İTÜ’deki iklim bilimci dostumuz Barış Önol Twitter hesabından çoğumuzun hislerini paylaştı: “Senelerdir modellerde gördüklerimizin gerçek olması çok üzücü.” İklim biliminin çeşitli konularında çalışan bireyler açısından bakıldığında çevremizde yaşanan çoğu problemin geleceği epeydir belliydi ve ne yazık ki 1980'lerden bu yana sesimizi yeterince duyuramadık. Şimdi hesaplarda gördüğümüz, fizik kurallarının öngördüğü ama içten içe olmamasını umduğumuz tüm değişiklikler bir bir gerçekleşiyor. “Bilimin sesi dinleniyor mu peki?” derseniz cevap hala pek de olumlu değil.
Aslına bakarsanız bilimsel açıdan konu oldukça basit: Kömür, petrol ve doğal gaz yakıldığında atmosfere karbondioksit gazı salınır. 18. yüzyılda ilk buhar makinesinin patenti alındığından bu yana atmosferdeki karbondioksit miktarı 1,5 katına çıkmıştır. Bu artış çok küçük olsa, yaratacağı etki de küçük olurdu. Ancak son 250 yılda saldığımız ve salmaya da devam ettiğimiz karbondioksit gazı Dünya’nın atmosferini ciddi biçimde ısıtmıştır. Ne kadar karbondioksiit salımının yaklaşık ne kadar ısınmaya yol açacağı da çok zor olmayan bir hesaptır ve ilk olarak 1896 yılında Svante Arrhenius tarafından ortaya konulmuştur.
Bilimsel açıdan karşımızdaki ilk önemli gerçek bu: Biz kömür, petrol ve doğal gaz yakıp atmosfere karbondioksit saldığımız sürece atmosfer de ısınmaya devam edecek. Isınmayı durdurmanın tek yolu atmosfere karbondioksit salmayı bırakmaktır. İkinci önemli nokta da karbondioksidin yapısından kaynaklanıyor. Atmosfere saldığımız karbondioksit ortalama 100 sene atmosferde kalmaya devam ediyor. Yani biz bugün salımları durdursak, atmosferdeki karbondioksit miktarının azalmaya başlaması 100 sene sürecek. Bu şu anlama geliyor: Bugün dursak bile şu anda yaşadığımız doğa olayları, ısınma ve seller bir anda eski haline dönmeyecek. Bugün kömür, petrol ve doğal gaz yakmayı bırakacak olursak işler ancak torunlarımızın zamanında iyiye gitmeye başlayacak. Yapabileceğimizin en iyisi durumun çok daha kötü olmamasını sağlamaktır.
“Böyle devam edersek ülkemizi neler bekliyor?” derseniz, bu yüzyılın sonunda bölgemizdeki iklim kuşaklarının 6 derece kuzeye kayabileceğini söyleyebiliriz. Bu şu anlama geliyor: 36 derece enlemi çevresinde bulunan Antalya-Adana-Urfa çizgisinin iklimi 42 derece enlemi çevresinde olan İstanbul-Samsun-Rize çizgisine kayacak. Antalya-Adana-Urfa çizgisinin iklimi de bugün 30 derece enlemi çevresinde olan Kahire-Basra gibi olacak.Böyle anlatıldığı zaman anlaşılması nispeten kolay oluyor ama biraz daha vurgularsak: Kahire ve Basra'da orman alanları bulunmuyor. Benzer şekilde de gerek ülkemiz gerekse de benzer enlemlerde bulunan Portekiz, İspanya, İtalya ve Yunanistan da bu yüzyılın sonuna kadar neredeyse tüm ormanlık alanlarını kuraklık ve orman yangınlarla kaybedecek. Şu anda her yaz yaşamaya başladığımız sıcak hava dalgaları, kuraklık ve orman yangınları özel ve geçici bir durum değil, gelecek bundan da kötü olacak. Madem kömür, petrol ve doğal gaz yakmayı bırakmıyoruz, o zaman gelecekteki bu felaketlere de hazırlanmamız gerekiyor.
“Ama devletler sera gazı salımlarının azaltılması konusunda çalışmalarını sürdürüyorlar” demeyin sakın. Devletler bu konuyu konuşmaya ilk olarak 1992 yılında başladılar. Aradan geçen 30 sene boyunca sadece konuşuldu ve ciddi bir adım atılmadı, yakın zamanda da atılmayacak. Paris Anlaşması küresel ısınmanın 1,5 derece ile sınırlanmasını öngörüyor. Ülkelerin bunu başarmak için verdikleri taahhütlere bakacak olursak, hepsi verdikleri sözü tutsa bile yeryüzünün ortalamada 2,5 derece ısınacağını görüyoruz. Dedim ya, aslında bu basit bir hesap. Siz bilim insanlarına daha ne kadar otomobil kullanmak, evinizi doğal gaz ile ısıtmak, elektriğinizi kömürden elde etmek istediğinizi söyleyin, onlar size kolaylıkla tüm bunların yeryüzünü kaç derece daha ısıtacağını söyleyebiliyorlar. Hesapları görünce üzülüyoruz, ama elimizden bir şey gelmiyor. Tek yapabildiğimiz, olabildiğince yüksek sesle “uçuruma doğru gidiyoruz” diye bağırmak oluyor ama o da günlük hayatın koşuşturmacası arasında kaybolup gidiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder