11 Temmuz 2020 Cumartesi

Varoluş Savaşımız

 Küresel ısınmadan kaçmanın bir yolu yok. Isınmayı 3 derecenin altında tutabilmemiz mümkün değil. 3 derece ve üzeri ısınma da geleceğin bugünden çok farklı olacağı anlamına geliyor. Bu farka rağmen yaşamayı becerenler kalacak, beceremeyenler de sorun yaşayacak.

Devletler önce Kyoto Protokolü, sonra da Paris Anlaşması denilen yapılarla bizi oyalamayı başardılar. Paris Anlaşması’nın geçerlik süresi 2030 yılının sonuna kadar. Şimdiye kadar ortaya konan taahhütler yerine getirilecek olsa bile 2030 yılında atmosferi en az 2 derece ısıtacak kadar karbondioksit atmosfere salınmış olacak.Tabii sorun burada da bitmiyor, çünkü Paris Anlaşması 2030 yılında tüm sera gazı salımlarının sıfırlanmasını öngörmüyor. Bu da ısınma 2 derecenin de üzerine çıkacak demek.

Size basit bir hesap: 2050 yılında Türkiye’nin karbondioksit salımlarını 1 ton gibi sembolik bir seviyeye düşürebilmesi için bu seneden itibaren, her sene salımlarını yaklaşık yarıya (%49) düşürmesi gerekiyor. Bu seneyi harekete geçmeden geçirirsek, seneye net %50 azaltıma başlamamız gerekiyor, sonraki seneyi beklersek %52. Adım atmadığımız her sene atacağımız adımların daha da sert olması sonucunu doğuracak. Sizce dünyada böyle bir eğilim var mı? Haklısınız, yok, ben de aynı kanıdayım. O zaman 2050 yılında Dünya’yı karbondioksitten arındırmanın bir yolu yok. 2050 yılına kadar da sıfır karbona düşmediğimizde Dünya’nın 4 derece ısınacak olması neredeyse kesinleşmiş olacak.

“Ama nasıl olur? 2050’de sıfır karbon olursak çözülecekti hani sorun?” derseniz, size bir haberim var, çok fena kandırıldınız. Eski Exxon-Mobil Genel Müdürü, sonra da ABD Dışişleri Bakanı olan Rex Tillerson, “Ben mühendisim, çok akıllıca bir çözüm bulacağımıza inanıyorum.” diyordu. Evet, devletler politikalarını tam da bunun üzerine kuruyorlar. Şimdi masayı sallayıp dengeleri fena halde bozacak önlemler almak yerine, bırakalım her şey böyle yürüsün, ileride bir noktada nasılsa zeki insanlar bir çözüm bulup bizi bu problemden kurtarırlar, diyorlar.

Zeki insanlar (hatta çok zeki olmaya da gerek yok) bir çözüm buldular bile: “Kömür, petrol ve doğal gaz yakmayı bırakın, bunların alternatifleri var ve daha da ucuz olmaya başladı bile.” Bu yapısal dönüşümde varlıklarını kaybedecek tüm sektörler ise sizi bunun imkansız olduğuna inandırmaya çalışıyor. Daha da kötüsü Karbon Tutma ve Saklama (Carbon Capture and Storage) gibi bir şeyin mümkün olduğuna ve gelecekte çok geniş alanlarda kullanılacağına dayanarak bugün harekete geçmemeyi açıklayabiliyorlar. Karbonu tutup yer altında saklamanın bir yolu var. Doğa bunu milyonlarca yıl önce keşfetti: Kömür yapmak, sonra da bu kömürü yerin epey altına gömmek. Yalnız bunun yapılabilmesinde bir sorun var, o da kömürü yaktığımızda elde ettiğimiz enerjinin aynısını, hatta biraz daha fazlasını harcayarak karbondioksidi karbon ve oksijen olarak iki parçaya ayırmak. Bu kadar uğraşacağımıza hazır yerin altında duran kömür, petrol ve doğal gazı çıkartmaktan vazgeçsek? Yok, olmaz! Önce onu çıkartıp yakalım, biz paramızı kazanalım, sonra kuracağımız şirket de çıkan bu gazı yerin altına tepmek için sizden biraz daha para kazansın.

Sonuçta kolayca görebileceğiniz gibi, işimiz bitmiş durumda. Ne gönülsüzce yapılan Paris Anlaşması, ne mühendislik çözümleri ne de karbondioksidi toprağın altına gömmek bizi kurtarabilir artık. Sibirya’nın kutup dairesinin içindeki bir bölge geçen hafta 38 dereceyi gördü. Burası Adana değil, Sibirya, 38 derece, dile kolay. Toprağın altındaki metanın ne hızla eriyip yüzeye çıkmakta olduğunu anlatmıyorum bile. Sibirya, 38 derece.

Geçen senenin Temmuz ayından bu senenin Haziran ayının sonuna kadar sıcaklıklara baktığımızda Avrupa’nın 1.35 derece ısınmış olduğunu görüyoruz. Biz Paris Anlaşması’na göre sıcaklık artışını 1.5 derece ile sınırlamıyor muyduk? Bir yandan sıcaklık artıyor, öte yandan biz kömür yakmaya devam ediyoruz. Perhiz? Lahana turşusu?

Dünya Meteoroloji Örgütü, böyle devam edecek olursak 5 sene içerisinde 1.5 derece ısınma seviyesini geçmiş olacağımızı söylüyor. 2025 senesinde. Neden biliyor musunuz? Çünkü birileri bizimle dalga geçiyor. Bizi susturmak için çözümlerin olduğunu, panik yapmamamız gerektiğini, ekonominin iklimden daha önemli olduğunu falan söylüyorlar. Şimdiye kadar inandık ve dinledik, ama ne yazık ki artık bunu engellemek için çok geç.

Antarktika 1750’den bu yana değil, son 30 senede 1.5 derece ısındı, Dünya’nın geri kalanının 3 katı hızla, böyle devam ettiğinde ne olacak biliyor musunuz? Eriyecek. Eridiği zaman da deniz seviyesi hayal bile edemeyeceğimiz kadar yükselecek. Atmosferde en son bu kadar karbondioksit olduğunda, 3.3 milyon sene önce sıcaklıklar ortalama 3-4 derece daha fazlaydı, deniz seviyesi ise bugünkünün 20 metre üzerindeydi. Oraya doğru gidiyoruz.

Ne yapmalı? Aslında bu, cevabı en kolay soru. Üzerimize bir felaket geliyor. Kaçıp saklanabileceğimiz bir yer yok. Hiçbir şey yapmazsak hepimizi öleceğiz. Bunu anlıyorsunuz değil mi? İnsan neslinin tükenmesinden bahsediyoruz. O zaman yapılacak tek şey birlikte bu gelen felakete karşı savaşmaktır. Bu da kömür santrallerine, kömür santrallerine kömür taşıyan kamyonların önüne yatmak falan değil. O 30-40 sene önce yapılsaydı işe yarardı. Şimdi artık el ele ve birbirimize destek olarak gelen felakete uyum sağlamaya çalışmaktan başka çaremiz yok. Aramızdaki sorunlar neyse, onlar bu gelen felaketle kıyaslandığında hiçbir önem taşımıyor. Hani hep diyoruz ya “zaman artık birlik zamanıdır”. Evet, artık zaman gerçekten birlik zamanı. Sırt sırta durursak insanlık olarak iklim krizini de yenebiliriz, bu savaş artık ideoloji veya zenginlik için değil, varoluş için yaptığımız bir savaştır ve bu savaşı kaybedemeyiz.