17 Haziran 2022 Cuma

Suçlu iklim mi? Şehir mi?

Yeryüzündeki insan nüfusu son yüz yıl içinde kontrolsüz bir biçimde arttı. Yüz yıl önce her birimize yeryüzünde 73 dönüm alan düşerken bugün bu alan sadece 18 dönüm. Bir de bu alanın önemli kısmının çöller ve balta girmemiş ormanlar olduğunu, çoğunluğunda da tarım yapmamız gerektiğini düşünecek olursak neredeyse omuz omuza yaşıyoruz denebilir. İşte bu insan yoğunluğu başımızdaki belaların önemli bir kısmının temelini yaratıyor.

Bundan yüz sene önce akil insanlar ortaya çıkıp “2022 yılında insan nüfusu neredeyse 8 milyara ulaşacak, onun için hazır nüfus 2 milyarken düzgün bir planlama yapsak” diyerek işe girişse ve bugünkü yaşamın altyapısını sağlasa, belki bu kadar sorun yaşamazdık. Elbette, yüz yıl önceki bu akil insanlara söyleyeceğimiz ilk şey “aman dikkatli olun, yeryüzünün o kadar insanı sürdürülebilir biçimde besleyecek kaynağı yok” olurdu ama varsayalım ki o noktada yapacak bir şeyimiz yoktu.



Öncelikle metropol ya da megapol denen kavramlardan uzak durmak gerekirdi. Şehirlerin büyüklüğünü bir milyon civarında sınırlayıp yeşil alanlar, su havzaları ve yaşam alanlarının iç içe olduğu bir kurgu yaratırdık. Şehrin çevresindeki alanlarda da şehrin ihtiyacını karşılayacak büyüklükte tarım alanları olur, sonra da bir sonraki şehrin etki alanı başlardı. Hayal kurmak serbest ya, şehirdeki her yapının kendi su toplama sistemi olur, bina içerisinde çeşitli kalitede suyun dolaştığı ve kullanıldığı bir sistem zorunlu kılınırdı. Açık alanlara düşen yağmur suyu da ayrı kanallarla toplanıp su havzalarına aktarılır ve böylece yerel yönetimlerin üzerinden gereksiz bir su arıtma yükü de alınırdı.

Binalarda oturmaya izin verilen yerler birinci kattan başlar, binanın zemin katı sosyalleşme alanı, zemin katın altı da sadece depo olarak kullanılırdı. Binaların yüksekliği 12 katı geçmez, her binanın çatısında da toplanan suyla tarım yapılan küçük bahçeler olurdu. Bu bahçeler hem su tutmaya, hem besin üretmeye, hem de ısı yalıtımına destek sağlardı.

Şehrin büyüklüğü araç kullanmayı zorunlu kılmayacağından yaya ve bisiklet ulaşımı için destek sistemleri kurulurdu. Ayrıca araç sayısı az olduğundan tabanı beton birçok otopark yerine tabanı toprak ve çimen olan bolca park alanlarımız bulunurdu. Çok kalabalık olmadığımızdan yapılaşma mekanlarını dere yataklarından uzakta tutar, dere yataklarındaki suyun da dümdüz kanallar yerine kıvrıla kıvrıla akmasını sağlayacak sistemler üretirdik. Bu kıvrıla kıvrıla akan derelerin üzerinde de kavisli köprüler kurarak karşıya geçmeyi sağlardık.

Tüm bunları yapmadık. Artık yapmak için de çok geç çünkü bunu gerçekleştirebilecek bir politik irade herhangi bir ülkede mevcut değil. Şu andaki şehirlerde yaşayan insanlara “buradan gidin, ben burayı bir düzelteyim, on sene sonra dörtte biriniz geri gelirsiniz” diyebilmenin bir imkanı yok. Deseniz bile bunu başarabilecek maddi imkan son derece kısıtlı.

İşte tam da bu ortamın üzerine bizler bir de iklimi bozduk. Eğer az önce hayal ettiğimiz şehirleri kurabilmiş olsaydık ne şiddetli yağışlar ne uzun kuraklıklar bize bugün verdiği zararı verebilirdi. Ne yazık ki şu anda iki musibetin arasında kalmış durumdayız. Bir tarafımızda insanca yaşamamıza fazla da izin vermeyen şehirler, diğer tarafımızda da bozduğumuz doğanın ve iklimin her geçen gün artan hışmı. Biz ise hala suçlu arıyoruz. Suçlu şehir mi? İklim mi? İkisini de biz değiştirmedik mi? Şehir desek suçu sadece şu anda başta olan belediye başkanına ya da devlet başkanına mı atacağız? Almanya geçtiğimiz yaz çok şiddetli sellerle mücadele etmek zorunda kaldı. Çok sayıda can kaybı yaşandı. Nedenleri araştırıldığında, az önce bahsettiğim zemin kat altı yerlerin yasak olmasına rağmen mültecilere kiraya verilmiş olması ve bunun can kaybına yol açtığı görüldü. Bu şehirleri bizler kurduk ve çoğumuz mecburiyetten ya da isteyerek buralarda yaşıyoruz. Sorumlu biziz, ne iklim ne de şehirlerin etkisi başımıza gelenler. Problemi “iklim” diyerek görmediğimiz ve bilmediğimiz bir öcüye ya da “şehirler” diyerek yöneticilere atmayalım. Şehirleri de iklim krizini de biz yarattık. Şimdi yarattığımız bir canavar diğerinden destek alarak arada bizlerden intikam almaya başladı. Ne yazık ki bu daha başlangıç ve biz harekete geçmezsek gelecekte alacakları intikamın boyutu çok daha büyük olacak.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder