1 Mayıs 2023 Pazartesi

3-6-9 Dünyası

Bugün 1,2-6-8,02 dünyasında yaşıyoruz. Yani, iklim krizi ile birlikte sıcaklık artışı henüz 1,2℃, altıncı büyük yok oluş tüm hızıyla devam ediyor ve insan nüfusu bugün itibariyle 8,02 milyar. Bir yandan küresel ortalama sıcaklıklar yavaş yavaş yükseliyor diğer yandan da nüfusumuz her gün yaklaşık 180 bin kişi artıyor. 2050 yılını bulmadan nüfusumuz 9 milyarı aşacak, ortalama sıcaklığın ise 3℃ artış olması bize şaşırtıcı gelmemeli. Mesela gelecek sene muhtemelen 1,5℃ ısınma sınırını geçtiğimiz ilk sene olacak. Bu nüfus artış oranında dünya nüfusunun 2050 yılından önce 9 milyarı aşacağı nasıl öngörülebiliyorsa, bu sera gazı salım oranlarımızla atmosferi epey ısıtacağımız da aynı kolaylıkla hesaplanabiliyor. Peki bu bizi nereye götürecek?

Nereye doğru gideceğimizi doğru anlamak için nereden geldiğimize bir bakmamız gerekiyor. İnsan ırkı oldukça uzun bir zamandır yeryüzünde yaşıyor. Bilimsel veriler özellikle son 100 bin yıl içerisinde zihinsel kapasitemizde önemli bir artış olmadığını söylüyor. Yani, bundan 100 bin sene önce ne kadar akıllıysak, şu anda da o kadar akıllıyız. Ancak 100 bin sene önce mağaralarda yaşıyorduk, şimdi ise uzaya gidebilecek teknolojiye sahibiz. O kadar uzağa değil de 12 bin sene önceye gidecek olsak insanlığın 100 bin sene öncesinden pek de farklı olmadığını anlayabiliyoruz. Öyleyse ne olduysa son 12 bin sene içerisinde oldu diyebiliriz. Son 12 bin seneyi daha öncesiyle kıyasladığımızda ise bir unsur hemen öne çıkıyor: Son 12 bin senede çevre koşullarımız neredeyse hiç değişmedi. Öncesinde ise kısa süreler içerisinde doğal çevremizde oldukça hızlı sayılabilecek değişiklikler görülüyordu. Bu hızlı değişikliklerin sona erdikten sonra girdiğimiz ve oldukça kararlı çevre koşullarının görüldüğü döneme Holosen diyoruz.

Holosen medeniyetimizin geliştiği dönem oldu. Bu gelişme uzun süre oldukça yavaş ilerledikten sonra buhar makinesinin icadıyla hızlanmaya başladı, yaklaşık 1950 sonrasında ise neredeyse kontrolden çıktı. “Kontrolden çıktı” dememizin sebebi ise bu hızlanma öncesi doğaya verdiğimiz zararın ve bu zararın neden olduğu değişikliklerin geri dönülebilir seviyede olmasıdır. Ancak özellikle 1950 sonrası ısrarlı biçimde doğayı kararlı düzeninden saptırma çabalarımız jeologların bu döneme yeni bir isim verme çabalarına neden oldu: Antroposen, yani insanın çağı.

Bu yeni ismin sosyal bağlamını uzun uzadıya konuşmamız mümkün ama jeolojik açıdan konuya bakacak olursak, bundan milyonlarca yıl sonra yeryüzünde yaşayacak olanlar geriye dönüp kaya katmanlarının içerisinde bugüne ait bir kesit bulacak ve “burada garip bir şeyler olmuş” diyecekler. Yeryüzüne verdiğimiz zarar işte bu boyutta.

İşin kötü tarafı, bu verdiğimiz zararın bilincine vararak geri dönmeye de çabalamıyoruz. Çevre üzerinde geçtiğimiz her sene daha artan bir etkimiz var. Bu etkimiz yeryüzünün insan medeniyetini kurmasına destek olduğu iki temel noktada oldukça büyük zarar yaratıyor. Bu noktaların ilki sözünü ettiğimiz kararlı iklim ve çevre koşulları. İkincisi ise sahip olduğumuz biyolojik çeşitlilik. Medeniyetimizin gelişimine baktığımız zaman bunun tarımı yapılacak daha çeşitli ürünlerin yetiştiği ve bunun yanında hem beslenme hem de işgücü açısından destek olacak hayvanların olduğu Mezopotamya’da başladığını kolayca görebiliriz. Benzer iklim koşulları Orta Amerika’da, Indus Havzası’nda ve Çin’de de olmasına rağmen Mezopotamya’yı öne çıkartan buğday, arpa, mercimek ve yulafın yanında inek, at, koyun ve devenin varlığıydı. Bu nedenle 3-6-9 dünyası Holosen’den de Antroposen’den de farklı olacak.

Öncelikle 9 milyar kişiyi beslemek zorunda olacağız ve bu kişilerin önemli çoğunluğu gelişmekte olan ülkelerde, hatta bunların da gelişim basamaklarında daha aşağıda bulunanlarında doğacak. “Bu insanları beslemek kolay, yeter ki biz gıda sistemindeki sorunları ve israfı giderelim” diye düşüneceğinizi biliyorum ama ne yazık ki bu dediğiniz o kadar da kolay değil. Satın alma gücü arttıkça bireylerin istekleri de çoğalıyor. Eskiden parası olmadığı için erişemediği bazı şeylere erişecek parası olduğunda aşırı tüketime engel olmak başlı başına bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. O nedenle kişilerin tüketim alışkanlıklarını değiştirerek gıda israfının önüne geçeceğimizi düşünmek belki kendi ailelerimiz için geçerli olabilir ama kısa vadede küresel olarak uygulanabilir bir çözüm değil. Özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki hayvansal gıda tüketimi önüne oldukça zor geçilebilecek bir biçimde artıyor. Bu da 9 milyar kişiyi sağlıklı beslemek açısından önemli engellerden biri.

Yeryüzündeki hayat şimdiye kadar beş büyük yok oluş yaşamış. Bunların en ciddisinde, 251 milyon yıl önce, neredeyse gezegendeki tüm yaşam uçurumun kenarından dönmüş. Bu olayda yeryüzündeki canlı türlerinin %90’ı yok olmuş. Dikkat edin lütfen canlıların değil, o türden bir tane bile kalmayacak biçimde türlerin %90’ı yok olmuş. Bu felaketlerin en hafifinde, 359 milyon yıl önce canlı türlerinin %70’i yok olmuş.

Şimdiye kadar biyolojik çeşitliliğe verdiğimiz zararın üzerine, bilim insanları önümüzdeki 40 yıl içerisinde bugün kalmış olan biyoçeşitliliğin en az %30’unu daha kaybedeceğimizi söylüyorlar. Bu hızla devam edecek olursak insanlık yeryüzünün tarihindeki altıncı yokoluşa da kendisi neden olacak. Medeniyetin gelişimini biyolojik çeşitliliğe borçluyken yapmakta olduğumuz bu hatayı çok fena ödeyebiliriz. Bugün, “elimizdekiler bize yeter” derken aklımıza genelde kutup ayıları geliyor. Unutun kutup ayılarını, yanlış tarım politikalarıyla ata tohumlarımızı yitiriyoruz. Biyoçeşitliliğin kaybı dediğimiz kutup ayıları ya da penguenler değil, gelecekteki bir başka COVID salgınında ilaç olarak kullanabileceğimiz bir zambak cinsini ya da bir mercanı kaybediyoruz.

Bunların ötesinde bir de yeryüzü ısınmaya devam ediyor. Sıcaklık artışı 3℃’yi bulup geçtiğinde artık tanıyamayacağımız bir dünyada yaşıyor olacağız. Hani daha rahat anlamanız için, deniz seviyesi Kadıköy’de Boğa’ya kadar gelecek, Adana’da barajdan denize girebileceğiz. Antalya’da senenin yarısı 45℃ sıcaklıkla geçecek. Kuraklık ve sel felaketlerinden dolayı Afrika ve Güneydoğu Asya’dan on milyonlarca insan Avrupa’ya göç edebilmek için medeniyetlerin geçiş noktası olan ülkemize doğru göç edecek. Çekirge sürülerinin kuzeye yönelmeleriyle tarımsal ürünlerin yarısını kaybettiğimiz seneler olacak. Bu listeyi uzatmak mümkün ama sanırım 3-6-9 dünyasının Holosen’den de Antroposen’den de ne denli farklı olacağını kavradınız.

Peki ne yapmalı? Öncelikle şimdiden şikayetçi olsak da 1,2-6-8,02 dünyası pek de fena değil. Elimizden geldiğince bu dünyanın 3-6-9 dünyasına kaymasına engel olmalıyız. İşe başlamamız gereken nokta da küresel ısınmayı durdurmak olmalı çünkü iklim felaketi diğer sorunları da çözülmez hale getiriyor. Ama aklımızın bir kenarında her gün biraz daha hızla 3-6-9 dünyasına yaklaşmakta olduğumuz ve o dünyaya uyum sağlamamız gerekebileceği de bulunmalı. Benim kafamdaki dünya işte bu 1,2-6-8,02’den 3-6-9’a doğru hızla giden bir dünya. Bu hafta biri bana “siz kendi dünyanızda yalnızsınız maalesef” dedi. Evet, bugün için küçük bir azınlık olabiliriz ama bu azınlığın hızla büyüdüğünü görüyor olmak da oldukça üzücü. Keşke şimdiden herkes 3-6-9 dünyasını görse de oraya gitmemek üzere birlikte önlemler alabilsek.

Bu yazı EKOIQ dergisinde yayımlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder