26 Haziran 2013 Çarşamba

Hindistan Yüzyılın Sel Felaketini Yaşıyor

Orijinal yayın: 26.06.2013 T24 İnternet Gazetesi
Hava sıcaklığı arttıkça havanın su buharı tutma imkanı da artar. Hamama girenin terlemesi de bu artan su buharı yüzündendir. İklim değişikliği atmosferi ısıttığı için denizlerin buharlaşmasını arttırarak atmosferdeki su buharı miktarının da artmasına neden olur. Atmosferdeki artan su buharı doğal olarak yağış olarak yeryüzüne iner. Atmosferde ne kadar çok su buharı varsa ardından gelen yağış da o denli kuvvetli olur. Bu sebeple iklim değişikliğinin en kötü etkileri arasında uzun süren kuraklıkların ardından gelen kuvvetli yağışlar ve fırtınalar bulunmaktadır. Günümüzde yaşanan kuvvetli yağışların tümü yaşamakta olduğumuz iklim değişikliğinin bir sonucudur ve biz engel olmadığımız sürece bu felaketler artmaya devam edecektir.
Yağışların dışında atmosferin sıcaklığı arttıkça taşıdığı enerji miktarı da artacağı için bunun sebep olacağı fırtınalar da daha kuvvetlenecektir. Fırtınaların kuvvetlenmesi demek yağışların yanı sıra o fırtınadan oluşan rüzgar hasarının da artması demektir. Geçtiğimiz ay içerisinde ABD'nin orta kesimlerinde görülen iki büyük hortum 43 kişinin ölümüne yol açtı. Sene başından bu yana Bangladeş'te 31, Çin'de 24, ülkemizde de biri Mardin, ikisi de Mersin'de olmak üzere 3 kişi hortumlar sebebiyle hayatını kaybetti.
Ancak Hindistan'da Haziran ayı içerisinde yaşanan sel felaketi ve bunun getirdiği hasar sene boyunca gördüğümüz hortum zararlarını katbekat aştığı görülüyor. Haziran ayı başından bu yana Hindistan'ın kuzeyini etkileyen etkili muson yağmurları Uttarakhand ve Himachal Pradesh eyaletlerinde en az 1000 can kaybına yol açtı. Devam eden yağışlar ve sis nedeniyle bölgeye yardım ulaştırmakta zorlanıldığından kesin can kaybının belirlenmesi de kolay olmamaktadır. Bölge gerek Budist gerekse Sikh tapınakları ile ünlü olduğundan her mevsim turist akımına uğramaktadır. Yağışlar ve sel suları bölgeye ulaşan yolların çoğuna ciddi hasar verdiği için bölge halkı ve turistlerden oluşan yaklaşık 60000 kişiye yardım ulaştırmak hala mümkün değildir. Bu durumda sellerde ölü sayısının 5000'e ulaşabileceğinden korkulmaktadır.
Sorunu kafamızda daha iyi canlandırabilmemiz için şöyle açıklamak daha doğru olabilir: İstanbul'da tüm sene boyunca aldığımız yağış metrekareye 850 kilogramdır. Hindistan'ın Uttarakhand eyaletinde bu yağış miktarı Haziran-Eylül ayları arasındaki muson sezonunda neredeyse bir ayda düşmektedir. Şu anda sellere sebep olan yağış bu normalin dört katına yakındır, yani İstanbul'un tüm sene aldığı yağış miktarı neredeyse bir haftada yağdığı ve bu da aynı zamanda bölgedeki karların da hızla erimesine yol açtığı için oluşan sel felaketi inanılmaz boyuttadır.
25 Mart 2013'de Potsdam Almanya'daki İklim Etkileri Araştırma Enstitüsü'nde çalışan bilim insanları Menon, Levermann ve Schwebe Geophysical Research Letters dergisine gönderdikleri makalede iklim değişikliğinin önemli bir sonucu olarak Hindistan'daki muson döneminde günden güne önemli değişikliklerin oluşabileceğini belirterek yetkilileri uyarmışlardı. Günden güne değişiklikten anlamamız gereken şey artık yağmurların her gün azar azar değil uzun aralardan sonra yoğun bir şekilde yağacağıdır. Eğer yağmur her gün ve azar azar yağacak olursa toprak nemli kalır. Bu hem tarım için avantajlı bir durumdur, hem de topraktaki suyun yavaş yavaş sızarak yeraltı sularını beslemesini sağlar. Ancak kuraklıkların ardından gelen yoğun yağışlar sele dönüşeceği için can ve mal kaybının yanında hem yeraltı sularını beslemez, hem de toprağın verimli olan üst tabakalarını da sürükleyip götürür.
Bilim insanları senelerdir bizleri uyarıyor. Dinlememizin zamanı gelmedi mi sizce??

20 Haziran 2013 Perşembe

İklim gerçekliği liderleri

Orijinal yayın: 20.06.2013 T24 İnternet Gazetesi
Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul Kongre Merkezi iklim alanında önemli bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Eski Amerikan Başkan Yardımcısı ve iklim aktivisti Al Gore'un kurucusu olduğu İklim Gerçekliği grubu iklim değişikliği ile ilgili gerçeklikleri yaymak için İklim Değişikliği Liderleri'ni yetiştirmek amacıyla 90 ülkeden 650 iklim aktivistini bir araya getirdi. Üç günlük bu toplantının sonunda önemli bir kısmı da Türk katılımcılardan oluşan aktivistler iklim değişikliğinin insanlara nasıl anlatılması gerektiği konusunda ciddi anlamda bilgi sahibi oldular.
Toplantıya katılan çoğu yabancı misafir açısından “şu geçse de konumuza başlasak” başlığı altında yer alan Devlet Bakanı Sayın Babacan'ın konuşması nedense basınımızda üç günlük toplantının en önemli noktası olarak yer aldı. Sayın Bakan'ın konuşması sırasında toplantı grubuna yabancı misafirlerin çoğunun attığı mesajlar kendisinin varlığını yadırgar yapıdaydı. Tüm misafirlerin genel kanısı, neler yapılmasını öğrenmeye geldikleri bir toplantıda, nelerin neden yapılamayacağı konusundaki bir konuşmanın fazla da gerekli olmadığı yönündeydi. Sayın Gore da misafirlerle aynı fikirde olacak ki günün geri kalanında bulduğu her fırsatta Sayın Babacan'a ince göndermeler yapmaktan geri durmadı. Bu arada Sayın Babacan'ın çoğu yabancı misafirlerle dolu bir salondan artık klasikleşmeye başlamış Taksim protestosuyla uğurlandığını da belirtmekte fayda var.
Sayın Babacan'dan sonra konuşmaya başlayan Al Gore, 65 yaşında olmasına rağmen neredeyse 10 saat aralıksız sahnede kalarak tüm dinleyicilerin takdirini kazandı. Hatta günün sonunda moderatörün “Sayın Gore, artık programı sonlandırmamız gerek” uyarısına “ama insanların hala soruları var” diyerek cevap vermesi benim açımdan en ilginç anlardan biriydi.
Toplantı Al Gore'un senelerdir dünyanın neredeyse her ülkesinde vermekte olduğu İklim Değişikliği sunumu üzerine kurgulanmıştı. Bu sunum bir yandan iklim değişikliğinin geldiği noktayı ve bununla birlikte gelişen felaketleri anlatırken diğer yandan da neler yapıldığı ve bu yapılanlar geliştirilecek olursa felaketlerden kurtulmak için bir çıkış olabileceğini gösteriyordu. Bu açıdan umut vericiydi.
Al Gore'dan almamız gereken temel mesaj; yoğunluğu her gün artan iklim olaylarının artık tartışılmayacak bir şekilde iklim değişikliğinin ürünü olduğunun anlaşılmasıydı. Al Gore geçmiş yıllardaki konuşmalarına kıyasla bu konuşmasında iklim değişikliğinin durdurulması yanında, iklim değişikliğinin etkilerine uyum göstermeye de ciddi anlamda önem verilmesi gerektiğini söyledi. Konuşmasının ardından gelen sorularda bizim de gündemimizde olan iki temel konuya değinerek, nükleer enerji ve GDO konusunda negatif olmadığını, ancak her iki konuda da sorunun işin aslındansa uygulanmasında olduğunu belirtti.
Al Gore konuşmasında iklim değişikliğini önlemek için yapılacak tüm çalışmaların üç ana temel üzerine oturması gerektiğini anlattı. Öncelikle her dinin doğanın korunmasını öngördüğünü belirten Gore, bunun yanında demokratik yolların çalıştırılması gerektiğini de belirtti. “Ampulünüzü değiştirin ama asıl emeğinizi iklim değişikliğinin artmasına neden olan kanunların değiştirilmesine yönlendirin” diyen Al Gore; son araç olarak da kapitalizmin bu yolda kullanılması gerektiğini söyledi. “Bir ürünü satın alırken o ürünün karbon ayakizini de hesaba katarsanız o ürünü üreten kişiler de hesaba katmak zorunda kalırlar” temelinden hareketle piyasa güçlerinin de iklim değişikliğini durdurmak için kullanılabileceğini anlattı.
Dünyanın en büyük petrol şirketi Exxon-Mobil'in başkanı Rex Tillerson'un Mayıs ayı sonunda yaptığı “Eğer insanlar zor durumda kalacaklarsa gezegeni kurtarmanın anlamı ne?” açıklaması ile dalga geçerek devam eden Gore, günü “yaşayacak bir dünyamız var, gelecek nesiller bize ya “felaketi durdurmak için neden bir şeyler yapmadınız?” ya da “nasıl da durdurdunuz o gelmekte olan felaketi!” diye soracaklar, ben ikinci soruya cevap vermek isterim” diyerek bitirdi.
Üç günlük bu toplantıdan elimizde kalan ana fikir, ne olursa olsun susmadan “iklim değişikliği yoktur” diyenlere karşı konuşmamız gerektiği oldu. Dolayısıyla bundan sonra ülkemizde de “iklim değişikliği yoktur” diyenler karşılarında daha kalabalık bir grup bulacaklar, özellikle de sıcak geçecek bir yazdan sonra.

1 Haziran 2013 Cumartesi

Buzullar Deniz Seviyesini Ne Kadar Yükseltecek?

Küresel iklim değişikliğinin beklenen etkilerinden bir tanesi küresel deniz seviyelerindeki yükselmedir. Deniz seviyesindeki yükselmenin iki temel sebebi vardır ve bunlardan ilki hepimizin bildiği gibi buzulların erimesidir. Dünya yüzeyindeki buzulların ise iki türü vardır. Birincisi deniz üzerindeki buzullar, diğeri de kara üzerindeki buzullardır. Her ne kadar Titanik filminde buz dağının çoğu denizin üzerinde görünse de çoğumuz denizde yüzen buz dağlarının ana kısmının denizin altında olduğunu biliriz. Dolayısıyla bu buz dağları eridikleri zaman, deniz seviyesini ciddi biçimde değiştirmezler.

Ancak; kara üzerindeki buzulların durumu farklıdır. Zira kara üzerindeki buzullar eridikleri zaman buradan denizlere akan sular deniz seviyesini eriyen buzulların kalınlığı kadar yükseltir. Buzullar deyince gözümüzün önüne her ne kadar Alpler ya da Himalayalar gelse de esas dikkat edilmesi gereken buzullar Grönland ve Antarktika'da bulunur. 

Deniz seviyesindeki yükselmenin ikinci ana sebebi küresel iklim değişikliğinden dolayı okyanusların ısınması ve ısınan okyanuslardaki suların da genleşmesidir. Dünyadaki okyanusların ortalama derinliği 3 kilometre civarındadır. Bu da dünyanın her bir derece ısınmasının deniz seviyesini yaklaşık yarım metre arttıracağı anlamına gelir. 

Dünyanın iklim değişikliği alanındaki en büyük otoritesi olan Birleşmiş Milletler'in bir alt kuruluşu olan IPCC'nin raporları, bu iki ana sebebi göz önüne alarak yaşadığımız yüzyıl içerisinde deniz seviyesinin en az 30 santim en çok 1 metre yükseleceğini söylüyor. Ancak ilk yayınlanan IPCC raporundan bugüne kadar geçen sürede tüm IPCC raporlarının aslında gerçekleşenden çok daha iyimser senaryolar ortaya koyduğunu biliyoruz. 

IPCC'nin bu iyimser senaryoları iki temel unsura dayanır. Bunların birincisi Grönland ve Antartika buzullarının aslında 2100 yılına kadar erimeyeceği, ikincisi ise 2100 yılına kadar iklimde beklenmeyen bir değişikliğin olmayacağıdır. Eğer Grönland ya da Antarktika'daki buzullar oldukları yerde erimek yerine parçalanıp kayarak denize karışacak olursa bu buzulların erimesi ciddi anlamda hızlanır. Böylesi bir senaryo özellikle Grönland için bu yüzyılda beklenebilir. Grönland'daki buzulların erimesi durumunda dünyadaki deniz seviyesi 6-7 metre artış gösterecektir. Bu yüzyıl içerisinde olması beklenmese de Doğu Antarktika'daki buzulların erimesi deniz seviyesini yaklaşık 80 metre yükseltecektir. Bu iki olay da her ne kadar bize bugün bilim kurgu gibi görünse de çok uzak olmayan bir gelecekte dünyanın baş etmesi gereken sorunlar listesinin tepesine yerleşebilir. Dünya nüfusunun yarısına yakın kısmının deniz seviyesinden itibaren ilk yüz metrelik yükseltide yaşadığı düşünülecek olursa bu sorunun boyutu daha rahat anlaşılabilir.