17 Temmuz 2022 Pazar

İklim ve Döngüsel Ekonomi

İnsanların doğanın canlı kaynakları ve diğer cansız nesneler arasında yarattığı üretim sistemi maalesef son derece karışık bir yapı oluşturuyor. Bu kadar karışık bir yapı içerisinde de oluşan hataları ayıklamak ve sebeplere parmak basarak iyileştirmeler yapabilmek neredeyse imkansız hale gelmiş durumda.

1543 yılı bilimsel açıdan bakıldığında insanlık tarihi açısından çok önemli bir değişim noktasını işaret ediyor. Hem tıpta hem doğa bilimlerinde çığır açan iki temel eserin yayımlandığı bu seneyi bir kırılma noktası olarak alacak olursak insanlığın oldukça az gelişmiş bir seviyede olduğunu kolayca görebiliriz. Ancak bu az gelişmişlik içerisinde gene de pek de fena olmayan olgu, ülkelerin içinde ve ülkeler arasında insani gelişmişlik açısından bugün olduğu kadar büyük bir farklılık bulunmamasıdır. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin açtığı yolda ilerleyen insanlık geçen beş yüzyıl içerisinde önemli gelişmelere imza attı. Bu gelişmeler sırasında ise iki başlıca sorunun da ortaya çıkmasına neden oldu. Bu sorunların ilki gezegenimizin kaynaklarının yerine konulamayacak bir hızda tüketilmesidir. 1543 yılı daha gezegenin her tarafına yayılmadığımız, gitmediğimiz ve görmediğimiz yerlerde daha nice kaynakların olabileceğine inandığımız bir zamandı. Ayrıca bulunduğumuz yerlerde bile kaynaklarımızı tüm sınırlarına kadar kullanmayı gerektirecek bir nüfusumuz yoktu. Çoğu bölgede ekilecek arazi, kesilecek ağaç ve kullanılacak maden bolca bulunuyordu. İnsanlığın çevre ve doğa üzerindeki etkisi yok sayılmazdıama gene de bir göktaşı düşüp hepimizi yeryüzünden silecek olsa birkaç milyon yıla yaşamış olduğumuza dair kanıt bulmak için epeyce araştırma yapmak gerekirdi.

Bilim ve teknolojideki gelişmeler iki önemli sonuca yol açtı. Öncelikle her geçen gün daha fazla sayıda insanı besleyebilme yetisine sahip olduk. Bu da yeryüzünün neredeyse her bölgesindeki insan nüfusunun artması sonucunu doğurdu. İkinci önemli sonuç da tıptaki gelişmelerle insanların yaşam süresi uzadı. Yani hem daha fazla sayıda insan doğup hem de bu insanlar daha uzun süre yaşamaya başladılar. Fakat bu gelişmeler arasında ana düşüncemizde önemli bir değişiklik olmadı. Yeryüzü çok büyük ve genişti, kaynakları da neredeyse sonsuzdu. Kurduğumuz sistem bu temel prensip etrafında gelişti. Üretim ve tüketim sistemlerimizin kurgusundaki bir çarpıklık ilkel şehir devletlerinden geliyordu. En baştaki yönetici, en alttaki bireyden elbette daha fazla imkanlara sahip olacaktı. Ancak bu iki birey arasındaki fiziksel uzaklık çok da fazla olmadığından aradaki farkın da aşırı olması beklenmiyordu. Aynı sistemi alıp yeryüzüne yaydığımız zaman yaşam kalitesi açısından ülke içinde ve ülkeler arasında inanılmaz büyük farklar oluştu. Bu farkın sürdürülebilmesi de üretim sistemlerini çalıştıran yapının çok da değişmeden kalmasına bağlıydı, hala da bağlı. İçinde yaşamakta olduğumuz durumun da başta gelen sebebi binlerce yıl içerisinde ürettiğimiz bu sistemdir ve ne yazık ki bu sistemin tamamını elden geçirmeden bir parçasını düzeltebilmek mümkün değil.

17. yüzyıldaki Meander Minimumu ya da Mini Buzul Çağı dediğimiz dönemde İngiltere’de ısınma ihtiyacını karşılamak için kömür çıkartmak gerekiyordu. Ancak İngiltere’de açılan kömür madenlerinin önemli bir kısmı deniz seviyesinin altına indiğinden madene sürekli su sızıyordu. Sızan bu suyu boşaltmak için kullanılan pompalar da çok fazla güç gerektirdiğinden ilk teknolojik ilerleme bu pompaları buhar gücü ile çalıştırmak alanında yapıldı. Daha rahat bir maden ortamı daha fazla kömür çıkartılabilmesine yardımcı oldu. 18. yüzyılın başlarında havalar da ısınmaya başladığından “çıkartılan bu kömür başka işlere de yarayabilir mi?” düşüncesiyle buhar makinesi icat edildi. Hikayenin sonrasını hepimiz biliyoruz. Buhar makinesi endüstrinin, endüstri modern teknolojinin, modern teknoloji ve özellikle sağlık bilimlerindeki gelişme nüfus artışının gelişini kolaylaştırdı. İnsanlık ne yaptığını çok fazla fark etmeden 20. yüzyılın ortasına vardı.

20. yüzyılın ortasında da aslında pek bir şey fark etmiş değildik. Evet, Silent Spring (Sessiz Bahar) artık yeryüzüne ciddi zarar verebilecek kadar gelişmiş olduğumuzu, Küba Füze Krizi eğer istersek yaşamı yeryüzünden silebileceğimizi gösterdi ama günlük yaşamımızın yeryüzünü nasıl etkilediği konusunda fazla kafa yormadık.

1960'larda aslında durup düşünmüş olsaydık kritik bir eşikte durduğumuzu görebilirdik. Tam o aralıkta insanlık bir sürdürülebilirlik noktasındaydı. Tüm insanlığın tükettiği kaynaklar ile yeryüzünün bize sunduğu kaynaklar bir dengedeydi. Ama maalesef o tren kaçtı ve bugün artık her sene doğanın bize sunduğu kaynakların 1,7 katını tüketiyoruz. Artan nüfusumuzla da bu tüketimimiz gittikçe artıyor çünkü düşünce yapımızda ciddi bir değişim yok, biz hala kaynaklara on bin yıl önce ilk yerleşkelerdeki insanlar gibi yaklaşıyoruz.

1700'lerin başında havalar ısınmaya başladığı zaman, “eh, artık bu kadar çok kömür çıkartıp yakmamıza gerek yok” demeden kömür yakabilmek için yeni sebepler bulduk kendimize, hala da aynı yolda devam ediyoruz. Zaman içerisinde kömürün ötesinde petrol ve doğal gazın da çok işimize yarayacağını fark ettik. Yüz yılı aşkın bir süredir “otomobil” adını verdiğimiz bir taşıma aracını baş tacı ettik ve neredeyse hayatlarımızı bu aracın etrafında kurguladık. Yalnız bu araçların ve üretim sistemlerinin tamamı atmosfere karbondioksit gazı salıyor ve bu gaz da atmosferin ısınmasına yol açıyor. Bugün içinde yaşadığımız sorunun çözümü oldukça basit, neredeyse hemen, öncelikle atmosfere karbondioksit salan tüm eylemlere son vermek zorundayız. Bunu da tek başına yapmak oldukça zor çünkü yüzyıllar içerisinde oluşturduğumuz üretim ve tüketim sistemleri elimizi ve kolumuzu bağlıyor. Bundan dolayı da esasında üretim, tüketim ve daha da önemlisi düşünce sistemlerimizi değiştirmeliyiz.

Basit bir örnek verelim: Hayatlarımızı etrafında kurduğumuz otomobil aslında son derece kötü bir tasarım. Enerjinin nispeten bol ve kolayca üretildiğinin sanıldığı bir dönemde tasarlanan otomobil aslında bizim sağladığımız enerjinin sadece %1,5’i ile bizi bir noktadan bir noktaya taşıyor, gerisi tamamen boşa gidiyor. “Ama daha iyi tasarımla…” diye başlayan cümleler kurmaya çalışmayın, %1,5 en iyi tasarımla ve doğa kanunlarının izin verdiği en ileri teknoloji ile ortaya çıkan rakam, gerçek bundan çok daha kötü. Peki bu taşıt iklime zarar vermesin dediğimizde ne çözüm üretiyoruz? Elektrikli otomobil. Elektrikli otomobil daha mı az enerjiyle çalışıyor? Evet. Çok daha verimli. Bizim verdiğimiz enerjinin %4,5’i bizi taşımaya kullanılıyor, gerisi boşa gidiyor. Peki, elektrik nereden üretiliyor? Ülkemizde elektrik üretiminin yaklaşık yarısı karbondioksit salarak yapılıyor. Yani aslında kazancımız %1,5’ten %2,25’e olan minik bir oran. Bizim artık çok daha değişik düşünmemiz gerekiyor. Bu düşünce de sadece “arabanın motorunu benzinliden elektrikliye çevirelim” farkının ötesinde başımıza iklim krizi belasını açan tüm sistemleri hayatımızdan çıkartmak üzerine kurulu olmak zorunda.

Otomobil aslında basit bir örnek. Çoğumuz günlük hayatımızda fazla da düşünmeden bu tür araçları ve nesneleri kullanıyoruz. İçinde yaşadığımız ekonomik sistem bizi bunun tek doğru olduğuna ve başka bir çözüm yolu olamayacağına ikna etmek üzerine kurulmuş durumda. Bu noktada artık düşünmeye başlamamız gerekiyor. Bu sistem ve bu nüfus artışı ile insanlık bu yolun sonuna gelmiş durumda. Buna inanmayabilirsiniz ama özellikle iklim krizinin karşımıza getirdiği sorunlar oldukça kısa bir sürede inanmanızı sağlayacak.

Bugün karşımıza çıkan her türlü büyük sorunu hala sistemin içindeki parametrelerle açıklamaya çalışıyoruz. Gıda fiyatlarındaki artış mutlaka gıda üreticisi iki devletin savaşmasından kaynaklanır, küresel çip krizi mutlaka pandemi nedeniyle fabrikaların duraklaması nedeniyledir, petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar üretim/tüketim arasındaki dengesizlikten oluşur. Artık tüm bu geçici mazeretleri bırakarak gerçek soruna bakmamız gerekiyor. Gerçek sorun da bir yanda nüfusumuz artarken diğer yanda üretim ve tüketim sistemlerimizdeki yanlışlıklardan dolayı içinden çıkılamayacak bir darboğaza girmiş olmamızdır.

Bir adım geri çekilip iklim krizine baktığımızda en önemli sorunun enerji üretiminden kaynaklandığını görebiliriz. Nedense hepimiz enerji üretimini değişmez bir gerçeklik olarak kabul ediyoruz. Ama daha fazla enerji, daha fazla üretim yapmak için kullanılıyor. Peki neden daha fazla üretim yapmak yerine daha doğru üretim yapmayı düşünmüyoruz? Daha az ama daha doğru üretim yapacak olursak hem kaynakları daha etkin kullanmış oluruz hem de iklim krizine dur demiş oluruz.

“Ama işsizlik artmaz mı?” diyeceksiniz. En altta çalışan işçinin bir yıllık kazancı en üst yöneticinin birkaç saatlik kazancına eşit olan bir sistemde yaşıyoruz. Bu şirketin sahiplerinin ne kadar kazandığından bahsetmiyorum bile. İstesek ve inansak hepimiz haftada birkaç gün çalışıp mutlu bir hayat sürebiliriz ama ne yazık ki sistem bizi bunun olmayacağına inandırmış durumda. Arada pandemi gibi sistemi kökten sarsan olaylar olduğunda insanların bir kısmının üretebilmek için saatlerce trafikte araba kullanıp işe gitmesinin gerekli olmadığı çıktı ortaya. Şimdi insanlar Türkiye’de yaşayıp yurtdışında çalışmanın da yollarını anlamaya başladılar. İçinde yaşadığımız sistem değişmez değil. Sadece senelerdir bu sistemin değişmeyeceğine inandırıldığımız için değişimin mümkün olmadığına inanıyoruz.

Büyük şehirlerde içme suyunu satın alıyoruz. Bu su plastik ya da cam şişelerde bize satılıyor. Döngüsellik adına su içtiğimiz bu şişeleri geri dönüştürmeye çalışıyoruz. Oysa sorunun çözümü çok daha basit. Biz ilkokuldayken suyu musluktan içerdik. Ne plastik şişeye ne de suluklara ihtiyaç var aslında. Tüm o üretimi yaparken kullandığımız enerji ve yaydığımız karbondioksit de gerekli değil. İklime ve doğaya karşı yaptığımız tüm yanlışlarda hep en son adıma dikkat ederek o adımı düzeltmeye çalışıyoruz oysa döngüsellik tüm sistemi baştan düşünmemizi gerektiriyor. Sorun cam ya da plastik şişede değil, bizi o şişelerden su içmeye mecbur eden üretim ve tüketim modelinde. O modelin yanlış olduğunu ve değiştirilmesi gerektiğini kabul etmeden döngüsel bir sisteme geçebilmemiz de mümkün değil. Dolayısıyla burada yazılanları sadece bugünün ekonomisi bağlamında değil de istesek neler yapabiliriz şeklinde düşünürseniz birlikte çözümün bir parçası olabiliriz.  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder