1992 yılında devletler Rio’da toplanarak kalkınma, iklim ve çevre sorunlarını görüştüler. Bu görüşme bir ilk olmasa da tüm devletlerin üst düzey katılımı açısından bakıldığında tarihi bir toplantıydı. Devletler iklim değişikliğinin durdurulması için bir çatı oluşturarak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesini imzaladılar. Bu sözleşmenin temelinde tüm ülkelerin sera gazı salımlarını 1990 seviyesinin altına düşürmesi bulunuyordu. Bu konuda ilerleme sağlanması için de her senenin sonunda bu sözleşmeye taraf olan ülkelerin toplanarak durumu görüşmesini de öngördüler. Bu yıl taraf ülkelerin 26. Toplantısı (COP26) Glasgow’da yapılacak.
Sözleşme sera gazı salımlarının 1990 seviyesinin altına düşürülmesini öngörüyor olsa da bunun hangi koşullarda gerçekleştirileceğinin belirlenmesini sonraki taraflar konferanslarına bırakıyordu. Bu konferansların üçüncüsünde, Kyoto’da taraflar sera gazı salımlarını azaltma konusunda ilk anlaşmaya vardılar. 1997 yılında imzalanan Kyoto Protokolü 2008-2012 yılları arasında yapılması planlanan salım azaltımlarını düzenliyordu. Kyoto Protokolü, sadece gelişmiş ülkelere bir salım azaltım zorunluluğu verdiğinden oldukça zayıf bir anlaşmaydı. Çünkü 1992 yılında önemli salımları olmayan ve gelişmekte olan ülke kabul edilen Çin ve Hindistan, 2008-2012 döneminde artık salımlar açısından büyük ülkeler olmuşlardı.
2012 sonrasında oluşturulacak sistemin belirlenmesi çabaları erken başladı ama 2009’da Kopenhag’da yapılan taraflar konferansında bir sonuç alınamamasıyla herkesi bir umutsuzluk kapladı. Bir yanda gelişmiş ülkeler ekonomik rekabet güçlerini kaybetmemek için gelişmekte olan ülkelerin de sorumluluk almasını istiyorlardı. Diğer yandan da gelişmekte olan ülkeler, yıllardır yeryüzünü kirleten gelişmiş ülkelerin daha hızlı adım atması gerektiğini söylüyorlardı. Bu kargaşa uzun süre çözülemedi.
2014 yılında Lima’daki taraflar konferansında Çin’in önerisiyle ortaya bir çözüm getirildi. Bu çözüm aslında kimsenin fazla itiraz edemeyeceği bir çözümdü. “Tüm devletler, iklim krizini durdurmak için neler yapacaklarını Birleşmiş Milletlere bildirsinler ve bu taahhütler kapsamında bir anlaşma imzalansın.” Devletler 2015 Eylül ayının sonuna kadar Birleşmiş Milletlere bu bağlamda neler yapmaya niyetlendiklerini bildirdiler. Ülkemiz de bu bağlamda sorumluluğunu yerine getirdi ama pek çok ülke gibi bizim niyet beyanımız da atmosferin çok daha fazla ısınmasını engelleyecek bir katkı sağlamıyordu.
2015 Aralık ayında tüm ülkelerin beyanları üzerinde uzlaşılarak Paris Anlaşması imzalandı. Bu anlaşma devletlerin 2020-2030 yılları arasında yapacaklarını kapsıyordu. Yalnız, imza aşamasında anlaşmanın içerisine bir niyet beyanı daha eklendi. 2009’da Kopenhag’da da aynı düşünce üzerinde uzlaşılmıştı: “Küresel ısınmayı iki derecenin altında tutmalıyız”. Son anda bir değişiklik eklenerek bu cümle “küresel ısınmayı iki derecenin altında ve mümkünse 1.5 derecede tutmalıyız” haline dönüştürüldü. Ancak, ülkelerin verdikleri niyet beyanlarını topladığımızda küresel ısınmanın yaklaşık 3.5 derece seviyesinde olacağını görebilmek mümkündü. Yani, anlaşmanın ruhu ile içeriği birbirinden son derece farklı şeylerden söz ediyordu. Ülkeler bu duruma aynen Türk usulü yaklaştılar; biz hele bu anlaşmayı bir yürürlüğe sokalım, sonra tüm ülkelerden verdikleri taahhütleri iyileştirerek 1.5 derece hedefine doğru gideriz düşüncesiyle hareket ettiler.
Aradan geçen altı yılda niyet beyanlarında türlü iyileştirmeler yapıldı, özellikle Avrupa Birliği'nin liderliği ile diğer ülkeler de bu çabalara biraz daha katılım sağlamaya başladılar. Yalnız gene de 1.5 derece hedefinden fazlasıyla uzak bir durumda ilerliyoruz. Çünkü ülkeler türlü taahhütlerde bulunsalar da çoğu ülke bu sözlerini yerine getirmekten henüz uzak olduğundan yeryüzü hızla ısınmaya devam ediyor. Her geçen yıl iklim felaketleri arttıkça da kişiler sorunun ciddiyetini yavaş yavaş kavramaya başlıyorlar.
Bu hafta başında ülkemiz de Paris Anlaşmasını meclisten geçirerek onaylamak üzere harekete geçtiğini bildirdi. Bu ülkemiz açısından sevindirici bir adım ancak anlaşmanın geneline baktığımızda ülkemiz de dahil olmak üzere ülkeler bizleri iklim felaketlerinden koruyacak adımları atmaktan henüz uzaklar. Bu nedenle de Paris Anlaşmasının onaylanması çok kritik bir adım değildir, esas gerekli olan tüm insanlığın bu problemin ciddiyetini anlayarak ona göre hem davranışlarını hem de içinde yaşadığımız sistemi değiştirebilmesidir.
Toplumu bilgilendirmek için çok güzel bir adım paylaşımlar yapmak sevgili Levent hocam. 19.su başlayacak olan ve K-12, üniversite, STK ve engelli kategorilerinde işleyen Uluslararası Bilisimci Martılar projenin ana temalarindan birini bu konuya odaklamak isterim.Gorusmek üzere. Hayal@hayalkoksal.com
YanıtlaSil