1 Ocak 2023 Pazar

Bardağın dolu tarafı

1992 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf olan ülkeler her yılın sonunda toplanarak iklim krizi konusundaki gelişmeleri değerlendiriyorlar. Bu toplantılara Taraflar Konferansı (COP) diyoruz. Yalnız Birleşmiş Milletler aracılığıyla yapılmış bu tür pek çok sözleşme var, bunların tümünün taraflar konferanslarına da COP deniyor, dolayısıyla oluşabilecek karışıklıklar konusunda dikkatli olmak gerekir. Kasım ayında Sharm el Sheikh’de düzenlenen COP27 iklim alanındaydı, Aralık ayında Montreal’de düzenlenen COP15 ise Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitliliğin Korunması Sözleşmesi’nin Taraflar Konferansı olacak. Bir sonraki yazıyı o konferansın çıktılarına ayıracağım, bu seferlik sadece iklim konuşacağız.

Başlıktan da anlayacağınız üzere, sadece olumlu şeylerden bahsetmeye çalışacağım. Sanırım sene boyunca kötümser kısımlara fazlasıyla değindim, şimdi güzel şeylerden bahsederek seneyi kapatalım.

Öncelikle Sharm el Sheikh’de hava oldukça güzeldi. Gündüzleri 26-28 derece arasında ve fazla nemli olmayan, gökyüzünün her daim açık olduğu bir ortamda yapıldı toplantı. Bu çok güzel bir şey çünkü toplantı alanının tamamı tek katlı yapılarla geniş bir bölgeye yayılmıştı. Bu binalar arasında açıkta ve yürüyerek dolaşıldığı için havanın kuzey ülkelerinde yapılan COP’lar gibi soğuk ve yağışlı olacağını hayal etsek COP27 de katılımcılar için azap olurdu.

Toplantıya katılanlar çok geniş bir alana yayılan otellerde kaldıklarından katılımcıları taşımak için önce elektrik olduğu söylenen ama sonrasında doğal gaz ile çalıştığını öğrendiğimiz çok sayıda otobüs çalıştı. Konferans alanına ulaşmak başka türlü oldukça zor olduğundan bu sık çalışan otobüsler hepimizi çok mutlu etti.

Ülkemizin standı çevre - dijitalleşme - sanat - sıfır atık düşünceleri etrafında kurulmuş ve oldukça fazla ilgi çeken bir stand oldu. Özellikle caretta carettaların Akdeniz’deki yolculuklarından elde edilen verilerle yapılan dijital sanat eserleri herkesin önünde bolca fotoğraf çektirdiği bir yerdi. Ayrıca tüm gününü konferansta geçiren katılımcıların bilgisayar ve telefonları şarj etmelerine imkan tanıyan bir sistemin kurulmuş olması da Türkiye standını hem bizler hem de yabancılar açısından uğrak bir yer haline getirdi.

Sayın Bakan Yardımcımız Prof. Dr. Birpınar’ın da söylediği gibi bu bir “ara” COP’tu. Yani burada çok büyük kararlar alınması beklenmiyordu, amaç daha çekişmeli geçecek konferanslara bir altlık hazırlanmasıydı ve öyle de oldu denebilir. Konferansa katılan 600’ün üzerinde fosil yakıt şirketlerinin ve lobilerinin temsilcileriyle aynı yemek kuyruğundan yemek aldık, aynı mekanlarda kahve içtik ve kimse birbirine kötü bir söz söylemedi (bardağın dolu tarafı). Bunun en önemli nedeni ise bu lobilere Mısır’a girişte hiçbir engelleme yapılmazken kötü niyetli iklim eylemcilerinin Mısır’a alınmamış olmalarıydı (bardağın dolu tarafını gerçekten zorluyorum).

Toplantıda alınan kararlara bakacak olursak, yeryüzünde iklim krizinin durdurulduğunu düşünmemiz mümkün olur çünkü sonuç bildirgesinde iklim krizini nasıl durduracağımıza dair fazla bir şey yoktu. COP26’da ülkelerin daha önce vermiş oldukları niyet beyanlarının yetersizliğinden ve ısınmanın 1,5℃’de durdurulabilmesi için bu niyet beyanlarının bizi hedefe ulaştıracak biçimde yeniden düzenlenmesinden söz ediliyordu. Hatta bu yeni beyanların Eylül 2022 sonuna kadar Birleşmiş Milletler’e teslim edilmiş olması gerekiyordu. Ancak hükümet değişikliği sonunda Avustralya’daki yeni hükümetin sunduğu katkı dışında hiçbir devlet ciddi anlamda bir iyileştirme sunmadı. Buradan da sanırım artık iklim krizinin kötüleşmediği sonucuna ulaşabiliriz (dolu tarafı göstermek için çok zorluyorum).

Neredeyse 30 yıldır iklim krizinden zarar gören ülkelerin kayıp ve zararlarının karşılanması bu müzakerelerde etrafında dolaşılan bir konuydu. Bu konunun ilk defa bu COP için resmi gündeme alınmış olmasını önemli bir başarı olarak görmeliyiz (ciddi). Daha toplantının ilk gününde ABD İklim Temsilcisi John Kerry “ülkelerin kayıp ve zararlarını karşılayacak bir para miktarı hiçbir devletin kasasında yok” diyerek hem iklim krizinin ne denli ciddi bir sorun olduğunu hem de bu krizin yarattığı ve yaratacağı sorunların bedelinin bir yanda hesaplandığını, diğer yanda da ulaşılan sayının korkunç boyutta olduğunu ortaya koydu. Bu çok ciddi bir ilerlemedir. Artık gelişmekte olan ülkelerin kayıp ve zararlarını görmezden gelmek mümkün değildir, ABD temsilcisi bile bu sorunu kabul etmiş ve büyüklüğünü ortaya koymuştur (yarı ciddi).

Görüşmeler sonunda kayıp ve zararların karşılanması için bir fon oluşturulmasına karar verildi. Bu fonun temel prensipleri olarak fona kaynak sağlamanın Çerçeve Sözleşme’de yer alan gelişmiş ülkelerle kısıtlı kalmaması ve bu fondan sadece iklim krizinden en fazla etkilenen kırılgan ülkelerin para alması belirlendi. Ancak bu düşünceler henüz ete kemiğe bürünmüş kararlar değil. Kimin ve ne kadar kaynak sağlayacağı ile kimin ve ne kadar para alabileceği bir sonraki COP’a kadar biraz daha belirli hale gelecek. Aslında bu sistem 2009 yılında Kopenhag’daki COP sonunda kurulmuş olan Yeşil İklim Fonu ile neredeyse aynı temellere oturuyor. Kısa süre içerisinde böylesi yuvarlak kelimelerle temeli kurulan bir sistemin işlemeyeceği anlaşıldığından devletler yapacakları yardımı Dünya Bankası veya IMF gibi kuruluşlar vasıtasıyla kullanmayı daha uygun gördüler. Şimdilerde ise uluslararası yatırım bankaları aracılığıyla tanınan krediler kırılgan ülkelerin iklim krizine karşı dirençliliklerini artırmayı bir öncelik olarak koyuyor.

Bu toplantıdan çıkan bir diğer sonuç açıkça Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşların destek sağlama sistemlerinin yeniden gözden geçirilmesi idi. Bu şekilde yazıldığında oldukça nazik görünen bu kararın ardında ise gelişmekte olan ülkelerin önemli bir çığlığı yer alıyor: “Siz yeryüzünü batırarak geliştiniz, şimdi bize borç vermekten bahsediyorsunuz, bizim size borcumuz yok, sizin dünyaya borcunuz var, o nedenle artık verilecek para bir borç ya da kredi değil hibe olmalıdır.” Bu yaklaşım son derece doğru ve mantıksal temellere dayanıyor, fakat ne derece başarılı olacağını görebilmek oldukça zor. Başta John Kerry’nin dediği gibi, kimsede o kadar para yok ve şu andaki ekonomik durumda yakın zamanda da kimsede o kadar para olmayacak. Bu nedenle de yapılmaya çalışılanlar son derece doğru olsa da elinde parayı tutan kişileri bu parayı size vermeye ikna edemediğiniz müddetçe ilerleme sağlamak neredeyse imkansız olacaktır.

COP27 henüz önemli bir fosil yakıt ihracatçısı olmayan Mısır’da yapıldı ve o nedenle bardağın dolu kısmı hakkında ironiyle de olsa konuşmak mümkün oldu. COP28 ise dünyanın 3. büyük fosil yakıt ihracatçısı olan Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapılacak. COP28 sonrası söylenecek olumlu söz bulabilmemiz çok daha zor olabilir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder