1 Mayıs 2022 Pazar

Oyun oynamayı bırakın artık

Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin 6. Değerlendirme Raporu’nun üçüncü bölümünü sunan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres konuyu hiç olmadığı kadar açıklıkla ortaya koydu: “Devletler size yalan söylüyor.” Bunca toplantı, karar ve anlaşma sonrasında iklim krizini durdurmak için yapılan şeylerin toplamı sıfır olmasa da bunların etkisi problemin büyüklüğü karşısında sıfır kabul edilebilir. Bu sorunun büyüklüğünü birkaç nokta ile anlatabiliriz:

Bilim insanlarının düşünce yapılarını, düşündüklerini ve söylediklerini anlamak zorundayız. Günlük hayatımızda karşımıza türlü riskler çıkar ve bu risklerin gerçekleşme olasılığı oldukça düşük olduğundan umursamadan hayatımıza devam ederiz. Mesela asansöre binmek bir risktir. Sonuçta asansör mekanik bir cihazdır ve bu cihazda oluşabilecek türlü problemlerden dolayı insanların hayatını kaybetmesi riski vardır. Ancak bu risk küçük olduğundan çoğumuz bu durumu umursamayız. Bilim insanları ise size asla asansörün “kesinlikle güvenilir” olduğunu söyleyemez, çünkü “kesinlikle” kelimesi bilimde çok ayrı bir anlam taşır. “Kesinlikle” yüzde 100 demektir. “Kesinlikle” başka yolu yok demektir. Bilim insanları ise daha çok olasılıklar çerçevesinde düşünür ve olayları o şekilde ortaya koyarlar. Davranışlarında da asansöre binmeyi tercih ederler çünkü riskin davranış değişikliğine gerek bırakmadığına inanırlar.

Yalnız konu asansör gibi mekanik ve neredeyse tamamen ölçülüp denetlenebilen bir konu değilse bilim yorum yapmamayı tercih eder. Mesela, atmosfere yaydığımız karbondioksidin atmosferi ısıttığına emin miyiz? Kesinlikle evet. Atmosfere 1000 milyar ton daha karbondioksit saldığımızda atmosferin kaç derece ısınacağını biliyor muyuz? Aslında biliyoruz, ama burada bilim insanları çok iddialı konuşmak yerine temkinli davranmayı seçerler. Çoğunlukla “ısınma muhtemelen 2,5 ila 3℃ arasında olur” şeklinde bir yorum duyarsınız. Dönüp aynı bilim insanlarına “neden peki muhtemelen diyorsunuz?” diye soracak olursanız, “bildiğimiz çok şey olmasına rağmen bilmediğimiz çok şey de olduğundan temkinli konuşuyoruz” cevabını alırsınız. Normalde çoğumuz bu cevabın geleceğini bildiğimizden o soruyu sormayız ve bu noktada dururuz. Ama durmayıp bir soru daha sorsak ve “peki sizin hissiyatınıza göre bu bilmediğiniz şeyler ısınmayı seviyesini artırır mı azaltır mı?” desek, cevap büyük olasılıkla “artırır” olacaktır.

Kısacası, bilim insanlarının bizlere gelecekle ilgili söyledikleri çoğu şey aslında karşımıza çıkacak olan problemin neredeyse emin olduğumuz kısmıdır. Ancak problem karşımıza bundan kat kat kötü sonuçlar çıkartabilir ve ne yazık ki daha iyi bir sonuçla karşılaşma şansımız çok düşüktür. Bu nedenle bilim insanları “ısınmayı ortalamada 2℃’nin altında tutmalıyız” diyorlarsa bunu çok iyimser bir uyarı olarak almalıyız, aslında yapmamız gereken muhtemelen ısınmayı bugünkü seviyede (1,3℃) durdurmaktır. Dünya’nın 2℃’ye kadar ısınmasına izin verirsek başımıza oldukça büyük belalar açacağımız kesindir ve daha da büyük belalar açılması muhtemeldir ama bilim insanları temkinli davranarak bizi fazla korkutmuyorlar.

Bir diğer konu Paris Anlaşması’nın niteliğidir. Her ne kadar Paris Anlaşması’nın küresel ısınmayı 2℃’nin oldukça altında ve mümkünse 1,5℃ ile sınırlaması düşünülse de anlaşmanın yapısında ısınmayı yeterli biçimde azaltacak hükümler yoktur. Anlaşma Çin’in iklim müzakerecisi Xie Zhenhua’nın düşüncesidir. 2014 yılında Lima’daki iklim görüşmelerinin de anlaşma ile sonuçlanmayacağı belli olduğunda Xie bir anlaşma fikri ortaya atmıştır. Bu fikre göre devletler iklim krizini önlemek için kendi belirledikleri önlemleri bildirip bu bildirilen önlemlere göre de bir anlaşma yapılacaktır. Paris Anlaşması’nın özü budur. Devletlerin belirledikleri önlemler ısınmayı değil 1,5℃ ile durdurmak, neredeyse 3℃’ye artıracak seviyededir. Anlaşma süresi 2030 yılına kadardır ve sürenin yarısı geçmiş olmasına rağmen devletler hala ısınmayı nasıl olup da 1,5℃ ile sınırlayacakları konusunda bir fikir birliğine varamamışlardır. Tüm kol kıvırmalar sonucunda Glasgow’da varılan nokta “eğer herkes verdiği sözü tutacak olursa” ısınmanın 2,4℃ ile durdurulabilmesine izin vermektedir. 

Glasgow iklim görüşmeleri öncesinde ülkemiz de dahil olmak üzere çok sayıda devlet 2050 yılı ve sonrasına dair iklim hedeflerini açıklamışlardır. Mesela geçen sene bu zamanlarda İngiltere hükümeti 2035 yılına kadar sera gazı salımlarını 1990 seviyesine göre %78 azaltacağını ve 2050 yılında da net sıfır sera gazı salan bir ülke olacağını taahhüt etmiştir. Aradan daha bir sene geçmeden bu taahhüdü yerine getiremeyeceklerini söylemekle kalmayıp yeni kömür madenlerinin açılmasına izin verdiler. Diğer ülkelerin de tutumları benzerdir. Politika masasında verilen çoğu söz gerçeğe uymadığından herkes evine geri döndüğünde değişik bir yol çizmektedir. Dolayısıyla küresel ısınmanın 2,4℃ ile durdurulması bile artık bir mucize olmadıkça imkan dahilinde değildir. Bilim insanlarının yukarıda anlattığım düşünce ve davranış tarzlarını da hesaba katacak olursak yeryüzünü 2,4℃’nin oldukça üzerinde bir ısınma beklediği aşikardır.

Peki devletlerin taahhütleri bizi hedefe ulaştırmaktan bu derece uzaksa hala nasıl masada oturabiliyorlar? Guterres hiç de nazik davranmadan bunun cevabını verdi: “Yalan söylüyorlar.” Bu yalanların en önemlisi ise şu anda kendimizi fazla üzmeye gerek olmadığı, gelecekte geliştirilecek bir teknolojinin tüm bu problemleri hızla çözeceğidir. Gelecekte ortaya çıkacak teknolojilerin en önemlisi de karbonu yakalayıp ya kullanma ya da saklama teknolojileridir. Bunu kabaca ikiye bölecek olursak, termik santrallerden çıkan karbondioksidi tutma teknolojisi halen var, yeni bir çığır açılmasına hiç gerek yok. Ama bu teknoloji üretilen enerjinin fiyatını neredeyse %50 artırdığı için kullanılmıyor. Olduğu haliyle kömür ve doğal gazdan elektrik elde etmek zaten rüzgar ve güneşe göre pahalı. Bir de bunun üzerine %50 karbon tutma maliyeti eklenecek olursa kömür ve doğal gaz santralleri tamamen pahalı kalırlar. Asıl önemli nokta burada. Bu sektörler şu anda bile ancak devlet desteği ile rekabetçi konumda kalabiliyorlar. Karbonu tutacak yatırımı yapsalar ayakta kalamazlar. Unutmayın, ülkemizdeki çok sayıda kömürlü termik santral, bacasından çıkan partikülleri tutacak filtreyi taktırmanın maliyetine bile katlanmak istemiyor.

Bir diğer tarafta da teorik olarak tutulan bu gazların nerede depolanacağı sorunu bulunuyor. Dünyada her yıl 60 milyar ton sera gazı salınıyor. Depolama kapasitemiz ise bunun binde biri, yani derdimize ilaç olabilmekten çok uzak. Ayrıca bu depolanan gazların depolandıkları yerlerden kaçıp atmosferi ısıtmayacaklarının da bir garantisi yok. Kısacası, olduğumuz gibi yaşamaya devam edip, kömür, doğal gaz ya da hatta biyoetanol yakıp sonra çıkan gazları toplayıp yerin altına saklamanın kolay ve ucuz bir yolu yok, olmayacak da. Bunun bir çözüm olacağını size söyleyenler ve buna dayanarak şirketlerini yönetenler size yalan söylüyorlar. Bu problemi çözebilmemizin tek bir yolu var, o da oyun oynamayı bırakıp gerçek çözümlere yönelmek, bu çözümler ne kadar acı verici olsa da.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder