1 Ocak 2023 Pazar

Yeşil Düzene Uyum

Belirli bir refah seviyesine ulaşan Batı Avrupa’da temel ihtiyaçlar karşılanabildiğinden bir sonraki adım doğal olarak daha karmaşık ihtiyaçların karşılanabilmesi oldu. Özellikle geçen yüzyılın ortasında ciddi çevresel sorunlarla karşılaşmaya başlayan gelişmiş ülkeler “kirli” üretimleri gelişmekte olan ülkelere kaydırarak bir seviyede vicdanlarını rahatlatmış oldular. “Kirli” üretim yapılmıyor değildi, ancak artık gözden uzak yerlerde insanlar bu kirliliğin sonuçları ile yaşamak zorunda kalıyorlardı. Ancak küreselleşmenin gelişmesi bir noktada bilginin de yayılmasına ve özgürleşmesine yol açtı.

2 Aralık 1984’teki Bhopal faciası 24 Nisan 2013’teki Rana Plaza kazasına kıyasla birkaç kat daha fazla can ve mal kaybına yol açmış olsa da Rana Plaza kazası özellikle Batı Avrupa’daki tüketici davranışlarında önemli değişikliklere yol açtı. Batı Avrupa artık “kirli” üretimin kendilerinden uzakta yapılmasına göz yummama düşüncesine yöneldi. Bu düşüncenin iki temel bileşenini; iklim değişikliği gibi küresel bir kirliliğin eninde sonunda kendilerini de etkileyeceği ve “kirli” üretim uzakta da olsa o ürünü kendileri kullandıkları müddetçe kirliliğin sorumluluğunu taşıdıkları oluşturdu. Bu bağlamda yeryüzünü kirletmeden bir yaşamın olması gerektiğinden yola çıkarak “gezegenimizin sınırları” kavramı oluşturuldu. Bu kavram çevreye ne kadar zarar verdiğimiz ve bu zararların yeryüzündeki yaşamın dirençliliğini ne derece zayıflattığı üzerine kurulmuştur. İklim değişikliği gezegenin en tehlike altındaki sınırlarından biridir, ama tek büyük tehlike değildir. Aşırı suni gübre kullanımı, biyoçeşitliliğin azalması, ozon tabakasında hala devam eden incelme gibi sınırlar da hayatın devamlılığı açısından önemli tehlikeler yaratır. Bu nedenle Avrupa Birliği son senelerde aldığı ve gezegenin sınırları kavramı üzerine bina edilen kararlarda, kendi sınırları içerisinde yaptığı her üretime belirli kurallar getirmiştir. Yeşil Düzen diye bildiğimiz bu kavram yapılan her üretimin ve işlemin gezegene zarar vermeyecek şekilde olmasını kurallara bağlamaktadır. Ülkemize bu, sadece Sınırda Karbon Vergisi Düzenlemesi gibi kısıtlı bir şekilde yansıtılsa da perdenin arkasında çok daha büyük bir resim saklıdır.

Ancak Avrupa Birliği’ne her ne kadar “birlik” diyor olsak da aslında bu bağlamda bir birlik olarak hareket etmekten oldukça uzaktalar. Özellikle Komisyon ve Parlamento’nun Yeşil Düzen’e bakışı oldukça farklıdır. Komisyon ağırlıklı olarak Batı Avrupa’nın görüş açısını yansıtmaktadır. Bu görüşe göre sadece Avrupa’nın kendi içerisinde bu kural setini uygulaması yeterli değildir, Avrupa’ya ürün ve hizmet ihraç eden tüm devletlerin de aynı kural setini uygulamaya başlaması gereklidir. Bunu iki temel sebebi vardır. Bunların ilki ahlakidir. Batı Avrupa özellikle Rana Plaza kazasından sonra kendi kirli işlerini az gelişmiş ülkelere yaptırmanın getirdiği faturayı görmüştür ve tüketiciler en azından kendi tükettikleri ürünlerin “doğru” biçimlerde üretilmesi yönünde kararlılık göstermeye başlamışlardır. Fakat daha önemlisi, Avrupa içerisinde bu üretimin “doğru” yapılması üreticilere oldukça yüksek bir fatura getirmektedir. Avrupa kendi üreticisi bu yüksek faturayı öderken dışarıdan ithal edilen ürünlerin aynı standartlara uygun üretilmemesinin bir dezavantaj yaratacağından yola çıkarak Yeşil Düzen’i tüm üreticilere yaymayı planlamaktadır.

Bugün Avrupalı bir üretici tarım ilacı ya da kimyasal gübre kullanmadığı zaman üretimde düşüş yaşamakta ve bu fiyatlara yansımaktadır. Şimdi uygulanmaya başlanan yöntem, gelişmekte olan ülkelerden aldığı ürünlerde de tarım ilacı ya da kimyasal gübre kullanmamayı talep etme yönünde olacaktır. Bu bizim çiftçimizin de masraflarını artıracaktır. Ama bizim ülkemize aynı ürün dışarıdan geldiğinde o ürünün üretiminde aynı şartlar aranmadığı için bir fiyat dezavantajı oluşacaktır. Bu dezavantajı gidermenin tek yolu bizim de ithal ettiğimiz ürünlere benzer koşullar talep etmemize neden olacaktır ya da Avrupa’nın beklentisi bu yöndedir. Bu kuralların bir kısmı bugün için Dünya Ticaret Örgütü kurallarına ters olsa da ABD ve Avrupa birlikteliği bu kuralların çevre düzenlemelerine saygı duyulması yönünde hızla değiştirilmesine neden olacaktır. Sadece ABD bu bağlamda Avrupa’dan biraz daha yavaş hareket etmek istemektedir. Avrupa Parlamentosu da benzer bir tutum içinde olduğundan Yeşil Düzen’in tüm parçaları bizim ihracatımızı acilen etkileyecek boyutta olmayacaktır. Ancak, bilmemiz gerekiyor ki üretim biçimlerimiz konusunda önemli değişiklikler geliyor.

Aslında üretimimiz bir dönüm noktasında bulunuyor. Biz iç üretimle ve az gelişmiş ülkelere satacağımız ürünleri üreterek ayakta kalmayı tercih edebiliriz ama hepimiz biliyoruz ki gerçek çözüm burada değil. Sürdürülebilir bir üretim ve ihracat stratejisi, ABD ve Avrupa Parlamentosu’nun verdiği bu arada, açıklarımızı mümkün olduğunca kapatarak daha “kirli” yerine daha “doğru” üretim yapabilmenin yolunu açmaktır. Yeşil Düzen’in tüm kuralları işlemeye başladığında bir karbon vergisi ödemek zorunda kalacağız, ama bu vergiyi sadece Avrupa’ya ihracat yapan üreticiler değil hepimiz ödeyeceğiz çünkü üretimi Avrupa’ya ihracat için yapılan üretim ve diğerleri diye ayırmak mümkün değildir. Sürdürülebilir üretim ancak bir yanda gezegenin sınırları denilen temel kavramı önde tutarken diğer yanda da sürdürülebilir kalkınma amaçlarının sosyal noktalarına da uyarak yapılabilir. Burada yapacağımız hatalar bize verilen süre bittiğinde ciddi kayıplara yol açabilir, onun için bu arayı çok iyi değerlendirmeliyiz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder