Son felaketlerden birini Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde yaşadık. Daha ne olduğu tam olarak anlaşılmadan konuyla ilgisi olan ya da olmayan herkes bu felaketin oluşma sebepleri üzerinde fikir yürütmeye başladı. Aslında hepimiz bu tür felaketleri basit ve kolayca anlaşılabilecek bir nedene bağlamak istiyoruz. “Derenin üst kısımlarında bir baraj varmış, o baraj patladığı için sel basmış” veya “belediye yapı izni verilmemesi gereken yerler yapı izni verdiğinden, buralara yapılan binalar çökmüş ve esas can kaybı o şekilde oluşmuş” türü pek çok “nedene” bağlamak çoğumuza daha kolay geliyor. Bunların en üstünde de iklim krizi var. Konuyu bir de iklim krizine bağladık mı, artık başka şeyi dert etmemize gerek yok.
Buradan iklim krizinin bu tür problemlerdeki rolünü yadsıdığım düşünülmesin. Bozkurt kırsalına selden önceki beş saat içinde 5000 yılda bir görülecek kadar çok yağış düştü. Yalnız bu şiddette yağışlar artık daha sık görülmeye başlanacak. İklim krizi, bu tür yağışların sıklığını artırarak geçmişte 5000 yılda bir görülecek bir yağış miktarını gelecekte 25 yılda bir görülecek hale getirecek. Yani biz aynı binaları, aynı köprüleri, aynı depoları yıkıldıkları yerlere, aynı şekilde yapmaya devam edersek, çok uzak olmayan bir gelecekte buraların da yıkıldığını göreceğiz. İklim krizi çok büyük bir problem ve bizim hatalarımızı affetmemenin ötesinde her geçen gün büyüyerek onların karşımıza çıkmasına neden oluyor.
Bu yaz içerisinde benzer durumlar gerek müsilaj sorununda gerekse de Akdeniz Havzasının çoğu yerinde çıkan orman yangınlarında da görüldü. Arkada kocaman bir problem var. İklim krizi görülmeyecek olsaydı bir süre daha o problemle birlikte yaşamaya devam ederdik. Ama iklim krizi sahneye çıktığında bizim hatalarımız da su yüzüne çıkıyor ve affedilmez bir hal alıyor.
Size bir örnek de bambaşka bir coğrafyadan: Amerika Birleşik Devletleri'nin güneyinde, Mississippi Nehri'nin denize döküldüğü deltada kurulmuş büyük bir şehir var, New Orleans. Bu şehir zamanında Mississippi üzerinde taşınan malların diğer ülkelere gönderilebilmesi için bir liman olarak tasarlanmış. Ne yazık ki şehir, bu bölge bataklık olduğundan bataklığın bir kısmı kurutularak üzerine inşa edilmiş. Bataklık kurutulurken de ortaya çıkan arazi, nehir ve deniz seviyesinden yedi metre aşağıda. Dolayısıyla, yağmur yağdığı zaman bile suyu dışarıya pompalamak gerekiyor. Böyle bir şehir, okyanus suları fazla ısınmadan önceki dönemlerde yaşamını sürdürebiliyordu. Ancak Katrina Kasırgası şehrin hemen doğusundan geçtiğinde büyük bir hasar vererek şehrin önemli kısmının sular altında kalmasına neden oldu. Ben bu yazıyı yazarken New Orleans üzerine doğru bir kasırga daha geliyor, İda. Bu kasırga New Orleans şehrini bitirebilir ya da bir kez daha “ucuz kurtulduk” dedirtebilir. Ama ne olursa olsun, bu tür yerleşim bölgeleri artık doğanın kabul edemeyeceği bir durum yaratıyor, çünkü doğa bizlere verdiğini geri almak istiyor.
Peki tüm bu olayların arkasında yatan ana sorunumuz ne? Kısaca söylemek gerekirse, biz yeryüzünün taşıma kapasitesinin çok üzerine çıktık. Bunu hem artan nüfusumuzla hem de kaynak kullanımımızla gerçekleştirdik. Bu iki unsurdan birini kontrol altına almış olsak, sorun bu denli büyük olmazdı. Ancak, az kişinin yaşadığı bölgelerde nüfus artışı nedeniyle çok kişi yaşamaya başladık. New Orleans, Bozkurt, İstanbul ve daha nice yerleşim yeri şu anda sahip oldukları altyapıya fazla gelen nüfusa sahipler, bundan dolayı da oturulmaması gereken yerlerde binalar yapılarak insanlar yerleşiyorlar. “Buradan göçmeli” dediğimizde bile güvenilir bir yer bulmak gittikçe zorlaşıyor çünkü her yer kapılmış durumda.
Bunun üzerine bir de artan tüketimimiz eklendiğinde, bu tüketimi karşılamak için daha fazla elektriğe, besine ve keresteye ihtiyacımız oluyor. Kereste depolarını da koyacak yer bulamayıp derenin kenarına inşa ettiğimizde felakete davetiye çıkartmış oluyoruz. Bir de “bir şey olmaz” diyerek otuz veya elli yıl öncenin kabulleriyle bina ve köprü yaptığımızda felaket bileti kesilmiş oluyor. Tüm bunların üzerine bir de bizim ihtirasımız binince durum iyice içinden çıkılmaz hale geliyor.
İklim krizini bu felaketlerde tek suçlu olarak gösterip kenara çekilemeyiz. Evet, iklim krizi bir gerçek ama bu gerçek doğanın artık bizim yaptığımız hataları affetmeyeceği anlamına geliyor. Önceden belki ısrarla dere kenarına ev yapıp, orada oturmak istememiz kısmen kabul edilebilirdi. Gönül ne müteahhidin orada ev yapmasını ne belediyenin ruhsat vermesini, ne parası olanların oradan ev almasını ne de daha dar gelirlinin orada ev kiralamasını arzu ediyor. Ama artan nüfus bizim tercihlerimizle birleştiğinde bu durum oluştu ve oluşmaya da devam edecek. Şimdiye kadar doğa bize izin veriyordu, artık vermeyecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder