Bundan 7 sene önce Lima’daki İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 20. Taraflar Konferansı yine bir anlaşma umudu olmadan çökmek üzereyken Çin’in iklim görüşmelerindeki temsilcisi Xie Zhenhua ilginç bir fikir ortaya attı: Tüm ülkelere iklim krizini durdurmak için ne yapmak istediklerini soralım ve bu bazda bir iklim anlaşması kurgulayalım. Birleşmiş Milletler ülkelere tam da bu soruyu sordu ve cevapları toplayarak Paris’te toplanan 21. Taraflar Konferansına getirdi. Bu, tüm tarafları memnun eden bir yaklaşımdı. Kimseyi herhangi bir azaltıma zorlamıyordu ve bağlayıcılığı yoktu. Herkes ne yapacağına kendisi karar veriyordu. Tek zorunluluk her beş senede bir daha önce yapmayı taahhüt ettiklerinizden daha ileri bir taahhüt ortaya koymanızdı.
Paris Anlaşması alkışlarla kabul edilmeden önce bir problem ortaya atıldı. “Hani biz 16. Taraflar Konferansında küresel ısınma 2 dereceyi aşmamalı demiştik ya Paris Anlaşmasında buna hiç referans vermiyoruz.” Evet, bu oldukça önemli bir sorundu çünkü ülkelerin yapmayı taahhüt ettikleri azaltımları topladığımızda, tüm ülkeler verdikleri sözün arkasında dursalar bile yeryüzü ortalama 2,5 - 3,0 derece ısınıyordu. “Olsun” dedi anlaşmanın taraftarları, “Onu da ekleyelim anlaşma metnine ve şöyle diyelim: Bu anlaşmanın hedefi küresel ısınmanın 2 dereceyi aşmamasını sağlamaktır.” Her ne kadar ülkelerin verdikleri sözler bu dileğin yerine getirilmesinden oldukça uzak olsa da kimse buna itiraz etmedi çünkü bir kez daha politikacılar kendi aralarında politikacılık oynuyorlardı. Sonra Küçük Ada Devletleri söz aldı: “Ama 2 derece ısınma bizim için çok kötü, bu şekilde kısa sürede ülkelerimiz sular altında kalacak, ısınmayı 1,5 derecede durdurmamız gerekli” dediler. Anlaşmanın taraftarları, “yeter ki bir anlaşma olsun” diye düşünerek, “Peki, o zaman anlaşma metninde bu anlaşmanın hedefi küresel ısınmanın 2 derecenin oldukça altında ve mümkünse 1,5 derecede sınırlandırılmasıdır” yazalım dediler ve Paris Anlaşması bu şekilde kabul edildi. Kısacası, anlaşmanın esasıyla umut edilen 1,5 derecelik ısınmayı aşmama arasında hiçbir bağlantı yoktur. Umutlar 1,5 derece ama gerçekler, verilen tüm sözler tutulsa bile 3,0 dereceyi gösteriyordu.
Bugüne kadar da umutlarla gerçeklerin birbirine yaklaşması için uzun süren müzakereler yapıldı ama fazla bir başarı sağlanamadı. Aslında bu görüşmeleri yapan politikacılara bakacak olursanız önemli adımlar atıldı ve atılmaya da devam ediyor. Mesela Glasgow’da yapılan 26. Taraflar Konferansı sırasında ısınmanın 1,7 derece ile sınırlanmasını sağlayacak taahhütlerin verildiği söyleniyor. Ama bir de bu konferanstan eve döndükten sonra yapılanlar ve yapılacak olanlar var ki onlar çok farklı bir görüntü veriyor.
Örnek olarak hepimizin gözü önünde son iki senedir gerçekleşen ABD politikasını verebiliriz. Başkan Biden, seçim kampanyasında iklim krizi ile altyapı ve çevre sorunlarını bir öncelik olarak aldığı için seçimi kazandı demek çok da yanlış olmaz. Seçildikten sonra tüm bunları gerçekleştirebilmek için gerekli olan maddi kaynağı alabilmek için çalışmalara başladı. Bütçeyi kongreden geçirmek için yaptığı çalışmalara 3,5 trilyon dolarlık bir teklif ile başladı ve bu bütçe üçte birine düşerek 1,2 trilyon olarak Temsilciler Meclisinden geçti. Kesintilerin önemli kısmı da iklim krizine engel olmak için tasarlanan programlara aitti. Senato’da ise Demokrat Joe Munchin bu kadar azaltılmış pakete bile karşı çıkıyor. Örneklendirmek gerekirse ABD’de kömür lobisinin en kuvvetli olduğu eyaletlerden biri West Virginia’nın senatörü olan Munchin kömürsüz elektrik üretimine karşı çıkarak bu bağlamda ayrılan 150 milyar dolarlık bütçenin kesilmesine neden olmuştur. Bu kesinti ABD’nin Paris Anlaşması bağlamında 2030 yılına kadar sera gazı salımlarını %50 azaltması taahhüdünün yerine getirilememesi anlamına geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder