1 Kasım 2022 Salı

Üretim Yapanlar Açısından Jeopolitik Risk

 Küreselleşme, varlığı yadsınamaz bir gerçek artık. Üretim yapan firmalar açısından bakıldığında küreselleşme bir yandan ham madde tedarik zincirlerini temsil ederken öte yandan pazarların da belirleyicisi olabiliyor. Dolayısıyla bu zincirin hangi noktasında yer aldığınızdan bağımsız olarak zincirin herhangi bir noktasında oluşacak sorunlar sizin işinizin de sürdürülebilirliği açısından kritik öneme sahip olabiliyor. Bu karmaşıklık ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında kullanımı azalan eski jeopolitik kavramının yeni bağlamlarda karşımıza çıkmasının başlıca sebebi haline geliyor.

Üretimin sürdürülebilirliği açısından bakıldığında ise jeopolitik riskleri şöyle değerlendirmek mümkün:

İş modelinin dirençliliği: Özellikle küresel zincirler içerisinde iş üreten şirketlerin yapılanması jeopolitik riskleri güncel olarak takip eden bir sisteme bağlı olarak çalışmak zorundadır. Ayrıca bu yapı içinde görev alan kişiler değiştiğinde bile değişmeyecek şekilde iş eğitim sistemlerinin içine yedirilmiş olmalıdır. Yönetim kademesi oluşan riskleri güncel olarak takip ederek tedarik ve satış zincirini bu değişimlere ayak uyduracak biçimde yönlendirmelidir.

İtibarın dirençliliği: Rusya-Ukrayna savaşı bize itibarına önem veren şirketlerin sadece kazançlarına değil ülkeler arasındaki sorunlara da odaklanmaları gerektiğinin önemli bir örneğini sergiledi. Dünyanın önemli şirketlerinden bir kısmı savaşın başlangıcının ardından Rusya’daki çalışmalarına son vererek ülkeden çıkma kararı aldı. Elbette bu şirketlerin bir kısmı için Rusya kaybı büyük zarara neden olmayacaktı. Ama gene de Rusya’da işlerini sürdürmenin uzun vadede itibar kaybına yol açabileceğini gören Batılı firmalar hızla Rusya’dan çıkmanın yollarını aradılar.

Organizasyonel dirençlilik: Üretim yapısı birden çok ülkeye dağılmış olan şirketlerin temel sorunlarından biri şirketin “milliyetini” belirlemektir. Küreselleşen dünyada gerek çalışanların gerekse de şirketin milliyeti sorgulanamayan bir yapıya taşınsa da küreselleşmede oluşabilecek çalkantılar milliyet sorunlarını da ön plana taşıyacaktır. Bu sorunların üretim ve hizmetin sürdürülebilirliğini etkilememesi için şirket yapısı içerisinde “milliyet” konusunun çözüme kavuşturulmuş olması gereklidir. Bunu sağlamak çalışanların ve yöneticilerin sıklıkla değişik ülkelerde çalışması ile birlikte “çok-milletli” sayılabilecek bir düşünce yapısına sahip olmakla elde edilebilir.

İşletimsel dirençlilik: Üretim için gerekli olan ham maddenin sağlandığı tedarik zincirlerinde oluşabilecek sıkıntıların tüm dünyaya nasıl yayılabileceğini COVID19 pandemisi bizlere hızla öğretti. Bundan dolayı şirketlerin sürdürülebilirliklerini sağlayabilmeleri için tüm organizasyonel yapılarını ve iş yapış şekillerini gözden geçirmeleri gerekiyor. Son senelerin en kabul gören kavramlarından biri olan tam-zamanında-üretimin faydaları olduğu kadar zararları da olabileceğini gördüğümüzden yakın gelecekten başlayarak stok tutmaya, tedarik kaynaklarımızı çeşitlendirmeye ve hatta çalışanların bile yedekli olabilecek şekilde yapılanmalarını sağlamamız gerekebilir. COVID19 türü problemler küreselleşen dünyada daha da sıkça karşımıza çıkacaktır ve organizasyonel yapıların bu ani şoklara karşı hazırlıklı olmaları gerekir.

Teknolojik dirençlilik: Eskiden üretimin sürdürülebilirliğini sağlamak için kapıya dikeceğiniz bekçi yeterliyken, şimdi özellikle veri güvenliği son derece kritik bir noktaya ulaşmış durumda. Sisteminize ulaşmaya çalışan kötü niyetli kimseler de yeryüzünün öbür ucunda yaşıyor olabilirler. Bu durumda o kişinin kimliğini bulsanız bile değişik kanun ve uygulamalardan dolayı zararınızı telafi etmeniz mümkün olmayabilir. Ayrıca son zamanlarda giderek daha fazla veri yerel yerine bulut sistemlerinde tutulmaya başlandı. Verilerin bulut sistemlerinde tutulması her yerden ulaşıma izin vermesi açısından çoğumuzun hayatını kolaylaştırıyor ama buluta ulaşımımız kısıtlanmadığı sürece. Bir de tabii ki İnternetin varlığına fazlasıyla güveniyoruz. Yalnız unutmayalım, İnternet ülkeler arasındaki centilmenlik anlaşmaları ile varlığını koruyor. Yarın iki küresel güç bozuşacak olsa ve kendi “netlerini” ayırsa bizim verimizin hangisinin netinde kalacağını bile bilmiyoruz ve buna karşı bir önlemimiz de yok. Eski güzel günlerde sıkça yedek almak çözüm oluşturuyordu ama artık başka çözüm sistemleri ile bilgisayar sistemleri başta olmak üzere tüm elektronik sistemlerin kesintisiz çalışmayı sürdüreceklerini garanti altına almak zorundayız.

Finansal dirençlilik: Bu belki de ülkemizde en iyi bildiğimiz konuların başında geliyor. Uzun süre önce döviz piyasasındaki şokları acı tecrübelerle öğrenmiş olduğumuzdan finansal konularda ülkemizde ve küresel piyasalarda oluşabilecek dalgalanmaların yaratacağı güçlüklerin farkındayız ve buna göre davranıyoruz diye düşünmek istiyorum. Gene de ülkemizle değişik ülke ve ülke grupları arasında oluşabilecek sorunlar biz ne kadar dikkatli olsak da özellikle projelerin finansmanı açısından ciddi riskler oluşturuyor. Bu riskleri azaltmanın yolu finans kaynaklarını artırmaktan geçiyor,ama bu da her zaman kolay elde edilebilecek bir çözüm olmadığından atacağımız her adım küreselleşen bir dünyada jeopolitiğe daha da fazla önem verilmesi gerektiğini ortaya koyuyor.

Eski güzel dünyamızda ham maddemizi karşı mahalleden, hadi olmadı bir sonraki şehirden elde edip üretimimizi de yakın çevremize satarak işimizi sürdürebiliyorduk. Yalnız artık eski dünyamızda yaşamıyoruz. Bu yeni dünyanın getirdiği riskler kadar sağladığı büyük imkanlar da var. Bu imkanların bilincinde olarak işimizi sürdürebilmek istiyorsak küreselleşen dünyadaki aktörlerin tümünün birbirleriyle olan ilişkilerine ve bu ilişkilerin bizim üretimimizi nasıl etkileyeceğine çok dikkat etmemiz gerekiyor. Gelecekte bu bilince sahip firmalar ayakta kalacak, diğerleri ise ne yazık ki ortada olmayacaklar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder