16 Haziran 2021 Çarşamba

Kuraklık ve Gıda Güvenliği

 İnsanlığın başlangıcından bu yana yiyecek yemek ve içecek temiz su bulmak en önemli problemdir. Bu problem günümüz gelişmiş ülkelerinde kısmen azalsa da dünyanın az gelirli %20’si için hala birincil sorun olmaya devam etmektedir. Bir yandan nüfus artışı diğer yandan iklim değişiklikleri, temiz gıda ve gıda güvenliğini günümüzün olduğu kadar geleceğin de asli gündem maddesi haline getirmektedir. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü verilerine göre tüm dünyadaki gıda fiyatları şu anda son 10 senenin en yüksek düzeyine ulaşmış durumdadır. Gerek talepteki artış, gerekse de iklim krizi nedeniyle yaşanacak problemler gıda güvenliğini gündemimizin üst sıralarına taşıyacaktır.

Sözünü ettiğimiz gıda ve su güvenliğini tehdit eden küresel iklim değişikliğinin sebebi ise insan faaliyetleri sırasında; çoğu kömür, petrol, doğalgaz olmak üzere fosil yakıtların yanmasıyla ortaya çıkan “sera gazları”dır. Biz atmosferin dengesini bu sera gazlarını yayarak değiştirdiğimizde atmosferin buna tepkisi; aşırı hava olayları, fırtınalar ve kuraklık biçiminde oluyor. Günlük hayatta artık daha sık karşılaşmaya başladığımız bu aşırı olayların ardındaki kaynağı doğru algılamamız ileride karşılaşacağımız ciddi problemlerin çözümü için de en mühim noktadır.

Türkiye iklim krizine paralel olarak gittikçe ağırlaşan bir kuraklık ile savaşmaya çalışıyor. Peki, kuraklık tam olarak ne anlama geliyor? Kuraklık, yağış tutarı normal düzeyinin oldukça altında olduğunda ortaya çıkan, arazi kaynakları ve üretim sistemlerini olumsuz biçimde etkileyerek ciddi hidrolojik dengesizliklere yol açan doğal oluşumlu bir olay olarak tanımlanır. Kuraklığın ölçülebilmesi için başta meteorolojik, tarımsal ve hidrolojik kuraklık yaklaşımları olmak üzere çeşitli yaklaşımlardan yararlanılmaktadır. Bu üçünden farklı olarak sosyoekonomik kuraklık yaklaşımı olarak bilinen yaklaşım ise ölçülebilir fiziksel bir olgudan ziyade kuraklığın sosyoekonomik sistemlere etkisini incelemektedir. 

Meteorolojik kuraklığın incelendiğinde iki ana olgu çevresinde geliştiği görülür. İlki, yağış yapısında doğal olarak beklenen değişim, yani bir bölgenin normalden uzun süre ortalamaların altında yağış alması durumudur. Normallerin altındaki ortalama yağış miktarı, akarsu akışlarının ve yeraltı suları seviyesinin azalmasına yol açtığı gibi toprağın nemliliğinde de düşüşe neden olur. Meteorolojik kuraklığı oluşturan diğer elemanlar ise yüksek sıcaklıklar, hızını artıran rüzgarlar, düşük atmosferik nem miktarı ve bulutlulukla birlikte artan buharlaşma olarak sıralanabilir. Yani bir yandan yağış miktarının azalması, diğer yandan artan sıcaklık ve azalan nemden dolayı zaten azalmış olan suyun kaybı, meteorolojik kuraklığın ana sebepleridir.

Havadaki nem ve toprağın aldığı yağış azalsa bile toprağın su miktarı hemen azalmaz. Ayrıca burada önemli olan toprağın nemini kaybetmesinden ziyade; toprağın nemini, bitkilerin bu neme tam da ihtiyaçları olduğu zamanda kaybetmesidir. Bu sebeptendir ki tarımsal kuraklık genelde uzun süren meteorolojik kuraklığın ardından ortaya çıkar ve tarımdan elde edilen ürün miktarında ciddi azalmalara yol açar.

İnsanların enerji üretimi ve tarım gibi faaliyetleri nedeniyle suya olan ihtiyaç dönemsel değişiklikler gösterdiğinden meteorolojik kuraklık ile nehirlerin akış miktarıyla barajların, göllerin ve yeraltı sularının seviyelerindeki düşüş olarak tanımladığımız hidrolojik kuraklık eş zamanlı olmayabilir. Başka bir deyişle, suyu ne zaman kullanacağımızı biz belirlediğimizden su girdisinin azaldığı zamanla bizim suya ihtiyaç duyduğumuz ve onun eksildiğini fark ettiğimiz zamanlar farklı olabilir.

Son senelerde yaşamakta olduğumuz kuraklık İstanbul’a özgü bir olgu değil. Meteoroloji Genel Müdürlüğünün yaptığı değerlendirmelere göre son 12 ayda ülkemizin büyük kısmı hafifle olağanüstü arasında değerlendirilebilecek meteorolojik kuraklık yaşamaktadır. İklim kaynaklı sorunlar nedeniyle önemli ihraç ürünlerimizden fındık ve kayısı rekoltesinde de önemli düşüşler görülmüştür.

Durumun bu denli kötü olmasının iki temel sebebi var. Bunlardan birincisi, son senelerde gerçekten kötü bir kuraklık geçiriyor olmamız. Ama daha önemlisi, bu kuraklığın geçici olmamasıdır. Gelecekte mutlaka bundan biraz daha yağışlı seneler olabilir, ancak yaptığımız analizler 2000 yılından bu yana geçen çoğu senenin ortalamadan biraz daha kurak olduğunu gösteriyor. Yani arada yağışlı seneler oluyor ama yağış, azalan bir trend sergiliyor. Bu durum, kuraklığın geçici olmadığını ve bizim bununla yaşamak zorunda olduğumuzu gösteriyor. Özellikle yaz aylarına girdiğimiz bu dönemde suyumuzu daha da fazla korumak zorundayız. Bu sorun üstesinden gelemeyeceğimiz büyüklükte değil. Yeter ki bizler kuraklık ve gıda problemini gündemimizin üst sıralarına taşıyalım ve bu konuda gerekli adımları atalım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder