İklim krizinin uluslararası düzlemde ekonomik bir çözüme ulaşabilmesi için uzun zamandır karbonun bir fiyatı olması gerektiğinden söz ediyoruz. Bunun nedeni karbona bir fiyat biçtiğimizde insanların karbonun kıymetli olduğunu sanıp daha az salmaya gayret etmeleri değil elbette. Bugün kullandığımız ürünlerin istisnasız tümünün üretiminde enerji kullanılıyor ve bunun sonucu olarak bir şekilde atmosfere karbondioksit salınıyor. Bu salınan karbondioksit ile iklim krizi arasındaki bağı uzun uzun anlatmaya gerek yok. Ancak çoğumuz karbondioksit salımı denildiğinde araba kullanımımızdan, evde yaktığımız elektrikten ya da kombide yanan doğal gazdan kaynaklı bir ayakizinden bahsedildiğini düşünüyoruz. Çoğu noktada da hesap o şekilde yapılıyor çünkü termik santrallerin yaktığı kömür ya da doğal gazı, arabanın tükettiği benzini, kombinin kullandığı doğal gazı ölçebilmek çok daha kolay. Bu nedenle de devletler arası anlaşmalar hep bu şekilde ölçülen sera gazı miktarları üzerinden yapılıyor.
Hesabı ülkelerin toprakları üzerinde saldıkları karbondioksit üzerinden yaptığımızda da Çin gibi ülkeler çok da haklı olmayan bir biçimde suçlanıyorlar. Oysa üretilen her ürünün karbon ayakizini bilsek, Çin’in üretiminin ne kadarının iç tüketim ne kadarının da ihracat için ortaya çıktığını anlayarak konuyu daha sağlıklı değerlendirmek mümkün olurdu. Bu bağlamda gelişmiş ülkeler ürünlerin ayakizlerinin belli olmasını fazla da istemiyorlar. Karbon ayakizi belirsiz kaldığından karbon ayakizi yüksek üretimleri gelişmekte olan ülkelere kaydırıp, kendileri gelişmekte olan ülkelerden sadece bu ürünleri satın alıp karbon azaltım sorumluluğunu da gelişmekte olan ülkelerin sırtına kolayca bırakabiliyorlar.
Ancak son yıllarda özellikle Avrupalı tüketiciler bu sorunun farkına vardığından AB politikasında Sınırda Karbon Vergisi türü bir uygulamayı zorlayacak adımlar atıldı. Artık gelişmiş ülkelerde tüketiciyi kandırmak çok da kolay olmayacak. Yalnız Avrupa Birliği’nin uygulamaya koymaya hazırlandığı Sınırda Karbon Vergisi uygulaması temelde Avrupa genelinde karbon salımını bir dışsallık olarak kabul etmeyi önlemeyi amaçlıyor. Artık atmosfere serbestçe karbondioksit salamayacaksınız, saldığınız her ton karbondioksit için yaklaşık 90 € bedel ödediğinizi ya da ödeyeceğinizi bilmeniz gerekiyor. Bu ürünleri serbestçe dışarıdan ithal edebildiğiniz sürece bedeli sadece AB vatandaşlarının ya da üreticilerinin ödemesi yetmiyor. Bu nedenle de AB’ye ihracat yapan tüm ülkelerin de bu bedeli ödemesi gerekiyor. Burada ödenecek bedelin de AB’ye ödenmesi gerekli değil. Sadece üretici artık karbondioksidin bir dışsallık olmadığını ve bir fiyatı olduğunu bilerek üretim yapmak zorunda çünkü bu bedeli ya kendi, kendi devletine ya da AB’ye ödemek zorunda.
Bu durumda kalan devletimiz de kısa süre içerisinde sorunu kavrayıp benzer bir karbon fiyatını kendisine ithacat yapan ülkelere uygulamaya başlayacaktır. Dolayısıyla karbona bir fiyat biçilmesi işleminin AB tarafından bu biçimde tüm küresel üreticilere yayılması amaçlanmaktadır. Artık herkes yapılan tüm üretimlerin bir karbon ayakizi olduğunu bilerek davranmak zorunda kalacaktır.
Şimdi gelelim suya: Su karbondioksit gibi bir dışsallık değil, aksine bizim en kıymetli varlıklarımızdan biri ve en önemli insan hakkı. Ancak biz şu anda kullandığımız suya bir bedel ödemiyoruz. Suyu çoğu noktada serbestçe kullanabiliyoruz. Faturalarda ödediğimiz de suyun bedeli değil belediyenin o suyu bize ulaştırmak için yaptığı masraf. Yalnız suya bir bedel biçme konusu karbondioksit kadar kolayca çözülebilecek bir konu değil. Öncelikle suyun kullanımı yaşam için bir gereklilik. Suya bir bedel biçerek kişilerin günlük yaşamlarını sürdürmek için daha fazla maddi kaynağa ihtiyaç duymalarına neden oluruz ki bu son derece önemli bir problem. Dolayısıyla, günlük ihtiyaç olan su, her zaman için ücretsiz olmalıdır, bunu tartışmaya gerek bile yok. Ancak bunun ötesindeki kullanımın, suyun taşınma bedelinin ötesinde bir maddi karşılığı olsa çok iyi olur. Bunun en önemli sebebi de başta sözünü ettiğimiz motivasyondur. Suya bir bedel biçecek olursak, suyun da kıymetli bir girdi olduğunu suyu hoyratça kullananlara ve çoğu üreticiye anlatma şansını elde ederiz.
Bunun belki daha da önemli bir sonucu küresel güneyin kısıtlı su kaynaklarını farkında bile olmadan küresel kuzeye göndermesinin önünü almak olabilir. Küresel kuzeyle güney arasında bir yerlerde yer alan ülkemiz her geçen gün su kıtlığına doğru hızla yol alıyor. Ancak çokça su tüketimiyle ürettiğimiz tarım ürünlerimizin gelişmiş ülkelere gönderilmesini bir başarı olarak algılıyoruz. Aslında gönderdiğimiz ülkemizin kısıtlı bir kaynağı. O kaynağın bedelini satış fiyatının içinde görecek olsa belki de satış ve kullanma kararlarımız değişecek.
Son bir nokta da tarımsal üretimimizle ilgili. Tarımda, sulama suyu bedava olduğu için düşünmeden kullanılıyor. Ancak bunun ötesinde yenilenebilir bir kaynak olmayan yer altı suları kullanılarak şeker pancarı gibi aşırı su isteyen ama getirisi yüksek ürünler üretiliyor. Bu düşünce yapısı ile özellikle Orta Anadolu ve İç Ege’de çok sayıda irili ufaklı göl kurudu ve kurumaya da devam edecek. Suyu üretimde maliyeti olan bir girdi olarak kabul ettiğimiz an her alandan üreticiler de su kullanımını enerji kullanımı gibi hesaplarına dahil etmek zorunda kalacaklar.
Bugün için su en kıymetli doğal kaynaklarımızdan biri ve yeryüzünün çoğu noktasında da giderek azalıyor. Amaç asla, insan hakkı olan bu suyu ihtiyacı olan bireylerden sakınmak olmamalı, ama tüm üreticiler suyun kısıtlı bir kaynak olduğunu ve maddi kazanç uğruna serbestçe harcanamayacağını da bilmek zorundalar artık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder