22 Kasım 2022 Salı

COP27: Yaklaşım farklılıkları ve finansman kaygısı çözümün önüne geçti

İki haftalık bir iklim zirvesinin ardından 20 Kasım 2022 Pazar günü sabaha karşı Şarm El-Şeyh Sonuç Bildirgesi ve Uygulama Planı taraflar tarafından kabul edildi. Zirve kararlarının böylesi uzatma dakikalarında alınması artık normal karşılanır bir durum haline geldi.

İklim Başmüzakerecimiz Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar'ın toplantıların başında da belirttiği gibi, bu zirveden büyük kararın çıkması gerekmiyordu. 2022'de ortaya çıkan Rusya-Ukrayna savaşı, artan küresel enflasyon ve şiddetini artıran iklim felaketleri alınabilecek her türlü kararın önemini daha da artırdı. Ne yazık ki beklenildiği gibi büyük kazanımlar sağlanılamadı, hatta önemli kayıpların da gerçekleştiğini söylemek mümkün.

Kazanç sayılabilecek tek nokta, eğer o da kazanç sayılabilirse, iklim krizinden fazlasıyla zarar gören gelişmekte olan ülkelere destek sağlamak için kurulması kabul edilen Kayıp ve Zarar Fonu oldu. Bunun karşılığında Mısır Başkanlığının da desteği ile fosil yakıtların azaltılması ve aşamalı olarak kaldırılması konusunda bir karar alınamadı.

Kayıp ve zarar finansmanı

İklim krizini yaratma bağlamında bakıldığı zaman ABD ve AB gibi gelişmiş devletlerin tarihsel sorumluluklarının geri kalan neredeyse herkesten fazla olduğunu görmek zor değil. Son senelerdeki yüksek salım oranıyla bu gruba hızla Çin de katılıyor. Bunun karşılığında iklim krizinden en fazla zarar gören küçük ada devletleri ve daha fakir ülkeler, uzun süredir iklim değişikliğinin toplumlarına verdiği zarar için tazminat talep ediyorlar. Bu görüşmelerin temeli hukuka dayalı olduğu için öncelikle sorumluluğun belirlenmesi ve kesinleşmesi, sonra da tazminat konusunun gündeme gelmesi gerekiyor. Gelişmiş ülkeler ise asla kendilerini bu bağlamda sorumlu kılacak bir kararın altına imza atmadılar ve gelecekte de muhtemelen atmayacaklar. Bu yüzden de tazminat konusu asla gündem olmazken gelişmekte olan ülkelerin kayıp ve zararlarının giderilmesi gündeme alındı.

Kayıp ve zarar finansmanı konusunda iki yöntemden birinin izlenmesi söz konusuydu. Bunların ilki zengin ülkelerin finanse edeceği sigorta ve erken uyarı sistemleri gibi gelecekteki felaketlere uyumu kolaylaştıracak önlemlerdi. Diğer yöntem ise gelişmekte olan ülkelerin serbestçe kullanabilecekleri bir Kayıp ve Zarar Fonu kurulmasıydı. Bu sorunun en azından COP27 bağlamında çözümlenmesi Avrupa Birliği'nin şartlara bağlı bir fon kurulması teklifiyle sağlandı. AB; fona kaynak sağlamanın sadece gelişmiş ülkelerle kısıtlanmaması, fondan yararlanacak ülkelerin en savunmasız gelişmekte olan ülkeler olması ve COP27'de salımları azaltmak için güçlü adımlar atılmasına karar verilirse bir fonu destekleyeceğini açıkladı. Bu herkesin kabul edebileceği bir ara çözümdü.

Sonuç Bildirgesi bu anlamda kimseyi tam memnun etmese de istenen Kayıp ve Zarar Fonu'nun temeli atılmış oldu. Yalnız bu fona kimin, ne zaman ve ne kadar destek sağlayacağı ve bu fondan kimlerin yararlanacağı şimdilik belli değil. 

Fosil yakıtlar

Geçen yıl Glasgow'da düzenlenen COP26'da Paris Anlaşması’nın 1,5℃ hedefi uyarınca kömür yakılmasına son verilmesi konuşuldu, ancak Çin ve Hindistan’ın direnmesiyle bu karar kömür kullanımının kademeli olarak azaltılması şeklinde değiştirildi.

Şarm El-Şeyh'te ise üretimi kömüre bağımlı olan Hindistan, dikkati diğer fosil yakıtlara çevirmeye çalıştı. Bu fikir çok sayıda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeden oluşan geniş bir koalisyon tarafından desteklense de COP27 başkanı Mısır tarafından taslak metnine konulmadı. Mısır toplantılar boyunca kendi üretimi de dahil olmak üzere doğal gazı teşvik etti. Bir sonraki zirvenin dünyanın büyük fosil yakıt üreticilerinden biri olan Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapılacak olması da bize şimdiden alınabilecek kararlar hakkında önemli bir bilgi sağlıyor.

Sera gazı azaltım çalışma programı

2030 yılında küresel sera gazı salımlarının 2010 seviyesinin %14 üzerinde olacağı tahmin ediliyor. Küresel ısınmanın 1,5℃ ile sınırlanabilmesi için ise salımların %45 azaltılması gerekiyor.

Şarm El-Şeyh'te ülkeler bunu nasıl başaracaklarını tartıştılar. Sonuç metninde sürecin kuralcı ve cezalandırıcı olmaması, kolaylaştırıcı, ulusal egemenliğe ve ulusal koşullara saygılı olması ile yeni hedef veya hedefler içermemesi yer aldı. Yani, her ülke bildiğini okumaya devam edecek ve küresel ısınmanın 1,5℃ ile sınırlı kalması için dua edecek.

Uyum

Azaltım konusunda son senelerde yeterli yol alınmamış olması iklim değişikliğine uyum konusunu daha öne çıkartmalıydı. Ancak iklim krizi görüşmelerine taraf olanlar bir türlü neyin önemli olduğuna karar veremediklerinden zaten bu konulara maddi destek sağlamayı istemeyenlerin de ekmeğine yağ sürmüş oldular.

Hepimiz iklim değişikliğinin çözümünün neredeyse “hemen” kömür, petrol ve doğal gaz kullanımına son vermek olduğunu biliyoruz. Fakat, anlaşma noktamız orada sona eriyor. Bir kısım, en önemli şeyin sera gazı salımını durdurmak olduğunu ve bunun dışında yapılanların “davaya ihanet” olduğunu söylüyor, diğer kısım da sera gazı salımlarını “hemen” durdurmanın gerçekçi olmadığını ve o yüzden iklim felaketlerinin artacağını, dolayısıyla da bunlara karşı dirençlilik geliştirilmesi gerektiğine inanıyor. Her ikisinin de doğru olduğuna inananlar ise sanırım çoğunlukta. Ancak bu anlaşmazlık en çok uyum çabalarına zarar veriyor.

Sera gazı salımlarını ölçmek nispeten kolay olsa da uyum önlemlerini ve bunların yararlarını belirlemek çok zordur. Çoğu felakette ise alınması gereken uyum önlemleri felaket başımıza geldikten sonra fark edilir. Sonuç metninde ülkeler mevcut uyum finansmanı düzeyleri ile iklim etkilerine yanıt vermek için gerekenler arasındaki uçurumu "ciddi bir endişeyle kaydetti". Ülkeleri “iklim finansmanı tedariklerini acilen ve önemli ölçüde artırmaya” davet ettiler. Özellikle kırılgan ülkeler açısından bu sonucun son derece yetersiz olduğu açıktır.

Bu zirvenin önemli getirilerinden biri iklim finansmanına da yön vermesi açısından Dünya Bankası’nın rolü ve yeniden yapılanması üzerine çokça görüş bildirilmesi oldu. Bu zirveye eş zamanlı olarak Endonezya’da yapılan G20 zirvesi, ilginin kısmen dağılmasına neden olsa da neredeyse tüm ülkelerin zirvede temsil ediliyor olmaları 2023 başında yapılacak Dünya Bankası ve IMF toplantılarına da etki yapacaktır. İklim finansmanının ülkelere sağlanan diğer kaynaklardan ayrı tutulabilmesi son derece zordur, bu nedenle de özellikle gelişmiş ülkeler uluslararası kuruluşlar ve ikili anlaşmalar çerçevesinde sağladıkları çoğu maddi desteği iklim finansmanı olarak kabul etme düşüncesindedirler. Gelişmekte olan ve kırılgan ülkeler ise iklim finansmanı için ayrı bir fon olması gereği üzerinde ısrarla durmaktalar. Bu noktanın çözülmesi bugün için neredeyse imkansız. Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapılacak COP28 gündemi ise şimdiden dolup taşıyor. Finansman konusunun sera gazı salımlarını azaltma konusunu gölgelemiş olmasıyla bir sene daha kaybettik. COP28’in ana gündemi ise salımları azaltma yolunda verilmiş olan sözlerin ne derece tutulduğunun belirlenmesi olacak. Bu nedenle gelecek sene finansmandan azaltım gündemine bir dönüş sağlanacağını şimdilik umabiliriz. Elbette, önümüzdeki senenin ne gibi yeni sorunlar getireceğini birlikte göreceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder