Döngüsel ekonomi dediğimiz zaman aklımıza nedense hep sanayi üretimi geliyor. Oysa bu kavramı kabaca ikiye ayırabiliriz: Sanayi üretimi ve besin tedariği. İlk bölümü anlamak nispeten daha kolay olsa da esas ikinci bölümde yaptığımız hatalar bizim doğa ile olan ilişkimizdeki büyük sayılabilecek sorunları doğuruyor. Gene de bu iki bölümde de ciddi iyileştirmeye yönelmeden ne iklim değişikliğini giderebiliriz ne de diğer çevre problemlerine çözüm üreterek gezegenin sınırları içinde yaşamayı başarabiliriz.
Sanayi üretiminin temeline ham madde kaynakları ve enerji üretimi oturuyor. Sanayide kullandığımız ham maddelerin de çok azı doğadan sürdürülebilir olarak elde ediliyor. Hatta doğadan sürdürülebilir biçimde elde edilebileceği umulan maddeler bile aşırı kullanımdan dolayı artık tehlikeye girmiş durumda. Doğal kauçuk bir zamanlar Amazon ormanlarındaki bir ağaçtan elde ediliyordu. Ne yazık ki insanın bu üretime girişmesi salgın hastalıkları da beraberinde getirerek Güney Amerika’daki kauçuk üretimini bitirdi. Şimdilerde Güneydoğu Asya’ya taşınan doğal kauçuk üretimi de yakın zamanda zorlaşacak gibi duruyor.
Doğada kısıtlı miktarda yetişen bu maddeleri kullanarak neredeyse soyunu tüketiyor olmamıza daha pek çok örnek vermemiz mümkün. Ne yazık ki doğa üretim sistemlerini bizim varlığımıza göre planlamamış. Biz işlerin içine girdiğimizde sistemler hızla çökebiliyor.
Dolayısıyla, birkaç sınırlı örnek dışında ham madde kaynaklarımızı doğadan sürdürülebilir olarak sağlayabilmemiz mümkün değil. O zaman da bir kez daha yoğun enerji kullanılarak doğayı kazmamız ya da yıkmamız gerekiyor. Eskiden kullanılan çoğu madenler ve petrol neredeyse emeksiz olarak yüzeyde bulunabiliyordu. Şimdilerde ise yüzeyde kolayca bulunan madenler ve fosil yakıtlar neredeyse kalmadığı için her geçen gün daha fazla enerji harcayarak daha zorlu yerlere, daha uzağa ve daha derine gitmemiz gerekiyor. Bunun ötesinde bir de daha önce dokunmadığımız ormanlık alanlara da dokunmaya başlıyoruz. Özellikle Amazon ormanlarının kaybı emilen karbondioksidi azaltmanın yanında bir de ciddi biyoçeşitlilik kaybına yol açıyor.
Öte yandan pamuk ya da palmiye yağı gibi daha çok endüstriyel kullanımları olan bitkilerin tarımı da çoğunlukla yağmur ormanlarından alan açılarak ya da gıda üretiminde kullanılan araziler değerlendirilerek yapılıyor. Sanayi üretiminde kullanılan ve doğaya hiç zarar vermeden elde edilen bir ürün neredeyse yok diyebiliriz. Bunun ötesinde önemli bir sorun da temiz su kaynaklarıdır.
İklim krizinin kullanılabilir temiz su kaynaklarını tehlikeye sokacağı bilim insanlarının uzun süredir tekrarladıkları bir gerçek. Ancak su problemini düşündüğümüz zaman çoğunlukla aklımıza çatlamış topraklar ve aç çocuklar geliyor. Bu görüntünün gelecekte göreceklerimize benzer olacağı muhtemel ama başımızda bir dert daha var ve bu dert de pek yeni değil.
1960'larda pamuk üretimini artırmak için bolca sulama yapılıp gene bolca tarım ilacı kullanıldığından yeryüzünün oldukça büyük göllerinden biri olan Aral Gölü bugün neredeyse yok olmuş durumda. Pamuk benzeri tarım ürünlerinin sanayinin kullanımını aksatmayacak biçimde ve düzenli olarak yetiştirilmesi sulama suyu kullanımına bağlı. Verimi artırmak için göle verilmesi gereken suyu tarımda kullandığınız zaman ise iklim kriziyle birlikte çok daha fazla ihtiyaç duyacağınız bir su kaynağını kaybetmiş oluyorsunuz.
Benzer bir durum ülkemizde de söz konusu. Ülkemizde şeker üretmenin temel yöntemi şeker pancarı yoluyladır. Şeker pancarı da çok fazla su istediğinden ancak bol yağış alan bölgelerde yetişir. Yapılan hatalı yatırımlar ve desteklerle oldukça az yağış alan Orta Anadolu bölgesinde son on yıllarda oldukça yoğun biçimde şeker pancarı ve mısır tarımı yapılmıştır. Az su gerektiren ama fazla getirisi olmayan ürünler yerine şeker pancarı ve mısır gibi çok su gerektiren ürünlerin yetiştirilmesi için de bolca yeraltı suyu kullanılmıştır. Çoğumuzun düşündüğünün aksine, Orta Anadolu’da yer altı suyu yenilenebilir bir kaynak değildir. Yani siz yer altı suyunu pompalarla çekip kullandıktan sonra o suyun yerine tekrar dolması yüzlerce ve belki de binlerce yıl sürer. Şeker pancarı ve mısır tarımı yapmak için yer altı suyu kullanılması bölgedeki tarımın iklim değişikliğinin kurak şartlarına uyum sağlayabilmesini imkansız hale getirmiştir.
Sanayi üretiminin su kaynakları üzerinde yarattığı baskının bir yönü de elde edilen madenlerden minerallerinin kazanılması noktasındadır. Su çevremizde en bol bulunan çözücü olduğundan madenlerin saflaştırılmasında da geniş rol oynamaktadır. Madenlerle ilgili olarak çokça duyduğumuz havuz patlamaları ve yer altı suyuna sızıntılar bu konuyla alakalıdır. Metallerin elde edilip saflaştırıldığı tesislerin çoğunluğunda bol miktarda su kullanılmaktadır ve bunun ötesinde kullanılan arsenik gibi elementler de hem yüzeydeki su havuzlarını hem de yer altı sularını kirletmektedir. Bolca kullanılan bu temiz su bizim gelecekteki iklim krizi nedeniyle çok ihtiyaç duyacağımız bir kaynaktır.
Üretimde kullanılan ham maddeler gün geçtikçe daha zor erişilir, daha zor yetiştirilir ve daha zor saflaştırılır olmaktadır. Bunun bir nedeni kaynakların azalmasıysa diğer nedeni de ihtiyacın artmasıdır. Ancak durum ne olursa olsun her adımda daha fazla su ve enerji harcamak zorunda kalıyoruz. Bu nedenle satın aldığımız her üründe ciddi bir su ve enerji ayakizi olduğunu unutmamalıyız. Bunun ötesinde arsenik probleminde olduğu gibi, kullandığımız ürünlerin çevreye verdikleri zararları da aklımızda tutmakta fayda var. Ama biz şimdilik enerji ile devam edelim.
Gönül isterdi ki kullanımımızda olan enerji miktarı sonsuz olsun. Aslında belki de doğanın bize verdiği enerji miktarı sonsuz da onu kendi işimiz için kullanma kapasitemiz sınırlı. Eminim gelecekte doğanın verdiği enerji kaynaklarından daha doğru biçimde yararlanmanın bir yolunu bulacağız. Ama bugün çok kritik bir yol ayırımındayız. Bir yanda giderek artan bir enerji ihtiyacımız var, diğer yanda da bu enerjiyi üretmenin doğaya verdiği korkunç zarar. Belki bundan 100 sene sonra hidrojenden füzyon yoluyla enerji elde etmenin tehlikesiz bir yolunu bulacak olursak bugünlere bakıp bu soruna gülüyor olabiliriz ama enerji elde etmek için kömür, petrol ve doğalgaz yakarak yola devam edecek olursak 100 sene sonrayı görmek de insanlık açısından hayal olabilir. O nedenle enerji bağlamında iki şeyi aynı anda ve hızlı yapmak zorundayız: Daha az enerji kullanmak ve enerjiyi atmosfere karbondioksit yaymayan kaynaklardan elde etmek. Güneş ve rüzgardan elektrik enerjisi elde etmek gittikçe yaygınlaşsa da küresel bağlamda henüz üretim sistemlerimize yetecek seviyeye ulaşmış değiliz. Yeryüzünün ise bizim her geçen sene enerji sistemlerimizi fosil yakıtlardan arındırmamızı bekleyecek vakti kalmadı. Dolayısıyla yenilenebilir enerji kaynaklarına ne denli önem verirsek verelim, bunun paralelinde üretim sistemlerimizi daha az enerji kullanacak hale getirmek zorundayız.
Bugün ne üretirsek üretelim enerji harcıyoruz. Bu enerjinin önemli bir kısmı da havaya karbondioksit salıp iklim krizine yol açarak elde ediliyor. Yaşadığımız hayatın bir bölümünü ürettiğimiz bu nesnelere borçlu olduğumuzdan bu düzeyde bir yaşam sürdürmek istiyorsak bu nesneleri de üretmek zorundayız. Elbette taş devrine dönmemiz de mümkün ama çoğunluğu öyle bir yaşama ikna etmek oldukça zor olacaktır. Bunun yanında döngüsel ekonominin ana prensipleri bizim bu yaşam seviyesinde kalarak daha az tüketmemiz ve doğaya daha az zarar vermemiz yolunda önemli bilgiler sağlıyor.
Sanayi üretimine baktığımızda döngüsel ekonominin söyledikleri aslında bundan 50 sene önce herkesin yaşadığı hayattan pek de farklı değil. Bir ceket aldıysanız bu ceketi giyilmez hale gelene kadar kullanın. Arada sökülecek ya da yırtılacak olursa tamir edin ya da ettirin. Siz kilo verdiniz ya da boyunuz uzadıysa ailenin bir diğer ferdine ya da yakınlardaki bir ihtiyaç sahibine verin ya da bir terzide uzatın, kısaltın, daraltın. Çoraplarınız verilmeyecek kadar kötü durumda mı? Eskiden bu çoraplardan kilim yapardık. Kullanılamayacak hale gelen ürünleri bu şekilde başka amaçlarla değerlendirin. Eskiden balkonlardaki saksılar hep yoğurt kaselerinden olurdu, şimdi neden olmasın? Bunların tümü mümkün değil mi? O zaman mutlaka ama mutlaka geri dönüşüme gönderin. Çöpe atılan nesnelerin tümü artık kesinlikle geri dönüştürülemez nesneler olmalı, onun dışındakiler başka bir üretimin ham maddesidir. Ham madde ne olursa olsun kıymetlidir, plastik de kıymetlidir, pamuk da kıymetlidir, kağıt da kıymetlidir. Unutmayın, o nesneleri baştan yapmak için ham madde, su ve enerji kullanılıyor. Ham maddemiz ve suyumuz azalıyor, enerjiyi fazla kullanmak ise yeryüzünü gelecek nesiller için yaşanmaz hale getiriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder