Sayın Cumhurbaşkanımız Glasgow İklim Zirvesi sırasında Türkiye’nin Paris Anlaşması çerçevesindeki yeni iklim hedefini açıkladı. Buna göre ülkemiz 2053 yılında net sıfır karbon salan bir ülke haline gelecek. Benzer şekilde Avrupa Birliği de 2050’de net sıfır karbon salan bir bölge olacak. Çin ve Hindistan’ın belirlediği taahhütler ise biraz daha ileri zamanları işaret ediyor. Sera gazı salımları yüksek sayılabilecek ülkelerin çoğu net sıfır karbon salacakları tarihleri açıklıyorlar. Bu konu bağlamında iki ana unsura değinmeye çalışacağım.
İlkin bu net sıfır karbon kavramının bizim için ne anlama geldiğini anlamak gerekiyor. Bugün için ülkemizin sera gazı salımı yaklaşık 500 milyon ton civarında. Bildiğiniz gibi, tek tehlikeli sera gazı karbondioksit değil, o nedenle de diğer sera gazlarının etkileri üzerinden bir toplam yaparak bu rakama ulaşıyoruz. O nedenle de buna 500 milyon ton karbondioksit eşdeğeri demek daha doğru. Ormanlarımız tarafından emilen karbondioksit miktarı da yaklaşık 80 milyon ton. Bu iki rakam da bizim resmen Birleşmiş Milletler’e bildirdiğimiz oranlar, yani ülkemizin resmi beyanı.
Bugünkü koşullarda basit anlatımıyla net sıfır karbon salmak tüm enerji, sanayi, evsel ve tarım sektörlerinden salınan sera gazının 80 milyon tonu aşmaması anlamına geliyor. Bunu sağlayabilmenin iki temel yolu var: Ya sera gazı salımlarımızı azaltırız ya da ormanlarımızı artırırız. Aslında daha da doğrusu bu ikisinin birlikte yapılması. Ancak, orman alanlarını artırmak uzun süreli bir çözüm çünkü her ne kadar ağaçlara çok değer versek de bir ağaç o kadar da fazla karbondioksit emmiyor. Yetişkin bir ağaç, bir senede ancak 20 kiloya yakın karbondioksit emebiliyor ve yetişkin hale gelebilmesi de uzun seneler alıyor. Dolayısıyla, ağaçlarımıza çok iyi bakmak ve orman alanlarımızı genişletmek elbette en önemli görevlerimizden biri, ama ağaç sayısını artırmak bugünkü iklim krizi probleminin başta gelen çözümü değil.
İklim krizinin önüne geçebilmek için 500 milyon ton sera gazı salımımızı 80 milyon tona düşürmemiz gerekiyor. Bunu gerçekleştirmek için de yaklaşık 30 senelik bir zamanımız var. Basit ve doğrusal bir hesap yaparsak senede 14 milyon ton sera gazı salımını azaltmak gibi bir hedefimiz olmak zorunda. Eğer önümüzdeki 10 yıl bu konuda harekete geçmeyip, sonra çaba göstermeye başlarsak bu azaltım miktarı senede 21 milyon ton olacak. Dolayısıyla, ne kadar çabuk harekete geçersek yükümüz o derece hafifliyor. Avrupa Birliği 2050 yılında net sıfır olma sözü verdi ama onlar azaltıma 1992’de başladılar. Yani bu konuda oturmuş bir sistemleri ve bir planları var. Bizim ise ne bir sistemimiz ne de bir planımız var ve ne yazık ki bu konuda herkes birbirine bakıyor.
Bu bağlamda, yola nasıl çıkarız? İlk önce yapılması gereken şey bir yol haritası belirlemektir. Önümüzdeki 30 sene içerisinde 420 milyon to azaltım yapacaksak, önce bu azaltım planının senelere bölünmüş şekilde ortaya konulması gerekir. Elbette küresel dalgalanmalar bu planının zaman içerisinde değişikliklere uğramasına neden olacaktır. Bugün olduğu gibi, bölgemizin savaş ortamında olduğu günlerde, havanın aşırı sıcak veya aşırı soğuk olduğu zamanlarda plandan sapmalar olması doğaldır. Ama özellikle enerji üretimi ve sanayinin bu tür bir uzun vadeli planlamaya ihtiyacı vardır. Önümüzdeki 10, 20 veya 30 yıl içerisinde devlet planlamasının nasıl hareket edeceği güvenilir bir biçimde ortaya konmadan şirketlerin de bu konuda kalıcı adımlar atmaları beklenemez.
Ne yazık ki bu konudaki planlama devlet içerisinde bir yakan top oyununa dönüşmüş durumda. Kimse en önemli sorumluluğu almak istemiyor ve bir noktada da haklılar çünkü içinde yaşamakta olduğumuz başkanlık sistemi içerisinde kararlar başkanlık tarafından alınıyor ve bakanlıklar tarafından da uygulanıyor. Ayrıca burada alınacak kararlar çoğu bakanlığın görev alanlarını çapraz kestiği için hiçbir bakanlık da kendi başına hareket edebilme özgürlüğüne sahip değil. Durum böyle olduğunda da konu yukarıdan gelecek olan kararda tıkanıyor. Başkanlık ve ofisleri ise daha çok ekonomi ve dış politika ile yoğun biçimde meşgul olduklarından iklim krizi konusuna yönelmelerini beklemek bugünkü ortamda çok da gerçekçi görünmüyor.
İklim krizi her geçen anda şiddetini artırıyor ve yakın zamanda ülkemiz de bu sorunlardan şu anda olanın çok ötesinde nasibini almaya başlayacak. Ekonomi ve dış politika sorunlarından kafamızı kaldırıp iklim krizine yönelme vaktini bulduğumuzda almamız gereken önlemler çok daha sertleşmiş olacak. Bundan dolayı özellikle sanayimiz, bugün kendiliğinden harekete geçmeyecek olursa 10 sene sonra çok daha ağır fatura ödeyebileceğim bilincinde olarak pozisyon almaya başlamalıdır. Bildiğimiz gibi yaşamaya devam edecek olursak gelecekte alacağımız önlemler bize çok daha fazla sorun çıkartacak, o nedenle hemen harekete geçmek en doğrusu bence.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder