Dünya
ve Güneş Sistemi bundan yaklaşık 4.5 milyar yıl önce oluştu.
Hayat Dünya üzerinde ilk olarak bundan 3.5 milyar yıl önce ortaya
çıktı, ancak karaları ve denizleri sarması ancak bundan 540
milyar yıl önce Kambriyen adı verilen dönemde oldu. Kambriyen
döneminden bu yana ise ara sıra önemli problemler yaşasalar da
canlılar yaşam savaşlarında başarılı oldular.
Dünya'nın
tarihi boyunca yaşamın tehlikeye girdiği beş önemli dönem oldu.
Bunlardan ilki yaklaşık 440 milyon yıl önce meydana geldi. İklim
değişikliği sonucu Dünya'nın çok hızlı soğuması canlı
cinslerinin %70'inin yol olmasına neden oldu. Dikkat! Canlıların
değil, canlı cinslerinin, yani tüm canlı cinslerinin üçte
ikisinden fazlasından bir tek birey kalmadı, kalan canlı
cinslerinin sayıları da çok çok azaldı.
İkinci
büyük problem bundan 370 milyon yıl önce yaşandı. Hayatın
önemli bir kısmının hala denizlerde yaşadığı bu dönemde
denizlerdeki oksijen oranının düşmesi canlı cinslerinin %75'inin
yok olmasına neden oldu. Bunun ana nedeni karadaki bitkilerin
sayısındaki ani artışın atmosferin yapısını hızla
değiştirmesiydi. Bu değişimle okyanusların yüzeyinde yaşayan
canlıların sayısında korkunç bir artış oldu, bu da suyun
altındaki yaşamı sona erdirdi.
Üçüncü
ve en büyük felaket bundan 252 milyon yıl önce yaşandı.
Kontrolden çıkan sera etkisi denizdeki canlı cinslerinin
%96'sının, karadaki canlı cinslerinin ise %70'inin yok olmasına
yol açtı. Bu felaketin nedenleri hala tartışılsa da ana nedenin
Sibirya'da toprağın birkaç metre altında buzla karışık şekilde
bulunan metanın atmosfere karışarak Dünya'yı daha da ısıtması
olduğu düşünülmektedir.
Dördüncü
felaket bundan 201 milyon yıl önce yaşandı. Atmosferdeki
karbondioksit miktarının hızlı değişmesi sonucu oluşan küresel
ısınma canlı cinslerinin %75'ini yok etti. İlginç olan, bu
dönemin başında dinozorlar daha yeni yeni ortaya çıkmaya
başlıyorlardı ve bu olaydan fazla zarar görmediler. Bundan
sonraki 135 milyon yıl süresince de Dünya'ya hakim oldular. Bu
hakimiyet bundan 67 milyon yıl önce Dünya'ya dev bir gök taşının
çarpmasıyla son buldu. Bu beşinci felakette dinozorlarla birlikte
Dünya'daki canlı cinslerinin %75'i de yok oldu.
Tüm
bunları anlatıyor olmamın iki ana nedeni var. Bunlardan ilki
sizlere atmosferin kalınlığının fazla olmadığını ve
atmosferdeki küçük değişikliklerin bile canlılar üzerinde
büyük etkileri olabileceğini göstermek.
Bu
felaketlerin çoğunluğu atmosferdeki sera gazlarının miktarının
artması ya da azalması nedeniyle oluştu. Dünya'nın atmosferinde
normalde %0.028 oranında karbondioksit bulunur. Bu oran Dünya'yı
ısıtarak sıcaklığın 15-16 oC olmasını sağlar.
Eğer atmosferde hiç karbondioksit olmasaydı ortalama sıcaklık
-17 oC olurdu ki bu sıcaklıkta da yaşamın oluşması
veya devamı çok zorlaşırdı. Ancak unutmamamız gereken önemli
nokta şudur: %0.028 oranıdaki karbondioksit Dünya'yı 32-33 oC
ısıtıyorsa bu miktarın artması da ısınmayı arttıracaktır.
Yani atmosfer sonsuz değil, bizim atmosfere saldığımız her
karbondioksit molekülü Dünya'yı biraz daha ısıtıyor.
Daha
önceki felaketlerden bahsetmemin ikinci nedeni de o felaketleri
bugünle kıyaslayabilmek: Atmosferdeki karbondioksit oranı artık
%0.04 olmuş durumda. Bunun bile Dünya'yı ne kadar ısıtmakta
olduğunu basit bir hesapla anlamak mümkün. Ancak daha kritik olan
konu bu artışın hızı çünkü dinozorları öldüren gök taşı
hariç diğer tüm felaketler birden bire değil uzun bir zaman
sürecinde gerçekleşti. Son üç milyon yıldaki buzul çağlarına
girişte veya sonrasındaki ısınmada bile karbondoksidin artış
oranı yılda sadece % 0.000015 oranındayken şu anda bu artış %
0.0003 yani doğada görülen büyük salınımların bile tam 20
katı. Yani dinozorlar Dünya'nın yüzünden silindiğinden bu yana
Dünya'nın atmosferi bu denli büyük bir değişiklik yaşamadı.
Peki bu neden önemli?
Canlıların
büyük çoğunluğu doğada görülen değişikliklere ayak
uydurabilme becerisine sahipler. Yani atmosferin ortalama sıcaklığı
arttığı zaman daha serin yerlere doğru hareket ediyorlar. Yağış
azaldığı zaman ya suyu daha ekonomik kullanıyorlar ya da daha
sulak bölgelere doğru hareketleniyorlar. Son IPCC raporunda
ormanların yaşam alanlarını en fazla yılda 1.5 kilometre,
bitkilerin 3 kilometre, yırtıcı memelilerin ise 10 kilometre
değiştirebilecekleri bildiriliyor. Ancak küresel ısınmanın hızı
bu gidişle yaklaşık 7 kilometreyi bulabilecek. Yani havanın
genelde kuzeye doğru gidildikçe daha serinlediğini biliyoruz.
Artık bu sene belirli bir sıcaklık ortalaması bugün burada
görülüyorsa, gelecek sene buradan yedi kilometre kuzeyde, on sene
sonra 70 kilometre kuzeyde, 100 sene sonra da 700 kilometre kuzeyde
görülecek. Bugün Mısır'da görülen iklim şartları 100 sene
sonra Antalya yöresinde görülecek. İnsanlar uçağa binip
uzaklara gidebilseler de ağaçların bu şansı yok. İklim
değişikliği bir süre sonra ağaçları ve bitkileri yakalayıp
geçecek, bu da o bitki türünün cinsinin tükenmesi anlamına
gelecek. Dolayısıyla önemli olan değişikliğin büyüklüğünden
ziyade ne hızda meydana geldiği. Günümüzdeki değişiklik şu
anda Dünya'nın geçmişte yaşadığı beş büyük felakete benzer
boyutlarda. Ama bizler günlük problemlerin içerisinde Dünya'nın
yaşamakta olduğu bu büyük problemi görmemezlikten geliyoruz.
Bilim
insanları gördüğümüz, bildiğimiz ve içinde yaşadığımız
doğada yaşamaya devam edebilmemiz için küresel ortalama sıcaklık
artışının en fazla iki derece olması gerektiğinde hemfikir.
Hatta eğer mümkünse bu artışın 1.5 derecede sınırlandırılması
gerekiyor. Ancak geçtiğimiz Şubat ayı küresel sıcaklık
ortalamasının ısınma başlamadan önceki döneme göre tam iki
derece daha yüksek olduğu ölçüldü. Yani doğanın kabul
edebileceği limite artık gelmiş olduğumuz söylenebilir. Gene de
bilim insanları 2 derecelik sıcaklık artışını tüm sene
boyunca ölçülecek düzenli bir artış olarak kabul ediyorlar. Bu
da 2016 yılının Şubat ayı ortalama sıcaklığının normalden 2
derece daha yüksek olmasının panik olmak için yeterli olmadığı
anlamına geliyor. Ancak yapılan hesaplar eğer böyle gidecek
olursak 2030 yılında, yani bundan 14 sene sonra senenin tüm
aylarının geri dönülmez bir biçimde Sanayi Devrimi öncesine
göre iki derece daha sıcak olacağını ortaya koyuyor. Bu noktayı
engellemek içinse önümüzde 14 senemiz var.
Bu
14 sene içerisinde ise küçük değişikliklerle yetinmememiz
gerekiyor. Mesela geçtiğimiz sene çoğu ekonomik nedenlerle olmak
üzere, toplam küresel sera gazı salımları artmadı. Sera gazı
salımlarının artmamış olmasına rağmen atmosferdeki sera gazı
oranı ciddi miktarda artmaya devam etti. Bunda El-Nino diye
adlandırdığımız doğa olayının az da olsa etkisi var, ancak
esas problem, sera gazı salımları artmasa bile sabit bir miktarda
kaldı. Bu sabit miktar bile doğanın emebileceğinden çok daha
fazla olduğu için atmosferdeki sera gazı oranı artmış oldu.
Buradan anlaşılacağı üzere, bizim üzerimize düşen şey toplam
küresel sera gazı salımlarımızı doğanın emebileceği seviyeye
ve hatta mümkünse bu seviyenin altına düşürmek. “Bunu yapsak
keşke”, ya da “yaparsak iyi olur” değil! Bunu yapmak
zorundayız yoksa altıncı felaket bizleri bekliyor.
Yazının
yayınlanmış halini EKOIQ Mayıs 2016 sayısında bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder