30 Ekim 2022 Pazar

Çevresel Ayak İzi

Yeryüzünün sınırları ve bu sınırların belki de en önemlisi olan iklimi ve neden bu sınırların içinde kalmamız gerektiğini artık anladık sanıyorum. Eğer bu sınırların içinde kalacak olursak doğa bizim aptallıklarımızı affedebiliyor ama bu sınırların ötesine geçecek olursak doğanın affediciliği gittikçe azalıyor ve hatalarımızın bedelini hızla ödemeye başlıyoruz.

Burada hassas bireyin sorması gereken en önemli soru “ben yarattığım hasarı nasıl bileceğim?” olmalıdır. Bunun da ötesinde hasarın başlıca kısmı bireylerin tüketimi sırasında değil tüketilen ürünlerin üretimi sırasında oluşuyor. Biz taşıt kullanırken yaktığımız benzinin az ya da çok farkına varabiliyoruz, oysa bindiğimiz aracın üretimi sırasında doğanın sınırlarına ne derece zarar verdiğimiz konusunda bilgimiz neredeyse hiç yok. Sadece bu etkinin oldukça fazla olduğunu biliyoruz ama elimizde kıyaslamak için bir cetvel olmadığı zaman bilgimiz ve buna bağlı olarak harekete geçme isteğimiz de kısıtlanıyor.

Bu açıdan bakıldığında tükettiğimiz her türlü mal ve hizmetin doğaya verdiği zararı ölçmek bu konuda atmamız gereken adımların başında geliyor. İlk adım olmanın ötesinde bu aslında en önemli adımlardan biri. Biz bu konuda tam ve yeterli bilgiye sahip olmadığımız zaman aldanmamız da kolaylaşıyor. Aldanmanın da iki farklı sebebi var. Çoğunlukla birileri bizi aldatmak istiyor ama bazı zaman da aldanmak bizim işimize geliyor çünkü aldandığımız zaman sıklıkla hayatımız daha kolaylaşıyor.

Sorun iş dünyasının karşısına geldiği zaman kafaları çevirmek o denli kolay olmayabiliyor çünkü özellikle reklam söylemlerinde kullanılan sözlerin kanıtlanabilir olması gerekli. Ayrıca biz istesek de istemesek de bizden mal alan kişi ve firmalar gittikçe artan bir sıklıkla biz ürettiğimiz ürünlerin çevresel ayak izini sormaya başlıyorlar. Bunun sonucu olarak da artık çevresel ayak izi ve bu izin belirlenmesi neredeyse bir zaruriyet halini alıyor.

Çevresel ayak izinin günümüzde en fazla konuşulan tarafı hiç şüphesiz karbon ayak izi. Her geçen gün günlük hayatta tükettiğimiz ürünlerin karbon ayak izi de etiketlerde yerini alıyor. “Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı uygulanmaya başlayacakmış, böylece karbon ayak izi yüksek ürünleri Avrupa’ya ihraç ettiğimiz zaman bu ayak izine bağlı bir vergi verecekmişiz” türü kulaktan dolma bilgiler de sürekli duyulmaya başlanıyor.

Önce size bir sır vereyim: Bu karbon ayak izi denen şeyi ölçmek oldukça zor bir olay ve en iyi ölçümü yaptığını iddia edenlerin bile tam ve doğru biçimde bunu yapmaları oldukça güç. Bunun nedeni biraz kişilerin bilgi ve becerilerinden kaynaklansa da önemli bir kısmı sorunun kendisinden kaynaklanıyor.

En basit örnekten başlayalım: Elinizde bir plastik şişede su var (isterseniz sizinki cam şişe olsun, sorun farklı değil). Bu suyun karbon ayak izini hesaplamak istiyoruz. İnanın toplumdaki çoğu kişi “suyun da karbon ayak izi mi olur?” diyerek bu işlemi sorgulayacaktır. Bu konudaki standartlar, ne yazık ki, size geniş bir hareket alanı tanıyor. “Ne yazık ki” dememin sebebi de yapılan her hesabın aynı koşulları kabul ederek yapılan hesaplar olmamasıdır. Mesela bir şirket kendi sorumluluğunu sadece tankerle doldurma tesisine gelen suyu şişelere doldurmak olduğunu kabul ederek geri kalan bilgileri neden doğru biçimde elde edemeyeceğini yazarsa, bizim elimizdeki karbon ayak izi de tüm çevresel izin çok küçük bir kısmını temsil eder. Bu aldatmaca değildir, sadece kurallara göre oynayarak bazı şeyleri kurallarla görünmez kılmaktır. Ancak siz o bir şişe suyun tüm ayak izini ölçmek ve raporlamak isterseniz şu yoldan gitmeniz gerekir:

Su ve şişesi ayrı üretilen iki üründür ve ikisinin ayak izlerini yolları birleşene dek ayrı ayrı hesaplamanız gerekir.

Su bir kaynaktan çıkar (diyelim). O kaynaktan çıkana kadar suya ne olduğu bizi değil doğayı ilgilendiriyor, tanım olarak “su kaynakta doğdu” diyoruz. Hesaplama dilinde buna “suyun beşiği” gibi ilginç bir isim verilir. Sonra su borularla bir tesise taşınır, burada filtrelerden geçirilerek süzülür, gerekirse kimyası düzenlenir ve depolanır.

Suyun kaynaktan depolanmaya kadar giden zamanda geçtiği yol bir tesistir ve bu tesis kurulurken atmosfere karbon salınmıştır. Öncelikle tesisin ömrünü tahmin ederiz, sonra senelik üretimine bakarız ve son olarak da tesisin kurulumu sırasında salınan karbonun kullanım süresine oranlanmasıyle elimizdeki 500 ml suyun depolanmaya kadarki yolunun tesis bazında ne kadar karbon salımına neden olduğunu çıkartırız.

Ancak bu sadece altyapı maliyetidir. O tesis çalışırken de gerek kimyasal gerekse de enerji kullanır. Üstüne üstlük, o tesiste bir de insanlar çalışırlar ve o insanlar evlerinden kalkıp o tesise gelmenin ötesinde bir de o tesiste yiyip, içip, atık üretirler. Tüm bu unsurlar üretime katkıda bulunur. Suyun içine katılan bir kimyasalın üretimi de benzer şekilde hesaplanır.

Altyapının saldığı karbona o altyapının kullanımı sırasında salınan karbonu eklediğimizde suyun depolanma noktasına kadar olan ayak izi ortaya çıkar.

Şimdi bu işlemin aynısını bir de plastik şişe için yaparız. Plastik şişe çok daha karışıktır. Ham maddesi petroldür. Dolayısıyla önce bir varil ham petrolün çıkartılmasının ayak izi hesaplanır. Sonra o varil ham petrol rafineriye getirilir ve rafineride bir plastik ham maddesine dönüştürülür. Plastik ham maddesi bir fabrikada plastik şişenin ham maddesine çevrilir. Plastik şişenin ham maddesi bir başka fabrikada şişe haline getirilir. Elbette buna bir de değişik bir ham maddeden yapılan kapağı da eklemek gerekir. Sonra bunların tümü yüklenip suyun dolacağı tesise getirilir.

Şişenin ham petrol halinden şişe halinde dolum tesisine gelene kadarki yolculuğunda gittiği tüm yolu, onu sağlamak için kullanılan tüm tesisleri, o tesislerde çalışan tüm insanları da bu şekilde hesaba katmak gerekir. Yani bir kamyon o şişeyi taşıyorsa o kamyonun yapımı sırasında salınan karbonun da bu hesabın içinde olması gerekir.

Sonunda su ve şişe aynı tesiste buluşurlar. Bir sistem vasıtasıyla su şişeye doldurulur. Artık su ve şişesi bizim için takibi yapılacak tek üründür. Bu ürün paketlenir, paketleme malzemesi için de aynı analizi yapmak gerekir. Taşıma için bir kamyona yüklenir, aynı analiz kamyon için yapılır.

Kamyon ürünü bir depoya getirir, o deponun ışıklandırmasından gece bekçisine kadar her türlü unsuru bunun içine katmak da lazımdır. Sonra iyimser ihtimalle son satış noktasına doğru yola çıkar.

Son satış noktasında biri ambalajı açıp suyu çıkartır ve buzdolabına dizer. Ambalaja ne olduğu gene bizi ilgilendirir. Doğrudan çöpe mi gitti, yoksa geri dönüşüme mi atıldı, hatta denize atıldı ve deniz kirliliğine mi yol açtı? Bu soruların tümüne bir cevabımız olması gerekir. Sonra buzdolabında ne kadar kaldı? Buzdolabı kaç dereceye soğutulmuştu? O sırada dışarısı kaç dereceydi ve buzdolabı ne enerji harcadı? Tüm bu sorular insanı usandıracak kadar detaylı olabilir. Bunalmaya başladığınızı hissediyorum ama ne yazık ki olay burada bitmiyor.

Siz gelip marketten o suyu aldınız. Eve neyle geri döndünüz? Yürüdünüz mü? Araç mı kullandınız? Araç benzinli mi, dizel miydi ya da elektrikli miydi? Araçta kaç kişiydiniz? Kaç kilometre yol gittiniz?

Eve geldikten sonra suyu hemen mi içtiniz mi? Buzdolabına mı koydunuz? Buzdolabında ne kadar süre kaldı?

Suyu içtikten sonra şişeyi ne yaptınız? Normal çöpe mi atıldı, geri dönüşüm çöpüne mi gitti? Normal çöp yakıldı mı yoksa doğrudan gömüldü mü? Belki de ormanda dolaşırken yere attınız ve uzun süre ormanda kaldı. Geri dönüşümle yeniden aynı tür plastik mi oldu, başka tür bir plastiğe mi çevrildi?

Sonra siz suyu içtikten sonra elbette tuvalete gittiniz. Evinizin kanalizasyonundan çıkanlar belediye tarafından bir arıtma tesisine mi gönderildi, doğrudan denize ya da bir nehre mi bırakıldı?

Biliyorum, bu kadar sorudan usandınız ama işi düzgün yapmak istiyorsanız bir şişe suyun ayak izini çıkartmak bu kadar çok soruya cevap vermeyi gerektiriyor. İsterseniz bir de kullandığınız arabanın karbon ayak izini çıkartmanın ne denli zor bir işlem olduğunu hayal etmeye çalışın.

Bu problem ne denli zor olursa olsun, tüm ürünleri topraktan çıktıkları andan ki buna beşik adını veriyoruz, son noktalarına, ki buna da mezar adını veriyoruz, takip etmeden verdiğimiz hasarın büyüklüğünü hesap edebilmemize imkan yok.

Elbette daha önemli bir sorun tüm tüketim modelimizi bu şekilde topraktan çıkıp mezara giden bir doğru üzerinde tasarlamamızdır. Sürekli topraktan bir şeyler çıkartıp sonra bunları bir şekilde doğaya geri vermeye çalışıyoruz. Geri vermeye çalıştığımız da kısaca “çöp” dediğimiz şeyler. Hani attığımız portakal kabuğunu doğa kısa sürede parçalarına ayırmayı beceriyor ama plastik şişeyi ya da telefonunuzun pilini attığınız zaman doğanın bunları ayırma süresi insan yaşamını oldukça aşıyor.

Ayrıca doğadan her şeyi sürekli almamıza da imkan yok çünkü doğa canlıları sürekli üretiyor olsa da cansız nesneler tek seferlik üretiliyor ve biz bu cansız nesneleri kullandıktan sonra toprağa gömersek kullanım hakkımızı da kaybetmiş oluyoruz. Canlı nesnelerin bile bir üreme hızları var. Biz bu hızın üzerinde tükettiğimiz zaman doğanın bize destek olma imkanı ortadan kalkıyor. Sonuçta biz üretimi beşikten mezara giden bir çizgi olarak tasarladığımız müddetçe içinde yaşadığımız sistemin sürdürülebilir olmasına imkan yok. O zaman çözüm üretimi ve tüketimi beşikten beşiğe, yani döngüsel hale getirmektir. Sistemin döngüsel hale gelebilmesi için atılacak en önemli adım da beşikten beşiğe giden bu yolculuğa etki eden tüm unsurları detaylı biçimde anlamaktır.

Yukarıda bir şişe suyun karbon ayak izini hesaplama yöntemini açıklamaya çalıştık. Biz suyu aşırı derecede kirletmezsek doğa da onu temizleyip kaynağa geri döndürmenin bir yolunu buluyor. Daha sorunlu olan ise plastik şişe. Bugün için o şişeyi atmak, gömmek ya da yakmak daha kolayımıza geliyor. Oysa çoğumuz içecek şişelerinin depozitolu olduğu zamanları hatırlarız. Yani, bu sistemi döngüsel hale getirmek çok da zor bir adım değil aslında.

Yalnız bir ufak noktamız daha var: Bir şişe suyun çevresel ayak izi sadece karbondan ibaret değil. Üretimi yaparken diğer tüm çevresel sınırlara da dokunmak zorunda kalıyoruz. O nedenle bakmamız gereken sadece karbon ayak izi değil, çevresel ayak izi. Bunu gerçekleştirmek için kullandığımız sisteme de Yaşam Döngü Analizi adı veriliyor. Adından da anlaşılacağı üzere ürettiğimiz ve tükettiğimiz tüm “şeylerin” beşikten mezara ve hatta mezara da gitmeden tekrar üretim zincirine katılmasına dair yaptığımız tüm çabanın doğaya ne kadar zarar verdiğini ve zararın nasıl azaltılabileceğini bu yöntem bize gösteriyor.

Son önemli notumuz da bu analizleri yaparken şeffaf ve dürüst olmamızla alakalı: Şeffaf olmayı kolayca anlayabilirsiniz. Şişe suyu örneğinde aklımıza gelen tüm noktaları hesaba katmaya çalıştık. Atladıklarımız olabilir mi? Elbette. Mesela suyu markete götüren kamyonun tonajını bilebilmemiz mümkün değil. Ama önemli olan burada hangi bilgiyi kabul ettiğimizi raporu okuyanlarla paylaşmak. “Burada kamyonun üretiminde çevreye verilen zararı incelemedik” demekte bir sakınca yok veya “10 tonluk normal bir kamyonla taşındığını kabul ettik” diyebilirsiniz, yeter ki bunu analizle birlikte açıklayın ve herkes bilsin.

Dürüstlük daha kritik bir konu. Dışarıdan bu analizi okuyan kişilere karşı dürüst olmanın yanında kendimize karşı dürüst olmamız da önemli. Raporu okuyan kişilere karşı dürüst olmak bir etik gerekliliktir ama düşüncelerimiz doğrultusunda belirli analizlerin sadece belirli kesimlerini kullanarak sonuçlara ulaşmak da çokça yaptığımız bir hatadır. Mesela, çoğumuz plastik şişedeki sudansa cam şişedeki suyu tercih ederiz ve cam şişedeki suyun doğaya daha az zarar verdiğini düşünürüz. Peki beşikten beşiğe yöntemiyle bu konuda yapılmış bir analizi incelediniz mi? Burada plastik şişe daha az zararlı çıksa fikriniz değişir miydi? Bu nedenle analizlerimizi tüm unsurları göz önüne alarak yapmamız ve sonuçları da açık fikirlilikle değerlendirmemiz döngüsel bir üretim ve tüketim sistemine ulaşmamızı kolaylaştıracaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder