11 Ağustos 2021 Çarşamba

Peki biz ne yapacağız bu felaketler karşısında?

İklim krizinin kötü günlerini yaşıyoruz dostlar. Gelecektekinden iyi geçmiştekinden sıkıntılı günler yaşıyoruz. Ne yazık ki bu kriz kısa sürede sona ermeyecek. Gelecekte bizi daha da çetin günler bekliyor. Şimdi size bunları serin ve yağmurun çiselediği bir sonbahar günü yazsam “abartı” der geçersiniz. O nedenle de hazır sizler bu krizin büyüklüğünü daha rahat görebilir durumdayken başımızdaki belanın neler getireceğini biraz daha anlatayım. Sonunda içiniz kararabilir, şimdiden özür dilerim.

Orman yangınlarındaki artışla beraber yerli ve yabancı basından pek çok gazeteciyle konuşma fırsatım oldu. Genelde tümünün sordukları soru birkaç noktada toplanıyor:

Devlet buna hazırlıksız mı yakalandı? Evet, devlet buna hazırlıksız yakalandı. Ama bu tür olaylara Çin de, Avustralya da, İsveç de, Yunanistan da, ABD de, Kanada da hazırlıksız yakalandı. Dünyada, belki birkaç küçük istisna dışında devletler bu boyuttaki iklim felaketlerine hazırlıksız yakalanıyorlar. Bunun en önemli nedeni de iklim krizinin getirdiği bu felaketlerin bugün değil uzak gelecekte gerçekleşeceğini düşünmeleri. Ne yazık ki son senelerde boyutları ve şiddeti artan felaketler devletlere iklim krizinin gelecekte ve başka yerde değil, şimdi ve burada yaşandığını gösterdi. Önemli olan devletlerin, yerel yönetimlerin ve bireylerin bundan gereken dersleri çıkartarak gelecek sefere daha hazırlıklı olmalarıdır. Umarım biz de orman yangınlarından ders çıkartmışızdır.

Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylamamış olmasını bu bağlamda nasıl değerlendirebiliriz? Değerlendiremeyiz. Paris Anlaşması’nın onaylanmasından önemlisi Paris Anlaşması’nın şartlarına uyulmasıdır. Ülkemiz de Paris Anlaşması’nın şartlarına uyan az sayıda ülkeden biridir. Burada önemli olan; iklim krizini durdurma hedefinden çok uzakta olan böyle bir anlaşmayı onaylamak ya da onaylamamak değil, tüm ülkelerin bu anlaşmanın çok daha ötesine giderek gerçekten iklim krizini durduracak önlemleri almasıdır. Şu anda neredeyse tüm ülkeler bundan son derece uzaktır. Mesela Türkiye hiçbir özel çaba sarf etmeden şartları yerine getirmektedir. Bu durum, anlaşmanın konunun ciddiyetinden son derece uzak olduğunu gösterir.

Peki gelecekte Türkiye’de ne gibi sorunlar yaşayacağız?  Ülkemiz iklim krizinin en kötü etkileyeceği bölgelerden biri olan Akdeniz Havzasında bulunmaktadır. Akdeniz Havzasında yaşanacak olan en önemli sorun Akdeniz’in güney kıyısındaki çöllerin yüzyılın sonuna dek yavaş yavaş Akdeniz’in kuzey kıyısına doğru ilerleyecek olmasıdır. Bunun da en önemli nedeni, bir yanda sıcaklıklar artarken öte yanda yağışların azalacak olmasıdır. Sıcaklıkların artması ile gittikçe şiddetlenen, uzayan ve daha sık görülen sıcak hava dalgaları hem tarım hem de insan sağlığı açısından ciddi sorunlar yaşamamıza neden olacaktır. Öyle ki, yüzyılın sonuna geldiğimizde Antalya veya Adana gibi şehirlerde bazı günler serinleme imkanı olmadan yaşayabilmek mümkün olmayacaktır. Serinleyebilmek için de elektrik enerjisine ihtiyacımız olacak. Ancak ülkemiz elektrik enerjisinin de önemli bir bölümünü hidroelektrik santrallerden kazanmaktadır. Azalan yağışlarla bu hidroelektrik santrallerin ürettiği elektrik de azalacaktır. Benzer bir sorun doğal gaz kullanan ve kömürlü termik santrallerin soğutma suları için de geçerlidir. Bir nükleer santrali nasıl soğutulabileceğini düşünmek bile istemem bu durumda. Azalan yağışlar ve nem beraberinde kuraklığı getirecektir. Kuraklık ise bir yandan tarımsal üretimi etkilerken diğer yandan da orman yangınlarının sıklaşmasını kolaylaştıracaktır. Özellikle yaz aylarında ısınan denizlerden gelen su buharı ani yağışlara neden olarak bölgesel olarak selleri beraberinde getirecektir. Tüm bu olayları aslında yaşamaya başladık ve yakın gelecekte de bu olaylar şiddetlenerek devam edecektir.

Peki, ne yapacağız? Öncelikle ülkemizin bir iklim eylem planına değil bir iklim eylemine ihtiyacı var. Buradan da hepimizin sokaklara dökülmesi gerektiğini anlatmak istemiyorum. Devlet kademesinin en tepesinden sokaktaki sade vatandaşa kadar hepimiz kriz durumlarında sorumluluklarımızı bilmek ve hızlı hareket etmek zorundayız. Fransa’da 2003 yılındaki sıcak hava dalgasında çok fazla kayıp olmasının arkasındaki nedenlerden biri gençlerin Ağustos ayında tatile giderek yaşlıları Paris gibi şehirlerde yalnız bırakmış olmalarıdır. Yalnız kalan bu yaşlılar sıcaktan kötü biçimde etkilendiklerinde kendilerine yardım ulaşması bazen çok geç olmuş, bu da ölümleri artırmıştır.

Bir felaket anında komşularımızı tanıyor muyuz? (Olası bir felakette yardımcı olabilmek için komşularımızı önceden tanıyor olmamız gerekmez mi?) Kimin, neye ihtiyacı olabileceği konusunda bilgimiz var mı? Bu gerekli ihtiyaçların nasıl sağlanabileceği konusunda yeterince dersimizi çalıştık mı? Elbette devletin görevi yangın söndürme uçakları satın almak ve bunları çalışır durumda tutmaktır ama biz yan komşumuz sıcaktan bunaldığında onu nasıl serin tutacağımız konusunda bilgi sahibi miyiz? Mesela belediyeler, yaşlıları barındıran bir tesiste elektriklerin kesilmesi riskine karşı yaşlıları nereye nakledip onların ihtiyaçlarının nasıl giderileceği konusunda planlama yaptı mı? Bu soru listesini uzatabiliriz ama konunun anlaşıldığını düşünüyorum. Bu felaketler artık bir yere gitmeyecekler. Aksine gittikçe şiddetlenerek daha geniş bir alana yayılacaklar. Şimdi sıra bize geldi. Peki biz ne yapacağız?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder