Son zamanlarda bir soruyu sıkça duyar olduk: “İklim krizini önlemek için yapmanız gereken en önemli şey nedir?” Bu aslında epeyce sıkıntılı bir soru. Her ne kadar öyle görünmese de aslında içinde bir fikir de barındıran bir soru bu. Çaktırmadan size “yapacağınız bir şey iklim krizini çözmede çok etkili olabilir” mesajını veriyor. Ne yazık ki özelde iklim krizinin, genelde de insanlığın doğaya verdiği tüm zararın çözümünü öyle tek bir eylemle sağlayabilmek mümkün değil. Daha da ötesi, çok sayıda ufak çabalarla da sağlamak imkansız. Bu krizin bir tek çözüm yöntemi var: yaptığımız neredeyse her şeyi yapış şeklimizi, çoğunlukla çok da kolayımıza gelmeyecek biçimde değiştirmek.
Bu krizin nedeni bizim yaptığımız bir tek şey olsaydı, hatta bir tek değil de kolay sayabileceğimiz birkaç şey olsaydı, çözüm bulmak nispeten kolay olurdu. Mesela geçen yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan ozon tabakasındaki incelmenin nedeni klima, buzdolabı ve deodorantlarda kullandığımız bir kimyasaldı. Devletler hızla bir araya gelerek 1987 yılında imzaladıkları Montreal Protokolü ile bu soruna kısmen çözüm buldular. Doğa da yavaş yavaş dahi olsa kendisini tamir etmeye başladı. İçinde yaşadığımız zamanda bir çılgın çıkıp da bu zararlı kimyasalları yeniden üretmeye başlamazsa çocuklarımıza ve torunlarımıza ozon tabakasının incelmesi gibi bir problem devretmeyebiliriz.
İklim krizi ise bir tek kimyasalla değil hayatımızın neredeyse her noktasında kullandığımız enerji ile ilgili bir problem. İnsanlık kendini akıllı sandığı için doğada bolca bulduğu kömür, petrol ve doğal gazı yakarak enerji üreteceğini, bununla bir uygarlık geliştireceğini ve bunun bir bedeli olmadığını düşündü. Oysa bu eylemin oldukça kötü bir etkisi var. Kömür, petrol ve doğal gaz milyonlarca yıl boyunca Güneş’ten gelen enerjiyi saklamanın bir yöntemi sadece. Ama bu enerjiyi saklayabilmek için bitkiler atmosferde o zaman bolca bulunan karbondioksidi kullanıyorlar. Biz de milyonlarca yıl sonra bulduğumuz kömür, petrol ve doğa gazı yaktığımızda içinde saklı güneş enerjisini açığa çıkartıyoruz. Fakat bu güneş enerjisi ile birlikte bu enerjiyi saklamak için kullanılan karbondioksit de açığa çıkıyor. Ne yazık ki enerji çok işimize yarasa da karbondioksit son derece tehlikeli bir gaz ve atmosferin ısınmasına yol açıyor.
Yaşam biçimimiz ve artan nüfusumuz her geçen gün daha fazla kömür, petrol ve doğal gaz yakarak atmosfere daha fazla karbondioksit salmamıza neden oluyor. Politikacıların uzunca süredir “yapıyormuş” gibi yaptıkları anlaşmalar da bu artışı azaltma yönünde bir katkıda bulunmadığı için gezegenimiz gittikçe ısınıyor. Şimdiye kadar alınan hiçbir karar ve yapılan hiçbir anlaşma bu ısınmayı durduracak bir etkiye sahip değil. Bunun temel sebebi bizim seçtiğimiz politikacıların gezegenin geleceğindense bizlerden alacakları oyu daha fazla önemsemeleridir. Küresel ısınmayı durdurmak için atılması gereken adımları gerçekten atacak olsak hepimizin hayat biçimini ciddi şekilde değiştirmesi gerekiyor. Bunu bize zorunlu kılacak politikacılar da bir sonraki seçimde oy alamamaktan çekindiklerinden sadece “mış” gibi yapıyorlar. Gerçekte ise küresel ısınmanın gezegendeki yaşamı tehlikeli bir noktaya sürüklemesini durduracak gerçek önlemler asla alınamıyor. Burada politikacıları suçladığım düşünülmesin. Aslında suçladığım insanlığın büyük çoğunluğu. Biz istersek bu problemi çözmemiz mümkün ama rahatımız kaçmadan çözmemiz mümkün değil. Bizler ise konuyu rahatımız kaçmadan halletmek istiyoruz.
İşte bu noktada tatlı yalanlar devreye giriyor. İktisatçılar, politikacılar ve en önemlisi fosil yakıt şirketleri bu tatlı yalanları oldukça seviyorlar. Bizler bu tatlı yalanlara inandıkça, özellikle fosil yakıt şirketleri para ve güç kazanmaya devam ediyor. Ancak acı gerçeklerdense tatlı yalanlar daha çekici olduğundan sorunu gidermek yerine vakit geçirmeyi tercih ediyoruz. İklim krizi ilerledikçe en az elimizde olan ise vakit. Böyle devam edecek olursak çok kısa zaman içerisinde büyük sorunlarla karşılaşmaya başlayacağız. Bu nedenle olabildiğince çabuk biçimde bu tatlı yalanlardan kurtulmayı başarmalıyız.
Atmosferdeki kötü gazları toplayıp havanın tekrar soğumasını sağlayacak, yeterli büyüklükte bir teknoloji yok ve gezegenimizi kurtaracak bir sürede de olmayacak. Güneş ve rüzgardan başka, bolca kullanabileceğimiz bir enerji kaynağı yok. Ne bor ne hidrojen, ne de füzyon bizim derdimize çare olabilir. Bor ve hidrojen sadece enerjiyi depolamak için kullanılır, kendileri enerji kaynağı değildir. Füzyon enerjisi, yani kabaca, sudan enerji elde etmek ise onlarca yıl gelecektedir, o da en iyi ihtimalle. 1960 yılında füzyon enerjisinin 30 yıl içerisinde tüm dünyanın enerji ihtiyacını karşılayacağı söylenmişti. 2022’de hala 30 yıl içerisinde aynı hayalimiz var. Bu listeyi daha uzatmak mümkün ama sanırım aslını anladınız. Bu problemi giderebilmenin tek yolu var: Sayımızı, ihtiyaçlarımızı ve tüketimimizi azaltmak. Bunun dışında hiçbir çözüm gerçekçi değil. Hem ekonomilerimizi büyütüp hem nüfusumuzu 10 milyarın üzerine taşıyıp, hem böylesine fazla enerji tüketip hem de doğayı ve iklimi korumamız mümkün değil. Sorun bu kadar basit. Gerisi size anlatılan tatlı yalanlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder