15 Haziran 2016 Çarşamba

İklim değişikliği nedeniyle yok olan ilk memeli türü

İnsanların sebep olduğu iklim değişikliğinin ilk kez bir memeli türünün neslinin tükenmesine yol açtığı haberleri kamuoyuna yansıdı. Avustralya'nın Queeensland sahili açıklarındaki Büyük Set Resifi'nin endemik türü olan bir kemirgen yok oldu. Peki dünyamıza ne oluyor?
Avustralyalı bilim insanları sadece Avustralya ile Yeni Gine arasındaki ufak adacıklardan birinde yaşayan bir kemirgen olan mozaik kuyruklu sıçanın neslinin tükendiğini açıkladılar. Bu türün yaşadığı ada sadece 36 dönümlük bir kum tepeciği. Tepeciğin otlarla kaplı kısmında ise yeşil kaplumbağalarla birlikte bu mozaik kuyruklu sıçan yaşıyordu. Ancak bu adacığın en yüksek yeri deniz seviyesinden sadece üç metre yukarıdaydı. Binlerce yıldır bu adacıkta yaşayan kemirgenler deniz sularının her geçen gün bu adayı kaplaması nedeniyle yaşamakta zorluk çekiyordu. Bu adada son olarak 2009 yılında görülen mozaik kuyruklu sıçan, bilim insanlarının sonraki ziyaretlerinde bulunamadı. 2016 yılının Haziran ayında da resmi olarak nesli tükenmiş olarak kabul edildi. Daha da önemlisi bu canlı dünyada ilk defa nesli iklim değişikliği nedeniyle tükenen memeli türü oldu. 
Peki bu neden önemli? Dünya tarihinde aralıklı olarak büyük felaketler yaşanmış ve bu felaketlerin bazılarında canlı türlerinin önemli bir kısmının nesli tükenmiş. Bu büyük felaketlerin sonuncusu 67 milyon yıl önce dinozorların sonunu getiren meteorun çarpması sonrasında yaşanmış. Ancak insanlığın tüm dünyaya yayılmaya başladıkları son 18 bin sene içerisinde canlıların nesillerinin tükenmesi çok hızlanmış. Son zamanlarda yapılan araştırmalar bu felaketin neredeyse meteor çarpması seviyesine yaklaşmakta olduğunu gösteriyor. Artık dünyada her sene 140 bin canlı türünün nesli tükeniyor, ancak biz bunlardan çok azını bilimsel olarak inceleyebiliyoruz. 
Bu sefer nesli tükenen kemirgen gayet iyi incelenmiş ve son derece dar yaşam alanı olan bir canlı. Bu nedenle de bu kaybın nasıl gerçekleştiği de kayıt altına alınabilmiş. Ayrıca bu canlının yaşamış olduğu adada yaşayan bir insan yok. Dahası insanların yaşadığı diğer bölgelerden de çok uzakta olduğundan kimyasal kirlenmeden de olabildiğince uzakta bir ada. Bundan dolayı bu canlının neslinin tükenmesi kesinlikle deniz seviyesindeki yükselmeye bağlanabiliyor. 
Deniz seviyesindeki yükselmeyi ise iklim değişikliğine bağlamak bilimsel gerçeklerle de uyumlu. Bildiğiniz gibi nesneleri ısıttığınız zaman, birkaç özel durum hariç, genleşirler, yani hacimleri artar. Denizlerin de ortalama sıcaklığı son yüz sene içerisinde yaklaşık olarak bir derece arttı. Bu da denizlerin hacminin bu ısınmaya paralel olarak artacağını gösterir. Denizler ancak yukarıya doğru genişleyebileceklerinden bu deniz seviyesinde bir artış getirecektir. Denizlerdeki her bir metrelik yükselme kumsalın 100 metre içeriye doğru çekilmesine yol açar. 36 dönümlük bir adada ise bu adanın zaman zaman tamamen sularla kaplanmasına ve bu adada yaşayan tüm kara canlılarının ölümüne neden olacaktır. 
Fizik basittir. Isınan cisimler genleşir. Hava ne kadar sıcaksa o kadar da nem barındırabilir. Sıcak havada rüzgarın da daha hızlı esmesine yetecek enerji vardır. Bu nedenlerden dolayı artık karşımıza çıkan hava olaylarının nedeninin iklim değişikliği olduğunu kanıtlamaya gerek yok. Senelerdir hortum görülmeyen İstanbul’da bir mevsimde iki tane hortum görülüyorsa bu tabii ki iklim değişikliğinin bir sonucudur. Atmosferin bu denli ısındığı bir dünyada uç olayların nedeninin iklim değişikliği olduğunu kanıtlamamıza artık gerek yoktur. “Bunlar doğal olaylar” diyen kişilerin olan değişikliklerin doğal olduğunu göstermeleri gerekir. 
Son olarak “bir sıçanın nesli tükenmişse ne olmuş?” diyenler olacaktır. Dünyadaki tüm ekosistem birbirine bağlıdır. Bir canlı türünün ortadan kalkması onunla beslenen diğer bir canlı türünün besinini kaybetmesine ya da o canlının besini olan başka bir canlının tehdit olmadığı için kontrolsüz üremesine neden olabilir. Bir gün bir bakarız ki dünyanın bir ucunda nesli tükenmiş olan bir sıçan türü nedeniyle dünyanın diğer ucundaki bir insanın hayatı ciddi anlamda etkilenebilir. Bundan dolayı elimizden geldikçe doğanın dengesini korumaya çalışmalıyız. O denge bir kez bozuldu mu başımıza neler geleceğini bilemeyiz.
Yazının orijinalini CNNTürk web sitesinde bulabilirsiniz.

1 Haziran 2016 Çarşamba

Yangınların Geleceği

1 Mayıs 2016'da Kanada'nın Alberta Eyalati'nde bir orman yangını başladı. Başlangıçta özel veya önemli bir yangın değildi, ama bu yazının yazıldığı saatlerde yangın neredeyse üç haftadır devam ediyor ve yayılıyordu. Bu yangın bize gelecekten bir uyarıdır. Eğer akıllıysak bu uyarıdan ders alarak Dünya'nın gidişatını değiştiririz, eğer bu uyarıyı görmezden gelirsek de gelecek benzer yangınlarla dolu olur.

Alberta Eyaleti Kanada'nın orta batısında yer alır. Yangının çıktığı Fort McMurray bölgesi de Alberta Eyaleti'nin kuzey doğusunda bulunur. Dolayısıyla yangın Kanada'nın neredeyse tam ortasında, belki az batıya doğru bir noktada başladı denebilir. Çoğumuz bu bölgeyi hayal edecek olsak soğuk, kar ve buz düşünürüz. Normalde de öyle. Mayıs ayının başında normal sıcaklıklar bu bölgede 14 derece iken yangının başladığı sırada bundan tam 20 derece daha yüksek, yani 34 derece civarındaydı. Sene başından bu yana da düşmesi gereken karı bırakın fazla yağmur bile yağmadığından tüm ormanlık alanlar alışılmışın çok çok üzerinde sıcak ve kuruydu.

El Nino Pasifik Okyanusu'nun doğu kıyısında, yani Peru açıklarındaki okyanus sularının normalden fazla ısınması ile ortaya çıkan doğal bir iklim olayıdır. Her 2-7 senede bir görülür ve o bölgeden başlayarak Dünya'nın çoğu yerini etkileyen bir doğa olayına dönüşür. Dünya'nın atmosferi bir noktada normalden fazla ısınacak olursa bu ısınmanın diğer çoğu noktayı da etkilemesi doğaldır. 2015-2016 sezonu da önemli bir El Nino olayına tanıklık ediyor. Bu El Nino olayı da Amerika kıtasının orta bölgelerinde sıcaklıkların normallerin çok üzerine çıkıp yağışın azalmasını beraberinde getiriyor. Yüksek sıcaklıklar ve düşük yağış da Fort McMurray'deki yangının en önemli sebebini oluşturuyor.

Buraya kadar her şey anlaşılır halde. Doğal bir olay olan ve zaten görülmesi beklenen El Nino ortaya çıkıyor ve normal etkisini gösterip sıcaklıkları arttırıp yağışı düşürüyor ve bu da orman yangınlarına neden oluyor. Peki bu konunun iklim değişikliği ve gelecekle alakası ne o zaman?

Öncelikle El Nino Pasifik Okyanusu'ndaki deniz sıcaklığı ile ilgili bir olgu. Okyanusun sıcaklığı ne derece yüksek olursa El Nino olaylarının görülme sıklığı da o denli yüksek olur. Yaşamakta olduğumuz küresel ısınma sonucu denizlerin ortalama sıcaklığı endüstri öncesi döneme oranla bir dereceye yakın artmış durumda. Bu artış da doğal olarak El Nino olaylarının artmasına neden oluyor. Zaman içerisinde biz kömür, petrol ve doğal gaz yakmaya devam ettikçe atmosferdeki sera gazlarının oranı artacak, bu artan sera gazları Dünya'nın daha da ısınmasına yol açacak. Isınan Dünya'da okyanuslar da ısınacak ve El Nino olaylarının sıklığı da artacak ve neredeyse devamlı bir El Nino olayı içinde yaşıyor olacağız. Bu da Alberta'daki yangınların bugün için ender görünen bir felaket olsa da yakın gelecekte sık görülen doğal felaketler olmasına neden olacak.

Dünya ne kadar fazla ısınırsa El Nino olaylarının şiddeti de benzer şekilde artıyor. 1998 yılında görülen En Nino o zamana kadar görülmüş olan El Nino'ların en şiddetlisiydi ve Dünya'nın ortalama sıcaklığı o sene için çok yüksek değerlere çıktı. Ancak 2015 yılında görmeye başladığımız El Nino 1998 yılındakinden de şiddetli ve bu da Dünya'daki ortalama sıcaklıkların çok daha yükselmesine neden oldu. Geçtiğimiz 12 ayın her biri ayrı ayrı tarihte ölçülen en sıcak ay oldu. Yani küresel ısınma El Nino olaylarının sıklığını ve şiddetini arttırıyor, artan El Nino olayları da küresel ısınmanın daha da şiddetli hissedilmesine neden oluyor. Bu sarmaldan çıkabilmenin tek yolu ise küresel ısınmaya yol açan sera gazlarının üretimine son vermekten geçiyor.

Ancak Alberta yangını bu denli basit bir konu değil çünkü yangının merkezinde yer alan Fort McMurray bir yandan yangından zarar gören yerlerin başında yer alırken öte yandan bu yangının en önemli sebeplerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Anlatalım:

Atmosfere saldığımız her karbondioksit molekülü Dünya'nın iklimini geri dönülmez biçimde değiştiriyor. Atmosferdeki bu ısınma da doğada bir hasara yol açıyor. Bu hasarı durdurmanın tek yolu atmosferdeki karbondioksit miktarını Endüstri Devrimi öncesine, yani milyonda 280 parçacık (280ppm) seviyesine düşürmek. Bunu yapabilmek için sadece salımları durdurmak yetmiyor, aynı zamanda aktif olarak atmosferdeki karbondioksit fazlasını da temizlememiz gerekiyor. Günün şartları içerisinde bunun imkansızlığının farkında olduğumuzda karşımıza çıkmış ve çıkacak olan hasarın ne kadarının kabul edilebilir olduğunu hesaplamamız gerekiyor. Bu hesaplama sonunda bilim insanları küresel ısınmanın iki derece ile sınırlandırılması gerektiğini, aksi halde tüm doğanın geri dönülemez biçimde zarar göreceğini ve insanlığın geleceğinin tehlikeye gireceğini ortaya koyuyorlar.

Şu anda küresel ısınma bir derecenin üzerine çıkmış durumda, biz bu hızda fosil yakıt tüketmeye devam ettiğimiz sürece de yaklaşık 15 sene içerisinde ortalama sıcaklıkları iki dereceden fazla arttıracak karbondioksit gazını atmosfere salmış olacağız. İki derecenin altında kalabilmek için atmosfere en fazla 500 gigaton karbondioksit daha salma iznimiz var, ondan sonrası geri dönülemez bir cehennem olacak. Şu anda bilinen ve kullanılan fosil yakıt rezervleri ise 750 gigaton karbondioksit salınmasına neden olacak büyüklükte. Yani bu bilinen ve kullanılan rezervlerin bile tümünü tüketmememiz gerekiyor. Bilinen ve kullanılan rezervler deyince aklınıza Suudi Arabistan'da açılan petrol kuyusundan fışkıran petrol gelmeli. Ancak son senelerde petrol şirketleri alışılmışın dışında petrol kaynakları da bulmaya başladılar. Bu kaynaklardan biri Kuzey Kutbu'nda denizin dibindeki kayaların içindeki petrol, diğeri de kumla karışık halde bulunan katrandan petrol elde edilmesi yöntemi. Bu tür kaynakların toplamı 2000 gigaton karbondioksit salabilecek kadar fosil yakıt içeriyor. Bu kaynaklara el atacak olursak değil iki derece, beş derece ısınma ve üstü ile karşı karşıya kalabiliriz. Bu da Dünya'nın felaketi demek olur.

Fort McMurray, bu katran kumulları dediğimiz petrol üretiminin en önemli merkezlerinden biri. Buradaki yangın şu ana kadar katran kumullarına sıçramış durumda değil, ama bu bölgedeki petrol üretimini tamamen durdurmuş durumda. İklim değişikliğinin körüklediği bu dev yangının iklim değişikliğine neden olan petrol yataklarından birini hedef almış olması belki de doğanın kendini koruma çabası gibi iyimser bir açıdan da ele alınabilir. Ama şimdilik en büyük dileğimiz yangının bu katran kumullarına da sıçramaması, çünkü bu kumullar Arabistan'daki gibi yerin altında değil yüzeyde yer alıyor ve sıçrayacak bir yangınla aylar, hatta yıllar sürebilecek bir yangına yol açabilir. Bu yangından atmosfere salınacak gigatonlarca karbondioksitten bahsetmiyorum bile.


Genelde iklimden bahsederken “bu yaz şu olacak, bu kış böyle geçecek” türü yargılardan uzak durmak gerekiyor. Doğadaki hızlı değişiklikler kısa dönemde bizi yalancı çıkartabilir, ancak uzun vadede korktuklarımızın doğru çıkma olasılığı oldukça yüksek, gelecek ülkemizde de bu tür büyük yangınların sıkça görülmesine neden olabilir. Bundan dolayı bizim de dikkatli olup önlem almamızın vaktidir. 


Yazının yayınlanmış halini EKOIQ Haziran 2016 sayısında bulabilirsiniz.