11 Mart 2022 Cuma

Büyü ya da Bilim

Çoğumuz ortaokul ve lisede temel fen bilgisi, fizik ve kimya okuduk. Bu dersleri sevelim ya da sevmeyelim, bize verilmesindeki esas amaç ileride karşılaşacağımız olaylara doğa kuralları çerçevesinden bakabilmemizi sağlamaktı. Ancak çoğumuz da bu dersleri alırken içimizden lanet okumuş olabileceğimizden fen bilgisi dersleri istenilen amaca fazla ulaşamadı. Günlük hayatımızda yaşadığımız çoğu olayda ve özellikle de sosyal medya ortamında kişilerin doğa olaylarındansa komplo teorilerine ya da doğa-üstü olaylara olan ilgi göstermesi bu başarısızlığın en önemli göstergesi.

Doğa ve yeryüzü ile ilgili olayları irdelerken eğitimimiz sırasında aldığımız temel bilgileri göz ardı etmek yanlış sonuçlara ulaşmamıza neden olabiliyor. Özellikle de karar mercilerine yakın kişilerin bu tür hatalar yapması çok vahim sonuçlar doğurabiliyor. Bu nedenle ben gayet basit bir kuralı anlatmaya çalışacağım: Enerjinin korunumu.

Eğitim sırasında hepimiz ezberden “potansiyel enerji ile kinetik enerjinin toplamı sabittir” diyerek problem çözmeye giriştik ama günümüzün çoğu problemi enerjinin korunumu kuralına dayanıyor ve olay potansiyel enerji ya da kinetik enerji kadar basit değil. Öncelikle bilmemiz gereken şey şu: Enerji yoktan var edilemez, var olan enerji de yok olmaz. Sadece bir formdan bir başka forma döner. Yeryüzünde kullandığımız enerjinin önemli bir kısmı Güneş’ten gelir, daha az kısmı atomun parçalanmasından oluşan nükleer enerjidir, daha da az kısmı çoğunlukla potansiyel enerji ve yeryüzünün derinliklerindeki atomun parçalanmasından meydana gelen jeotermal kaynaklardır.

Buradan şu sonucu elde ederiz: Kömür, petrol, doğal gaz, hidrojen, odun, buğday ve aklınıza daha ne geliyorsa bir enerji kaynağı değil bir enerji taşıyıcısıdır. Bunların önemli bir kısmı Güneş’ten gelen enerjinin kimyasal süreçler sonucunda depolanmasıyla oluşmuştur. Biz bunları “yaktığımızda” içlerindeki Güneş enerjisi ve diğer kimyasallar açığa çıkar. Petrolün içinde depolanmış enerji milyonlarca yıl önce bir anda Güneş’ten gelen enerjidir sadece. O zamanki bitkiler bu enerjiyi alıp oldukça düşük sayılacak bir verimle kimyasal bir reaksiyonda su ve karbondioksidi birleştirerek bugün petrol dediğimiz yapıya dönmesine yardımcı olmuşlardır. Biz petrolü yaktığımızda ise o enerji ile birlikte su buharı ve karbondioksit açığa çıkar. 

Bugün bizler çıkan enerjiyi istiyoruz ama çıkan karbondioksidi istemiyoruz. Sanayi şu anda bu çıkan karbondioksidi bir amaç için kullanmanın peşinde. Ama bunun basit bir cevabı var: Yapamazsınız! Daha karmaşık cevabı da: Yapabilirsiniz, ancak çok enerji harcamanız gerekir ve elimizde bu kadar çok karbondioksit olmasının nedeni zaten çok enerji harcamış olmamız ve elimizde o kadar bedava enerji olmaması.

Peki, bu kadar çok enerji harcamadan bir kimyasal yöntem veya mühendislik yöntemi bulsak da bu işi halletsek? Olmaz. Unutmayın, konumuz enerjinin korunumu. Enerji Güneş’ten geldi, petrolde depolandı, biz petrolü yaktığımızda o enerjiyi arabamızı hareket ettirmek için kullandık ve elimizde karbondioksit kaldı. Karbondioksit en düşük enerjili üründür. Bundan her ne yapmak isterseniz isteyin, enerji vermeniz gerekir. Bu noktada bir belamız daha var: Gerek bizim kullandığımız sistemler gerekse doğa mükemmel çalışmıyor. Mesela benzinli bir aracın motoru en fazla yüzde 16 verimle çalışır. Yani benzini yaktığımızda çıkan enerjinin sadece yüzde 16’sı motoru çalıştırmaya, yüzde 84’ü de havayı ısıtmaya gider. Bu doğa kanunudur. İstediğiniz kadar iyi bir motor yapın bunu aşamazsınız. Petrolün içindeki karbondioksidin yüzde yüzü havaya karışsa da enerjinin sadece yüzde 16’sı işimize yarar. Havaya karışan karbondioksidi toplamak istesek gene enerji harcarız. O karbondioksitten bir kimyasal üretmek isteseniz gene enerji harcamanız gerekir ve toplamda harcayacağınız enerji arabanızın motorunu çalıştırmak için gerekli olan enerjiden kat kat daha fazladır.

Kısacası, akıllı olup bir çözüm bulmaya çalışmanın bizi bir yere getirmeyeceğini anlamak zorundayız. Sorun bizim yeterince akıllı olmamamız değil doğanın bir takım kuralları olmasından meydana geliyor. Önce fosil yakıtlar kullanıp atmosferi kirletip, sonra da başka bir sistemle atmosferi temizlemek bize gerekli olandan çok daha fazla enerji harcanmasına neden oluyor. En baştaki sorunumuz da zaten enerjinin kısıtlı olmasıdır. Yani, petrol yakıp aracımızı çalıştırıp, sonra çıkan karbondioksidi toplayıp, daha kullanılabilir bir maddeye dönüştürmek için gerekli olan enerji, bizim aracımızı başka bir yöntemle çalıştırmamızdan çok daha fazladır.

Son bir problem daha var. Senede atmosfere 50 milyar ton karbondioksit salıyoruz. Hadi diyelim çıldırdık ve bu miktarda başka bir kimyasal ürettik. Besin hariç hangi kimyasaldan senede 50 milyar ton gerekiyor bize? Atmosfere saldığımız karbondioksit 50 milyar ton değil de 50 milyon ton olmuş olsa, mühendislik ve kimya bize kolayca yardımcı olabilirdi. Ne yazık ki şu andaki durumda tek çözüm bu 50 milyar tonu çok çok daha azaltmak. Eskiden insanlar büyüden medet umarlardı, şimdi de mühendislikten medet umuyorlar. Nasıl büyü maddeyi yoktan var edemezse mühendislik de beceremez. Hayatımızı kolaylaştırmasına müteşekkiriz ama bilim ve mühendisliği büyü gibi algılamaktan vazgeçip doğanın kurallarıyla sınırlandıklarını anlamamız gerekiyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder