15 Eylül 2023 Cuma

Avrupa Yeşil Mutabakatı Neler Getirecek?

Yeni İklim Kanunu iş dünyasının Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde en fazla önem verdiği konuya odaklanıyor: Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması’na uygun biçimde davranabilmek. Bu kısmen doğru bir yaklaşım ama buradaki amaç yeni İklim Kanun Tasarısını değerlendirmek değil. Daha çok iş dünyasının öncelikli olarak Avrupa’ya yaptığı ticaret bağlamında karşılaşacağı hukuki sorunları ele alabilmektir.

Avrupa Birliği’nin sera gazı salımlarına uygun bir ticaret anlayışı geliştirmek Yeşil Mutabakatın değişik alanlarından sadece bir tanesi. Ancak ülkemizde sanki Yeşil Mutabakat iklim krizine karşı önlemler paketi gibi bir anlayış yaratılıyor. Öncelikle Avrupa’nın iklim krizi karşısındaki duruşunu anlamakta büyük fayda var.

Biz her ne kadar karşımızda bir Avrupa Birliği görsek de esas sorun karşımızda bir birlik değil en az üç değişik katman olmasıdır. Bu katmanların ilki, birliğin sorunlarını ve gelecekte karşılaşacağı zorlukları görerek buna dair adımlar atılmasını öneren bürokratik katmandır. Bu katman oldukça önde görünse de aslında en güçsüz olan katmandır. Arkada ayrı devletlerin oluşturduğu bir başka katman vardır. Bu katmanda bir birlik olarak Avrupa’nın değil, tek tek üye ülkelerin ihtiyaçları önemlidir ve bir konuda ancak herkes hemfikir olursa ilerleme sağlanabilir. Herkesin hemfikir olabilmesi için de çok sayıda taviz verilerek mümkün olan en katı ama aynı zamanda da en sulandırılmış kararlar alınır. En alt katmanda da parlamento bulunur. Parlamento bir ülke parlamentosuna kıyasla politik gerekliliklerle en az bağlanmış yapıda olduğundan etkilenmesi de en kolay olan katmandır. Parlamento liderlerinin değişik imtiyaz grupları ile olan ilişkileri neredeyse polisiye olaylar halini almıştır.

Bu yapı içerisinde en üst katman olan komisyon Avrupa’nın geleceğini sera gazı salmayan bir ekonomide görmektedir. Uzun vadede doğru olan yaklaşım da budur. Avrupa’nın ekonomik açıdan kuvvetli ülkeleri de bu yaklaşımı destekliyorlar. Özellikle Almanya karbonsuz bir ekonomiye geçişin faydasına hem inanıyor hem de koalisyon ortağı olan Yeşiller Partisi nedeniyle inanmak zorunda kalıyor. Ancak aynı şeyin birliğin doğusundaki ülkeler açısından geçerli olduğu söylenemez. Mesela Polonya ekonomisi oldukça kömür bağımlısı olduğundan Avrupa Konseyi’nden kömürü yasaklayan bir kararın çıkmasını beklemek hayaldir. Bunun ötesinde Parlamento çeşitli sektörlerin etkilerine göre pozisyon almaktadır.

AB kendi üretimini karbonsuzlaştırmanın önemini biliyor ve bu yolda elinden geldiğince çaba sarf ediyor. Ancak üretimi karbonsuzlaştırma bugünden yarına gerçekleşmesi imkansız bir konu olmanın ötesinde oldukça maliyetlidir. Eğer AB üreticileri bu maliyete katlanıp karbonsuzlaşacak olurlarsa ithal edilen mallarda aynı maliyet olmamasından dolayı önemli bir fiyat dezavantajı ile karşı karşıya kalacaklar. Bu nedenle de AB Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizmasını çalıştırarak kendi üreticilerinin karşı karşıya kaldıkları ek maliyeti AB’ye ihracat yapan şirketlerin de sahiplenmesini istiyor ki fiyat dezavantajı ortadan kalksın. Bu şekilde bir düzenleme Dünya Ticaret Örgütü kurallarına göre ancak iç pazarda da uygulandığı sürece mümkün olabilir. Yani, eğer AB kendi sınırları içerisindeki her üreticiden salınan karbondioksidin tonu başına 100€ vergi alırsa ya da piyasa mekanizmalarıyla bu verginin eşdeğeri olan bir sınırlandırma uygulanırsa, ithal edilecek ürünlere de aynı karbon vergisi uygulanabilir. Eğer kendi birlik sınırları içerisinde bu vergiyi uygulamayıp sadece ithal ürünlere uygulayacak olurlarsa DTÖ kurallarını ciddi biçimde çiğnemiş olurlar ki buna DTÖ çerçevesinde yaptırımları olacaktır.

O zaman anlıyoruz ki bu karbon mekanizmasının öncelikle AB içerisinde çalıştırılması gerekiyor. AB 2005 yılından bu yana sağlıklı bir karbon piyasası yaratma çabasında. Ancak henüz birlik üyesi tüm ülkelerin eşit biçimde bu piyasa içerisindeki yükümlülüklerini yerine getirdiklerini söylemek oldukça zor. Özellikle sektörlerin baskısıyla parlamentoda alınan bazı kararlar birliğin ekonomik anlamda daha geride bulunan ülkelerine imtiyaz tanıyor. Bu da DTÖ kuralları çerçevesinde savunulması zor bir pozisyon yaratıyor.

Bu resim karşısında bizleri neler bekliyor? Öncelikle AB gerek kendi içinde gerekse de AB’ye ihracat yapan tüm tarafların karbon salımı konusunda şeffaf olmalarını istiyor. Bu AB sınırlarında nispeten sağlanmış bir konu olsa da ülkemiz gibi verinin oldukça yetersiz ve bazen de gereksiz olduğu ülkeler açısından çok önemli bir sorun yaratıyor. Artık AB’ye ihracat yapan tüm şirketler üretimde ne kadar sera gazı saldıklarını raporlamak zorundalar. Bu bizim şirketlerimiz açısından ciddi bir kabus çünkü her ne kadar senelerdir buna hazırlanıyor gibi görünsek de bu konudaki altyapımız oldukça zayıf. Bunun bir nedeni şirketlerin ve devletimizin yapısından kaynaklansa da bir diğer nedeni tedarik zincirinden ve bu zincirin gri sınırlarından kaynaklanıyor. Yani siz istediğiniz kadar iyi veri tutun, sizin sağlayabileceğiniz veri ancak sizin tedarikçinizin size sağladığı veri kadar doğrudur. Bir de bunun üzerine, konu gerçekten sınırda bir vergi alınmasına gelecek olursa, o zaman emin olun, sizin vereceğiniz raporları birileri gelip yerinde denetleyecektir. Dolayısıyla da bu raporların “herhalde şöyledir” yöntemi ile değil bilimsel kaynaklara dayanması gerekiyor.

Bunu yerine getirdiğimizi düşünecek olursa 2026’da Avrupa’ya ihraç ettiğimiz bazı ürünlerden vergi alınmaya başlanacak. Ancak AB kurallarında “biz vergi alacağız” demiyor, “salınan karbondioksidin karşılığı ödenir” diyor. Yani bu vergiyi bizim hükümetimiz almazsa, AB sınırda alacak. Bu durumda da eminim bizim devletimiz AB’ye para vermemek için kendisi bir vergi mekanizması kuracaktır.

Bu vergi eğer AB içerisinde belirlenen karbon fiyatının altında olursa AB gene de sınırda aradaki farkı talep edecektir, o nedenle de karbon fiyatının AB fiyatı ile uyumlu olması gereklidir. AB’de bugün için karbon fiyatı 100€ çevresindedir. Bu fiyatın 2030 yılına kadar en az 150€ civarına çıkması öngörülüyor. Bu fiyat gözümüzü ayırmamamız gereken fiyattır. Hatta bugünden tüm işlemlerimizde bu fiyatın varlığını kabul ederek işlem yapmamız gelecekte bu fiyatla karşılaştığımızda yaşayacağımız şoku azaltır.

Peki ya karbon piyasası? Karbon piyasasının sisteminin temeli bir sınır tavan belirlenmesi ve bu sınır tavan çerçevesinde ticaret yapılmasıdır. Yani sınırın kısıtladığı metanın ticareti yapılır. Ülkemizde en azından 2038 yılına kadar ciddi bir karbon sınırı yoktur. Bu nedenle de piyasada sınırsız bir kaynağın fiyatının 100€ ile belirlenmesi imkansızdır. Ancak durum ne olursa olsun, eğer AB ülkeleri bu konuda bir uzlaşıya varacak olurlarsa ilk eylemleri bizden bu bedeli talep etmek olacaktır. Bu nedenle de bizim bugünden vergi olsun, çalışan karbon piyasası olsun saldığımız her ton karbondioksidin bedelinin de 100€ olduğunu bilerek işlerimizi yürütmemiz gerekiyor. 

Şimdiye kadar anlatmaya çalıştıklarım Yeşil Mutabakatın sekiz ana maddesinden sadece bir tanesi, belki de bizim tarafımızdan en iyi anlaşılanıydı. Daha sonraki yazılarda diğer maddeleri ve bize getireceği zorlukları da anlatmaya çalışacağım.

Bu yazı Yeşil İş Dünyası Platformu'nda yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder