Çok güzel bir atasözümüz var: “Ayağını yorganına göre uzatmak”. Bir bilim insanı olarak boyumuzun ölçüsünü de yorganın uzunluğunu da biliyorum. Ayağımızın yorgana sığmayacağını her söylediğimde de aynı tepki ile karşılaşıyorum: “Hoca sen bu hayatın gerçeklerini bilmiyorsun.” ya da son sefer duyduğum gibi “Bomboş, gerçeklerden aşırı uzak taleplerde bulunuyorsun”. Size bir şey söyleyeyim mi? Ben size gerçekleri söylüyorum. Yorganın boyu belli, sizin boyunuz da belli; ben daha gece olmadan size bu yorganı üzerinize örtecek olursanız ayaklarınızın açıkta kalacağını söylüyorum. Hatta ayağınızın açıkta kalmaması için yapmanız gerekenleri de anlatıyorum ama tepki ne yazık ki hep aynı.
Bir güzel sözümüz daha var “dost acı söyler” diye. Şimdi beni lütfen dost olarak kabul edin ve söyleyeceklerime kulak verin. Belki bir kısmını başarmak sizi de aşabilir ama gene de “kulağınıza küpe olsun”:
1. Dünyada çok fazla kişiyiz ve bu kadar kişi çok fazla kaynak tüketiyoruz. Ya kişi sayısını azaltmamız gerekiyor ya da tüketim hızımızı. Bu şekilde devam edecek olursak önümüzdeki 50 sene içerisinde çoğu kaynağın sonuna geleceğiz ve bu en iyi ihtimalle sıkıntılar, kötü ihtimalde de savaşlara yol açacak. Petrol ve su bu kaynaklar içerisinde daha iyi bildiklerimiz ama fosfor ya da kurşun gibi adını duyduğumuz ama yaşadığımız hayatta ne derece kıymetli olduğunun farkına varmadığımız elementler de tükenmeye başlayacaklar. Tüketimi azaltmamız, yani küçülmemiz şart. Akşam olduğunda ayağımız yorgana sığmayacak.
2. İstanbul gibi kısıtlı kaynaklarla, yanlış yerde, yanlış zamanda ve yanlış yapılmış şehirleri hızla terk etmemiz ya da yıkıp baştan yapmamız gerekiyor. Yıkıp baştan yapmak da rant amacıyla planlanan bir kentsel dönüşüm değil, sürdürülebilir bir şehrin nasıl olması gerekiyorsa, o şekilde onu baştan yapmak. İstanbul bu haliyle sürdürülebilir değil, ne yaparsak yapalım sürdürülebilir de olmayacak. Bir de kısa süre içerisinde büyük bir deprem tehdidi ile karşı karşıyayız. Bu depremde ölü sayısı yüz binlerle ölçülecek. Tüm altyapı çökecek, yardım ulaştırmak da mümkün olmayacak. Bu gerçeği ne kadar hızlı kabullenirsek, o derece hızla İstanbul’dan uzaklaşabiliriz. Ama her zamanki gibi alacağım cevap “Bomboş, gerçeklerden aşırı uzak taleplerde bulunuyorsun”.
3. İnsanlığın hızlı hareketliliğinin sonuna geldik. Artık hareket yavaşlamak zorunda. Yani, haftasonu Paris kaçamağı diye bir şey kalmamak zorunda. Eğer Paris’i görmek istiyorsanız, eskiden olduğu gibi ya Sirkeci’den trene bineceksiniz ya da İzmir’den vapura. Uçakla dört kişilik bir ailenin Paris’e haftasonu için gidip gelmesi, o ailenin sene boyunca yaptığı diğer tüm karbondioksit salımlarına eşit etki yapıyor. Böyle devam edersek ne uçak kalacak elimizde ne Paris, ne de üzerinde seyahat edilecek bir gezegen. Aynı şey araba için de geçerli. Araba sadece bizi toplu taşımaya götürüp getirmek için kullanılabilecek bir araç olarak kısıtlı biçimde kullanılabilecek.
4. Devletler sınırlarını kısıtlı olarak kaldırmak zorundalar. Bu herkes her yerde yaşayacak anlamına gelmiyor, ama sınırlar eğer bugün olduğu gibi kalırsa yakın gelecekten başlayarak yüz milyonlarca insan açlık ve susuzluk nedeniyle ölecek. Özellikle, Sibirya ve Kanada gibi nüfus yoğunluğu düşük olan bölgelere göç etmek isteyen insanlara engel olmak çok daha büyük kargaşaya neden olacaktır. Bu nedenle yasaklar ve duvarlarla insanları engellemek yerine bu gelişmenin düzenli biçimde oluşmasını sağlamak daha akılcı bir çözümdür.
“Köylü milletin efendisidir.” sözünü unutmamalıyız. Yakın zamanda gıda fiyatları öylesine yükselecek ki ancak kendisini besleyebilen ülkeler bu kargaşadan kendisini sıyırabilecek. Bu nedenle de benim kızım veya oğlum büyüyünce mühendis olacak yerine benim kızım veya oğlum büyüyünce çiftçi olacak söylemine hızla alışmak zorundayız. Akıllı ve onarıcı tarım uygulamaları gelecekte tek kurtuluşumuz olacak. Bilim ve teknolojinin yanında bolca iş gücü ancak bize yetecek gıdayı yetiştirebilecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder