gelecekte bu bağlamda oluşacak tüm risklere hazırlıklı olması ve her şeyden önce bu konuya işin sürdürülebilirliği açısından bakarak uyum sağlaması gerekiyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu yazı Yeşil İş Dünyası platformunda yayımlanmıştır.</span></p><div style="text-align: justify;"><br /></div>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-39026926359168641762024-02-16T05:46:00.000-08:002024-02-20T05:49:42.963-08:00Gezegenimizin Sınırları<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">1962 yılında Rachel Carson Sessiz Bahar kitabını yayımladı. Bu kitap hepimize endüstrinin üretip tarımın da bolca kullandığı DDT’nin doğaya ve insanlığa ne derece büyük bir zarar verdiğini anlattı. Ancak bu kimyasalın kullanımı 2004 yılına kadar serbestti. Hatta günümüzde bile birkaç ülkede hala kullanılıyor. Bu bize bu kadar tehlikeli bir zehri kullanmakta bile fazla seçici olmadığımızı açıkça göstermeye yeterli.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">1972 yılında ise Club of Rome, Büyümenin Sınırları raporunu yayımladı. Bu rapor doğaya verdiğimiz zarara değil doğayı daha ne kadar sömürebileceğimize odaklanmıştı. Elbette 1972 yılında henüz “sürdürülebilirlik” kavramını konuşmaya başlamamıştık ve dolayısıyla doğanın kaynaklarını sürdürülebilir olarak kullanmak gibi bir düşünce aklımızdan fazla geçmiyordu. Gene de bu rapor bize 1972 yılındaki tüketim hızımızla devam edecek olursak 2072’de doğanın önemli kaynaklarını tüketeceğimizi söylüyordu. Yarı yolu geçtik, 48 sene kaldı 2072’ye. Ayrıca bir de tüketim hızımız 1972’ye oranla epey arttı. Onun için de ciddi kaynak sıkıntısına girmemize 48 seneden oldukça kısa bir süre var.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQLMM8cYyWrwNij_R_Mm0WFe60nZ-V69bU2L-_7rBX_qqZvObu_DJawc8ISsZ3P7p0cc9XQMhTbMj4SWblUp3AaZhYlNcvPVG6m1LO_8wm1me01IEuXqY8ztzX4a9Ms7vPn6bLVXUDGXKJf1fnbSFiF0DbINTgvO_BB3C9_vQYi8W3LKilavef9vdo2Mg/s1024/Untitled-683-%C3%97-1024px-1024-%C3%97-683px-8-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="683" data-original-width="1024" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQLMM8cYyWrwNij_R_Mm0WFe60nZ-V69bU2L-_7rBX_qqZvObu_DJawc8ISsZ3P7p0cc9XQMhTbMj4SWblUp3AaZhYlNcvPVG6m1LO_8wm1me01IEuXqY8ztzX4a9Ms7vPn6bLVXUDGXKJf1fnbSFiF0DbINTgvO_BB3C9_vQYi8W3LKilavef9vdo2Mg/w400-h266/Untitled-683-%C3%97-1024px-1024-%C3%97-683px-8-1.jpg" width="400" /></a></span></div><span style="color: #000099; font-family: arial;">2009’da çoğunluğunu Avrupalıların oluşturduğu bir grup bilim insanı “Gezegenin Sınırları” kavramını ortaya koydu. Bu Rachel Carson’ın açtığı yoldaki en önemli bilimsel gelişmeydi. Gezegenin sınırları, yeryüzünde yaşamaya devam edebilmek için doğaya daha en fazla ne kadar zarar verebileceğimize dair bir sınır koyuyordu. Daha ne kadar fazla alanda tarım yapabiliriz, daha ne kadar fazla su kullanabiliriz, biyoçeşitliliğe daha ne kadar zarar verebiliriz, tarımda daha ne kadar fazla suni gübre kullanabiliriz gibi sorulara cevap aradık. Aradan geçen süre içerisinde çoğu bilim insanı bu sorulara cevap bulmaya yöneldi ve bulduğumuz cevaplar hiç de iç açıcı değil. Gezegenin dokuz sınırından altısını aşmış durumdayız, yani insanlık olarak bu gezegendeki varlığımızın da sonuna doğru hızla yaklaşıyoruz.<br /></span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Peki bu sorunların farkında mıyız? Birleşmiş Milletler önderliğinde 2015’te toplanıp yeryüzündeki varlığımızı sürdürebilmek için kendimize 17 tane amaç belirledik. Bu amaçlara 2030 yılına kadar ulaşabilirsek sürdürülebilir olacağımızı düşündük. Aradan geçen 9 yılda ise değil bu amaçlara ulaşmak, neredeyse ters yönde hareket etmeye başladık.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bugün geldiğimiz noktada ne doğanın kaynakları bizim iştahımızı doyurmaya yetiyor ne de doğaya bunun karşısında verdiğimiz zarar azalıyor. İşin kötüsü de bu durumu durdurmak için çaba gösterme niyetimiz de yok. Ama felaketler üst üste gelmeye başlayınca da durdurmak için çok geç olacak. Adım atabilmemiz mümkün mü? Elbette, yalnız hepimizin rahat yaşadığımız alanları terk ederek çözüme katkıda bulunmaya başlamamız gerekiyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Rahatlık alanlarımızdan vazgeçmediğimiz müddetçe her anlamda doğanın sınırları bizi zorlamaya devam edecek. Mesela, çoğumuz sıkça cep telefonu değiştiriyoruz ve eski telefonlarımız bir çekmeceye atılıp kalıyor. Döngüsel ekonomi çerçevesinde telefonu değiştirmek yerine yenilesek ya da o kadar ileri bile gitmeyip eski telefonlarımızı geri dönüşüme göndersek, kıymetli metallere olan ihtiyaç hızla azalır. İhtiyaç azaldığında Erzincan İliç’te olduğu gibi makul kapasitesinin üç katına çıkarak topraktaki son gram kıymetli metali de çıkartmaya çabalamayız ya da çıkartmak zorunda kalmayız. Doğanın fiziksel şartlarını zorlayıp kolay üretilen ama son derece zehirli tonlarca kimyasalın bir nehir yatağına dökülmesine de neden olmayız. Dökülen onca zehir Fırat’ın sularına karışmasa bile o bölgedeki hayatı öldürmez. “Hırsızın hiç mi suçu yok?” diyeceksiniz ve haklısınız ama hırsız sadece son noktada devreye giriyor. Biz de kendi hatalarımızı unutup sadece hırsızı suçladığımız müddetçe sorunlara çare bulmamız imkansızlaşıyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Sınırları belli bir gezegende yaşıyoruz ve bu gezegenin kaynaklarını sonsuzcasına kullanıyoruz. Bu ciddi bir sorun ve çözüm ancak bizim isteklerimize gem vurmamızla başlayabiliyor, yoksa bu yolun sonu göründü, hem de fazla uzakta değil.</span></p><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu yazı Dünyahali'nde yayımlanmıştır.</span></div>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-57597118972417303972024-01-05T01:50:00.000-08:002024-01-05T01:50:00.134-08:00COP28'de Neler Oldu?<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">İklim değişikliği 1992 yılından bu yana ülkelerin gündemindeki yerini koruyor. 1992’de Rio’da imzalanan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 28. Taraflar Konferansı (COP28) bu yıl Dubai’de yapıldı. “Dünyanın önemli petrol üreticisi ülkelerinden birinde böylesine önemli bir iklim değişikliği toplantısı yapılır mı?” diyorsunuz ve kesinlikle haklısınız. Geçen sene COP27 sonunda bir sonraki toplantının Dubai’de yapılacağı açıklandığında, bir de toplantının sorumluluğunun Birleşik Arap Emirlikleri ulusal petrol şirketinin tepesindeki kişiye verildiğini duyduğumuzda bizim de tepkimiz benzer olmuştu. Tepkinin ötesinde beklentilerimiz de neredeyse sıfıra inmişti. COP28’de bir araya gelen ülke liderleri de bizi utandırmadılar. 30 Kasım - 12 Aralık 2023 tarihleri arasında havanda su dövdüler ve evlerine döndüler. Bizlerin hayatlarını etkileyecek bir karar alındı mı? Kesinlikle hayır. Bu toplantı hiç yapılmamış olsa yeryüzündeki çoğu insanın hayatı değişir miydi? Muhtemelen hayır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">COP27 önemli bir konuya ilk defa kapı aralamıştı: İklim değişikliğinden zarar görenlerin kayıp ve zararlarını nasıl karşılamalıyız? Daha ilk oturumda bu konuya hemen çözüm bulundu. Dünya Bankası çerçevesinde bir Kayıp ve Zarar Fonu oluşturuldu ve ülkeler aynı bizdeki düğünlerde olduğu gibi fona para atmaya başladılar, ev sahibinden 100 milyon dolar, Almanya’dan 100 milyon dolar daha. Ama bonkörlük neredeyse bununla kaldı. ABD “bizden 17,5 milyon dolar, yalnız bir hatamız olduğundan değil yüce gönüllülüğümüzden bu parayı veriyoruz” dedi mesela. Yani bunca senedir atmosferi en çok kirleten ve bunu durduracak her türlü anlaşmanın altına dinamit koyan onlar değilmiş gibi. Bunu yapan da Başkan Biden’ın gönderdiği John Kerry. Seneye Donald Trump başkan seçilecek olsa bu toplantıda neler söylenir düşünmek bile istemiyorum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Herkes fona para vermeyi bitirdiğinde fonda 700 milyon dolar para toplanmıştı. Ancak küçük bir sorunumuz var çünkü gelişmekte olan ve en az gelişmiş ülkelerin her sene ihtiyaç duydukları para 700 milyar dolar mertebesinde, yani toplanandan bin kat daha fazla. Şu anda aradaki farkın nasıl kapatılacağı konusu konuşulmuyor bile. Bunun da ötesinde ihtiyaç duyulan para her sene 700 milyar dolar. Gelişmiş ülkeler ise bir seferlik 700 milyon dolar vererek sıyrılmayı düşünüyorlar muhtemelen.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">“Peki bu parayı neden gelişmiş ülkeler ödesin?” diyenleriniz olacaktır. Öncelikle gelişmiş ülkeler daha zenginler. Ama daha önemlisi, gelişmişlik ve zenginlik seviyelerine kısmen bugüne dek atmosferi kirletip iklim değişikliğine sebep olarak ulaştılar. Şimdi onlar kadar kirletmemiş olan ülkeler onların yaptıklarının sonuçlarına katlanmak zorunda kalıyorlar ve bu adil bir durum değil.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Yalnız bir sorun daha var. En az gelişmiş ülkelerden biri iklim krizinin neden olduğu felaketlerin birinde oluşan hasarı gidermek için uluslararası finans kuruluşlarından kredi almak istese bu kredinin maliyeti gelişmiş bir ülkenin isteği ile kıyaslandığında çok daha yüksek. Yani bu ülkeler hem ciddi bir hasarla boğuşmak zorundalar hem de bunun için kredi kullanmak isteseler kullanacakları kredi çok daha pahalı.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">İşte bu sebeplerden dolayı COP27’de iklim finansmanının ne derece önemli olduğu ortaya konuldu ve özellikle Dünya Bankası’nın bu finansman açısından yeniden yapılanması gereği masaya yatırıldı. COP28’de ise sanki bir sene önce bu konular enine boyuna hiç tartışılmamış gibi daha ilk oturumdan Kayıp ve Hasar Fonu’nun yönetimi ABD’nin bastırmasıyla ABD kontrolündeki Dünya Bankası’na verildi. Kısaca, hem fonda yeterli para yok, hem de bu fonun kullanımı oldukça zorlaştırıldı. Buna ek olarak iklim değişikliğini önleme açısından alınması gereken önlemlere yönelik finansmanda da bir adım bile atılamadı.<br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: arial;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVFNXbkapwmkTexSdkWpQCW7S1gUaeVrJeHVyYhjXJ3aDSTbPiUh16LLdTTrniu1laU-HLa2ZRBs044PZYnmF_DJCNTIZSPFtEHnQ6K9ATcn0pAI1nhDYpm4nX6qZa-EdnB6gnT_ESFGgwPwWYMWNB1sUMsl-E3b_HkLZF1wtmphkJqld3WGQylBRcHxM/s800/csm_2023_07_20_14_27_35_What_is_COP28_All_you_need_to_know_EMSmastery_896f88519f-4247a2bb3d7097a8dc65536e94a99d3d.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="450" data-original-width="800" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVFNXbkapwmkTexSdkWpQCW7S1gUaeVrJeHVyYhjXJ3aDSTbPiUh16LLdTTrniu1laU-HLa2ZRBs044PZYnmF_DJCNTIZSPFtEHnQ6K9ATcn0pAI1nhDYpm4nX6qZa-EdnB6gnT_ESFGgwPwWYMWNB1sUMsl-E3b_HkLZF1wtmphkJqld3WGQylBRcHxM/w400-h225/csm_2023_07_20_14_27_35_What_is_COP28_All_you_need_to_know_EMSmastery_896f88519f-4247a2bb3d7097a8dc65536e94a99d3d.png" width="400" /></a></span></div><span style="font-family: arial;">Asıl önemli konu olan iklim değişikliğinin durdurulması konusunda ise neredeyse geri adım atıldı dememiz daha doğru olur. Öncelikle bu toplantıların daha önce varılan anlaşmaların durumunu ve ilerlemesini gözden geçirme amacına sahip olduklarını söylememizde yarar var. Yani, bu aynı zamanda Paris Anlaşması hedeflerine yönelik çabamızı da masaya yatırdığımız bir toplantıydı. Paris Anlaşması küresel ısınmanın 2 derecenin oldukça altında ve mümkünse 1,5 derece ile sınırlanması gerektiğini söylüyor. Bunları yapabilmemiz için de belirli bir miktardan fazla kömür, petrol ve doğal gaz yakmamız mümkün değil. Şu anda olduğu gibi 6 yıl daha devam edecek olursak, 1,5 derecelik ısınmanın altında kalmak için gerekli olan sınırı geçmiş olacağız. 15 yıl sonra da 2 derece sınırını aşacağız. Dolayısıyla 2030’a kadar ya da 2050’ye kadar değil, hemen, şimdi harekete geçilmesi gerekiyor. Bunun için de en fazla zarar veren yakıt olan kömürden başlayarak tüm fosil yakıtların yakılmasına son vermek zorundayız.</span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Elbette tüm ülkeler eş zamanlı olarak tüm fosil yakıtların kullanımına son veremezler ama özellikle gelişmiş ülkelerin önce kömürden başlayarak en kısa zamanda bu yakıtların kullanımına son vermesi, ardından da gelişmekte olan ülkelerin bunu takip etmesi gerekiyor. COP26’da kömürden başlayarak azaltım yapılmasına karar verilmişti. Daha sonraki toplantılarda da diğer fosil yakıtlar için bir azaltım yol haritasının ortaya konulması gerekiyordu. COP28’de değil bir yol haritasının belirlenmesi, doğrudan azaltıma dair açık bir düşünce bile ortaya konulmadı. Bu konuda söylenen en ile şey “isteyen devletler azaltabilirler” mealinde bir söz oldu. Dolayısıyla bu toplantıdan fosil yakıtların azaltılmasıyla ilgili herhangi bir karar çıkmasını beklemek saflık olurdu, öyle bir karar da çıkmadı zaten.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Toplantının son gününde eski ABD Başkan Yardımcısı ve iklim aktivisti Al Gore bu durumu “petrol üreten devletler tarafından, petrol üreten devletler yönetiminde, petrol üreten devletler için yapılan bir toplantı” olarak tanımladı. Bu toplantıya katılan ve ciddi bir sonuç alınmasını bekleyen herkes açısından da derin bir hayal kırıklığı yaşandı. Gelecek sene daha iyi bir sonuç alınır mı? Hiç sanmıyorum.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Türkiye’nin bu toplantılardaki tutumuna gelince, Ayten Alpman’ın dediği gibi, “bir başkadır benim memleketim” başka ülkeye benzemez, benzemek de istemez.</span></p><div style="text-align: justify;"><br /></div>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-43577653932761570372024-01-01T10:43:00.000-08:002024-02-13T10:50:00.123-08:002023 İklim Raporu<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">“Bugün son 41 yılın en sıcak/soğuk/yağışlı/karlı günü oldu” gibi haberlere sıkça rastlıyoruz. Bu haberler çoğu zaman haberi veren kurumun ya da bilim insanının biraz ihtiyatlı davranmasının sonucu olarak bu şekli alıyor. Aslında o bölgede muhtemelen sadece 41 yıldır veri alındığından “son 41 yılın” terimi kullanılıyor, yoksa yaşadığımı çok daha uzun sürede rastladığımız en aşırı hava olayı da olabilir. 2023 senesi tarihte ölçtüğümüz en sıcak sene oldu. Ama bunu söylediğimiz zaman aletli ölçümlerin yaklaşık yüz yıl geriye gittiği ve bunun öncesinde daha sıcak seneler olduğu düşüncesi oluşabilir. Ne yazık ki durum öyle değil. 2023, son 125 bin yılda yaşadığımız en sıcak sene oldu. “125 bin sene önce termometre var mıydı?” diye düşünmeyin, o zamanki sıcaklıkları ölçmenin de başka yolları var, bilim bize bu konuda doğru bilgileri verebiliyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">2023 sıcak olmanın yanında aşırı hava olayları ile dolu bir yıl oldu. Dünyadaki bu aşırı hava olaylarına bir göz atacak olursak:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ocak:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">ABD’nin güney bölgelerinde hortumların görülmesi normaldir ama bu hortumlar havanın daha sıcak olduğu bahar ve yaz aylarında görülür. 12 Ocak’ta ortaya çıkan hortumlar en az dokuz kişinin hayatını kaybetmesine yol açtı.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Hint Okyanusu’nun güneyindeki Cheneso Siklonu Madagaskar’da en az 33 kişinin ölmesine neden oldu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ayın sonuna doğru ABD’nin Teksas eyaletindeki buz fırtınası 10 kişiyi öldürdü ama belki daha kötüsü insanlar ısıtma için elektriğe yüklenince şebeke yapısı bu kadar elektrik yükünü kaldıramadı ve 500 binden fazla eve uzun süre elektrik verilemedi. Bu bölge normalde sıcak olduğundan bizdeki gibi doğal gaz kombisi gibi bir sistem çok azdır ve evler yazın klima ile soğutulur ve aynı klima kış aylarında da ısıtma için kullanılır. Bundan dolayı da 500 bin eve elektrik verilememesi demek o evlerdeki insanların ciddi soğukla başbaşa kalmaları anlamına gelir. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Şubat:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Okyanuslardaki dev fırtınalar genelde bir ya da iki hafta sürer. Hint Okyanusu’nun güneyinde oluşan Freddy Siklonu tam beş hafta boyunca tüm okyanusu baştan başa geçti, okyanus sularından daha önce rastlamadığımız miktarda enerji emdi ve sonunda Afrika kıyısına geldiğinde Madagaskar, Mozambik ve Malavi’de binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden oldu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Fırtınalar Brezilya’da da büyük can ve mal kaybına yol açtı. Sao Paulo’da seller ve toprak kaymalarında en az 65 kişi öldü.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Mart:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Mart ayının başındaki aşırı kar yağışı ABD’nin orta ve güney eyaletlerinde çok sayıda can kaybını doğurdu. Ayın ortasında deprem felaketi sonrasında yeniden hayata dönmeye çalışan Adıyaman ve Şanlıurfa’da bu sefer sel felaketi çok sayıda can kaybına neden oldu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ayın sonunda ise Ekvator’daki yağışlar 11 kişinin ölümüne ve 67 kişinin kaybolmasına neden oldu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Nisan:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">2023 yılının şimdiye kadar yaşadığımız en sıcak sene olmasının iki ana nedeni var. Bunların ilki kolayca tahmin edebileceğiniz gibi küresel ısınma. Bizler kömür, petrol ve doğal gaz yakarak atmosfere karbondioksit saldıkça atmosferin ortalama sıcaklığı da artıyor. Ancak Pasifik Okyanusu’nun sularının normalden sıcak ya da serin olması da ortalama sıcaklıklar üzerinde büyük etkiye sahip. Son üç yılda sular normalden serin olduğu için küresel ısınmanın etkisini fazla hissetmedik. Ama Nisan ayı başında Pasifik suları normal sıcaklığına döndü ve Haziran sonuna kadar da ısınmaya başladı. Bu dünyanın çoğu yerinde sıcaklıkların normalin üzerine çıkmasına neden oldu. Nisan ayı sonunda İspanya 38.8 °C’yi gördü.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Mayıs:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Mayıs ayı ortasında Hint Okyanusu’ndaki Mocha Siklonu Myanmar ve Bangladeş arasında çoğunluğu mülteci kampları ile kaplı bir bölgeyi vurdu. Bu bölgedeki can kaybının en az 438 olduğu bildirildi.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ay sonunda ise bu sefer Çin’den bir sıcaklık rekoru haberi geldi. Şanghay 36.1 °C oldu. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Haziran:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">İklim felaketleri az gelişmiş ülkelere çok daha büyük hasar veriyor. Haiti’deki aşırı yağış ve seller 13500 evin sular altında kalmasına ve 51 kişinin ölmesine neden oldu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">İklim krizi aşırı iklim olaylarını şiddetlendirir, sıklıklarını artırır ve görüldükleri alanları genişletir. Hint Okyanusu’nundaki fırtınalar da genelde güneyde ve Hindistan çevresinde görülür, Ancak Pakistan’la Umman arasında oluşan Biparjoy Siklonu bölgede önemli can ve mal kaybına yol açtı.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Hemen ardından Pakistan’daki aşırı muson yağışları çoğunluğu kadın ve çocuk olan yüze yakın kişinin ölümüne neden oldu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Haziran ayı sonunda hava sıcaklığının 50 °C’ye yaklaştığı Meksika’da yüzden fazla kişi aşırı sıcak nedeniyle öldü. Ne yazık ki ülkemiz de dahil çoğu ülkede ölüm nedeni olarak “aşırı sıcak” belirtilmediğinden aşırı sıcak nedeniyle oluşan çoğu can kaybı kalp, damar ya da solunum yolu rahatsızlığı olarak kayda giriyor. Bu nedenle de aşırı sıcaklardan dolayı yaşamını yitiren kişi sayısı net olarak bilinemiyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Temmuz:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Temmuz ayının ilk haftası Dünya Meteoroloji Örgütü tarafından şimdiye kadar yaşadığımız en sıcak hafta olarak belirlendi. 6 Temmuz 2023 ise son 125 bin yılın en sıcak günü oldu. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Temmuz ayının ortasında Güney Kore’deki muson yağmurları 41 kişinin, Kolombiya’daki aşırı yağışlar ise 14 kişinin ölümüne neden oldu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ağustos:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ağustos ayında aşırı yağışlar ve buna bağlı toprak kaymaları Gürcistan’da 32, Çin’de ise 21 kişinin ölümüne yol açtı. Ay sonunda ABD’nin güney ve doğusunu etkileyen Idalia Kasırgası dokuz kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Eylül:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Eylül ayında yeryüzünün %20’si o güne kadar ölçülmüş en yüksek sıcaklıkları yaşadı.</span></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6tRs7gX9eS_gogTUH_sZhIvF773F5m-aTtBLSpU6mm_5FP67K21IrnT841PCCYmUQeiExQwlOQ2maGU9ah48m1qSQ3sNIAQs0T-oSUHSZmg1qcpTrS-_uquuqkPFiltoWUeuH9iZWEPn3PcFrosaj30aB3k9h33zBoQ8WeIka1_w0ewSE_0UbJVQ_Fy8/s906/Screenshot%20from%202024-02-13%2008-57-53.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="657" data-original-width="906" height="290" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6tRs7gX9eS_gogTUH_sZhIvF773F5m-aTtBLSpU6mm_5FP67K21IrnT841PCCYmUQeiExQwlOQ2maGU9ah48m1qSQ3sNIAQs0T-oSUHSZmg1qcpTrS-_uquuqkPFiltoWUeuH9iZWEPn3PcFrosaj30aB3k9h33zBoQ8WeIka1_w0ewSE_0UbJVQ_Fy8/w400-h290/Screenshot%20from%202024-02-13%2008-57-53.png" width="400" /></a></div></div><span style="color: #000099; font-family: arial;">İklim krizi aşırı yağışları ve fırtınaları daha önce görülmemiş bölgelere taşır demiştik, Akdeniz’in ortasında oluşan ve sıcak sularla beslenerek</span><span style="color: #000099; font-family: arial;"> kuvvetlenen Daniel fırtınası Libya’da en az 10 bin kişinin hayatını yitirmesine, Yunanistan’da da 2,14 milyar euro maddi hasara yol açtı. </span><div><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Eylül ayı sonunda Meksika, Guatemala ve Güney Afrika’daki seller çok sayıda kişinin ölümüne ve büyük mal kaybına neden oldu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ekim:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Aşırı yağışlar Hindistan’daki Güney Lhonak gölünü tutan duvarların yıkılmasına ve oluşan sel de 74 kişinin ölümüne yol açtı. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bir kez daha, normalde büyük kasırgaların görülmediği Meksika’nın batı kıyısındaki Akapulko kentini hedef alan aşırı güçlü Otis Kasırgası 350 kişinin ölümüne ve en az 16 milyar dolarlık hasara neden oldu. Bu tür fırtınaların normalde görüldüğü bölgeler az da olsa hazırlıklı olabiliyorlar, ancak normalde bu fırtınaları görmeyen bir yerde hem de bu şiddette bir fırtına görüldüğünde sonuç çok acı olabiliyor.<br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Kasım:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Karadeniz’deki şiddetli fırtınalarda Bulgaristan ve Türkiye’de çok sayıda gemi karaya oturdu ve en az bir yük gemisi battı, mürettebatının da öldüğü düşünülüyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Aralık:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Senenin geri kalanıyla kıyaslandığında Aralık ayı oldukça az anormal geçti. Sadece ayın başında Tanzanya’daki sellerde 47 kişi hayatını kaybetti.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">2023 senesini iklim felaketleri açısından nispeten sakin kapatmış olsak da 2024 senesinin oldukça sıcak olmasını ve belki de 2023 yılındaki sıcaklık rekorunu kırmasını bekliyoruz. Gönül iklim felaketi haberlerini duyurmak istemiyor ama bizler doğaya zarar vermeye ve doğanın dengesine bozmaya devam ettikçe doğa da bizlere doğayla oyun oynanmayacağını göstermeye devam ediyor. Umarım kısa vadede bizler akıllanırız yoksa doğanın elindeki sopa oldukça kalın.</span></p><div style="text-align: justify;"><br /></div></div>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-56511834578254337912023-12-31T01:56:00.000-08:002023-12-31T01:56:00.137-08:00İklim için ben neler yapabilirim?<p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="background-color: transparent; color: #000099; font-family: Arial,sans-serif; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap; white-space: pre;">Liderler 30 Kasım - 12 Aralık 2023 tarihleri arasında Dubai’de toplanarak iklim krizi konusunda neler yapacaklarını konuştular ve beklediğimiz gibi fazla bir şey yapmamaya karar verdiler. Buradan kolayca anlayacağımız üzere, iklim krizi sorununu durdurmak bizlere düşüyor. “Ben ne yapabilirim?” diyorsanız işte size bir liste:</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="background-color: transparent; color: #000099; font-family: Arial,sans-serif; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap; white-space: pre;">Enerji Tüketimini Azaltın: Enerji tasarruflu cihazlar, LED ampuller kullanın ve kullanılmadığı zamanlarda elektronik cihazları kapatarak evdeki enerji israfını en aza indirin. Hatta kurutma makinası gibi aletleri hiç kullanmayın.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="background-color: transparent; color: #000099; font-family: Arial,sans-serif; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap; white-space: pre;">Yenilenebilir Enerjiye Geçiş: Mümkünse evinizde güneş panellerine yatırım yapın veya elektrik sağlayıcılardan yenilenebilir enerji seçeneklerini öğrenin. İklim krizinin başlıca sorumlusu elektrik üretimi için yakılan kömür ve doğal gazdır.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="background-color: transparent; color: #000099; font-family: Arial,sans-serif; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap; white-space: pre;">Ulaşım Alışkanlıklarınızı Değiştirin: Mümkün olduğunda toplu taşımayı, ortak arabayı, bisikleti kullanın veya yürüyün ve elektrikli veya hibrit araçları düşünün. Bugün için ülkemizde elektrik hala kömürden üretiliyor ama ülkemiz yenilenebilir enerjiye geçtiğinde siz de hazır olursunuz.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="background-color: transparent; color: #000099; font-family: Arial,sans-serif; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap; white-space: pre;">Su Tasarrufu Yapın: Damlamaları gidererek, düşük akışlı armatürler kullanarak ve evde su kullanımına dikkat ederek su israfını azaltın. Araba yıkamayı ya da yıkatmayı unutun.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyzxAW0cgw4nEyckADOeIXsa-zx7gNOZ4aaGuZYKDp7npgrCMCFfDjrHqKzRx-cpDxVvlfRZj4NWdTZdVaZIdy63QaAlh4-fWrJb-IzuctxYnetpdtEQUq5Ya1sDHIpmSu9hu09IFIAgoYJLdyQz6qJHDxkHPDZJlhRB4U3wYV2u7QkOl3UcJl9853wqU/s800/1635694575502-mustafa-durmus-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="450" data-original-width="800" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyzxAW0cgw4nEyckADOeIXsa-zx7gNOZ4aaGuZYKDp7npgrCMCFfDjrHqKzRx-cpDxVvlfRZj4NWdTZdVaZIdy63QaAlh4-fWrJb-IzuctxYnetpdtEQUq5Ya1sDHIpmSu9hu09IFIAgoYJLdyQz6qJHDxkHPDZJlhRB4U3wYV2u7QkOl3UcJl9853wqU/s320/1635694575502-mustafa-durmus-1.jpg" width="320" /></a></div><span style="background-color: transparent; color: #000099; font-family: Arial,sans-serif; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap; white-space: pre;">Sürdürülebilir Beslenme Alışkanlıklarını Benimseyin: Daha az kırmızı et ve süt ürünleri yiyin, karbon yoğun tarım uygulamalarını azaltmak için yerel ve bitki bazlı gıdaları tercih edin. Yemeği asla ziyan etmeyin.<br /></span><p></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="background-color: transparent; color: #000099; font-family: Arial,sans-serif; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap; white-space: pre;">Tüketimi Azaltın, Yeniden Kullanın, Geri Dönüştürün: Başta tek kullanımlık plastikler olmak üzere olabildiğince çok malzemeyi geri dönüştürün, besin atıklarını kompost yapın ve atıkları en aza indirin. İkinci el giyinmek fakir olduğunuzu değil bilinçli olduğunuzu gösterir.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="background-color: transparent; color: #000099; font-family: Arial,sans-serif; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap; white-space: pre;">Sürdürülebilir Markaları Destekleyin: Çevre dostu uygulamalara ve etik kaynak kullanımına bağlı şirketlerin ürünlerini seçin. Bu ürünler bugün için pahalı olabilirler ama siz destekledikçe onların da fiyatları düşecektir.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="background-color: transparent; color: #000099; font-family: Arial,sans-serif; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap; white-space: pre;">Savunuculuk Faaliyetinde Bulunun: Yerel topluluklarda değişimi savunarak ve siyasi katılım yoluyla yenilenebilir enerjiyi, korumayı ve iklim eylemini teşvik eden politikaları ve girişimleri destekleyin. Daha önemlisi, bunları savunanlara oy vererek tercihinizi belirtin. Hatta oy verdiğiniz partiden de bunları talep edin.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="background-color: transparent; color: #000099; font-family: Arial,sans-serif; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap; white-space: pre;">Öğrenin, Eğitin ve Farkındalığı Artırın: İklim değişikliği ve sürdürülebilirlik hakkındaki bilgileri arkadaşlarınız, aileniz ve topluluk üyelerinizle paylaşın.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="background-color: transparent; color: #000099; font-family: Arial,sans-serif; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap; white-space: pre;">Ağaç Dikin ve Yeşil Alanları Destekleyin: Ağaç dikme girişimlerine katılın ve topluluğunuzdaki yeşil alanları koruma ve genişletme çabalarını destekleyin.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="background-color: transparent; color: #000099; font-family: Arial,sans-serif; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap; white-space: pre;">Sürdürülebilir Yaşam Tarzı Değişikliklerine Uyum Sağlayın: Ekolojik ayak izinizi azaltmak için bilinçli seçimler yaparak daha azla yetineceginiz sürdürülebilir bir yaşam tarzını benimseyin.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="background-color: transparent; color: #000099; font-family: Arial,sans-serif; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap; white-space: pre;">Eğer hepimiz bunları yaparsak ne kaynak sorunu ne de iklim krizi kalırdı hayatımızda, o nedenle lütfen bunları hem uygulayın hem de çevrenizdekilere uygulamalarını tavsiye edin.</span></p><p dir="ltr" style="line-height: 1.38; margin-bottom: 10pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="background-color: transparent; color: #000099; font-family: Arial,sans-serif; font-size: 12pt; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: 400; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap; white-space: pre;">Bu yazı T24 Yıllık'ta yayımlanmıştır..</span></p><p><span id="docs-internal-guid-22766b83-7fff-2e85-fa26-edc22022c0c8"><br /></span></p>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-86773004185924437222023-12-22T05:19:00.000-08:002023-12-30T05:26:48.141-08:00COP28 kararlarının kısa bir değerlendirmesi<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (UNFCCC) 27. Taraflar Konferansı COP28 bir günlük gecikmeyle 13 Aralık’ta Dubai’de sonuçlandı. Sonuç bildirgesi olarak kabul edeceğimiz Küresel Durum Değerlendirmesi raporu alkışlar içerisinde tüm ülkeler tarafından kabul edildi. Zaten bu raporun, geri kalan tüm sözleşmeler ve anlaşmalar gibi oybirliği ile kabul edilmesi gerekiyordu çünkü bu tür toplantıların usulü bu şekilde. Yani bir şey ya oybirliği ile kabul edilir, ya da kabul edilmez. Bu yüzden de tüm taraf devletler son ana kadar herkesin kabul edeceği bir metin üretme çabasına giriyorlar. Toplantının bir gün geç sonlanmasının sebebi de bu aslında. Ancak 13 Aralık’ta sabaha karşı tüm tarafların kabul edebileceği bir metin ortaya kondu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Elbette, herkesin kabul edeceği bir metin oluşturduğunuz zaman en uzun süre direnen çoğunlukla en kazançlı çıkan oluyor. Bu durumda da OPEC+ üyeleri fosil yakıtların engellenmesine dair kelimeleri son ana kadar önlemeye çalıştılar ve sonunda neredeyse onları istediği oldu.</span></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjIt6VHJYQmNHg_cK4yscwBc-sJpQjVGBf3MUwTUpV-bi9fhzakOG-H0aRVLNSFSDnX_U-Tjw2xj50jNiwjiw0sdFJijtw3Kl6iOozj4uULoqhkewYwqthRL5Z4IpIHs_Ib-E3TNwBE_xVdEeujsdLXq-fWcYEnk5W8IGwEUfJlv6CiHiqK-_3PDNZ5do4/s300/images%20(1).jpeg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="168" data-original-width="300" height="168" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjIt6VHJYQmNHg_cK4yscwBc-sJpQjVGBf3MUwTUpV-bi9fhzakOG-H0aRVLNSFSDnX_U-Tjw2xj50jNiwjiw0sdFJijtw3Kl6iOozj4uULoqhkewYwqthRL5Z4IpIHs_Ib-E3TNwBE_xVdEeujsdLXq-fWcYEnk5W8IGwEUfJlv6CiHiqK-_3PDNZ5do4/s1600/images%20(1).jpeg" width="300" /></a></div><span style="color: #000099; font-family: arial;">Karar metninde fosil yakıtlar konusunda sadece enerji üretiminde kullanılan fosil yakıtlardan uzaklaştıracak bir geçiş sağlanacak cümlesi yer alıyor. Bu geçiş nasıl sağlanacak, ne zaman sağlanacak, neden sadece enerji üretimi ile ilgili de geri kalan fosil yakıtlar, başta petrol olmak üzere neden konuşma konusu edilmiyor gibi oldukça fazla soru dışarıda bırakıldı. Dolayısıyla özellikle petrol üreticisi ülkeler neredeyse tam olarak istediklerini aldılar. Bu sonuç raporuna göre petrol üretmek ve enerji harici kullanımlarda tüketmek tamamen serbest olmaya devam edecek. Sadece OPEC+ ülkeleri gibi petrolden elektrik enerjisi üreten ülkeler belirsiz bir gelecekte bunu bırakarak yenilenebilir enerji kaynaklarına geçecekler.</span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu ve diğer kararları konferans başkanı Al Jaber yüzünde büyük bir gülümseme ile alkışlarken ABD iklim temsilcisi John Kerry de çevresindekilerle tokalaşırken onların sırtlarını sıvazlıyordu. Bu gerek ABD gerekse de BAE ve müttefiklerinde önemli bir zafer kazaıldığı havasını hepimize hissettirdi. ABD şu anda dünyanın en büyük fosil yakıt üreticisi, BAE ve OPEC+ ise en büyük petrol üreticisi grup. Bunlar bu denli mutlu olurken UNFCCC’nin başı Simon Stiell’in bir kenarda somurtarak durması bizim neler hissetmemiz gerektiğini de söylüyor aslında.<br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ancak batılı yayın organlarına baktığımızda bu raporda ilk defa fosil yakıtlardan geçiş yapılmasının istenmiş olması büyük bir başarı olarak görülüyor. Ne yazık ki bu bile hangi yayın organının kimin tarafında olduğunu algılamamız için yeterli. Bu yayın organlarından ben de arada paylaşımlar yapıyorum ama gerçek yüzleri böyle zamanlarda daha iyi görünüyor. Fosil yakıtlardan uzaklaşmanın ilk defa dile getirilmiş olması bundan 30 yıl önce olsa büyük bir başarı olarak görülebilirdi, ama artık bıçak kemiğe dayanmış bir durumdayken bu bir zafer değil hezimettir. Burada alınan kararın “2030 yılına kadar tüm fosil yakıtların kullanımının 2023 yılına oranla %40, 2040’a kadar %75 ve 2050’ye kadar da %100 azaltılması gerekir” gibi gayet net ve iklim krizini durduracak ciddiyette olması gerekirdi. Bunu yapmak yerine gelişmiş ülkeler ve OPEC+ vakit geçirecek kararların konuşulmasını sağlayarak yeryüzünün ve insanlığın en az iki belki de daha fazla senesini boşa harcadılar.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bir diğer anladığımız şey de Birleşmiş Milletler’in bu karar verme sistemi ile iklim krizini ya da dünyadaki herhangi bir krizi durdurmanın mümkün olmadığıdır. Hem de ABD, Rusya ve Çin adım atmamak konusunda hemfikir iseler, geri kalan ülkelerin ne dediğinin, yaptığının ya da istediğinin bir önemi yoktur. Bu toplantıdan sonra dünya devletleri daha açık biçimde biz ve onlar haline bürünmüştür. İklim krizine çözümü de artık devlet dışı aktörlerde aramaya başlamamız gereklidir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu yazı Dünyahali'nde yayımlanmıştır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;"><br /></span></p>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-83615321225227985692023-12-14T01:35:00.000-08:002023-12-30T01:38:02.342-08:00Anormal hava olayları neden arttı<div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">İklim değişikliğinin sebebi atmosferdeki oranı gittikçe artan bazı gazların yeryüzünden yayılan ısıyı uzaya bırakmayarak Dünya’nın atmosferini ısıtmasıdır. Biz bu gazlara sera gazları diyoruz ve karbondioksit bu gazların açık arayla en önemlisidir. Yeryüzünün ortalama sıcaklığı çok uzun süredir fazla değişmemiştir. Son Buzul Çağı’ndan sonra sıcaklıkların neredeyse sabit kalması insanlığın bugünkü gelişmişlik seviyesine ulaşabilmesindeki başlıca etkendir.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Son 150 sene içerisinde gittikçe artan kömür, petrol ve doğal gaz tüketimi yüzünden atmosfere oldukça fazla karbondioksit saldık ve bu atmosferin sıcaklığını yaklaşık 1,5 derece artırdı. Bazılarınıza 1,5 derece artış fazla gelmeyebilir ama insanlık tarımla uğraşmaya başlamadan hemen önceki Buzul Devrinde yeryüzü sadece 6 derece daha soğuktu. Yani 6 derece azalma yeryüzünü bir buzul çağına sokmaya yeterli oluyor. 1,5 derece artış ise dünyayı bir cehennem yapmaz ama kolayca doğanın alıştığımız çoğu dengesini bozabilir.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu dengelerin en önemlileri içinde olan ortalama sıcaklıklar ve yağışların değişmesinin ötesinde sıcaklık ve yağışlardaki anormal olayların da artması bizim yaşam düzenimizi kolayca değiştirebilir. Atmosferdeki anormal olayların sayısında, şiddetinde, sıklığında ve görüldükleri alanların artmasındaki en önemli neden bizim atmosferi yavaş yavaş ısıtmamızdır. İçine soğuk suyu dökerek ateşe koyduğumuz bir tencerenin içinde pişirmeye başladığımız nesneler önce sakin sakin dururken sıcaklığın artmasıyla birlikte oradan oraya savrulmaya ve tahmin edilemez biçimde hareket etmeye başlarlar. Aynı şey tüm atmosfer için de geçerlidir. Atmosferin ortalama sıcaklığı alıştığımız değerler içerisindeyken sakin geçen günler ortalama sıcaklık artmaya başlayınca daha ilginç olaylara sahne olmaya başlar, aynı tencerede olduğu gibi. Yağışların ve fırtınaların şiddetlerinin artmasının ötesinde bunların önceden tahmini de zorlaşmaya başlar. Gene tencerede olduğu gibi bu hareketlilik ortam soğumaya başlamadan da azalmaz.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Tencere örneğini fazlaca kullandık ama atmosferin durumu da gerçekten tencereden fazla farklı değil. Bizler atmosfere her geçen gün daha fazla karbondioksit salıyoruz, sonra da kısa bir süre sonra atmosferdeki aşırı hava olaylarının azalıp eskiye dönmesini bekliyoruz. Nasıl tenceredeki suyun kaynamasını durdurmanın yolu tencerenin altını kapatmaksa, atmosferde yaşadığımız anormal koşulları durdurmanın tek yolu da kömür, petrol ve doğal gaz yakarak karbondioksit salmayı bırakmaktır. Aksi takdirde şu anda yaşamakta olduğumuz anormal hava olayları daha şiddetlenerek devam eder.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ülkemizde ve yeryüzünün çoğu yerinde son yıllarda artmakta olan düzensiz ve şiddetli yağışların en önemli sebebi iklim değişikliğine bağlı olarak atmosferin fazlaca ısınmış olmasıdır. Elbette bu yağışlardaki değişiklik yeryüzünün her tarafında eşit biçimde dağılmaz. Bazı bölgelerde bu değişikliklerin şiddeti diğer yerlere oranla oldukça fazladır. Ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası bu şiddetli değişikliklerden en fazla nasibini alacak yerlerden biridir. Bu bölgede beklenti, uzun ve şiddetli kuraklıkların ardından gelen ani ve şiddetli yağışlardır. Uzun süren şiddetli kuraklıklar öncelikle toprağın nemini kaybetmesine neden olur. Kuruyan topraktaki canlılık da uzun süre varlığını sürdüremez. Kuru ve karbon miktarı zaten azalmış olan toprak ise üzerine düşen yağışı emerek alt tabakalara geçiremez, bu da yağışın toprak tarafından emilmeden hemen akmaya başlamasına neden olur. Hızla akışa geçen yağmur suyu da doğaya fazla bir fayda sağlamadan derelere, ırmaklara ve sonrasında da denize ulaşır. Elbette bu çok yönü olan bir sorunun en basit şekliyle anlatımıdır. Bu problemin üzerine son yıllarda gittikçe artan nüfus baskısı ile çarpık kentleşmenin de etkileri bindiğinde çoğu yerde çözülebilecek bir sorun afete dönmektedir.<br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4-0L0dnXjXRb_tly125ce5sDRlfi-2BYd8DSJKOt0B4IC_WKSKswQY2UKYhzHv1XxVDS49H2PwYkNWFWxMu7iDmgyYwjeKS9PnxqQ101REfDOPZEbHyaZjyLiE-JU5TTt2VMRsXkcXi_RbRpRtOoZKn7LvAS3ag8meVNej_nP-YGqaxgrhjwnmNjvSQE/s864/thumbs_b_c_df37f1789f488cd7b6fdfd5209b168f3.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="486" data-original-width="864" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4-0L0dnXjXRb_tly125ce5sDRlfi-2BYd8DSJKOt0B4IC_WKSKswQY2UKYhzHv1XxVDS49H2PwYkNWFWxMu7iDmgyYwjeKS9PnxqQ101REfDOPZEbHyaZjyLiE-JU5TTt2VMRsXkcXi_RbRpRtOoZKn7LvAS3ag8meVNej_nP-YGqaxgrhjwnmNjvSQE/s320/thumbs_b_c_df37f1789f488cd7b6fdfd5209b168f3.jpg" width="320" /></a></div>Sorunun bir diğer yüzü de kuraklıktır. Ancak kuraklığı aşırı yağışlardan farklı değerlendirmek gerekir. Aşırı yağışlara karşı alınacak önlemler oldukça kapsamlı ve uzun vadeli çalışmalar gerektirir. İstanbul gibi bir şehre yağan yağmurun toplanarak şehrin kullanımına sunulması oldukça büyük bir altyapı projesidir. Benzer sorun diğer çoğu kent için de geçerlidir. Bu yağışların can kaybına yol açmaması oldukça kolay çözülebilse de hasar yaratacak bir akışın faydaya dönüştürülebilmesi zordur. Bundan dolayı da çoğu bölgemizde yağış ne derece fazla olursa olsun bu yağış ihtiyacımız olan su kaynağını artırmamaktadır.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bunun başlıca birkaç sebebi vardır. Öncelikle dediğimiz gibi kurumuş ve organik maddesi azalmış bir toprak suyu emerek alt katmanlara kolaylıkla geçiremez. Bunun için sağanak yağış değil daha az şiddetli ama daha uzun süren bir yağış gereklidir. Aslında bu tanıma en uygun yağış türü de kardır. Kar her ne kadar çabuk yağıp birikebilse de eriyerek akışa dönüşmesi oldukça uzun sürer ve bu süre içerisinde de toprağın nemini kalıcı olarak tazeler. Ancak, son senelerde çoğu bölgemizdeki yağışların kardan çok yağmura dönmüş olması bu sorunu da oldukça artırır. Sadece yağmurla beslenen topraklar yaz mevsimi gelmeden kurumaya yüz tutar ve hızlı kuruyan bu toprakların aşırı yağışlarla gelen suyu tutmaları da zorlaşır.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ama bunun ötesinde iki büyük sorunumuz vardır. Bunların ilki tarımda bilinçsizce yapılan sulamadır. Ülkemizdeki tatlı suyun yaklaşık dörtte üçü tarımsal sulamada kullanılmaktadır. Tarımsal sulamada kullanılan bu suyun da gene dörtte üçünden salma sulama şeklinde faydalanılır. Salma sulama da hem toprağın yapısına zarar verir hem de suyun boşa gitmesine neden olur.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ancak diğer sorunumuz çok daha büyüktür. Bundan 100 sene önce ülkemizde kişi başına düşen tatlı su miktarı yaklaşık 8000 tondu. Nüfusumuzdaki artışla birlikte bu miktar 1000 tonun az üstüne kadar düşmüştür. Yani ülkemiz artık su zengini bir ülke değildir, hatta nüfus artışı ile birlikte giderek su fakiri olmaya doğru gitmektedir. Bundan dolayı da başta tarım olmak üzere hepimize düşen en önemli görev suyumuza sahip çıkarak onu korumaktır. </span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">İçinde yaşamakta olduğumuz iklim krizi geçici değildir ve daha da kötüye doğru gidecektir. Kuraklık ve aşırı yağışlar da bu değişiklikle birlikte artacaktır. Bu nedenle de su politikamız ülkemizin en öncelikli konularından biri olmalıdır.</span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><br /></span></div><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu yazı Anadolu Ajansı tarafından yayımlanmıştır.</span></div>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-83754383192522349502023-12-08T01:39:00.000-08:002023-12-30T01:45:13.665-08:00COP28'de Neler Oluyor?<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı (COP28) bu hafta Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dubai kentinde başladı. Her senenin sonunda yapılan bu toplantılar iklim konusunda yapılanların ve yapılması gerekenlerin tartışıldığı en önemli forum olma özelliği taşıyor. Bu toplantıların bazıları nispeten daha önemli, bazıları da nispeten daha sıradan toplantılar olabiliyor. Bu seneki toplantı oldukça sıradan sayılabilecek toplantılardan biri.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ülkemiz de 2026 yılında yapılacak olan konferansı düzenlemeye aday olduğundan bu seneki konferansın Dubai’de düzenlenmesinin etkilerini anlamamız faydalı olacaktır. Geçen sene gene bu zamanlarda Mısır’da düzenlenen COP27 sonrasında ülkeler arasındaki iklim liderliği bayrağı Birleşik Arap Emirlikleri’ne teslim edildi. Yani konferansın lideri olan Şeyh El-Caber, aynı zamanda da bir senedir iklim politikasına yön veren kişi oldu. Bu konferans sonunda atılması gereken adımları da o senenin ev sahibi hazırlayarak konferansa sunuyor. Elbette ulusal petrol şirketi başkanı olan El-Caber’in iklim liderliği sırasında da önemli adımların atılmasını beklemek hayal olurdu. Ancak bu toplantıdan ciddi adımlar beklemememiz gerektiğini de zaten COP27’de bayrağın BAE’ye teslim edilmesiyle görmüştük. El-Caber de bizleri pek de şaşırtmadı.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">COP27’de oldukça önemli bir konu olan kayıp ve zararlar gündeme gelmişti. Yani gelişmiş ülkeler bunca senedir kömür, petrol ve doğal gaz yakarak iklim krizini bu noktaya taşıdılar ancak şu anda zararların kötü kısmı bu krizde pek de suçu olmayan az gelişmiş ülkelerin üstüne yüklendi. Bu ülkeler de zararlarının tazmini olmasa bile bu zararlarının olabildiğince karşılanmasını istiyorlar. COP28’in açılış gününde bir Kayıp ve Zarar Fonu oluşturuldu. Gelişmiş ülkeler de bu fona para koymayı vadetmeye başladılar. Bu ilk bakışta çok güzel bir ilerleme olarak görülebilir ama içinde en az iki ciddi sorun barındırıyor. Öncelikle vadetmek ile gerçekten o parayı götürüp fonu çalıştıracak olan Dünya Bankası’na yatırmak arasında büyük bir fark var. Bu nedenle de ABD iklim elçisi John Kerry sürekli “biz vadediyoruz ama Kongre’nin onayı gerekli” deyip durdu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">İkinci ciddi sorun çok daha önemli bir hususta: En az gelişmiş ülkelerin her sene iklim krizi kaynaklı kayıp ve zararlarının karşılanması için 500 - 700 milyar dolar arası bir finansmana ihtiyaçları var. COP28 süresince bu fonda şimdiye kadar toplanan para sadece 700 milyon dolar oldu, yani gerekenin binde biri ve o da “Kongre’nin onayı gerekli” gibi koşullara bağlı. Bu bağlamda gelişmiş ülkeler bir şeyler yapıyor gibi gözükmek istiyorlar, gerçekte de yaptıkları fazla bir şey yok aslında. Konuşmalardan birinde “şu ana kadar fonda toplanan para miktarı ancak Suudi Arabistan’ın futbol ligine yaptığı para yardımı seviyesinde, bu da gelişmiş ülkelerin bu konuya verdikleri önemi gösteriyor” denildi. Şimdilik futbol en az gelişmiş ülkelerin kayıp ve zararlarından çok daha kıymetli görünüyor.<br /></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWZ3vkGRlGgaxmg0LuKW72LnTY_1DuKHWgtbZMdURIbTvEuVh9tn9xSAXyhScHGVB8OLSxTVVLw5XWwPKNQysARB8SqLHTsAAoiLNu9rMqZr6xH3GqjKqbTx2Fcb1urSVZR7mCupW_dU_FLudJeOCZ8WCY3QSs6b-aHgoDm05MQ-4A97XniBp9NI8WDU4/s1200/Dubai%20Skyline%20COP28.png" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="630" data-original-width="1200" height="168" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWZ3vkGRlGgaxmg0LuKW72LnTY_1DuKHWgtbZMdURIbTvEuVh9tn9xSAXyhScHGVB8OLSxTVVLw5XWwPKNQysARB8SqLHTsAAoiLNu9rMqZr6xH3GqjKqbTx2Fcb1urSVZR7mCupW_dU_FLudJeOCZ8WCY3QSs6b-aHgoDm05MQ-4A97XniBp9NI8WDU4/s320/Dubai%20Skyline%20COP28.png" width="320" /></a></span></div><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bir diğer önemli konu da aslında çoğumuza önemsiz görünse de bu toplantılarda kullanılan dilin gittikçe karmaşıklaşması ve uzman olmayan kişiler tarafından neredeyse anlaşılmaz hale gelmesi. Elbette bunun temel nedeni aslında bir gelişme olmadığını insanlığın gözünden kaçırma çabası. Öyle kelimeler var ki devlet başkanları kullandığında çok fiyakalı duruyor ama arkasını karıştırdığınızda bir ilerleme sağlamaya yönelik olmadığı anlaşılıyor. Son iki COP’da bu konudaki en fiyakalı terim “unabated fossil fuel use”. “Unabated” kelimesinden devletlerin kastı “iklime olan zararı ortadan kaldırılmamış”, ama fosil yakıtları, yani kömür, petrol ve doğal gazı yaktığınız zaman atmosfere karbondioksit salarsınız. Karbondioksit salmadan fosil yakıt yakmanın ise bugün için genel kullanıma açık bir yolu yok. Çok küçük tesislerde bunun denenmesi mümkün ama senede saldığımız 50 milyar ton karbondioksidin ancak binde biri yakalanarak zararsız hale getirilebiliyor. Ama pek çok devlet bu kavramı kullanarak yollarına devam ediyorlar.</span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Yeryüzünün ihtiyacı olan acilen sera gazı salımlarının azaltılması ve en kısa zamanda da sıfırlanmasıdır. Ancak COP28’de şimdiye kadar gördüğümüz, toplantılar böyle devam edecek olursa, devletlerin ne sera gazı salımlarını azaltmaya ne de gerçekten zarar gören ülkelere yardım etme niyetlerinin olduğu. Bizim gibi sivil topluma düşen de bu konuyu oldukça fazla gündemde tutarak devletlerin bizleri dinlemesini sağlamaktır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu yazı Dünyahali'nde yayımlanmıştır.</span></p>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-68268932839291366222023-11-30T09:51:00.000-08:002023-12-02T09:55:24.016-08:00COP28'den neler bekliyoruz?<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 1992 yılında imzalandı. 1995 yılından bu yana taraf ülkeler neredeyse her sene sonunda toplanıp iklim krizini durdurmak için neler yapıldığını ve neler yapılması gerektiğini tartışıyorlar. Bu toplantıların bir kısmı önemli sayılabilecek anlaşmalarla sonuçlanıyor, Kyoto Sözleşmesi ve Paris Anlaşması gibi. Bazıları ciddi konuların masaya getirilip tartışıldığı toplantılar oluyor geçtiğimiz sene olduğu gibi.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Geçtiğimiz sene COP27’de daha önce konuşulmaya fazla cesaret edilmeyen kayıp ve zararlar konusu ilk defa masaya getirildi. Bildiğiniz gibi, iklim krizine neden olan ve olmaya da devam eden gelişmiş ülkeler genelde bu krizin olumsuz sonuçlarından en çok zarar gören ülkeler arasında bulunmuyor. En fazla zarar gören ülkeler, genelde Afrika ve Güney Asya ülkeleri gibi, iklim krizinin oluşmasına da en az katkıda bulunan ülkeler. Bundan dolayı da en fazla zarar gören ülkeler en fazla zarara neden olan ülkelerden bu zarar ve kayıpların en azından maddi kısmının giderilmesine destek olmalarını istiyorlar. COP27’de gelişmiş ülkeler özellikle Avrupa Birliği’nin baskısıyla bu kayıp ve zararlar konusunda bir fon kurulmasına karar verdiler, ancak bu fonun çalışma detaylarını belirlemeyi bu seneki toplantıya bıraktılar.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu seneki toplantıdaki ana beklenti, kayıp ve zarar fonunun işleyişi, kimlerin ne kadar katkı verecekleri, kimlerin ve ne kadar yardımı nasıl temin edecekleri gibi hususların belirlenmesi olacak. Özellikle birilerinin para vermesi gerektiği için o para verecek kişilerin de bu toplantıda olup ne kadar destek vereceklerini belirlemeleri gerekiyor. O nedenle de hangi devlet başkanlarının katılacağı aslında toplantıdan hangi çıktıların elde edileceği konusuna COP28 öncesinde ışık tutabiliyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">COP28’e ABD Başkanı Biden, Çin Devlet Başkanı Xi ve Rusya Devlet Başkanı Putin katılmayacak. Biden ve Xi iki hafta önceki toplantılarında zaten görüşeceklerini görüştüler ve kayıp- zarar fonuna ne derece destek verecekleri masada bile değildi. Dünyanın bu iki büyük finansörü masaya gelmediği müddetçe de ciddi bir sonuca ulaşılmasını beklemek hayal olur.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ülkemiz de COP26’ya cumhurbaşkanı, COP27’ye bakan düzeyinde katılım sağladıktan sonra COP28’e sadece başkanlık seviyesinde katılım yapmayı planlıyor duyduğumuz kadarıyla. Bunlardan çıkan hava da aslında bu toplantıdan kimsenin ciddi bir beklentisi olmadığı yönünde.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">İklim krizinin en büyük sebebi insanların kömür, petrol ve doğal gaz yakmasıdır. Bu krizi durdurabilmenin tek yolu da kömür, petrol ve doğal gaz yakmayı bırakmaktır. COP28 toplantısının en büyük petrol ve doğal gaz ihracatçılarından biri olan Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapılıyor olması da aslında bize bir sonuç çıkmayacağını gösteriyor. COP toplantılarının yapılacağı ülke bir sene önceki toplantının sonundan itibaren tüm dünyadaki iklim krizini durdurmaya yönelik çalışmaların liderliğini ve yön belirleyiciliğini yapar. Birleşik Arap Emirlikleri’ne bu toplantı sorumluluğunun verilmiş olması iklim krizini durdurma yönünde yapılan tüm çalışmalarla dalga geçmek anlamına gelir. Bunun arkasındaki en önemli sebep de aslında gelişmiş ülkelerle petrol üreticisi ülkelerin ortaklaşa bir başka yola sapmaya karar vermiş olmalarıdır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Politik açıdan bakıldığında insanları alışkın oldukları bir şeyden vazgeçirmek oldukça risklidir. Oysa ellerindekinden vazgeçmeden yeni bir teknolojiye geçmek ve değişimi o yolla sağlamak çok daha kolaydır. Bu bağlamda gelişmiş ülkelerin amacı insanlarını fazla tedirgin etmeden fosil yakıtları biraz azaltmak, ama bunun ötesinde ciddi teknolojik yatırımlarla yenilenebilir enerjiye ve elektrifikasyona ağırlık vermektir. Bu istenilen hızda iklim krizini durdurur mu? Asla. Ama hem ülkeler bir şeyler yapıyormuş gibi görünür hem de ekonomik ve teknolojik üstünlüklerini elden bırakmazlar. COP28, Dubai’de oynanacak oyun da budur.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCuxO3N1QmfimfrBy_RQOZsHEiWEqPZkQaiRkA2pCY9KOKeKkR8QusvmMEq7y5C8USFWZEYT7D3v0NymfgxUC4Od4zJaWqZkrzenwwaatfm83GPhxisXe8jieEhLIG_UxBSjurlL22Pg6ddTqvQB9jTpgsqkdA3jdgISLhSKdQvGdt5lwIFYp4PxZk6wY/s2006/1701257757753-levent-kurnaz.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1128" data-original-width="2006" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCuxO3N1QmfimfrBy_RQOZsHEiWEqPZkQaiRkA2pCY9KOKeKkR8QusvmMEq7y5C8USFWZEYT7D3v0NymfgxUC4Od4zJaWqZkrzenwwaatfm83GPhxisXe8jieEhLIG_UxBSjurlL22Pg6ddTqvQB9jTpgsqkdA3jdgISLhSKdQvGdt5lwIFYp4PxZk6wY/w400-h225/1701257757753-levent-kurnaz.png" width="400" /></a></span></div><span style="color: #000099; font-family: arial;">Özellikle Birleşik Arap Emirlikleri yenilenebilir enerjinin liderliğine soyunmak istemektedir. Elbette bu geçen seneden bu seneye uzanan bir yolculuk değildir. BAE son on yıl içinde teknolojiye büyük yatırımlar yaparak kendisini teknoloji alanında aranan bir ülke konumuna getirmek istiyor. Oldukça büyük bir yatırım yaparak Mars’ın yörüngesine bir uzay aracı göndermeleri bu gösterinin önemli bir bölümünü oluşturuyor. Devamında da COP28’de dünyayı iklim krizinden kurtaracak yenilenebilir enerjinin de merkezinde olmak istiyorlar. Özellikle ciddi güneş enerjisi potansiyeli olan bir bölgede kurulacak enerji üssü ile bir yandan gelişmekte olan ülkelere yenilenebilir enerji açısından teknoloji transferi ve ihracat yaparken gelişmiş ülkelere de sadece fosil yakıtlar değil tüm enerji sistemlerinde var olduklarını göstermek amacındalar. Bunun yanında son yıllarda yaptıkları emlak yatırımlarıyla da kendilerini diğer petrol üreticisi ülkelerden ayırarak petrol sonrası dünyada kendilerine ayrıcalıklı bir yer bulmaya çalışıyorlar.<br /></span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Almanya ve Fransa bu toplantıdan iklim krizini durdurma açısından anlamlı bir karar çıkmayacağını biliyorlar. Fosil yakıtların azaltılması açısından şimdiye kadar alınabilecek en anlamlı karar “şiddeti azaltılmamış - unabated” fosil yakıt enerji sistemlerinin yasaklanması şeklinde tanımlanıyor. Bunu günlük dile tercüme edersek, havaya karbondioksit saçmayan kömürlü termik santraller kurmanız yasak değil. Ancak buradaki sorun henüz elimizde kömürlü termik santralden çıkan karbondioksidi yakalayıp çok uzun süre saklayacak bir teknoloji olmamasıdır. Yani gelişmiş ülkeler bu jargonu kullanarak hem kendilerini hem de bizi kandırdıklarını düşünüyorlar. Çoğu yerde de şu anda var olmayan ve gelecekte var olabileceğini umdukları teknolojilere dayanarak fosil yakıt salmaya devam edilmesine destek oluyorlar. Bu nedenle en azından devletleri sorumlu kılabilmek için devlet yatırımları hariç kömürlü termik santrallere izin verilmemesi gibi bir karar çıkartmayı umuyorlar. Bu tür bir karar çoğu ülkenin de destekleyebileceği, hatta Hindistan’ı bile ikna edebilecekleri bir karar olabilir, ama kömürden elektrik üretecek yeni santral açılmasına karar verebilmek bile yeterli olmayacak.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Kısacası, ülkeler ve şirketler önümüzdeki on beş gün Dubai’deki panayırda bir araya gelecekler ve iklim konusunda neler yapılması gerektiğini konuşup ayrılacaklar ve bir sene daha ciddi bir şey yapılmadan geçecek.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu yazı <a href="https://t24.com.tr/yazarlar/levent-kurnaz/cop-28-den-neler-bekliyoruz,42480" target="_blank">T24 İnternet Haber Sitesi</a>'nde yayımlanmıştır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Not: Bu yazının yayımlanmasından sonra Sayın Cumhurbaşkanımız ve Çevre Bakan Yardımcımız COP28 toplantısına katılım sağlamıştır.</span></p>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-86303206191575599192023-11-20T09:46:00.000-08:002023-12-02T09:55:43.637-08:00Onarıcı Tarım<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Onarıcı tarım, tüm ekosistemin sağlığını, yalnızca verimi artırmayla ilgilenen geleneksel tarım yöntemlerinin üstüne koyan, tarımdaki bir düşünce değişikliğidir. Temelde amaç, tarımda kullanılan kaynakları yalnızca korumak yerine, yenilemek ve eski haline getirmektir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu düşünce yapısı, toprağı beslemek amacıyla çok çeşitli yöntem ve fikirleri içerir. Onarıcı tarımda örtü bitkileri, tarımsal ormancılık, toprak işlemenin en aza indirilmesi, çeşitli ürün rotasyonları ve hayvancılığın ürün sistemlerine dahil edilmesi gibi tekniklere odaklanır. Bu teknikler hep birlikte toprak sağlığının iyileştirilmesine, biyolojik çeşitliliğin artırılmasına, suyun korunmasına ve karbonun toprakta tutulmasına yardımcı olur.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Toprak sağlığının korunması onarıcı tarımın temel fikirlerinden biridir. Üretken ve sürdürülebilir tarım büyük ölçüde sağlıklı ve yaşayan bir toprağa bağlıdır. Bu strateji sağlıklı bir toprak mikrobiyomunu yani toprağın içinde yaşayan solucanlardan bakterilere kadar tüm canlıların varlığını teşvik eder. Canlı bir toprak besin döngüsünün temelini oluşturur ve toprağın organik maddesini artırır. Bunu başarabilmek için de toprak işlemeyi en aza indirmek ve yararlı toprak organizmalarına zarar veren tüm kimyasal girdilerden kaçınmak gereklidir. Ayrıca örtü bitkileri ve dönüşümlü otlatma gibi yenileyici yöntemler, atmosferik karbondioksidi toprakta depolayarak iklim değişikliğinin etkilerini hafifletmeye yardımcı olur. Toprağın dirençliliğini ve su tutma özelliğini artırarak, yalnızca sera gazı salımlarını azaltmakla kalmaz, aynı zamanda aşırı hava olaylarının toprak ve ürünler üzerindeki etkilerinin de azaltılmasına yardımcı olur.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ülkemizde olduğu gibi binlerce yıldır tarım yapılan bölgelerde endüstriyel tarımın da iyice ağırlığını hissettirmesiyle toprak artık yorulmuştur. Modern tarım bu yorgunluğu her geçen gün artan bir kimyasal kullanımı ve toprak işleme ile gidermeye çalışmaktadır, ancak bu yöntemlerin hem maddi hem de çevresel etkileri ve zararları bulunmaktadır. Onarıcı tarımın temeli bu çevresel etkileri en aza indirirken tarımsal üretimi en azından olduğu seviyede tutmaya ve çoğu noktada da artırmaya dayanır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Sürdürülebilir gıda üretimine yönelik umut verici bir yol, doğal ekosistemleri taklit eden ve doğaya karşı değil doğayla birlikte çalışan onarıcı tarım tarafından sağlanmaktadır. Bu yöntemler daha sağlıklı ürünler üretmenin yanı sıra ekosistem hizmetlerini de iyileştirir, uzun vadeli tarımsal dayanıklılığı teşvik eder ve genel olarak çevre sağlığını destekler. Çevrenin ve küresel gıda sistemlerinin karşı karşıya olduğu çok sayıda acil sorun nedeniyle, insani gelişmenin bugün ulaştığı noktada onarıcı tarım göz ardı edilemeyecek seviyede önem taşımaktadır. Onarıcı tarım sürdürülebilir gıda üretiminin ötesinde çeşitli ekolojik faydalar da sunar:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Toprak Bozulması ve Kaybı: Yaygın toprak erozyonu ve verimliliğin azalması, geleneksel tarım uygulamalarının sonuçlarıdır. Onarıcı tarım, uzun vadeli gıda üretiminin sürdürülebilirliği için gerekli olan toprak sağlığını aktif bir şekilde yeniden tesis ederek bu kayıplara bir yanıt sağlar.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">İklim Değişikliğinin Azaltılması: Sera gazı salımlarının önemli bir kısmı tarımsal uygulamalardan kaynaklanmaktadır. Toprağı onaran uygulamalar topraktaki karbonun tutulmasını artırıp enerji gerektiren tarımsal girdileri azaltarak iklim değişikliğinin etkilerini azaltmanın bir yolunu sağlar.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Biyoçeşitlilik Kaybı: Endüstriyel tarım yöntemleri, habitat tahribatına ve biyolojik çeşitlilik kaybına neden olmuştur. Onarıcı tarım, farklı bitki ve hayvan türlerinin birlikte varlığını sürdüren çeşitli ürün sistemleri kullanarak biyolojik çeşitliliği teşvik eder.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Su Tasarrufu: Malçlama, örtü bitkileri ve iyileştirilmiş toprak yapısı gibi yenileyici tarım teknikleri, su kıtlığının küresel bir sorun haline geldiği bir dönemde suyun korunmasına ve mahsuller için kullanılabilirliğini artırmaya yardımcı olur.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Aşırı İklim Koşullarına Karşı Dayanıklılık: Onarıcı tarım uygulamaları, tarım sistemlerinin iklim değişikliğinin neden olduğu sık ve şiddetli hava olaylarına karşı daha dayanıklı olmasına yardımcı olur. Sağlıklı toprakların kuraklık, sel ve diğer aşırı hava olaylarına karşı dirençliliği daha yüksektir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Onarıcı tarım, esas olarak endüstriyel tarım uygulamalarının eksikliklerini gidererek ekolojik sağlığa, uzun vadeli sürdürülebilirliğe ve çevresel zorluklar karşısında dayanıklılığa öncelik verir. Bu, tarım ve çevrenin daha sürdürülebilir ve barışçıl bir arada yaşamasına yönelik önemli bir adımdır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Onarıcı tarımın bir diğer amacı, dayanıklı ve kendi kendini idame ettirebilen ekosistemleri teşvik etmek için tarım sistemlerindeki dış kimyasal girdilere olan ihtiyacı azaltmak veya mümkünse tamamen ortadan kaldırmaktır. Bunun başarılması için öncelikle toprağı tanımak ve toprağın neye ihtiyacı olduğunu bilmek çok önemlidir. Bugün toprak yapısını iyileştirmek ve bitkileri güçlendirmek için kullanılan çoğu kimyasal zaten doğada bulunur. Önemli olan kadim bilgileri modern teknoloji ile harmanlayarak toprağın ve bitkilerin neye ihtiyacı olduğunu öngörmek ve bu ihtiyaçları mümkün olduğunca sürdürülebilir biçimde sağlamaktır. Bu noktada ihtiyaçlar her zaman doğal yöntemlerle karşılanamayabilir ve bazı mikro besleyicilerin kimyasal yöntemlerle takviyesi de faydalı olabilir, ama öncelik daima doğanın bizlere sunduğu imkanlardan faydalanmaktır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Sonuçta, ağırlıklı olarak dış kimyasal girdilere bağlı kalmak yerine, tarımsal üretkenliği desteklemek için ekosistem hizmetlerinden, biyolojik çeşitlilikten ve doğal süreçlerden yararlanmamız sürdürülebilirlik için olmazsa olmazdır. Onarıcı tarım tekniklerinin toprak sağlığını iyileştirmekte kullandığı bazı yöntemler şunlardır:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Mahsul Rotasyonu ve Örtü Bitkisi: Fazla gübre gerektiren bitkileri baklagilli örtü bitkileri ile dönüşümlü olarak kullanarak topraktaki nitrat ve fosfat seviyelerini doğal olarak artırabilirsiniz. Yonca veya yonca gibi baklagiller, toprağa nitrojen sabitleyen bakterilerle simbiyotik bir ilişkiye sahiptir. Azotun bu zenginleşmesi topraktaki canlılığı da doğrudan etkiler.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Kompostlama ve Organik Madde İlavesi: Toprağa kompost ve organik madde eklenmesiyle toprağın verimliliği giderek artırabilir. Gübre veya bitki artıkları gibi organik maddelerin bakteriler tarafından ayrıştırılması toprağa ihtiyacı olan kimyasalları sağlar ve suni gübrelere olan ihtiyaç azalır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Mikrobiyal Aktivite ve Toprak Sağlığı: Verimli mikrobiyal popülasyonlar ve yüksek organik madde içeriğine sahip sağlıklı topraklar, toprağın besin döngüsünü destekler. Yararlı toprak mikropları, aşırı inorganik girdiye ihtiyaç duymadan, organik maddeyi parçalayarak ve bitkilerin kullanabileceği formlarda kimyasalları açığa çıkararak bitki beslenmesine katkıda bulunur.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Toprak İşlemenin Azaltılması: Azaltılmış toprak işleme gibi teknikler topraktaki mikrobiyal toplulukları ve toprak yapısını korur ve bitkilerin besine ulaşabilirliğini artırır.</span></p><p style="text-align: justify;"></p><span style="color: #000099; font-family: arial;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj2o5T-871YTscHdBXzH5ARLRufK_qwG9InLJGg4m1TUeQ4_oW7vEDO4Nztq1-npQ2RTzqLeeGXqQMSIlFXtEh9Kp6WFzjAMBnG7gEKhsPCdaNgD-KRbZ9Z7KT9xk62-k8cBmKuKX4YHIGqkEIU0dD71ZhZm7k_BtccPWFukRIXIawmh8VlEeNCO90Vjes/s2000/243146_regenerativeagriculture_219428.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="1255" data-original-width="2000" height="251" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj2o5T-871YTscHdBXzH5ARLRufK_qwG9InLJGg4m1TUeQ4_oW7vEDO4Nztq1-npQ2RTzqLeeGXqQMSIlFXtEh9Kp6WFzjAMBnG7gEKhsPCdaNgD-KRbZ9Z7KT9xk62-k8cBmKuKX4YHIGqkEIU0dD71ZhZm7k_BtccPWFukRIXIawmh8VlEeNCO90Vjes/w400-h251/243146_regenerativeagriculture_219428.jpg" width="400" /></a></div><div style="text-align: justify;">Onarıcı tarım temelde endüstriyel tarıma kıyasla tartışmasız olarak daha sürdürülebilirdir. Ancak, her zaman karşılaştığımız en önemli soru, onarıcı tarım yöntemlerinin 8 milyar insanı beslemeyi nasıl başarabileceği üzerinedir. Burada üç ayrı noktaya dikkat çekmemiz gerekiyor. Öncelikle sürdürülebilirlik hiçbir zaman bir tek olgunun kendi başına ayakta durduğu bir yapı değildir. Sürdürülebilirlikten bahsediyorsak sistem düşüncesini de merkeze almamız gerekir. Bugün için en önemli sorunumuz gıda üretim sisteminin doğru kurgulanmamış olmasıdır. Yani, öncelikle gıdanın fazla üretildiği yer ile ihtiyacın yüksek olduğu yeri küreselleşme birbirine bağlamakta yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla amaç her toplumun kendi ihtiyacını sağlayacak kadar üretim yapabilmesidir. Bunun için de tarım arazisi vasfını yitirmiş yerleri tekrar tarıma kazandırmamız gerekiyor ki bunu endüstriyel tarım yapamaz ve yapmayı kazançlı da bulmaz.</div></span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">İkinci sorunumuz, gene küreselleşme ve gıda sistemimizle ilgili olarak ortaya çıkan gıda kayıpları ve israftır. Bugün yeryüzünde üretilen gıdanın yaklaşık yarısı çöpe gitmektedir. Çöpten de kastım, bir yığın halinde çürümeye terk edilip atmosfere bolca metan gazı salınmasına neden olmasıdır. Gıdanın tamamen tüketilmesini sağlamak elbette zordur ama biz gıdanın yarısını çöpe attığımız müddetçe yakın gelecekte 8 milyar kişiyi herhangi bir tarım yöntemi ile beslemek mümkün olmayacaktır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Son olarak, bugün ürettiğimiz bitkisel gıdanın önemli bir kısmı hayvansal gıda üretiminde kullanılmaktadır. Bu sistem sürdürülebilir değildir. Yeryüzündeki insanların tamamı gelişmiş ülkelerdeki insanlar kadar hayvansal gıda tüketecek olsalar bu kadar insanı besleyecek gıda üretmek imkansız hale gelir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ancak, gıda üretimini yeryüzünün tamamına yayıp, gıda israfını azaltıp ve hayvansal gıda tüketimini de makul bir seviyeye indirdikten sonra onarıcı tarım tekniklerini kullanmak hepimiz için yeterli gıdayı üretecektir. Ama bildiğiniz gibi bunların olabilmesi için de hepimizin hem düşünce tarzımızı hem de gıda sistemimizi değiştirmemiz gerekiyor ki asıl zor olan o, yoksa onarıcı tarım gayet mantıklı ve uygulanabilir bir yöntem.</span></p><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu yazı <a href="https://yesilgazete.org/onarici-tarim/" target="_blank">Yeşil Gazete</a>'de yayımlanmıştır.</span></div>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-4850943726320362732023-11-18T09:23:00.000-08:002023-12-02T09:27:08.191-08:00İklim krizini durdurmak için ne yapmalıyız?<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">İklim krizini durdurmak için ne yapmalıyız? Bu soruya 140 karakter ile cevap vermeye çalıştığınız zaman mutlaka bir şeyi eksik bırakıyorsunuz, hatta belki de sadece bir şeye yüklenip geri kalan çoğu şeyi eksik bırakıyorsunuz. O nedenle uzunca yazıp, sonra soranlara da bu yazıyı referans vermeye karar verdim. Sizlerin de eklemeleri olursa gelecekte daha da düzeltilmiş ve genişletilmiş bir sürümünü yayımlayabiliriz. Şimdi başlayalım sıralamaya, bu sıralama benim aklıma gelen sıralama, önem sırası değil çünkü bunların tümünü yapmak zorundayız:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Hayatımızda iklim krizini en üst sıraya koyup geri kalan her şeyi buna göre değerlendirmek zorundayız. Attığımız her adımda, aldığımız her kararda aklımızın bir köşesinde o adımın ya da kararın iklim krizine yapacağı etkiyi de bulundurmalıyız. Aslında sadece bu maddeyi yazmak bile yeter ama gelin bu maddenin neleri kapsadığına da bakalım.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Satın aldığımız her şeyde iki soru sormalıyız: “Buna gerek var mı?” ve “Bu ne kadar sera gazı salımına neden oldu?” Almanıza gerek yoksa ama fazla salıma da yol açmadıysa kararı sosyal faydasına bırakın. Yalnız bu sadece şu anlama gelmiyor: “Benim satın alma kararlarım aslında iklim krizinin tetikleyicisi oluyor.” Sizin satın alma kararlarınız iklim krizine kısmen neden oluyor, ama diğer kısmın sorumluluğu da o nesneleri üretenlerin ya da üretilmesine neden olanların sorumluluğudur. Bu kısma aşağıda değineceğiz, fakat unutmayın, siz satın almazsanız onlar da üretemezler.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">“Biz satın almazsak, onlar da üretemezler.” olmuyor çoğu zaman, çünkü biz almasak da başkaları alıyor. Haklısınız, o zaman bir sonraki madde, satın aldığımız her şeydeki doğru davranışımızı olabildiğince çok kişiye yaymaya çalışmak. Yani içinde yaşadığımız krizin temelinde bir üretim ve tüketim çılgınlığının yattığını elimizden geldiğince anlatmak zorundayız.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">“Ama biz satın almazsak, onlar da üretmezlerse çalışanlar aç kalır.” Hayır, kalmaz, yeter ki bu üretim ve tüketim hakkaniyetli biçimde yapılsın. Dolayısıyla bir ürün ya da hizmeti alırken sadece ne kadar sera gazı saldığına değil, aynı zamanda ne kadar adaletli üretildiğine de bakmamız gerekiyor. Paranın çoğunu patron ve hissedarlar alıyor, işçiler de parasız geziyorlarsa siz satın alarak patronu ve hissedarları zengin ediyorsunuz demektir. Ancak tüm bunların bilinebilmesi için de sistemin şeffaf olması gerekir, dolayısıyla en başta yapmamız gereken tüm üretim süreçlerinde şeffaf olan kurumları elden geldiğince desteklemektir, yoksa sistem kapalı kapılar ardında bildiğini okumaya devam eder.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Hayat tarzımızı değiştirmek zorundayız. Son yirmi senede yaşadığımız gibi gelecek on senede de yaşayacak olursak yeryüzündeki yaşam bizimle birlikte bir uçurumdan aşağıya yuvarlanacak. Dikkat edin lütfen, “gelecek yirmi senede” demedim, çünkü önümüzde o kadar zaman kalmadı. Büyük değişiklikleri şimdiden görmeye başladık, yirmi seneye başka bir dünyada yaşıyor olacağız. O dünyayı istemiyorsak şimdi harekete geçmek zorundayız. Peki “hayat tarzımızı değiştirmek” ne anlama geliyor? Bir sabah kalktınız, birçok şey yaptınız, gece yattınız ve bunu bir sene boyunca devam ettirdiniz. İşte bu süredeki pek çok şey değişmek zorunda. Sabah kahvaltıda ne yiyip, ne içtiniz, üzerinize ne giydiniz, odanızın sıcaklığı neydi, işe ya da okula neyle gittiniz, okul ya da iş ne kadar uzaktı, hatta o işi olduğunuz yerden de yapamaz mıydınız, öğlende ya da akşam ne yediniz, gün boyu neler satın aldınız, bulunduğunuz ortamda kaç lamba yanıyordu, tatile gittiniz mi, ne kadar uzağa gittiniz, yediğiniz şeyler ne kadar ayak izine sahipti, ne kadar uzaktan gelmişti, üzerinizdekini neyle yıkadınız, nasıl kuruttunuz, neden o kadar sık yıkadınız, şart mı o kadar uzun süre duşta kalmanız, bunlara benzer günlük yaşamla ilgili binlerce soru sorabiliriz ve o soruların önemli bir kısmı oldukça sıkıcı olacaktır. Değişmemek için de neredeyse tümü için çoğumuzun güzel sebepleri var ve olmaya da devam edecek. Ama değişmezsek yolun sonuna geldik.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Sadece bizim değişmemiz yetmiyor, hepimizin değişmesi gerekiyor. O nedenle bir kez daha, bu değişim için herkesi zorlamak zorundasınız. Bıktırana kadar konuşmak zorundasınız. Gerekiyorsa en sevilmeyen kişi olun, hiç önemli değil, önemli olan bu krizi olabildiğince zayıflatmamız, hatta mümkünse engellememiz.</span></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNBSxMfWzAX_sCflTiOgGBsZmKXSWMN7XUwAXlh5gy3z2V5wP8iNtPyT2eGZd0WTB13NqoCxiKfmvkxmms-DT9dg2T27USveLR9FIvmudgcuDAaQPLiMsmx47rQFk2xvafrCUGl1LmAknRy-0FvHOx2jw2-2kSA8odZaxdLicAHGlvRbfaSkzDzBn44rs/s678/Screenshot%20from%202023-12-02%2020-26-02.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="385" data-original-width="678" height="228" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNBSxMfWzAX_sCflTiOgGBsZmKXSWMN7XUwAXlh5gy3z2V5wP8iNtPyT2eGZd0WTB13NqoCxiKfmvkxmms-DT9dg2T27USveLR9FIvmudgcuDAaQPLiMsmx47rQFk2xvafrCUGl1LmAknRy-0FvHOx2jw2-2kSA8odZaxdLicAHGlvRbfaSkzDzBn44rs/w400-h228/Screenshot%20from%202023-12-02%2020-26-02.png" width="400" /></a></div><span style="color: #000099; font-family: arial;">İklim krizini çözebilmenin tek yolu sistemin değişmesidir. Gelişme herkesin özel arabasıyla istediği yere gitmesi değil herkesin toplu taşıma ile istediği yere gidebilmesidir. Bazılarımız metrobüse mahkumken diğerleri dev gibi araçlarıyla benzin tüketerek aynı yolda gidiyorsa, metrobüstekine “ama sen para kazanırsan o araçlardan alma metrobüse devam et” denilemez. O nedenle de gerek ülkeler içinde gerekse de ülkeler arasındaki gelir ve sınıf eşitsizliğini azaltmamız gerekiyor.</span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">İklim krizi bir sıfır-bir problemi değildir. Başımıza gelebilecek felaketlerin de dereceleri vardır. “Nasılsa yeryüzü bir felakete gidiyor, boşver o zaman yansın!” demek kolaydır. Ama bilelim ki hepimizin taşıdığı bir damla su yangını söndürmese de etkisini azaltabilir, onun için umutsuzluğa kapılmadan çaba sarf etmeye devam etmemiz gerekiyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Son olarak da, eğer devletler iklim krizinin önemine inanmazlarsa çözüm bulmak imkansızlaşır. Devletlerin bu konuya önem vermeleri de kendi öz bilgilerinden kaynaklanmaz. Halk neyi ısrarla isterse devletler de onu “genelde” ön plana çıkartırlar. Biz devletten ve hangi partiden olursa olsun siyasetçilerden ağırlıklı olarak iklim krizini ön plana çıkartmalarını istersek onlar da bunu konuşmaya mecbur kalacaklardır. Dolayısıyla her ortamda ve her şartta iklim krizini ve siyasetçilerin buna karşı harekete geçmeleri gerektiğini bolca dile getirmek, bu yönde oy kullanmak ve hesap sormak zorundayız, devletleri harekete geçirmenin başka çaresi de yok.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Hepimiz aynı fırtınadayız, ama hepimiz aynı gemide değiliz. Bazılarımız daha sağlam gemilerde, bazılarımız da kayıklarda hayatta kalmaya çalışıyor, ama fırtına kötüleştikçe herkesin şansı azalacak, o nedenle de birlikte çalışarak bu sorunu çözmemiz, çözemezsek de olabildiğince hafifletmemiz gerekiyor. Başka dünya yok.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu yazı Yeşil Gazete'de yayımlanmıştır.</span></p>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-38756814250703669072023-11-10T09:12:00.000-08:002023-12-02T09:16:07.727-08:00Suyumuz Bitti<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Son 3 yıldır yeryüzü olması gerekenden biraz daha serinceydi. Bunun nedeni yeryüzünün neredeyse yarısını kaplayan Pasifik Okyanusu’nun yüzey sularının normalden serin olmasıydı. Bu aslında alışılmış bir olaydır. Pasifik Okyanusu’nun suları bazı dönemler normalden sıcak, bazı dönemler normal, bazı dönemler de normalden serin olur. Normalden sıcak olmasına El Nino, normalden serin olmasına da La Nina adı verilir. Bu koca su kütlesinin de biraz serin ya da sıcak olması yeryüzünün geri kalanındaki iklimin de serin ya da sıcak olmasına neden olur. Geçtiğimiz Nisan ayına kadarki 3 yıl La Nina koşulları altında, yani beklenenden serin geçti. Küresel ısınma olmasa hepimiz bu serinliği kolayca hissederdik ama küresel ısınma nedeniyle atmosfer zaten ısınmakta olduğundan sıcaklıkların daha da fazla yükselmemiş olduğunu çoğumuz hissetmedik bile.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ancak Nisan ayında Pasifik’te normal koşullar hakim oldu, Haziran ortasından itibaren de El Nino koşulları oluştu. El Nino, aslında yeryüzünün tamamının olması gerekenden de sıcak olmasına neden olur. Temmuz ayından bugüne kadarki zamanda yaşadığımız neredeyse her gün, bu nedenle küresel bir sıcaklık rekoru kırdı ve kırmaya da devam ediyor. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Küresel ısınmanın bir diğer etkisi de içinde yaşadığımız bölgede ortalama yağışların azalması ve uzun kuraklıkların ardından gelen yağışların da sağanak şeklinde olmasıdır. Sağanak yağışların en önemli özelliği sel baskınlarına yol açmasının yanında toprağın altına ulaşamamasıdır. Ayrıca bu yağışlar hızla akarak denizlere ve göllere katıldığından tam barajların havzalarına denk gelmedikleri zaman barajları fazla beslemezler.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bir de bunun üzerine aşırı sıcaklardan doğan buharlaşma da eklendiğinde bugün içinde yaşadığımız koşullara ulaşırız. İçinde yaşadığımız koşullarda ne mi var? İşte en önemli sorunumuz da bu. Barajlarda su kalmadı, ama bundan çoğu kişinin haberi yok. Ülkemizde hızlı değişen gündeme bir de yaklaşan yerel seçimler eklenince yetkililer dahil kimse kuraklıktan bahsetmiyor. Bu konu ciddi biçimde gündeme getirilmeyince de sorunun ne denli önemli olduğu çoğu kişinin dikkatinden kolayca kaçıyor.</span></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgB22h0XuZvQXJ5TKVXlI8icULcbHJ4Ll_ytfrna2zR2B8NQpAQeH4LRqo9CLjjWvNiTbMr7WPbUq02EN3rSMCu-8mbTskSu42aELCnZ5bFQpl0afJDFvvMrGV4eaLuASf8OXWyFNgPk6t1fKmGn65Dy9kgL9-tEItfAZ2vM7A8a5zxZlKW-cBWDG8o50c/s385/Screenshot%20from%202023-11-07%2009-31-56.png" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="385" data-original-width="327" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgB22h0XuZvQXJ5TKVXlI8icULcbHJ4Ll_ytfrna2zR2B8NQpAQeH4LRqo9CLjjWvNiTbMr7WPbUq02EN3rSMCu-8mbTskSu42aELCnZ5bFQpl0afJDFvvMrGV4eaLuASf8OXWyFNgPk6t1fKmGn65Dy9kgL9-tEItfAZ2vM7A8a5zxZlKW-cBWDG8o50c/s320/Screenshot%20from%202023-11-07%2009-31-56.png" width="272" /></a></div><span style="color: #000099; font-family: arial;">Susuzluğun konuşulduğu çoğu yerde de İSKİ’nin baraj doluluk oranları kullanılıyor. Mesela bugün barajlardaki doluluk oranı %17 civarında. %17 deyince de çoğu kişi felakete çok da yakın olmadığımız hissine kapılıyor. Oysa tüm barajların dibinde kalan su kullanılabilir bir su değildir. Kullanılabilir olmamaktan anlamamız gereken ise, bu suyun dipten çekilip, filtrelerden geçirilip insanlara içme suyu olarak verilemeyeceğidir. Değil içme suyu olarak kullanılması, bu su ile insan yüzünün yıkanmasının bile sakıncalı olabileceği anlaşılmalıdır. O nedenle de İstanbul çevresindeki çoğu barajın suyu bitti, %3 ya da %5 dediğiniz zaman o su artık neredeyse kullanılamaz demektir. Özellikle Avrupa yakasındaki barajlar boşaldığı için Anadolu yakasından transfer edilen suyla idare edilmeye çalışılıyor. Arada açılan su kuyularından destek bekleniyor ama sağanak yağışlar yer altı sularını beslemediği için bu kuyular da uzun süre dayanmayacak. Melen’den Anadolu yakasındaki Ömerli Barajı’na gelen su ise İstanbul’un ihtiyacına yetecek miktarda değil. Kısacası, yakın zamanda yağışlar başlamayacak olursa, belki bu kışı geçiririz, ama gelecek yaz bizleri oldukça sıkıntılı zamanlar bekliyor. O nedenle de hemen ve sert tasarruf önlemleri almaya başlamamız gerekiyor.<br /></span><p></p><p><span style="color: #000099; font-family: arial;"></span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Uzun uzun İstanbul’un su sorununu anlattım ama sanmayın ki bu sorun sadece İstanbul’un sorunu. Sadece, İstanbul’un su havzaları ülkemizdeki yağışın sadece %4,5’unu tutuyor, oysa İstanbul’un nüfusu neredeyse ülkemizin %20’si. Aynı şekilde nüfus yoğunluğuna sahip tüm il ve ilçelerde ya bu sorunu yaşıyoruz ya da en kısa vadede yaşamaya başlayacağız. Bundan dolayı istisnasız herkesin suyun önemini kavraması ve ona göre bir yaşam tarzı belirlemesi gerekiyor çok geç olmadan.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu yazı <a href="https://aposto.com/s/suyumuz-bitti" target="_blank">Dünyahali</a>'de yayımlanmıştır.</span></p>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-18204537119405824922023-11-06T08:58:00.000-08:002023-12-02T09:01:23.776-08:00Sapla Samanı Karıştırmak<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Kasım ayının sonunda Birleşik Arap Emirlikleri’nde Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin 28. Taraflar Konferansı (COP28) düzenlenecek. Bu nedenle, neredeyse Aralık ayının ortasına kadar bu konu iklim ve çevre gündemine egemen olacak. Dubai’de tüm ülkeler iklim değişikliğini durdurmak için neler yaptıklarını ve neler yapacaklarını uzun uzadıya anlatacak ve gelecekte neler yapılması gerektiğine dair önemli görüş alışverişinde bulunacaklar. Her ne kadar hepimiz iklim konusunu biliyor olsak da ortaya konulacak görüşlerin ve çözümlerin ne derece iklimle alakalı olduğunu, ne derece iklim dışındaki konuları ilgilendirdiğini ayırt etmemiz önemlidir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Öncelikle, iklim krizi o denli geniş yayılımı olan bir konu ki biri çıkıp “ben uzun süre nefesimi tutacak olsam bunun iklim krizinin önlenmesine katkısı olmaz mı?” diye soracak olsa elimizdeki cevap “evet olur” haline geliyor. Çünkü nefes veren her canlı atmosfere karbondioksit saldığına göre, bir canlı nefesini tutacak olsa bu sorunun çözülmesinde fayda sağlayabilir. Biliyorum, bu oldukça aptalca bir örnek, ama atılacak her küçük adım, hatta iklim krizi ile ilgili olmayan bir alanda atılacak bir adım bile dönüp dolaşıp iklim krizinin bir miktar da olsa duralamasına neden olabilir. Ancak, lütfen siz iklim krizini durdurmak için nefesinizi tutmayın çünkü birlikte yapmamız gereken çok daha doğru ve faydalı işler var. Unutmamamız gereken ana husus, benim aşağıda “bunların iklim değişikliği ile doğrudan alakası yok” diyeceğim çoğu önlemin dolaylı yoldan iklim krizini azaltmaya yardımcı olduğu, ama bu önlemlerin iklim krizi önlemleri olarak gösterilmesinin doğru olmadığıdır, çünkü iklim krizini önlemek için alınacak önlemler belli. İklim krizini durdurabilmek için yapmamız gereken kömür, petrol ve doğal gaz yakmayı bırakmaktır. Geri kalan şeyler bizi her geçen gün ana hedeften uzaklaştırır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Şimdi gelelim nelerin doğrudan iklim krizi ile bir alakası olmadığına:</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Hava kirliliğinin iklim krizi ile doğrudan bir alakası yoktur. Havayı temizlemek için alınacak önlemler iklim krizini durdurmaya yardımcı olmaz, hatta bazı durumlarda iklim krizinin artmasına neden olur. Hava kirliliğine neden olan unsurlarından biri olan kömür yakmayı durdurmak, aynı zamanda da iklim krizinin engellenmesine de yardımcı olur. Ancak hava kirliliğini azaltmak için kömürlü termik santrallerin bacalarına filtre takmak, sadece hava kirliliğini azaltır ama iklim değişikliğine bir etki yapmaz. Hatta, hava kirliliği dediğimiz maddelerin bir kısmı güneş ışınlarını uzaya yansıttıklarından atmosferin ısınmasını da zorlaştırırlar, yani iklim değişikliğini önleyecek yönde çalışırlar. Avrupa’da kömür yakılmaya devam edilip termik santrallerin bacalarına filtre takılması atmosferi temizlese de atmosferin ısınmasına oldukça yardımcı oldu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCHvrFqN6and8iMXVJzVl0zL5zzKduSGmrcGTPHiC-Xxyccdo4o4XtnGNzn6J5anwwIc_S9kSgjOwKI9Hp-NRby_zqFDjrtb7YMjtaBsHneWD6tuIadQ_7GT6KxMw3Hrff99XoCqRj7864keFj0H6Tu1mvZOHB2MhYLGB7-He75EXnZoLYBjvvabxElWA/s2100/181105-nasa-ozone-mn-1540.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1340" data-original-width="2100" height="204" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCHvrFqN6and8iMXVJzVl0zL5zzKduSGmrcGTPHiC-Xxyccdo4o4XtnGNzn6J5anwwIc_S9kSgjOwKI9Hp-NRby_zqFDjrtb7YMjtaBsHneWD6tuIadQ_7GT6KxMw3Hrff99XoCqRj7864keFj0H6Tu1mvZOHB2MhYLGB7-He75EXnZoLYBjvvabxElWA/s320/181105-nasa-ozone-mn-1540.jpg" width="320" /></a></span></div><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ozon tabakasının iklim krizi ile doğrudan bir alakası yoktur. Ozon tabakası yerden 20 - 50 km yukarıdadır ve o tabakanın mevcudiyeti yeryüzündeki canlı varlığının ve çeşitliliğinin en önemli güvencesidir. Ozon tabakasının incelmesi tüm canlılarda türlü sağlık sorunlarına yol açar ama bunun iklim krizi ile bir ilgisi yoktur. İklim krizi bizim kömür, petrol ve doğal gaz yakmamızdan kaynaklanır, ozon tabakasındaki incelme de bu fosil yakıtlarla pek bir ilgisi olmayan CFC dediğimiz gazların atmosfere salınmasından. Bu CFC gazlarının salınmasının durdurulması ozon tabakasının iyileşmesini sağladığı gibi çok az da olsa iklim krizinin durdurulmasına da destek olur, ama CFC gazlarının ana zararı ozon tabakasınadır, iklime olan etkileri çok azdır.<br /></span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Plastik tüketiminin iklim krizi ile bir alakası yoktur. Hatta çoğu noktada plastik maddelerin kullanımı kömür, petrol ve doğal gaz yakılmasını azalttığı için iklim krizinin kötüleşmesini engeller. Plastik maddeler çoğunlukla petrolden elde edilir ve kötü olan petrolün yakılması ve atmosfere karbondioksit salınmasıdır, plastik madde haline dönüştürülmesi değil. Ancak, özellikle tek kullanımlık plastikler önemli bir çevresel kirlilik nedenidir. Bu plastiklerin doğaya atılmaması çevre kirliliğini azaltır. Bu plastikleri geri dönüştürülmek üzere toplamamız da onların baştan üretilmesi için gerekecek enerjiyi azalttığından iklim krizine dolaylı etki yapar. Fakat, doğru olan çözüm, tek kullanımlık plastiklerin üretim ve tüketim sisteminden tamamen çıkartılarak yerlerine çok kullanımlık ürünlerin kullanılmasıdır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Öncelikli hususlardan en önemlisini en sona bıraktım. İklim krizinin temelinde yatan en önemli sorunlardan biri insanlığın tüketim bağımlılığıdır. Bu tüketimi sağlayabilmek için yapılan üretim bir yandan ciddi miktarda sera gazı salımına yol açarken öte yandan da yeryüzünün kaynaklarını tüketmektedir. Bu iki soruna da engel olabilmek için yapılması gereken öncelikle tüketim çılgınlığına son vermektir. Ancak bunun ötesinde gene de ihtiyacımız olan nesneleri üretebilmek için daha sorumlu bir üretim yöntemine ihtiyaç vardır. Bu sorumlu üretim ve tüketim yöntemi de sistem içerisinde kullandığımız her maddeyi, mümkün olduğu ölçüde, sistem dışına çıkartmadan tekrar kullanmaktan geçer. Bu yönteme de biraz yanlış bir isimlendirmeyle döngüsel ekonomi adını veriyoruz. Yeryüzünün kaynaklarını akıllıca kullanıp çevreyi kirletmeden yaşamanın yolu kullandığımız ve “tükettiğimiz” her maddeyi bir döngü içine sokmaktan ve bu döngünün dışından kaynak kullanmamaktan geçiyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Sizlere döngüsel ekonominin gerek besin gerekse de diğer tüketim maddelerinin üretiminde nasıl kullanılması gerektiğini uzun uzadıya anlatmayı bir başka yazıya bırakarak konunun anafikrine değinmek istiyorum: Döngüsel ekonomi, üret-kullan-geri dönüştür-tekrar üret sistemi değildir. Döngüsel ekonomide en son çözüm geri dönüşümdür. Geri dönüşüm, “aklımıza yapacak başka hiçbir şey gelmiyor” demektir. Oysa döngüsel bir sistemin içerisinde nesnelerin doğru ve dayanıklı üretilmesi, bizim karşımıza gelene kadarki sürede kayıp oluşmaması, özellikle gıda maddeleri için, bizim bu nesneleri olabildiğince uzun süre kullanmamız, kullanım süresinde tamir edebilmemiz, başka bir kişinin kullanıma devam etmesi, başka bir amaçla kullanılması ve hiçbir şey mümkün değilse geri dönüştürülmesi ve bunun da olabildiğince temel parçalarına bölünmeden yapılması bulunur. Bizler sadece çöp kutularını kaldırıp kullandığımız her şeyi geri dönüşüm kutularına atarak bu döngünün bir parçası olamayız. Böyle yaptığımız zaman da bunun iklim krizine bir önlem olduğunu düşünmemeliyiz. Ambalaj malzemelerini azaltmak ve bu malzemelerin geri dönüşümünü sağlamak çevresel ayak izimizi düşürmek ve malzeme kullanımından tasarruf etmek için faydalı olabilir ama iklim krizini durdurmaz. Bu nedenle de geri dönüşüm yapıyoruz diye iklim krizini yavaşlattığımızı düşünmeyelim. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Hava kirliliğini azaltmak için kömürlü santrallerin bacalarına filtre takmak ya da kömürden doğal gaza geçmek iklim değişikliğini durdurmaz; kömür, petrol ve doğal gaz yakmayı bırakmak durdurur. Tek kullanımlık plastikleri hayatımızdan çıkartmak veya bunları ve benzeri ürünleri geri dönüştürmek iklim krizini yavaşlatmaz ama tüm tüketimimizi azaltmak iklim krizini kontrol altına almamıza yardım eder.</span></p><div style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu yazı Yeşil İş Dünyası Platformu'nda yayımlanmıştır.</span></div>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-68476134859570401332023-10-31T05:21:00.000-07:002023-11-24T04:26:11.471-08:00Geçiş Riskleri mi? Fiziksel Riskler mi?<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">İklim krizi her tür üretimin karşısına önemli riskler çıkartıyor. COVID19 salgını sırasında bu risklerin değişik boyutları ile katlanarak arttığını başta üretim yapanlar olmak üzere çoğumuz fark ettik. Bu riskler COVID19 sırasında görünür hale geldi ama iklim krizi bunların unutulmasına fırsat tanımayacak. Hatta orta ve uzun gelecekte bu sorunların artmasını bekleyerek planlama yapmak hepimizin hedefi haline gelebilir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Bugüne kadar çevresel riskleri konuştuğumuzda kafamızın arkasında yatan düşünce öncelikle bu riskleri yaratacak koşulların oldukça ender olduğuydu. Yani, depreme alışılması gereken bir coğrafyada yaşamamıza rağmen hayatımızı “ya deprem olursa” düşüncesiyle şekillendirmiyoruz ya da en azından çoğumuz böyle yapmıyor. Depremin ne zaman gerçekleşeceği de tahmin edilemediğinden risk dediğimiz zaman düşündüğümüz genelde daha çok finansal riskler oluyordu. Ancak iklim krizi ile birlikte risk kavramımızda iki önemli değişiklik oluştu.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">İlk olarak, artık deprem gibi ne zaman ve ne büyüklükte olacağı belirsiz bir olay yerine etkileri her geçen gün artan ve bize ne seviyede ve ne zaman zarar vereceği bilimsel olarak öngörülebilen bir sorun var karşımızda. Oturduğumuz yerden bu sorunun yaratacağı riskleri göremiyor olabiliriz ama konunun uzmanları gerekli araştırmaları yaptıklarında oldukça yüksek isabetle başımıza çıkabilecek sorunun büyüklüğünü belirli parametreler içerisinde verebiliyorlar. Aynı sigorta işlemlerinde olduğu gibi, sizin araba kullanma şeklinizden, yaşınızdan, kullandığınız arabadan ve bunun gibi unsurlardan sizin bir sene içerisinde bir kaza yapma olasılığınız nasıl belirlenebiliyorsa, iklim krizinin yaratacağı riskler de belirli tahmin aralığında ortaya konabiliyor artık.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">İkinci olarak da, devletlerin iklim krizini sınırlamak için atmaya söz verdikleri adımlar var. Tüm devletler bu sözlerini yerine getirdikleri takdirde alınacak önlemler üretimin her kesimini etkileyecektir. Aynı Avrupa Yeşil Mutabakatı’nda olduğu gibi bu önlemlerin tam olarak ne şiddette ve ne zaman geleceğini bilemesek de neyin gelmekte olduğunu görmemiz zor değil. Dolayısıyla iklim krizi bir de geçiş sürecindeki bu risklerle yaşamamız gerektiğini bizlere söylüyor.</span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: arial;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-qJjC16Mf_wPlUANmCncdOPO31Yop-2igWwbzmlfNwV-VKw8dbqZ_vu-6ysOx2OFUR3P0dBqogn6CboKQ3RZex2NDEBlmTymIHBW-oa497Eo_ixtqhsm8_21sfSgBTlD1vptwdEjJUpgpVdHz2USF05ygu1mIgP2RLiq9jo7plm_jYOHVa2AKcs2ZwW4/s873/Screenshot%20from%202023-11-24%2015-24-59.png" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="486" data-original-width="873" height="223" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-qJjC16Mf_wPlUANmCncdOPO31Yop-2igWwbzmlfNwV-VKw8dbqZ_vu-6ysOx2OFUR3P0dBqogn6CboKQ3RZex2NDEBlmTymIHBW-oa497Eo_ixtqhsm8_21sfSgBTlD1vptwdEjJUpgpVdHz2USF05ygu1mIgP2RLiq9jo7plm_jYOHVa2AKcs2ZwW4/w400-h223/Screenshot%20from%202023-11-24%2015-24-59.png" width="400" /></a></span></div><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">İlk olarak fiziksel riskleri ele alacak olursak karşımıza önemli problemler çıkıyor. Öncelikle özellikle ülkemizde ama neredeyse diğer pek çok ülkede, iklim krizine bağlı riskleri noktasal olarak belirleyebilecek bilgi birikimi oldukça kısıtlı. Yani, sizin üretim tesisinizin olduğu noktada oluşabilecek riskler o noktaya özel olarak belirlenmelidir. Bir örnek vermek gerekirse; iklim krizinin bir sonucu, aşırı yağışlardan derelerin taşmasıdır. Sizin üretim tesisiniz tam derenin kenarında olabilir ama derenin içe ya da dışa döndüğü kenarda mı olduğu, dere kenarındaki duvarınızın sağlamlığı ve yüksekliği, dere taşıp duvarı aşacak olsa suyun zarar verebileceği ne tür yapıların olduğu, elektronik aletlerin zeminde mi yoksa yüksek bir platformun üstünde mi olduğu hep sizin noktasal riskinizi belirleyen konulardır. Her sektörde bu bağlamda sorulacak sorular farklı olsa da risklerin oluştuğu noktaya bu konunun uzmanlarının ulaşarak yerinde değerlendirme yapması gerekir. Bu yerel değerlendirme daha geniş ölçekli iklim modelleri ile birlikte incelenerek alınması gereken önlemler ve bu önlemler alınmayacak olursa oluşabilecek zarar belirlenebilir. Ancak sigortacılıkta olduğu gibi, bu incelemeyi yapacak eleman bulma zorluğu olduğundan sadece geniş ölçekte değerlendirme yapılarak dere kenarındaki tesise de yamaçtaki tesise de taşkın riski atfedilebilir. Dolayısıyla karşımızdaki zor bir problemdir ve çözümü ancak kapasite geliştirmeyle bulunabilir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Bunun yanında yeşil bir ekonomiye geçişten kaynaklanan riskler finans dünyasının nispeten daha rahat algıladığı ve değerlendirdiği bir kategori oluşturur. Ekonominin bugünkü gidişi yerine bir karbon vergisi uygulandığında hangi sektörlerin bundan nasıl etkilenecekleri daha anlaşılır ve çözülebilir bir problemdir. Gene de bir karbon vergisinin ne sertlikte ve hangi zamanlama ile uygulanacağı kuruluşlar açısından önemli bir risk unsuru oluşturur. Burada konulacak verginin sistemindense büyüklüğü çok daha fazla değer taşır. Yani, emisyon ticaret sistemi kurulacak olsa o piyasada oluşacak karbonun fiyatı ile karbon vergisi konulacak olsa o verginin miktarı aynı olduğu sürece ülke genelindeki geçiş riski hesaplaması benzer sonuçlar yaratır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Teoride bunların tümü akıllıca kurulmuş sistemler ancak ülkemiz pratiğine gelindiğinde bu teori tamamen çalışmaz hale geliyor. Uluslararası yatırım bankalarının bu konuda oluşturdukları çalışmalara baktığımızda ülkemizin yanında hep bir yıldız oluyor. Bu yıldız da Türkiye’nin özel koşulları şeklinde ifade ediliyor. Bu özel koşullar ülkemizin içinde bulunduğu ve iklim krizinden en fazla etkilenecek bölgelerden biri olan Akdeniz Havzası’ndan kaynaklanan fiziksel riskleri ifade etmiyor. Özel koşullardan kastımız ülkemizin yakın ve orta vadede bir sera gazı azaltım politikası olmamasından dolayı uluslararası finans kuruluşları açısından bir kategoriye konulamamasıdır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Bunu şu şekilde açıklamak mümkün: Mesela bir Avrupa Birliği ülkesi önündeki birkaç yoldan birini seçebilir. Hedefini 2040 yılında karbonsuzlaşma olarak görerek bir politika belirler, bu politikaya göre bir karbon fiyatı uygular ve bunu kuvvetli bir biçimde takip eder. Benzer şekilde hedefini 2060 yılında karbonsuzlaşma olarak koyabilir ya da şu andaki politikaları ile devam edebilir. Ancak tüm bu politikaların temelinde bir noktada sera gazı salımlarını azaltmaya çalışmak vardır. Oysa ülkemizin resmi politikası sera gazı salımlarını azaltmak değil artırmak üzerinedir. Dolayısıyla da uluslararası kuruluşların öngördüğü Business-as-usual, yani olduğumuz gibi devam etme politikası bile bize uygulanabilecek bir sonuç üretmez. Bir de bunun üzerine bu bağlamdaki politikamızda oluşan ani ve öngörülemez değişiklikler ülkemiz genelinde, bir sektör ya da bir firma özelinde geçiş risklerini doğru biçimde belirlemeyi imkansız kılar. Tüm bunların ötesinde soruna bir de ihracat yapan sektörlerin bir kısmını ilgilendiren Avrupa Yeşil Mutabakatı kaynaklı belirsizlik eklenince konu iyiden iyiye içinden çıkılmaz bir hal alır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Kısacası ülkemizde iklim krizinden doğacak riskleri belirlemek oldukça zor bir konudur. Fiziksel riskleri belirlemek istesek bilimsel altyapımızda önemli eksiklikler vardır. Geçiş risklerini belirlemek istesek devlet politikamız orta ve uzun vadede herhangi bir tahmin yapmaya imkan tanımaz. Bunlardan dolayı da tüm risk hesaplarımız biraz da yöneticilerin risk algılarına göre şekillenir. “Böyle gelmiş, böyle gider, kafanıza takmayın siz” de bir yaklaşımdır, “her türlü bela sonunda gelip bizi bulur, onun için biz en kötüsüne hazırlanalım” da benzer değerde bir yaklaşımdır. Her ne kadar benim gönlüm ilkinden yana olsa da aklım hep ikinciden yana oluyor. </span></p><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Bu yazı Sürdürülebilir Üretim dergisinde yayımlanmıştır.</span></div>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-73525442135640427902023-10-26T09:48:00.000-07:002023-12-02T08:51:44.770-08:00Yeşil Mutabakatın Neresindeyiz? Neresinde Olmalıyız?<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Avrupa Komisyonu bürokratlardan kurulu bir yürütme organıdır. Komisyon, günlük işleri yürütmenin yanı sıra orta ve uzun vadeli eylem önerileri de ortaya koyar. Bu öneriler ciddi çalışmaların üzerine bina edildiğinden politikacılar tarafından “gereksiz” ya da “saçmalık” denilerek hemen çöpe atılabilecek öneriler değildir. Bu nedenle de Avrupa Birliği açısından bakıldığında oldukça kuvvetli bir “Brüksel bürokrasisi” vardır. Bu merkez Avrupa Birliği’nin bir nevi hem vicdanı hem de aklı vazifesini görür.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Komisyon, özellikle de Avrupa içinde yükselmekte olan yeşil kanattan aldığı destekle Avrupa’nın sürdürülebilir geleceği için bir yol haritası ortaya koydu. Bu yol haritasına Avrupa Yeşil Mutabakatı diyoruz. Bu mutabakat bir yanda Avrupa’daki üretim ve tüketimin sürdürülebilirliğini sağlarken diğer yandan da bu çabanın Avrupa’nın uluslararası rekabet gücüne zarar vermemesi üzerine yoğunlaşıyor. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">AB bu çaba ile öncelikle sera gazı salımlarını atmosfere salınanlarla aynı miktarda azaltacak önlemleri almayı planlıyor. Mutabakat buna destek olmak amacıyla temiz enerji kaynaklarına geçişi teşvik edecek ve fosil yakıtlara bağımlılığı azaltacak büyük bir enerji dönüşümünü içeriyor. Ayrıca AB, tarım ve gıda üretimi süreçlerini daha sürdürülebilir hale getirme amacıyla çiftçilere ve üreticilere destek vermektedir. Aynı zamanda gıda atıklarının azaltılması ve gıda güvenliği konularına da odaklanmaktadır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Avrupa Yeşil Mutabakatı, ulaşım sektöründe daha temiz ve sürdürülebilir alternatiflere yönelmeyi de hedefliyor. Bu, elektrikli araçların teşviki, toplu taşımanın geliştirilmesi ve daha yeşil ulaşım altyapısı oluşturulması gibi çeşitli önlemleri içerir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Mutabakat çerçevesinde dijitalleşme ve sürdürülebilir teknolojiler teşvik edilir. Biyoçeşitliliği korumak ve çevresel tahribatı önlemek de Avrupa Yeşil Mutabakatı'nın bir diğer önemli bileşenidir. Ormanların, su kaynaklarının ve doğal yaşam alanlarının korunması bu hedefin parçasıdır. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">AB, bu büyük dönüşümün tüm toplum kesimleri için adil ve kapsayıcı olmasını hedefler. Sosyal adalet, işçi hakları ve dönüşüm sürecinin herkes için faydalı olması ön plandadır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Son olarak da mutabakat, AB'nin dünya genelinde sürdürülebilirlik ve iklim değişikliği konularında liderlik yapmasını hedefler.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Peki böyle bakıldığında biz bu mutabakatın neresindeyiz? Görüldüğü ve konuşulduğu kadarıyla ülkemiz bu mutabakata sadece ihraç ürünlerine getirilebilecek bir gümrük vergisi bağlamında yaklaşıyor. Ama bu gümrük vergisi, aslında bir gümrük vergisi değil. Çünkü AB sadece, üretim AB sınırlarında hangi kurallarla yapılıyorsa ihracatçımız da aynı kurallarla yapsın diyor, yani AB sınırlarında bir karbon fiyatı varsa, aynı fiyatı siz de kendi üreticinize uygulayın diyor. Yani bizim devletimiz de aynı fiyatı uygulayacak olsa ortada bizim açımızdan bir sorun kalmayacak (diye düşünüyoruz).</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Ama bu noktada Avrupa’da da bizde de önemli bir sorun var. Neredeyse kimse üretimin gerçekte ne kadar sera gazı saldığını ya bilmiyor ya da bu konuda hemfikir olamıyor. Bunun nedeni de oldukça basit. Ne ülkemizde ne de AB’de üretimin çoğu ciddi, bilimsel temelli yapılıyor. Bunun yanında veriye saygı da duyulmuyor. AB’de önce iş, sonra veri geldiğinden veriye ulaşmak kolay olmuyor, bizde de veriden oldukça korkulduğu için veri ya saklanıyor ya da bir güç unsuru olarak kullanılıyor. Elbette AB bu bağlamda bizden çok ileride ama onlar da Yeşil Mutabakatı tamamen çalıştırabilecek seviyede veriye hakim değiller.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Biliyorum bu son paragrafı okurken içinizden “hadi ya, olur mu öyle şey” dediniz. Yalnız, herhangi bir üretim yapılırken salınan tüm sera gazlarını hesaplamaya kalktığınızda bunun oldukça zor ve bilimsel bir iş olduğunu görüyorsunuz. Avrupa’daki çoğu noktada ise bu iş sadece bir yere kadar yapılabiliyor ve o yer de Türkiye’de yapıldığından daha ileri bir yer değil. Bunun arkasındaki başlıca sebep de karbon ayak izi hesaplarının göründüğü kadar kolay olmamasıdır. Yani, arabanızı kullanmanın ne kadar ayak izine sahip olduğunu hesaplamak istiyorsanız, kabaca arabanın yaktığı benzine bakabilirsiniz. Ama ayak iziniz o kadar da basit hesaplanmıyor. Lastiklerin aşınması, arabanın tamire gitmesi, arabanın üstünde gittiği yolun bakımı gibi çoğu faktörü de düşünmek gerekiyor. Bir de bunun üzerine elbette arabanın ve onun üzerinde yürüdüğü yolun yapımının karbon ayak izini de hesaplamak gerekiyor. Sonra o arabanın ortalamada kaç kilometre yol gittiği, o yol koşullarının nasıl olduğu, asfaltın yapıldığı petrolün nereden geldiği gibi şeylerle konuyu çok daha uzatmak mümkün. İşte tüm bu sebeplerden dolayı veri çok kıymetli. Bu verilerin tamamı yok değil, hatta önemli bir kısmı var, ama bu verilere ulaşıp bu verilerden bir anlam çıkarabilmek bugün için ne bizde ne de Avrupa’da mümkün. O nedenle de sadeleştirmelerle yolumuza devam ediyoruz ve çoğu zaman bu sadeleştirmenin etkisi konusunda da cahiliz.<br /></span></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsTijqfphcagJV7JcpH2aS22dCNKFQDrZQcCvbvgBdosvy4nnP8zPJpWvbuB28IPW5pXn4UXqIzE35_M3TOB90rF22ZfPav_O0nKnV1BbDpEVBiaoh9tJlrP3j2cpOWQgUvQZxpf_LFzcIGlvuOoPxFmrcvkwxvT1DQcqNbhskEb_A-4T5qvJ651VBiuA/s750/european-green-deal-800500.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><span style="color: #000099;"><img border="0" data-original-height="480" data-original-width="750" height="205" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgsTijqfphcagJV7JcpH2aS22dCNKFQDrZQcCvbvgBdosvy4nnP8zPJpWvbuB28IPW5pXn4UXqIzE35_M3TOB90rF22ZfPav_O0nKnV1BbDpEVBiaoh9tJlrP3j2cpOWQgUvQZxpf_LFzcIGlvuOoPxFmrcvkwxvT1DQcqNbhskEb_A-4T5qvJ651VBiuA/s320/european-green-deal-800500.jpg" width="320" /></span></a></div><span style="color: #000099; font-family: arial;">Doğru ve bilimsel bir karbon ayak izi ölçümü ya da belirlemesi yapmak için ülkemizde ya da Avrupa’da herhangi bir kuruluşa gittiğinizde soracağınız ilk soru “elinizde veri var mı?” oluyor. Cevap da neredeyse her zaman “elbette var” oluyor. Sonra aylar içerisinde utana sıkıla bu “elbette var” halinden “bunu bir sormalıyız” haline sonra da “tam olarak yokmuş, nasıl hesaplanabilir?” haline dönüşüyor. “Yeşil Mutabakatın neresinde olmalıyız?” sorusunun asıl cevabı da burada. Biz yaptığımız her işle ilgili her türlü veriye hakim olabileceğimiz bir sistem kurmalıyız. Elimizdeki veriyi her zaman, herkese açık tutmak zorunda değiliz ama biz bu veriye sahip olmalıyız. Çünkü yakın gelecekte AB ya da herhangi bir yer bize “sizin üretiminizin ayak izi şu” diyerek buna bir bedel biçmek isteyecek. Elinizdeki veri bundan kötüyse bir sorun yok ama yıllarca yatırım yapıp ayak izinizi iyileştirdikten sonra cezalandırılmaktan sizi ancak veri koruyabilir.</span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Yalnız durum bununla kalmıyor, başta söylediğimiz gibi, AB Yeşil Mutabakatı sadece bir karbon vergisi değil, tarım ürünlerinden insan haklarına, biyoçeşitlilikten ulaşıma birçok alanı içeriyor. Dolayısıyla da bu veriye sahip olma işi sadece karbon ayak izinden ibaret değil. “Kaç işçi çalıştırıyorsunuz, bunların hepsi sigortalı mı?” gibi sorularla başlayarak “Mevsimlik işçilerin çocuklarının çalışmadıkları dönemde iyi bir eğitim aldıklarını nasıl garanti ediyorsunuz?” türü sorulara bile gidiyor konu. Yani, “sizin bahçenizde bugün zeytin toplayan mevsimlik işçinin çocuğu memleketine döndükten sonra gerekli eğitimi alıp düzgün besleniyor mu?” sorusuna da cevap vermeniz gerekiyor. Bunu da AB’deki yetkililer gelip yerinde kontrol ediyorlar artık.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Benzer şekilde tarım yaparken “ben bakanlığın izin verdiği kimyasalları kullanıyorum” demek yeterli değil. Hatta “ben Avrupa’ya gönderdiğim ürünleri test ettiriyorum, hiçbirinde o kimyasallara rastlanmıyor” demek bile yeterli değil. Gelip sizin bahçenizdeki toprakta o kimyasalların olup olmadığını kontrol ediyorlar ki biyoçeşitliliğe zarar verebilecek bir üretim yapıyor olmayasınız.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Kısacası, Yeşil Mutabakat’a sadece bir karbon vergisi olarak bakmak gelecekte yapacağımız çoğu işi zorlaştıracaktır. Bunun üzerine bir de ülkemizde işini iyi yapanın cezalandırıldığı ortam eklendiğinde düzgün üretim ve tüketim yapabilmek oldukça beceri isteyen bir iş haline gelecektir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bu yazı EKOIQ dergisinde yayımlanmıştır.</span></p>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-1380211630705676702023-09-23T10:37:00.000-07:002023-11-16T09:40:40.030-08:00İklim Krizinin Muhasabesinden Bir Kesit<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Probleme parça parça baktığımızda aklımıza cin fikirler gelebiliyor ama birkaç adım geri çekilip sorunun bütününü ele aldığımız zaman elimizde bir tek çözüm kalıyor. İklim krizini durdurmak için yapılması gereken şey kömür, petrol ve doğalgaz yakmayı bırakmaktır. Geri kalan tüm çözümler ya teknik ya da maddi eleklere takılarak eleniyorlar.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Şimdi size çok iyi bir fikir söyleyeyim, bugün 20. Uluslararası Muhasebe Konferansı’nda konuşurken bir yabancı konuktan geldi bu fikir. Bu konferansı düzenlerken salınan tüm sera gazlarını atmosferden geri toplayıp emmek için 15 bin dolar harcanması gerektiğini hesapladık. Böylece konferans karbon-sıfır bir konferans haline gelebiliyordu. Eğer o 15 bin doları da havadan karbon emip yer altına gömen bir şirkete verirsek hem o şirket gelişiyor hem de konferans net-sıfır olabiliyordu. Bu tür, karbonu atmosferden emip depolayabilecek şirketlerin yeterince gelişmemesinin nedeni bizim bu parayı o şirketlere vermekten kaçınmamızdı. Dolayısıyla, hepimiz saldığımız her ton karbondioksit için 300 dolar ödeyecek olsak sorun piyasa koşulları içerisinde çözülebilecek. Yabancı konuğun Amerikalı olduğunu da kolayca tahmin edebilirsiniz sanırım.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Aslında bu fikir genel olarak değişik açılardan oldukça kabul görüyor ve karbon tutma ve saklama teknolojilerinin de hala konuşulmasına yol açıyor. O nedenle bunun neden çalışmayacağını hem konferans özelinde hem de küresel ölçekte neden çalışmayacağını anlatmakta fayda var. Konferans özeli oldukça kolay. Zaten olduğu halinde bu tür konferansları yapabilmek oldukça zor çünkü maddi kaynak bulmak için çok fazla takla atmak zorunda kalıyorsunuz. Eğer konferans bütçesine 15 bin dolar daha eklenecek olursa konferansın yapılamaz hale geleceğine daha konuşmam sırasında karar verildi. Dolayısıyla konferans düzenlemenin üzerine bir de o konferanstan yayılan karbonu emip dürüst biçimde sistemden çıkartmanın bedeli eklenecek olursa konferans düzenlenemez hale geliyor. Aslında bu da fena bir şey değil, aynı konferansı internet üzerinden yapmanın yollarını düşünmeye başlamak da zaten atmamız gereken önemli adımlardan biri ve belki de en önemlisi. Yani çözümler kullanıcıların davranış değişikliğine bağlı olarak gelişmeli.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Şimdi düşünün yeryüzünde saldığımız tüm sera gazlarına bir bedel ödedik ve bu sera gazlarını yerin altına gömdük. Böylece hayatımızda hiçbir değişiklik yapmadan devam edebiliyoruz, ödediğimiz karbon bedeli hariç. Senede kabaca 50 milyar ton sera gazı salıyoruz. Bunu ton başına en az 300 dolar ödeyerek yakalayıp yerin altına gömebiliriz. Yani her sene 15 trilyon dolar, karbonu yer altına gömebilmek için harcanması gereken bedel. Dünya ekonomisi yaklaşık 100 trilyon dolar. Bunun üzerine 15 trilyon dolar daha eklememiz gerekiyor ki yaşam stilimizden bir şey değiştirmeden bunu gerçekleştirelim. Dünya ekonomisini sadece karbon emecek teknolojiyi geliştirerek %15 büyütmenin mümkün olmayacağını söylemem gerekmiyor sanırım. O zaman çözüm bu 15 trilyonu sistemin içinden üretmek. O da bizim tüm tüketimimizi ve yaşam standardımızı 15 trilyon azaltmamız anlamına geliyor. Hani başta yaşam şeklimizi değiştirmeden demiştik? Şimdi de bütçemizin %15’ini karbon için harcamaktan bahsediyoruz. Perhizle lahana turşusunun birlikte olmaması gerektiğini gayet iyi biliriz hepimiz. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">O zaman ne olacak? Eğer hepimiz gelirimizin %15’ini sera gazlarını azaltmak için verecek olursak bütçemizden keseceğimiz ilk şey de fazla sera gazı salan aktiviteler olacaktır. Bir de maaşımızın %15’i karbonu azaltmaya gidiyorsa bir dahaki seçimde emin olun “daha fazla kömürlü termik santral yapacağım” diyen parti iktidara gelemez. Sonuç olarak da salımlar kendiliğinden azalmaya başlar. Dikkat edin, burada salımları azaltan şey havadaki karbonun tutulması değildir. Karbona bir bedel biçilmesi ve bu bedelin de küresel olarak herkesten salımları oranında tahsil edilmesi durumunda bu salımlar doğrudan azalacaktır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Şimdi bir sorun daha kalıyor. Karbonun tonu başına 300 dolar gibi bir bedel biçmiştik atmosfere saldığımız tüm karbonu emebilmek için. Bu ölçek ekonomisi çerçevesindeki bir bedeldir. Yani daha az karbon emilecek olursa, bu bedel de doğal olarak artar. Havadan 1 ton karbondioksit emip yer altına gömmenin bedeli ile 1 milyar ton emip gömmenin ton başına bedeli farklıdır. İkincisinde gerekli teknolojiler de geliştirildiği için fiyat çok daha ucuz olur. Dolayısıyla ne kadar az emmemiz gerekse de ödememiz gereken bedel fazla düşmez.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: arial;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgppM-TpfFuHwzeg1tX9_x_16J7NepZ2NLPw-g-iVaRXkPfrP03AtWlqb3KDxnXk2kdrYdZN1QCQacGlKwpxj2CVubntS7PXUbA3FHI3qvg7URGzF5FJHwmkG-OSMuHZRp742gNujEvR_VwyQO87rZbqrKXlfiezQ0BtYCapK4PNR1cguQjOeylZ-t5LGY/s1200/Social-cost-smoke-stacks-174871640.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="675" data-original-width="1200" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgppM-TpfFuHwzeg1tX9_x_16J7NepZ2NLPw-g-iVaRXkPfrP03AtWlqb3KDxnXk2kdrYdZN1QCQacGlKwpxj2CVubntS7PXUbA3FHI3qvg7URGzF5FJHwmkG-OSMuHZRp742gNujEvR_VwyQO87rZbqrKXlfiezQ0BtYCapK4PNR1cguQjOeylZ-t5LGY/s320/Social-cost-smoke-stacks-174871640.jpg" width="320" /></a></span></div><span style="font-family: arial;">Burada elbette karbon yakalama ve saklama teknolojilerinin risklerinden ve bu risklerin de fiyatlara katılma maliyetlerinden bahsetmedik. Yukarıdaki hesap tabiri caizse “kemiksiz fiyatı”. Emin olun o fiyatın üzerine şirket kazançları, vergiler vs. eklenecek olursa karbon tutma ve saklama için harcanması gereken bedel ödenemeyecek bir seviyeye çıkar.<br /></span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Peki alternatif ne? Konuyu uzun uzadıya anlatmadan şunu söyleyelim. Kimseden karbon vergisi falan almadan, karbona fiyat biçmeden, kömür, petrol ve doğal gaz sistemlerine yapılan destekleri keselim. Bugün yeryüzünde her sene tam 7 trilyon dolar biz daha fazla karbondioksit salalım diye fosil yakıt endüstrisine destek olarak veriliyor. Sadece bu parayı kesmek bile bence sorunu çözme yolunda önemli bir adımdır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Bugün fosil yakıtlardan enerji üretmek alternatiflerine göre çok daha pahalıdır. Daha ucuzmuş gibi görünmesinin ardındaki tek neden bizim verdiğimiz vergilerden devletlerin karbondioksit salınmasını desteklemesidir. Devletler fosil yakıtlara verdiği 7 trilyon dolar desteği yenilenebilir enerjiye ya da enerji verimliliğine yatıracak olsa ortada iklim krizi diye bir sorunumuz kalmazdı. Hadi abartmayalım, bu sorun oldukça küçük bir problem haline dönüşürdü.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Ancak ne yazık ki bunu yapmak aynı zamanda enerjinin demokratikleşmesi anlamına geliyor. Bu da devletlerin pek işine gelmiyor. Hepimiz kendi enerjimizi üretir hale gelecek olsak, üretim ve tüketim biçimleri de ciddi biçimde değişeceğinden başka bir dünyada yaşardık. Keşke o günleri de görebilsek.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Bu yazı Yeşil İş Dünyası Platformu'nda yayımlanmıştır.</span></p>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-66185399164511419632023-09-15T10:33:00.000-07:002023-11-16T09:37:14.949-08:00Avrupa Yeşil Mutabakatı Neler Getirecek?<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Yeni İklim Kanunu iş dünyasının Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde en fazla önem verdiği konuya odaklanıyor: Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması’na uygun biçimde davranabilmek. Bu kısmen doğru bir yaklaşım ama buradaki amaç yeni İklim Kanun Tasarısını değerlendirmek değil. Daha çok iş dünyasının öncelikli olarak Avrupa’ya yaptığı ticaret bağlamında karşılaşacağı hukuki sorunları ele alabilmektir.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Avrupa Birliği’nin sera gazı salımlarına uygun bir ticaret anlayışı geliştirmek Yeşil Mutabakatın değişik alanlarından sadece bir tanesi. Ancak ülkemizde sanki Yeşil Mutabakat iklim krizine karşı önlemler paketi gibi bir anlayış yaratılıyor. Öncelikle Avrupa’nın iklim krizi karşısındaki duruşunu anlamakta büyük fayda var.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Biz her ne kadar karşımızda bir Avrupa Birliği görsek de esas sorun karşımızda bir birlik değil en az üç değişik katman olmasıdır. Bu katmanların ilki, birliğin sorunlarını ve gelecekte karşılaşacağı zorlukları görerek buna dair adımlar atılmasını öneren bürokratik katmandır. Bu katman oldukça önde görünse de aslında en güçsüz olan katmandır. Arkada ayrı devletlerin oluşturduğu bir başka katman vardır. Bu katmanda bir birlik olarak Avrupa’nın değil, tek tek üye ülkelerin ihtiyaçları önemlidir ve bir konuda ancak herkes hemfikir olursa ilerleme sağlanabilir. Herkesin hemfikir olabilmesi için de çok sayıda taviz verilerek mümkün olan en katı ama aynı zamanda da en sulandırılmış kararlar alınır. En alt katmanda da parlamento bulunur. Parlamento bir ülke parlamentosuna kıyasla politik gerekliliklerle en az bağlanmış yapıda olduğundan etkilenmesi de en kolay olan katmandır. Parlamento liderlerinin değişik imtiyaz grupları ile olan ilişkileri neredeyse polisiye olaylar halini almıştır.</span></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_IkWLKB97FA91gsukRsB9VHXFRZSXgJMC2gTHpNqikZ-qg7-y7QIbt-omUgR4dlSeTDSNGC9zcrJvzNC8Aglsh01Mp-GumsdAjwwe13wNNmEYSwOsMh4wbFxcYWft4FLwNdQC1i0lZjpvxRAY7ucarJeQqXE3hogYwFHEhNbAfNAwauCOfF9xTE9jBQw/s1200/avrupa-yesil-mutabakat.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="808" data-original-width="1200" height="215" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_IkWLKB97FA91gsukRsB9VHXFRZSXgJMC2gTHpNqikZ-qg7-y7QIbt-omUgR4dlSeTDSNGC9zcrJvzNC8Aglsh01Mp-GumsdAjwwe13wNNmEYSwOsMh4wbFxcYWft4FLwNdQC1i0lZjpvxRAY7ucarJeQqXE3hogYwFHEhNbAfNAwauCOfF9xTE9jBQw/s320/avrupa-yesil-mutabakat.jpg" width="320" /></a></div><span style="font-family: arial;">Bu yapı içerisinde en üst katman olan komisyon Avrupa’nın geleceğini sera gazı salmayan bir ekonomide görmektedir. Uzun vadede doğru olan yaklaşım da budur. Avrupa’nın ekonomik açıdan kuvvetli ülkeleri de bu yaklaşımı destekliyorlar. Özellikle Almanya karbonsuz bir ekonomiye geçişin faydasına hem inanıyor hem de koalisyon ortağı olan Yeşiller Partisi nedeniyle inanmak zorunda kalıyor. Ancak aynı şeyin birliğin doğusundaki ülkeler açısından geçerli olduğu söylenemez. Mesela Polonya ekonomisi oldukça kömür bağımlısı olduğundan Avrupa Konseyi’nden kömürü yasaklayan bir kararın çıkmasını beklemek hayaldir. Bunun ötesinde Parlamento çeşitli sektörlerin etkilerine göre pozisyon almaktadır.</span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">AB kendi üretimini karbonsuzlaştırmanın önemini biliyor ve bu yolda elinden geldiğince çaba sarf ediyor. Ancak üretimi karbonsuzlaştırma bugünden yarına gerçekleşmesi imkansız bir konu olmanın ötesinde oldukça maliyetlidir. Eğer AB üreticileri bu maliyete katlanıp karbonsuzlaşacak olurlarsa ithal edilen mallarda aynı maliyet olmamasından dolayı önemli bir fiyat dezavantajı ile karşı karşıya kalacaklar. Bu nedenle de AB Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizmasını çalıştırarak kendi üreticilerinin karşı karşıya kaldıkları ek maliyeti AB’ye ihracat yapan şirketlerin de sahiplenmesini istiyor ki fiyat dezavantajı ortadan kalksın. Bu şekilde bir düzenleme Dünya Ticaret Örgütü kurallarına göre ancak iç pazarda da uygulandığı sürece mümkün olabilir. Yani, eğer AB kendi sınırları içerisindeki her üreticiden salınan karbondioksidin tonu başına 100€ vergi alırsa ya da piyasa mekanizmalarıyla bu verginin eşdeğeri olan bir sınırlandırma uygulanırsa, ithal edilecek ürünlere de aynı karbon vergisi uygulanabilir. Eğer kendi birlik sınırları içerisinde bu vergiyi uygulamayıp sadece ithal ürünlere uygulayacak olurlarsa DTÖ kurallarını ciddi biçimde çiğnemiş olurlar ki buna DTÖ çerçevesinde yaptırımları olacaktır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">O zaman anlıyoruz ki bu karbon mekanizmasının öncelikle AB içerisinde çalıştırılması gerekiyor. AB 2005 yılından bu yana sağlıklı bir karbon piyasası yaratma çabasında. Ancak henüz birlik üyesi tüm ülkelerin eşit biçimde bu piyasa içerisindeki yükümlülüklerini yerine getirdiklerini söylemek oldukça zor. Özellikle sektörlerin baskısıyla parlamentoda alınan bazı kararlar birliğin ekonomik anlamda daha geride bulunan ülkelerine imtiyaz tanıyor. Bu da DTÖ kuralları çerçevesinde savunulması zor bir pozisyon yaratıyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Bu resim karşısında bizleri neler bekliyor? Öncelikle AB gerek kendi içinde gerekse de AB’ye ihracat yapan tüm tarafların karbon salımı konusunda şeffaf olmalarını istiyor. Bu AB sınırlarında nispeten sağlanmış bir konu olsa da ülkemiz gibi verinin oldukça yetersiz ve bazen de gereksiz olduğu ülkeler açısından çok önemli bir sorun yaratıyor. Artık AB’ye ihracat yapan tüm şirketler üretimde ne kadar sera gazı saldıklarını raporlamak zorundalar. Bu bizim şirketlerimiz açısından ciddi bir kabus çünkü her ne kadar senelerdir buna hazırlanıyor gibi görünsek de bu konudaki altyapımız oldukça zayıf. Bunun bir nedeni şirketlerin ve devletimizin yapısından kaynaklansa da bir diğer nedeni tedarik zincirinden ve bu zincirin gri sınırlarından kaynaklanıyor. Yani siz istediğiniz kadar iyi veri tutun, sizin sağlayabileceğiniz veri ancak sizin tedarikçinizin size sağladığı veri kadar doğrudur. Bir de bunun üzerine, konu gerçekten sınırda bir vergi alınmasına gelecek olursa, o zaman emin olun, sizin vereceğiniz raporları birileri gelip yerinde denetleyecektir. Dolayısıyla da bu raporların “herhalde şöyledir” yöntemi ile değil bilimsel kaynaklara dayanması gerekiyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Bunu yerine getirdiğimizi düşünecek olursa 2026’da Avrupa’ya ihraç ettiğimiz bazı ürünlerden vergi alınmaya başlanacak. Ancak AB kurallarında “biz vergi alacağız” demiyor, “salınan karbondioksidin karşılığı ödenir” diyor. Yani bu vergiyi bizim hükümetimiz almazsa, AB sınırda alacak. Bu durumda da eminim bizim devletimiz AB’ye para vermemek için kendisi bir vergi mekanizması kuracaktır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Bu vergi eğer AB içerisinde belirlenen karbon fiyatının altında olursa AB gene de sınırda aradaki farkı talep edecektir, o nedenle de karbon fiyatının AB fiyatı ile uyumlu olması gereklidir. AB’de bugün için karbon fiyatı 100€ çevresindedir. Bu fiyatın 2030 yılına kadar en az 150€ civarına çıkması öngörülüyor. Bu fiyat gözümüzü ayırmamamız gereken fiyattır. Hatta bugünden tüm işlemlerimizde bu fiyatın varlığını kabul ederek işlem yapmamız gelecekte bu fiyatla karşılaştığımızda yaşayacağımız şoku azaltır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Peki ya karbon piyasası? Karbon piyasasının sisteminin temeli bir sınır tavan belirlenmesi ve bu sınır tavan çerçevesinde ticaret yapılmasıdır. Yani sınırın kısıtladığı metanın ticareti yapılır. Ülkemizde en azından 2038 yılına kadar ciddi bir karbon sınırı yoktur. Bu nedenle de piyasada sınırsız bir kaynağın fiyatının 100€ ile belirlenmesi imkansızdır. Ancak durum ne olursa olsun, eğer AB ülkeleri bu konuda bir uzlaşıya varacak olurlarsa ilk eylemleri bizden bu bedeli talep etmek olacaktır. Bu nedenle de bizim bugünden vergi olsun, çalışan karbon piyasası olsun saldığımız her ton karbondioksidin bedelinin de 100€ olduğunu bilerek işlerimizi yürütmemiz gerekiyor. </span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Şimdiye kadar anlatmaya çalıştıklarım Yeşil Mutabakatın sekiz ana maddesinden sadece bir tanesi, belki de bizim tarafımızdan en iyi anlaşılanıydı. Daha sonraki yazılarda diğer maddeleri ve bize getireceği zorlukları da anlatmaya çalışacağım.</span></p><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Bu yazı <span style="text-align: left;">Yeşil İş Dünyası Platformu'nda yayımlanmıştır.</span></span></div>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-80993933591306140242023-09-14T23:20:00.003-07:002023-09-17T23:50:53.838-07:00Kurallara uymayanlar az cezayla kurtuldukları sürece...<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Bu sene içerisinde mecliste görüşülmesi beklenen iklim kanun tasarısının iki önemli bileşeni olmalı. İlki iklim krizini nasıl durdurabiliriz? İkincisi de biz elimizden geleni yapsak da freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağıya hızlanarak giden küresel ısınmaya karşı kendimizi nasıl koruyabiliriz? İkinci kısmı bir diğer yazıya bırakarak birinci kısma odaklanacak olursak, her cümlede kendimize sormamız gereken bir soru olacak: Bu, iklim krizini durdurmaya yarayacak mı?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Ülkemiz bugün için senede yaklaşık 525 milyon ton sera gazı salıyor. Hedefimiz ise 2053 yılında bu değeri sıfıra indirmek. Mantıklı olan önümüzde 30 sene olduğuna göre her sene 525/30 = 17,5 milyon ton azaltım yapmaktır. Her sene 17,5 milyon ton azaltım yapacağımıza göre bunu sektörlere dağıtır ve her sektörün azaltım miktarını belirleriz. Sonra her sektörün kendi içinde bu azaltım miktarını şirketlere ve kuruluşlara pay eder ve sene sonunda bu kadar azaltım yapmış olmalarını bekleriz. Ancak olay bu kadar basit değil. Öncelikle azaltımlar doğrusal olarak değişmeyecek. Yani, hızlı azaltılabilecek alanlar harekete geçtiklerinde ilk senelerde hızlı bir düşüş meydana gelecek, sonra da düşüşün hızı zor azaltım olan sektörler nedeniyle yavaşlayacak. Aynı sektör içerisindeki değişik şirketler arasında bile kolay ve zor azaltım yapabilme kapasitesi nedeniyle farklılıklar oluşacak. Kısacası, olay bu kadar basit değil. Biz yine de tüm bu hesapların hakkaniyetli biçimde yapılabildiğini varsayalım. Bunun sonunda her sene ortalamada 17,5 milyon ton azaltım yapabilirsek hedefi tutturabiliriz.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Bu azaltımı yapabilmek için önümüzde kabul edilen iki yöntem var: Karbon piyasası ve karbon vergisi. Karbon vergisi nispeten kolay anlaşılan ve kolay uygulanabilecek bir çözüm. Saldığımız her ton karbon için 30 bin TL vergi verirsek gerekli azaltımı ülkece sağlayabiliriz. Toplanan bu vergiyi yenilenebilir enerjiye harcayabiliriz ya da her vatandaşa eşit olarak dağıtabiliriz, hatta aklınıza gelen başka bir yöntemi uygulayabiliriz. Ancak neoliberal ekonomik sistem bu vergi işinden hiç memnun olmadığı için gelişmiş ülkeler karbon vergisinden uzak duruyorlar.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">İkinci ihtimal de karbon piyasası, yani her şirketin ne kadar karbon salmaya izni olduğu önceden belirlenecek, daha fazla salanlarla daha az salanlar aralarında haklarını takas edecekler ve sonunda senelik ortalama 17,5 milyon ton azaltım sağlamış olacağız. Bu usul de kağıt üzerinde gayet hoş görünüyor. Ama detaylara geldiğimizde çok önemli problemler barındırıyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Öncelikle, ülkemizin bir azaltım hedefi yok. Yani, ortada “17,5 milyon ton azaltmalıyız” diye bir kural yok. Durum böyle olunca da neyi şirketlere pay edip bundan fazla salamazsınız denilecek? Bugün devletimiz sınırları içinde karbondioksit salmak serbest. Kısıtlı olmayan bir metanın ticareti de yapılamaz bildiğim kadarıyla. Henüz hiçbirimiz aldığımız nefese para vermiyoruz. O nedenle karbon piyasasının çalışabilmesi için öncelikle ülkemizin bir azaltım sözü vermesi gerekiyor. O azaltım sözü olmadan karbon piyasası da olamaz.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Diyelim bir azaltım sözü verdik. O zaman karşımıza ikinci sorun dikiliyor. Aslında bizi kendi usullerimize bıraksalar bizim azaltım yapacağımız ya da karbon piyasası kuracağımız yok, ama Avrupa Birliği, Yeşil Mutabakat söylemine dayanarak ihracattan karbon vergisi alacağını söylediği için biz de mecburen bir karbon piyasası kurmak zorunda kalıyoruz. Yalnız, sadece bir karbon piyasası kurmuş olmak bizi kurtarmıyor. O piyasada karbonun el değiştirme bedeli AB piyasasındakine eşit olmak zorunda, yoksa aradaki farkı gene AB ihracatçıdan talep ediyor. Yani, AB piyasasında karbonun tonu bu sene 100€ ise, bizim piyasada da 100€ veya üzerinde olmak zorunda. Bu da doğal olarak konuyu vereceğimiz azaltım sözüne geri getiriyor. Eğer şu anda olduğu gibi bir azaltım sözümüz olmazsa kurulacak piyasa, gönüllü bir piyasaya dönüşür, gönüllü piyasalarda da karbonun fiyatı 1-2€ civarındadır. Bu fiyat da bizim ihracatçımızı sınırda vergi yükünden kurtarmaz. O noktada da vereceğimiz azaltım sözünün fiyatı 100€ civarına taşınması gereklidir ki bunu öngörebilmek oldukça zor bir problemdir. Velev ki bunların hepsini yaptık ve en son noktaya geldik. Artık karbon fiyatının 100€ olduğu bir piyasamız var ve tüm şirketler bu piyasada takas yapıyorlar. O zaman da karşımıza çok daha zorlu bir problem çıkıyor.</span></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTD_ZCi9sNf7wY1b6fu0R6UU-sfvQbtDY7FArjnXLQa-iAVIh5V_IFV3OPmCygLM3DWIPnfb5n6HEie_W-PQ5ZD3i6y1jmHOQr-Aswng5jts2MmSGIWQstUf3VmovWogIUq-BWn04IhG-uaFNcVIApLbEC3ljGD-ZqA2aZi2MrZQ4cNwqm60amdj4UEi4/s1600/1694717962339-ozel-haber-psd-son.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="900" data-original-width="1600" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTD_ZCi9sNf7wY1b6fu0R6UU-sfvQbtDY7FArjnXLQa-iAVIh5V_IFV3OPmCygLM3DWIPnfb5n6HEie_W-PQ5ZD3i6y1jmHOQr-Aswng5jts2MmSGIWQstUf3VmovWogIUq-BWn04IhG-uaFNcVIApLbEC3ljGD-ZqA2aZi2MrZQ4cNwqm60amdj4UEi4/s320/1694717962339-ozel-haber-psd-son.jpg" width="320" /></a></div><span style="font-family: arial;">Bir şirket kurallara uymazsa ne olacak? Yani kendisine tanınan kotanın çok üzerinde salım yaparsa ve takas yapmayı da kabul etmezse bunun yaptırımı ne olacak? Özellikle de bu şirket AB’ye değil de Afrika’ya ihracat yapıyorsa ne yapacağız? AB bunun çözümünü piyasadaki karbon fiyatının oldukça üzerinde bir ceza uygulayarak bulmuş. Karbonun piyasadaki fiyatı ton başına 100€ ise, sisteme uymayanlara 150€ ceza kesiyor ve bu şekilde sisteme uymak şirketler açısından avantajlı hale geliyor. Şimdi ülkemizi düşünün. İhracat yapan bir şirkete ceza kestiniz diyelim ve şirket bunu ödemedi. Nedir bunun yaptırımı? Ne yazık ki yok! Bir dönem sonra bir vergi affı geliyor ve şirket bunun onda birini ödeyerek cezadan kurtuluyor. Ülkemizdeki sistem işini düzgün yapanın bedel ödediği bir sistem olduğundan böylesi bir 150€ cezanın işlemeyeceğini kolayca görebiliyoruz. Ceza 15€ seviyesine düştüğü zaman da piyasada 100€ seviyesinde takas yapmanın herhangi bir anlamı kalmıyor.<br /></span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Elbette daha şirketlerin doğru ölçüm ve bildirim yapmaları, bunun bağımsız denetçiler tarafından izlenmesini, düzgün veri tutulmasını ve bu veriye güvenilmesini, arada da büyük ölçekli kaçaklar olmamasını konuşmadık. Dolayısıyla sistem kağıt üzerinde çok güzel duruyor olabilir, ama ülkemizin ekosistemi içerisinde çok değişik sebeplerden dolayı çalışması pek kolay değildir. Biliyorsunuz, sosyal bilimlerde çokça kullanılan bir mahkumların ikilemi analojisi vardır. Benzer şekilde en faydalı çözüm herkesin kurallara uygun hareket etmesidir, ama eğer kurallara uymamanın bedeli çok düşükse oyuncuların kurallara uymak için fazla bir istekleri kalmaz. Bizde de kurallara uymayanların oldukça ucuz kurtardıkları bilindiğinden, karbon piyasasının olması ve gerektiği şekilde çalışması neredeyse imkansızdır.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Bu yazı 15 Eylül 2023'te T24 İnternet Haber Sitesi'nde yayımlanmıştır.</span></p>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-61418020302859034572023-09-01T06:37:00.005-07:002023-09-15T06:40:29.820-07:00Şirketlerin Yeryüzüne Verdikleri Zararın Bir Bedeli Olsa<p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;"> İklim krizi neden bu boyuta geldi biliyor musunuz? Çünkü şirketlerin yeryüzüne verdikleri çoğu çevresel zararın bir bedeli yok. Saldıkları sera gazlarının ise hiçbir bedeli yok. Dolayısıyla da çevreye zarar vermek çoğu zaman şirketlere bedavaya geliyor. O zaman neden çevreyi korumak için çaba göstersinler ki? Bizler de yaptığımız tüketici seçimleri ile çevreyi ve iklimi koruyan şirketleri desteklemeyince konu sadece şirket sahiplerinin ve bazen de paydaşlarının iyi niyetine kalıyor. İyi niyetle de ortaya çıkan durumu hepiniz görüyorsunuz.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Peki ya şirketlerin yeryüzüne verdikleri zararın bir bedeli olsa ve şirketler bu bedeli ödemek zorunda kalsalar, o zaman kazançları ne kadar azalırdı? Bu hesabın detayına girmeden önce şunu söylemek gerekiyor. Devletler bizim ödediğimiz vergilerden her sene 7 trilyon doları, dikkat milyon veya milyar değil, trilyon doları, daha fazla kömür, petrol ve doğalgaz tüketilsin diye sübvansiyon olarak veriyorlar. Zaten bu sübvansiyonlar olmasa yeryüzü kısa zamanda temizlenirdi çünkü fosil yakıt şirketleri bu sübvansiyonlar sayesinde ayakta duruyorlar. Ama bunu bir kenara bırakıp asıl sorumuza dönelim: Şirketler verdikleri zararın bedelini ödüyor olsalar ayakta kalabilirler miydi?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">İklim krizinin yeryüzüne ve insanlığa verdiği zararı nasıl fiyatlandırabiliriz? Bu çok zor bir soru. Mesela evdeki televizyonunun selde çalışmaz hale gelse ve ev sigortalıysa, sigorta şirketinden alacağınız para ile yeni bir televizyon almanı mümkün olur. Bu şekilde bir fiyat belirlemek oldukça kolay ama ya evi sel basmasından dolayı kaybettiğiniz çocukluk fotoğraflarınız, ya da büyüklerinizden kalan hatıralar? Onların bedeli ne kadar? Hatta can kayıpları kaç para? Dolayısıyla zararın maddi bedelini belirlemek çok zor bir konu. Ama ekonomistler burada orta bir yol bularak bugün için salınan karbondioksidin tonu başına yaklaşık 190 dolarlık bir bedel öngörüyorlar. Bu noktada da şirketlerin verdikleri zararı olmasa bile hala salmaya devam ettikleri bu sera gazlarının bedelini şirketlerden tahsil edecek olsak bu şirketlerin varlıkları üzerinde nasıl bir baskı yaratır sorusuna cevap aranıyor.</span></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJDr9ljgHpQe9UtEDMB1FHRbF6-ahNxkYPfJ8PpMe-rcKTT04nwhj6bF0tGZGHXcHBuY9za7mtY6TvJbd9aFx0SSu6Wt9rxAjWlgm2kws18Ls7bjFaBkdUDmnDn9o4S_H2QjKxTRG0Aht_PXQwigJNGNkvDl4nmzq16dM6ipM_Ukg1_fJOCrK0MIP8I9g/s1373/ESG.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="763" data-original-width="1373" height="223" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJDr9ljgHpQe9UtEDMB1FHRbF6-ahNxkYPfJ8PpMe-rcKTT04nwhj6bF0tGZGHXcHBuY9za7mtY6TvJbd9aFx0SSu6Wt9rxAjWlgm2kws18Ls7bjFaBkdUDmnDn9o4S_H2QjKxTRG0Aht_PXQwigJNGNkvDl4nmzq16dM6ipM_Ukg1_fJOCrK0MIP8I9g/w400-h223/ESG.jpg" width="400" /></a></div><span style="color: #000099; font-family: arial;">Elbette bu cevap şirketten şirkete olduğu kadar sektörden sektöre de değişiyor. Bazı sektörlerin yarattıkları zarar oldukça az olduğundan bunlar saldıkları sera gazı için 190 dolarlık bir bedel ödeseler bile bu bedel onların karlılıklarında önemli bir fark yaratmıyor. Ama enerji üretimi ve dağıtımı, gıda, içecek ve tütün üretimi, genel olarak malzeme üretimi ve taşımacılık sektörleri bir karbon fiyatı oluşması karşısında bugünkü kazançlarının neredeyse tamamını, hatta tamamından fazlasını da kaybedecekler. Tüm sektörler genelinde bakıldığında yeryüzüne verdikleri zarar onlardan alınacak olsa şirketlerin kazançları ortalamada %44 azalıyor.<br /></span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Peki bu durumda şirketler ne yaparlar sizce? Üstlerine konulan bu ek bedeli hızla tüketicilere yansıtırlar. Neden? Çünkü şirketler karlılıklarını korumak isterler. Şirketlerin karlıklıkları da az sayıda kişinin daha da zengin olmasına yardımcı olur. Oysa yapılması gereken çoğu noktada şirketlerin karlıklıklarının düşmesini kabullenerek çevreye verdikleri zararın azaltılmasıdır, ancak ne yazık ki içinde yaşadığımız neo-liberal sistem bu tür bir değişikliğin yapılmasını düşünmemize bile izin vermiyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="color: #000099; font-family: arial;">Bir de şunu unutmayalım, eğer değişim istiyorsak nereye odaklanmamız gerektiğini bu çalışma bize güzelce özetliyor. Zaten karlılıkları doğayı kirletmeye bağlı olmayan şirketleri dönüştürmek hiç de zor değil, ama bunların dönüşmesinden sağlayacağımız çevresel kazanç da oldukça küçük. Oysa çevreye oldukça büyük zarar veren enerji şirketlerinin dönüşümü oldukça zor, ama buna karşılık da elde edeceğimiz çevresel kazanç da o denli büyük olacak. O nedenle hedefimiz çok sera gazı salan ya da salınmasına neden olan şirketler olmalı, işleri zaten fazla sera gazı salmayan sektörler değil.</span></p><div style="text-align: justify;"><br /></div>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4997690232367622900.post-16733667811072418252023-07-18T05:29:00.004-07:002023-07-19T05:32:34.025-07:00Ama Sistem Böyle, Ne Yapalım?<p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Ruh sağlığı alanında “kişi bir problem olduğunu görüyor ve bu problemi gidermek istiyorsa, o kişiye yardımcı olunup çözüm bulunabilir” denilir. İklim krizini ne derece ruh sağlığı alanına benzetmek doğru olur bilmiyorum ama kabullenme konusunda benzer bir sorunumuz var. Problem tüm haşmetiyle henüz karşımızda olmadığı için çoğumuz bir sorunumuz yokmuş gibi yaşıyoruz. Sorunun büyüklüğünü kabul etmediğimiz zaman da çözüm bulabilmek imkansızlaşıyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">İklim ve çevre sorunları bağlamında iki temel sorunumuz var. İlki, sorunların ne denli büyük olduğunu bilemiyoruz, ikincisi de sorunların büyüklüğünü bilsek bile düşünsel yapımız bunu kabullenip eyleme geçmek istemiyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Önce ilkine bakalım, çünkü bilgisizlik nispeten kolay bir sorun. Bilgisizliğin de iki ana nedeni var. Öncelikle, bilim insanları bizleri fazla korkutmak istemiyorlar. Bunun ardında da basit ve istatistiki bir neden var. Gelecekle ilgili öngörülerde bulunuyoruz ve bu gelecek öyle birkaç gün sonrasını değil belki bir yüzyıl sonrayı kapsıyor. Dolayısıyla bilim insanları yaptıkları tahminlerin ortalamalarını bize sunuyorlar. Yani, büyük ihtimalle sıcaklık 3℃ artacak veya büyük ihtimalle deniz seviyesi 1 metre yükselecek gibi öngörüler elde ediyoruz. Ama ortalamalar bize fazla zarar vermez, ikinci sorunumuz da burada, küçük ihtimalli büyük felaketleri beynimiz algılayamıyor. Her zaman zararlı olan aşırı olaylar ve küçük ihtimallerdir. Mesela “2050 yılında %1 ihtimalle İstanbul 50℃ sıcaklığı yaşayacak” diyecek olursam çoğunuz umursamazsınız. Yalnız unutmayın: THY günde 1000’in üzerinde uçuş yapıyor. %1 kaza ihtimali, bu uçuşlardan günde 10 tanesi düşecek anlamına gelir. Dolayısıyla ihtimalleri küçük de olsa uç olayların varlığı bizi korkutmak zorundadır. Günde 10 THY uçağı ya da herhangi bir havayolunun uçağı düşecek olsa bir daha uçağa biner miydiniz?</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Sonuç olarak hepimiz bilerek ya da farkında olmadan iklim ve çevre sorunlarını küçümsüyoruz. Sorunun büyüklüğünü kabul etmediğimiz için de çözüm bulmaktansa buluyormuş gibi yapıyoruz. Size çok basit bir hesap vereyim. Bugün atmosferdeki karbondioksit oranı milyonda 425, yani 425 ppm. Bilim bize diyor ki: Eğer bu oran 280 - 350 ppm arasındaysa iklim felaketleriyle karşılaşabiliriz ama bu doğaldır, yani çok uzun sürede bir karşımıza çıkar. 350 - 450 ppm arasındaysak iklim felaketleri yüzlerce yılda birden onlarca yılda bire doğru gelir. Ama 450 ppm’in üzerine çıkıyorsak artık her sene önemli bir iklim felaketi ile karşılaşmamız sürpriz değildir. Bugün 425 ppm seviyesindeyiz ve bu seviye her sene 2-3 ppm artıyor. Yani felaketlerin normal kabul edileceği seviyeye yaklaşık 10 sene var. Peki biz ne yapıyoruz? Bu felaketler bize henüz çok zarar vermediği için zarar vermelerini bekliyoruz ve ancak zarar vermeleri durumunda harekete geçeceğiz.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Bunu kime söylüyorum? Okuyan herkese. Tüm bireylere, tüm şirketlere ve tüm devletlere. Bu problem kimsenin kendi başına çözeceği bir sorun değil ama kimsenin de “benim sorunum değil” dememesi gerekiyor.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Şimdi gelelim durumumuza: İlk dikkat etmemiz gereken konu şu: Hani 350 ppm seviyesini geçersek felaketler sıradanlaşmaya başlar diyorduk ya, ne zaman geçtik 350 ppm seviyesini? Mayıs 1986. Yani bizim Mayıs 1986’dan sonra yana yakıla bu soruna çözüm aramaya başlamamız gerekiyordu. Çözümü 1990’da bulmuş olmalıydık. 2000’de karbondioksit seviyesi tavan yapmış ve bugün 350 ppm seviyesine azalmış olmalıydı. Birlikte ne yaptık? Bir sorun olduğunu kabul edermiş gibi görünerek çözüm ararmış gibi yaptık.</span></p><p style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTKf4PLBpcOSHUXBHv3CbdsjrTSzZtw-GyKHhlLnR6KvXfCFWQv2GChMObhyh9hR_r6yJBh9-3Ci0_mBdzLMOpRP4vOHVnchl7ZCl0Gu3PtXCMAyiQRLGzgny8oeOZZcdWDACEqaalZ4zxBYc6udsAh2j3etxlIU9cc__FNP73KbNCOWa2OzAbxwZl524/s1159/Screenshot%20from%202023-07-19%2015-30-34.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="611" data-original-width="1159" height="211" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTKf4PLBpcOSHUXBHv3CbdsjrTSzZtw-GyKHhlLnR6KvXfCFWQv2GChMObhyh9hR_r6yJBh9-3Ci0_mBdzLMOpRP4vOHVnchl7ZCl0Gu3PtXCMAyiQRLGzgny8oeOZZcdWDACEqaalZ4zxBYc6udsAh2j3etxlIU9cc__FNP73KbNCOWa2OzAbxwZl524/w400-h211/Screenshot%20from%202023-07-19%2015-30-34.png" width="400" /></a></div><span style="font-family: arial;">Hepimizin sıkça konuştuğu Paris Anlaşması bu çözüm ararmış gibi yapmanın en önemli örneğidir. Paris Anlaşması az çok 450 ppm karbondioksit seviyesini kendisine hedef olarak belirliyor. 1,5℃ ısınma dediğimiz bu aslında. Tüm ülkeler verdikleri tüm sözleri tutacak olsalar karbondioksit seviyesi 650 ppm ve üzeri olacak. Hani 450 ppm üzerinde felaketler artık günlük olaylar olacak diyorduk ya, Paris Anlaşmasına herkes uyacak olsa seviye 450 ppm değil 650 ppm olacak. Nasıl bir felakete doğru dolu dizgin gitmekte olduğumuzu ve bunu da gerek aramızda yaptığımız sözleşmeler, gerekse de uluslararası anlaşmalarla yaptığımızı görüyorsunuz değil mi?<br /></span><p></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Şimdi gelelim bize, yani siz, biz ve günlük hayatta karşılaştığımız insanlar. Biz büyük salonlarda toplanıyoruz, birbirimize iklim ve çevre konusunda neler yaptığımızı anlatıyoruz, sürdürülebilirlik hedeflerimizden söz ediyoruz. Hatta kendi kendimize aramızda daha iyi olduklarını düşündüklerimize ödüller veriyoruz ve aynı tas aynı hamam hayata bir yıl daha devam etmek üzere vedalaşıp ayrılıyoruz. Biz yanlış yapıyoruz. Biz bu tür toplantıları 1980’de yapmalıydık. “İnovasyon”, “ESG”, “Sürdürülebilirlik”, “Karbon Ayak İzi” ve “Yaşam Döngü Analizi” bundan 40 sene önce konuşup anlaşıp çözdüğümüz konular olmalıydı. Bugün kendimize “2030 yılına kadar karbon salımlarımı %50 azaltacağım, 2040 yılında %80 azalmış olacak, 2050 yılında da net sıfır olacağım” türü hedefler koyuyorsak en başta söylediğim durumdayız demektir. Biz daha problemin büyüklüğünü anlamadık. Bizim salımları 1990’da karbon salımlarımızı %50 azaltmış, 2000’de azaltımı %80’e çıkartmış, 2010’da ise net sıfır bile değil atmosferden karbondioksit yutan sistemler kurmuş olmamız gerekiyordu. O nedenle lütfen kendi aranızda ne yaparsanız yapın ama bu yaptıklarınızı çok büyük şeylermiş gibi kutlamayın. Hayatımızı ve tüm üretim sistemlerimizi toptan değiştirmek için en az 40 sene geç kaldık. Uçuruma çok az kaldı ve şu anda frene hafifçe basmak yetmeyecek. Kapıyı açıp arabadan atlamamız gerekirken hala frenlerimizin ne derece başarılı olduğunu tartışmak pek de akıllıca gelmiyor bana.</span></p><p style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">“Ama sistem böyle, ne yapalım?” diyorsunuz, biliyorum. Bundan 20 sene sonra uçurumdan aşağıya düşerken kucağınızdaki torununuz “neden böyle oldu?” diye sorduğunda ona da “ama sistem böyle, ne yapalım?” dersiniz. Bakalım sizi affedecek mi?</span></p><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: arial;">Bu yazının orijinali Sürdürülebilir Üretim dergisinde yayımlanmıştır.</span></div>sonbuzulerimedenhttp://www.blogger.com/profile/11238464339143369588noreply@blogger.com0