Ortalama yüksekliği deniz seviyesinden oldukça yukarıda olan bir ülkede yaşıyoruz. Yoksa iklim krizi nedeniyle deniz seviyesindeki yükselmeden dolayı gözümüze uyku girmezdi. Düşünsenize ortalama yüksekliği 2 metre olan bir Pasifik adasında yaşıyorsunuz, sık olmasa da gelen tayfunlar varınızı yoğunuzu alıp götürmekle tehdit ediyor ve bir de fırtınasız bir zamanda bile deniz seviyesi bir karış yükseliyor. Herhalde geri kalan her şeyi bırakıp iklim krizi sorununa ve deniz seviyesindeki yükselmeye odaklanırdık.
Ne yazık ki yeryüzünde bu korku ile yaşayan milyonlarca insan var. Deniz seviyesindeki bir yükselme bizi aşırı etkilemese de bir karışlık bir artış bu insanlar açısından yaşam alanlarını kaybetmeye karşılık gelebiliyor.
Bilim insanları Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) çatısı altında toplanarak iklim krizine dair çeşitli konuları içeren raporlar yayımlıyorlar. Bu raporlar internet üzerinde duyabileceğiniz çok sayıda garip ya da uydurma bilginin karşısında bilimin kararlı duruşunu yansıtıyorlar. Eğer iklim krizi konusunda doğruları öğrenmek istiyorsanız temel bilgi kaynağınız IPCC olmalı.
IPCC’nin en son yayımladığı iklim değişikliği raporu bu yüzyılın sonuna dek deniz seviyesinde beklenen artışın bir metre civarında olacağını ortaya koydu. Pasifik’teki ada ülkelerinde yaşayan insanlar için bir karış artış bile felaket anlamına geliyorsa bir metrenin nasıl bir sonuç doğuracağını düşünmek dahi istemeyiz. Ülkemizde deniz seviyesinin bir karış yükselmesi uykumuzu fazla kaçırmayabilir ama bir metre artış hepimizi rahatsız edecek bir durum yaratır. En basit şekilde anlatmak gerekirse, Kadıköy metrosunun sol taraftaki çıkışı deniz seviyesinden yaklaşık üç karış yukarıdadır. Deniz seviyesi bir karış yükselecek olsa kötü lodos fırtınaları sırasında bu çıkışı kum torbalarıyla korumak gerekir. Ama deniz seviyesi bir metre yükselecek olursa tüm Kadıköy sahili sular altında kalacak demektir. Bu durumda da yapmamız gereken İstanbul’u ve deniz seviyesine yakında yer alan diğer şehirleri duvarlarla korumak olacaktır. Bunu yapmak için de metroyu su basmasını beklemesek iyi olur.
Şehirleri yüksek duvarlarla denizden ve dalgalardan korumak oldukça büyük bir yatırım gerektirir. Bu nedenle de deniz seviyesinin gerçekten bir metre yükseleceğine emin olmamız iyi olur. Yani, bilim insanları bu bir metre konusunda ne kadar eminler?
Geçen haftalarda bu alandaki en saygın bilimsel yayınlardan biri olan Nature Climate Change’de çıkan bir makale deniz seviyesindeki artış beklentilerine eleştirel bir bakış getirdi. Yalnız bu bakış hiç de bizim umduğumuz yönde değil.
Bilim insanları bilimsel bilgilere dayanarak deniz seviyesindeki artışı ortaya koyan modeller üretirler. Bu modeller için kullanılan bilgiler daima tutucudur. Bunu şu şekilde anlamalıyız: Modellerin içine koyduğumuz bilgiler ve veriler kesinlikle emin olduklarımızdır. Kesinlikle emin olmadığımız bilgiler ise büyük çoğunlukla durumu daha kötüye taşıyacak olgulardır. Mesela Grönland ve Antarktika’nın buzlarla kaplı olduğunu biliyoruz. Bu buzun üzerine güneş ışığı düştüğünde ne kadarının eriyeceğini biliyoruz. Yeryüzünün ortalama sıcaklığı artacak olursa bu erimenin ne denli hızlanacağını biliyoruz. Okyanuslardaki su ısındıkça genleşecek ve ne kadar ısınacağını tahmin edebiliyoruz. Tüm bunları toplayarak deniz seviyesinin yüzyılın sonunda bir metre kadar artacağını hesaplayabiliyoruz.
Sözü edilen makalede Grönland’a giden bilim insanları buradaki erimenin hesaplanandan çok daha fazla olduğunu ölçmüşler. Vardıkları sonuç oldukça ürkütücü: Bugün kömür, petrol ve doğal gaz yakmayı bırakacak olsak bile Grönland erimeye devam edecek ve bu erime deniz seviyesinin kısa zamanda 30 santim artmasına neden olacak. Enerji ihtiyacımız nedeniyle fosil yakıtları yakıp atmosfere salmaya devam ettiğimiz sürece bu yüzyılın sonuna varmadan deniz seviyesinde sadece Grönland’ın erimesinden kaynaklanan artış bir metreyi bulacak.
Kısacası, her şey bugün olduğu gibi devam edecek diye düşünme lüksüne sahip olduğumuz zamanlar artık sona eriyor. Bundan sonra şimdiye kadar sebep olduğumuz değişikliklerin sonucunu görmeye başlama zamanı. Artık kafamızı kuma gömüp bu fırtınanın da geçeceğini düşünmeyi bırakıp eyleme geçmemiz gerekiyor. Kadıköy metrosunu su basacak ama bu 2100 yılında değil belki de 2030 yılında olacak. O nedenle kendimizi ve altyapılarımızı korumak için çalışmaya başlamamız gerekiyor. Testi kırıldıktan sonra ağıtlar yakmak için çok geç olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder