27 Ekim 2010 Çarşamba

Son 1000 yılın en soğuk kışı geyiği üzerine


Orijinal yayın: 27.10.2010 T24 İnternet Gazetesi

Bu sabah televizyon kanallarının birinde “eğer bu kış son 1000 yılın en soğuk kışı olacaksa...” diye başlayan bir reklam görünce “tamam” dedim, “artık bu konuda birşeyler yazmanın vakti geldi, sabırla bu deli saçmasına inanmaz kimse diye beklemenin alemi yok”. 
Hangi tarafını dinlemek istersiniz hikayenin, tarihi olan açısını mı yoksa bilimsel açısını mı? Hangi taraftan bakarsanız bakın, varacağımız sonuç aynı; olmaz böyle şey. 

Önce tarihsel taraftan bakalım, çünkü hepimizin kolaylıkla bildiği şeyler var. Mesela Osmanlı arşivleri 8 Şubat 1621 yılında İstanbul Boğazı'nın donduğunu ve insanların birkaç gün de olsa yürüyerek karşıdan karşıya geçtiğini söylüyor. 1954 yılında ise Boğazı tıkayan buzlardan dolayı insanların Boğaz'ın üzerinde çektirdikleri fotoğrafları çoğumuz gördük. Ancak bu soğuk kışlar birden bire başlamıyor. Mesela Viyana kapılarına ikinci kez gittiğimizde hava koşullarının elverişssiz olduğu ve neredeyse kar yağışının başlayacağı görüldüğü için kuşatmadan vazgeçip geri geldiğimiz söylenir (Sobieski olayından fazla bahsedilmez). Tarih: 12 Eylül 1683, yani daha Eylül ayının başında kar yağmaya başlamış. Bir de bugüne bakın, ben bunları yazarken Kabataş Vapur İskelesi'nde deniz kenarında kazakla oturuyorum ve tarih 26 Ekim. Yani tarihsel olarak baksak, şimdiye İstanbul'da karların kendini göstermeye başlamış olması gerekirdi. Bu durumda en azından “madem son 1000 yılın en soğuk kışı, ne zaman başlayacak bu kış” diye sormamız gerekmez miydi? Ayrıca 1600'lerdeki soğukların güneş sebebiyle oluştuğunu ve şu anda güneşte bunun tekrarlanacağını gösteren hiçbir belirti yok. 

Gelelim konunun bilimsel yanına: Bildiğiniz gibi dünyanın Ekvator bölgesi kutuplara oranla güneşten çok daha fazla enerji alır. Bu enerjinin bir kısmı atmosfer bir kısmı da okyanuslar yoluyla kutuplara doğru taşınır. Atmosferde taşınan miktarla okyanuslar tarafından taşınan miktar neredeyse birbirine eşittir. Eğer bir şekilde Ekvator'dan kutuplara taşınan bu enerji miktarında bir azalma olursa kuzey ve güneydeki bölgelerin sıcaklığı düşer, Ekvator civarının sıcaklığı da artar. 

Hava akımlarını durdurmak neredeyse imkansız olduğuna göre bunu ancak okyanus akıntılarını durdurarak başarabiliriz. Buna benzer bir olay bundan yaklaşık 13000 yıl önce gerçekleşmiş ve dünya 1000 yıl süren küçük bir buzul çağına girmiş. Bu olayın sebebi Kuzey Amerika üzerindeki dev buz gölünün bir yolunu bularak Atlantik Okyanusu'na akması ve buradaki akıntıyı durdurmasıdır. 

Peki deniz suyuna tatlı su karışırsa neden akıntı dursun? Okyanus akıntılarının sebebi deniz suyundaki sıcaklık ve tuzluluk farklarıdır. Ekvator civarındaki su sıcak ve tuzludur, bu su kuzeye doğru hareket edip Grönland civarında soğuyup dibe çöker, dipten uzun bir süre dolaştıktan sonra ısınarak Büyük Okyanus'un ortasında yüzeye çıkar. Dolayısıyla tüm dünya üzerinde dolaşan bir akıntı oluşturur. Bu akıntıyı bozmanın temel yolu normalde suyun sıcak ve tuzlu olması gereken bir noktada okyanusa inanılmaz miktarda tuzsuz ve soğuk suyu karıştırmaktır. 13000 sene önceki olayın da sağladığı budur. 

Son 1000 yılın en soğuk kışı asparagasına gelecek olursak: Denilene göre Polonyalı bilimciler Atlantik Okyanusu'nun kuzeyindeki bu akıntının neredeyse %50 azaldığını ve bu azalmanın Avrupa'nın bu kışı inanılmaz soğuk geçireceğini söylüyorlarmış. Öncelikle eğer bu akıntı (Gulf Stream) %50 azalacak olursa bunu çoğu kimsenin pek duymadığı bir Rus haber ajansının web sitesinde değil, önce dünyanın en önemli bilimsel dergilerinin kapaklarında ve önde gelen gazetelerin ön sayfalarında bulursunuz. Böyle bir bilimsel bilgiye sahip değiliz değil, son senelerdeki ölçümler bunun tam tersini gösteriyor, yani Gulf Stream'de herhangi bir azalma yok. 

Bu haberi herhangi bir yere dayandırmak istiyorsak, konunun aslı Aralık 2005'de Nature dergisinde yayınlanan ve 1957-2003 yılları arasında Kuzey Atlantik'deki akıntının %30 azaldığını söyleyen çalışma (Bryden ve arkadaşları). Aradan geçen süre içerisinde bu çalışma pekçok grup tarafından tekrarlandı ancak aynı sonuçlara ulaşılamadığı için bilim dünyasında kabul görmedi. Dolayısıyla bu çalışma dışında bilimsel dergilerde yayınlanmış ve Kuzey Atlantik akıntısının azaldığını gösteren herhangi bir çalışma yok.  

Aslında emin olun, ben de bu asparagasın doğru olmasını isterdim, keşke dünya ısınacak yerde soğuyor olsaydı, ancak gerçekler bu yönde değil. Bir de unutmadan aynı “bilimsel” grubun geçtiğimiz yazın Rusya'da serin geçeceği yönündeki tahminlerine göz atın isterseniz....

21 Ekim 2010 Perşembe

İklim değişikliğinin varlığından emin olmasak bile!


Orijinal yayın: 21.10.2010 T24 İnternet gazetesi

Ben yoruldum artık tüm cehaletleri içinde hala “iklim değişikliği olduğuna dair bir bilimsel kanıt yok” diye ortalığı bulandırmaya çalışanlarla mücadele etmekten, bu sebeple tek tek cevap vermekle uğraşmak istemiyorum, hepimizin hayatta yapacak çok daha faydalı işlerimiz var. Ancak arada kalanlar için temel birkaç konuyu anlatmaya çalışacağım. 

Öncelikle, 1896'da İsveçli bir bilim adamı olan Svante Arrhenius basit bir deney yapmış: Bir silindirin içine karbondioksit gazı doldurup kızılötesi ışımanın bu gazın içinden geçip geçmediğini görmek istemiş. Sonuç basit, karbondioksit kızılötesi ışımanın geçmesini engellemiş. Bu neredeyse bilimle uğraşan herkesin çok rahatlıkla tekrar edebileceği bir deney, eğer Arrhenius'a güvenmek istemezseniz, ben böylesi basit bir konuda güvenmeyi tercih ederek devam ediyorum. 

İkinci konumuz dünya atmosferindeki karbondioksit miktarı. 1958 yılından bu yana Scripps Enstitüsü'nden bilim adamları Hawai'nin en yüksek tepelerinden birinde atmosferdeki karbondioksit miktarını ölçüyorlar. Bu miktar 1958 yılında milyonda 310 parçacık seviyesindeyken bugün 393 parçacık seviyesine çıktı. Yani dünya atmosferindeki karbondioksit oranı ciddi miktarda artıyor. 

Üçüncü konumuz dünya atmosferindeki karbondioksit miktarı ile dünya sıcaklığı arasındaki ilişki. Bilim adamları yıllardır çeşitli metotlar kullanarak buzul çağları sırasında atmosferdeki karbondioksit miktarı ile atmosferin sıcaklığı arasındaki ilişkiyi ortaya koyuyorlar. Bu ilişki de basit, karbondioksit miktarının yüksek olduğu devirlerde dünyanın sıcaklığı da yüksek, tersine karbondioksit miktarının düşük olduğu zamanlarda dünyanın sıcaklığı da düşük oluyor (burada bir sebep sonuç ilişkisi çıkartmıyorum, sadece biri olduğunda diğeri de oluyor). 

Dördüncü konumuz temel fizik; nesneler sıcaklıklarına bağlı olarak ışıma yaparlar. Sıcak cisimler görünür dalga boylarında, daha az sıcak cisimler ise kızılötesi dalga boylarında ışıma yaparlar. Mesela güneşin sıcaklığı 5800 derece civarındadır ve güneş sarı-beyaz bir ışık verir, dünyanın ortalama sıcaklığı da 15 derece civarındadır, dünya da kızılötesi dalga boylarında ışıma yapar. 

Bu temel bilgileri herhangi bir lise öğrencisine verip bir sonuç çıkartmasını istersek çok zorlanacağını sanmıyorum. Dünyanın atmosferindeki karbondioksit miktarı artıyor, bu artış dünyanın yaydığı kızılötesi ışımanın atmosferden çıkışını güçleştirerek dünyayı ısıtır. Tüm bunları kavramak yukarıdaki birkaç satırda anlatılandan fazla bilim gerektirmez, ama kafaları karıştırmak için gayet derin bilimsel çabalara başvurulabilir, zengin petrol şirketleri paraları ile kişileri satın alıp istedikleri yönde konuşturabilir, ancak temel gerçeği değiştiremez çünkü bu lise seviyesinde bilim öğrenmiş herkesin kolayca kavrayabileceği bir konudur. 

Şimdi gelelim başlıktaki konumuza, velev ki emin değiliz atmosferdeki karbondioksit miktarındaki artışın a) insan kaynaklı olduğuna, b) bize zarar verip vermeyeceğine. Diyelim dünyadaki tüm bilimcilerin bir ağızdan “her geçen gün biraz daha fazla fosil yakıtı tüketiyoruz, bu da doğal olarak atmosferdeki karbondioksit miktarını arttırıyor” demelerine inanmıyorsunuz ve hala atmosferdeki karbondioksit miktarının durduk yerde kendi kendisine artabileceğini düşünüyorsunuz. Diyelim ki gerçekten körsünüz ve kendi yaşam alanlarınızda iklimin nasıl değiştiğini ve her geçen senenin bir önceki seneye göre nasıl daha sıcak olduğunu fark etmiyorsunuz. O zaman şunu dinleyin: İklim değişikliğ hakkında elimizdeki bunca bilginin daha çok azına sahipken 172 ülkenin liderleri Rio'da biraraya geldiler ve ortak bir karar aldılar, dünyadaki 192 ülkenin tamamı da bunun altına imza attı, kabul etti, meclislerinden geçirdi. 

“Geri dönülemez ve çok ciddi sonuçlara yol açabilecek iklimsel değişikliklerin varlığı konusundaki kanıtlar kesin konuşmaya imkan vermese bile böylesi kanıtların varlığı harekete geçmek için yeterlidir ve daha fazla kanıta sahip olma noktası beklenmemelidir (Madde 3).” 

Sonuçları bu kadar vahim olabilecek bir konuda elimizdeki bilgiler herhangi bir insanın rahatça anlayıp karar verebileceği kadar açık ve basitse bu konuyu bulandırmaya çalışmak en azından sorumsuzluktur, akıl sahibi her kişinin de temel görevi doğaya en az zarar verecek şekilde yaşayarak bu sorumsuzluklara kulak asmamaktır. 

16 Ekim 2010 Cumartesi

Emin misiniz iklimin (bizim yüzümüzden) değiştiğine?


Orijinal yayın: 16.10.2010 T24 İnternet Gazetesi

Evet, iç içe geçmiş olan her iki soruya da... Evet iklim değişiyor ve evet iklim bizim yüzümüzden değişiyor. 

Nasıl bu kadar emin olabiliyoruz? Temelde ilkinin cevabı basit. 1896'da İsveçli bilimci Svante Arhenius bir tübün içine karbondioksit doldurup bu gazın kızılötesi ışınları geçirip geçirmediğine bakmış ve geçirmediğini gözlemlemiş. Her geçen gün atmosfere daha fazla karbondioksit saldığımıza göre bunun dünya atmosferini ısıtması kaçınılmazdır diye bir sonuca varmış. 

Başlangıçta sadece karbon dioksitin dünyayı ısıtacağı anafikri üzerinde yoğunlaşan çalışmalar 1958'de Charles Keeling'in Hawai'de toplamaya başladığı atmosferik karbondioksit verileriyle teorik fizik alanından uygulama alanına geçmiş oldu. 1958'den günümüze kadar aralıksız olarak toplanan bu veriler atmosferdeki karbondioksit miktarının dur durak bilmeden arttığını bize tartışmasız bir biçimde gösteriyor. 1958'de 310 ppm seviyesinde olan karbondioksit miktarı bugün 390 ppm'in üzerine çıkmış durumda. Bu noktada da bilimsel olarak tartışılan konu dünyanın ısınıp ısınmadığı değil bu değişikliklere karşılık olarak ne kadar ısındığıdır. 

Bu sıcaklık artışını ve etkilerini endişeyle izleyen Birleşmiş Milletler'e bağlı iki kuruluş, Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) 1988'de ortaklaşa olarak İklim Değişikliği Hükümetlerarası Paneli'ni (IPCC) kurdular. Bu panelin temel amacı iklim değişikliği konusundaki tüm bilimsel verileri inceleyerek insanlığı durum hakkında bilgilendirmek ve hükümetlere bu konuda öneriler sunmaktır. IPCC temelde dünyada iklim değişikliği konusunda çalışan tüm bilim insanlarını ve hükümet temsilcilerini kapsadığı için vardığı yargılar dünyanın bu konudaki genel fikrini hem bilim hem de toplum açısından yansıtmaktadır. Alınan kararların tümü görüş birliği ile alındığı için neredeyse tüm yargılar en muhafazakar biçimde algılanmalıdır. Bu kararların başında IPCC'nin 2007 raporunda yer alan ana cümle gelmektedir: Günümüzde yaşanmakta olan küresel iklim değişikliğinin sebebi  %90 ihtimalle insanların çeşitli işlemler sonucu çevreye yaydıkları sera gazlarıdır. Burada önemli olan %90 sayısıdır. Bu %90 bir ortalama değildir, bu sayı herkesin üzerinde uzlaştığı sayıdır, yani iklim değişikliğinin insan kaynaklı olmayabileceğini savunan bilim adamları bile kendi savlarının en iyi ihtimalle %10 doğru olabileceğini kabul etmişlerdir. 

Bu noktada iklim değişikliğinin insan kaynaklı olduğu hususunda bilim açısından bir şüphe kalmamıştır. Ancak temelde yukarıda açıkladığım %90 sayısı gene de iklim değişikliğine inanmayanların elinde bir argüman olarak kullanılmaktadır. “Yani” diyorlar, “kesinlikle emin değilsiniz ve kesinlikle emin olmadığınız böyle bir konuda da devletlerin ve şirketlerin trilyon dolar mertebesine varan faturaları sırtlanmalarını bekliyorsunuz”. Aslında bu soruda haklılar, ama sorunun cevabı onların beklediği yönde gelmiyor. Evet, sadece %90 eminiz ki özellikle gelişmiş ülkelerin son yüzelli yılda atmosfere saldıkları sera gazları hızla iklimi değiştiriyor ve başta bu ülkeler olmak üzere tüm insanlık yakın zamanda bir şey yapmadığı takdirde bu problem tüm insanlığın geleceğini tehdit eden en önemli problem haline gelecektir. Dolayısıyla bir yanda tüm insanlığın yok olması ihtimali söz konusu ise diğer yanda bunu engellemek için harcanacak trilyon doların sözü olmaması gerekir diye düşünüyorum, ya da en azından bu konuda harekete geçmek için daha da emin olmayı beklememeliyiz. Daha da emin olmak için harcadığımız her dakika bizi çözüm yolunda biraz daha geriye düşürüyor ve ödememiz gereken bedeli her an daha ağırlaştırıyor. Biz beklerken atmosfere eklenen her ppm karbondioksiti temizlemek için daha da fazla para harcanması gerekiyor. Doktor size “%90 ihtimalle kansersiniz ve hemen tedavi olmazsanız çok az ömrünüz kaldı ve tedavi epey pahalı” dese tedavi parasını vermek için doktorun emin olmasını bekler miydiniz? İşte dünya da aynı şekilde hastalanmış durumda, emin olmayı bekleme riskini almak ister misiniz? 

9 Ekim 2010 Cumartesi

Devletlerin Çevre Politikaları ve Bize Düşenler


Orijinal yayın: 09.10.2010 T24 İnternet Gazetesi

Bir yandan yaşamayı zevksiz hale getiren bir serinliğe bürünmüş gecede soğukla boğuşmak diğer yandan da sizleri iklim değişikliğinin gerçek olduğuna ikna edecek bir yazı kaleme almaya çalışmak inanın kolay değil. Böylesi bir gecede sade vatandaşın kafasında küresel ısınma değil küresel soğuma olsa sanırım pek çoğumuz onu suçlayamayız. Hele bir de bu sabah haberleri dinlerken düşündüklerimi anlatacak olsam, sanırım iklim değişikliği konusunda gerçekten herhangi bir şey yapılamayacağına inanması çok daha kolay olur.

Bildiğiniz gibi bu hafta sene sonunda Cancun, Meksika'da düzenlenecek olan iklim konferansından önceki son ana hazırlık toplantısı Tianjin, Çin'de yapılıyor. Sene sonunda yapılacak Cancun konferansının temel amacı 2012 yılında sona erecek olan Kyoto Protokolü'nün yerini alacak yeni anlaşmayı imzalamak. Bu hafta Tianjin'de düzenlenen konferansta da tarafların tartışmaları sona erdirip neredeyse anlaşma seviyesine varan görüşmeler yapması ve bu görüşmeler sonucunda oluşturulacak bir belge taslağının Cancun'da devlet başkanları seviyesinde görüşülerek imzalanması gerekiyor. Bu tabi ki dünya devletleri dünyanın geleceğini belirleme yolunda olumlu bir adım atmak istiyorlarsa geçerli. Bu tür toplantılarda da genel yapı evsahibi ülkenin devlet büyüklerinin bu anlaşmanın sağlanması üzerine çaba sarf etmesi üzerine kuruludur. Ama sanırım ben bu görüşte olan azınlıktanım çünkü bu sabah haberleri seyrederken öğrendim ki Çin Halk Cumhuriyeti Başbakanı Ven Ciabao resmi bir ziyarette bulunmak için Ankara'ya gelmiş, sonra gece milli maçın başına bakarken başbakanımızın da Almanya'da maç seyretmekte olduğunu fark ettim. Bizim başbakanımızın maç için Almanya'da olması bir sorun teşkil etmez ama dünya açısından böylesi önemli görüşmelere evsahipliği yapan Çin'in başbakanının ülkesini bırakıp bizi ziyarete gelmiş olması çözümsüzlüğün süreceğine olan inancımı pekiştirdi. 

Bu çözümsüzlüğün temelinde yatan olgu atmosferi ve çevreyi kirleterek para kazanan kişilerin bu tatlı kazançlarından vazgeçmek istememeleri ve bu uğurda tüm dünyanın geleceğini de  çekinmeden geri dönülemez bir yola sürmeleridir. Bildiğiniz gibi dünyada Kyoto anlaşmasını meclisinden geçiremeyen tek büyük ülke Amerika Birleşik Devletleri'dir. Kyoto anlaşması Amerikan Senatosu'na ilk geldiğinde 95-0 oyla reddedildi. Bu neredeyse Amerikan tarihinde Senato'nun her iki kanadının da oybirliği ile reddettiği tek konudur. Yani petrol ve otomotif lobileri biraraya geldiklerinde senatörlerin tamamına dediklerini yaptıracak kadar kuvvetlidir. Senatonun hayır demesi kesin olan bir konuda da Amerikan Hükümeti'nin ileri adımlar atması beklenemez. Burada Amerikan görüşü temelde alabilecekleri en az sorumluluğu alarak dünya üzerindeki egemenliklerini sürdürmeye devam etmek yönündedir. Çin'in bu konudaki görüşü de Amerika'nın şu anda sahip olduğu üstünlüğe uzun yıllar boyunca dünyayı kirleterek sahip olduğu, dolayısıyla da eğer bir kısıntıya gidilecekse bu kısıntının Amerika'dan başlaması yönündedir. Bu iki görüş birbiri ile bu derecede çelişince Cancun'da bir anlaşmaya varılması, hatta gelecek sene sonunda bir sonraki iklim konferansının düzenleneceği Güney Afrika'da bir anlaşma olasılığı imkansız görünmektedir. Amerika artı Çin'in karbondioksit salımları dünya salımının %40'ını oluşturduğundan bu iki ülkeyi içine almayan bir anlaşmanın getirisi fazla  olmayacaktır. Nitekim bu açmazı gören Japonya başta olmak üzere pek çok sanayileşmiş ülke de Amerika ve Çin'i içine almayan bir iklim anlaşmasını imzalamayacaklarını söylemişlerdir.  

Bu noktada bizlere düşen sesimiz olabildiğince çok duyurabilmek için biraraya gelmektir. Bu amaçla 10/10/2010 Pazar günü tüm dünyada küresel ısınmaya dikkat çekmek üzere toplantılar düzenlenecektir. İstanbul'daki toplantı saat 15:00'de Galatasaray'da başlayacak ve Taksim’e kadar müzikli, eğlenceli bir yürüyüş yapılacaktır. Ardından Taksim Gezi parkında bir şenlik, sergiler ve Naom Chomsky ve Richard A. Falk gibi aktivistlerin konuşmaları olacak. İklim değişikliği konusunda sadece oturduğu yerden konuşmayıp sesini de duyurmak isteyen herkesi bu eğlenceli toplantıya bekliyoruz. Pazar saat 15:00'de Galatasaray'da görüşmek üzere...