Paris Anlaşması ve sonrasındaki IPCC Raporu SR15, iklim krizini engelleyebilmenin en önemli yöntemi olarak atmosferden karbondioksit yakalama ve saklama yöntemlerini öne çıkarttılar. Yani biz, uzun süre bu iklim sorununa çare bulamayız. O nedenle az da olsa böyle salmaya devam edelim, sonra nasılsa gelişen teknoloji sayesinde bir yol bulur bu saldıklarımızı havadan geri emeriz. Bu her açıdan yanlış ve tehlikeli bir yaklaşım. Neden tehlikeli olduğunu ve iklim krizinin getireceği kırılma noktalarını başka yazılarda hem ben hem de diğer arkadaşlar uzun uzadıya anlattık. Ama bu tehlikenin çok daha önemli bir boyutu var, o da kafamızın içine yerleşmiş kabullerden doğuyor.
Mesela, ekonominin, yani milli gelirin büyümesi gereklidir, çünkü toplumların refahı ancak böyle sağlanır. Burada öncelikle insanların para ile mutlu olduklarını kabul ediyoruz. Evet, mutlu olmak için temel ihtiyaçlarımızı karşılamak gerekli olabilir, ama bunun ötesinde bir gelirin insanların kendilerini daha iyi hissetmelerine faydasının sınırlı olduğu yapılan araştırmalarla defalarca ortaya konmuş bir olgu. Dolayısıyla temel ihtiyaçlar ötesinde ekonominin büyümesiyle insanların yaşam memnuniyetini birbirinden ayırmak gerekiyor.
Bunun ötesinde, ülkedeki kişi sayısı arttıkça ekonominin büyümesi de bir noktaya kadar kabul edilebilir. Ancak gelişmiş ülkelerin çoğunda nüfus ya sabit ya da azalma trendinde olduğundan ekonominin büyümesi kişilerin yaşamdan aldıkları mutluluğa ya katkıda bulunmaz ya da bu katkı çok sınırlı olur.
Bunun ötesinde bir diğer sorun da işsizlik ve çalışma süreleridir. Kafamıza haftanın beş günü, günün sekiz saati çalışılması gerektiği öylesine kazınmış durumda ki bunun esasında kapitalist sistemin işçi sınıfı üzerinde kurduğu egemenliğin bir çıktısı olduğunu göremiyoruz. Bunu fark edemediğimizden de değişik bir çalışma sisteminin varlığını düşünemiyoruz bile. İzlanda geçtiğimiz aylarda haftada dört gün çalışmaya geçti ve bununla da önemli bir verim artışı sağladı. Neden haftada üç gün çalışıp bir yandan yaşam kalitemizi arttırmak öte yandan da herkesin düzgün bir iş sahibi olmasına yardımcı olmak normal kabul edilmiyor? Çünkü sistemin yapısı başka şekilde düşünmemize izin vermeden bizi kabullere zorluyor. Oysa değişik bir yaşam mümkün ve bu değişik yaşam da bugünkünden hem fiziksel hem de zihinsel açıdan çok daha doyurucu olabilir.
Bunu becerebilmek için iki önemli adım atmamız gerekiyor. Bunların ilki kazancı değil varlığı vergilendirmek. Dünyadaki varlığı vergilendirecek olsak milyarlarca insana temel ihtiyaçlarını gidermelerine yetecek bir gelir sağlamamız fazlasıyla mümkün olacaktır. İkinci olarak da ekonominin büyümesi gerektiği düşüncesini kafamızdan çıkartmamız gerekiyor. Bunca zamandır ekonomiler büyüyor ama insanların refahı buna paralel olarak büyümüyor. Bu nedenle arttırmamız gereken milli gelir değil milli refahtır.
Peki tüm bunların iklim krizi ile alakası ne? Anlatayım. Gelecekte karşımıza çıkacak olan iklim koşullarını öngörebilmek için iklim modellerini kullanıyoruz. Bu iklim modelleri de içinde yaşamak istemeyeceğimiz bir gelecekten uzak durabilmek için yapmamız gerekenler konusunda bize yol gösterici konumdalar. Yani, bu modeller bize “eğer şöyle davranırsanız bunun iklimsel sonuçları bu olacaktır” türü bir bilgi veriyor. Paris Anlaşması’nın temelinde ortalama sıcaklık artışının 1.5 oC ile sınırlanması bulunuyor. İklim modelleri de bize bunu başarmak için nasıl bir yol izlememiz gerektiğini anlatıyor. Yalnız ne yazık ki 1.5 oC hedefine ulaşabilmek için takip etmemiz gereken yol 2050 yılı sonrasında karbon azaltım tekniklerinin uygulanmasına dayanıyor. İşin kötüsü, bu teknikler daha ortada yok ve gerçeklikleri de halen bilim dünyası tarafından sorgulanıyor. Öyleyse bu 1.5 oC hedefi bir hayal ve bu hayale ulaşmamız imkansız anlamına mı geliyor? Hayır.
Mayıs 2021’de Nature Communications’da yer alan bir makale tam da bunu anlatıyor bizlere (https://www.nature.com/articles/s41467-021-22884-9). Kapitalist ekonominin bizleri sürüklediği sarmaldan çıkarak büyümenin gerekli olmadığını da anlarsak, bir başka yol da mümkün. Ayrıca, bu yeni yol, hem insanların refahını hem de 1.5 oC hedefini aynı anda gerçekleştirebilmemize imkan tanıyor. Tek yapmamız gereken büyümemenin de aslında akıllı bir çözüm olduğunu kabullenmek.
Ekonomik açıdan vergi sistemlerini ve üretim biçimlerini değiştirerek 1.5 oC hedefini tutturmak, şu anda olmayan ve gelecekte olup olmayacağı belli olmayan teknolojilere bel bağlayarak aynı hedefe ulaşmaya çalışmaktan çok daha kolay ve yapılabilir görünüyor. Einstein’ın dediği gibi, “başımızdaki beladan, başımızı bu belaya sokmuş olan yöntemlerle kurtulmamız mümkün değildir”. Büyüme hırsımız bizi bugünkü çevresel problemlerle baş başa bıraktı. Bu problemlerden arınabilmek için de büyüme tabanlı ekonomik sistemlerin önerilerine öncelik veremeyiz. Başka bir dünya mümkün ve o dünyaya giden yolun taşları büyümeme üzerine kuruluyor. Vakit henüz geç değilken o yolu seçmeliyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder